İçeriğe geç

Yolları Çatallanan Bahçe Kitap Alıntıları – Jorge Luis Borges

Jorge Luis Borges kitaplarından Yolları Çatallanan Bahçe kitap alıntıları sizlerle…

Yolları Çatallanan Bahçe Kitap Alıntıları

Belki de

Tanrı’yı bulacağım.

Ötekiler ‘hiç kimse’ olduğunu farketmesinler diye ‘başka birisiymiş gibi yapma’ alışkanlığını sezgisel olarak iyice geliştirmişti (…)
Rüyalarımızda (diye yazıyor Coleridge) belli imgeler, bu imgelerin neden olduklarını sandığımız duyumların yerini tutarlar; bir sfenksin saldırısına uğradığımız için dehşete kapılmayız; sfenksi, kapıldığımız dehşeti açıklayabilmek için görürüz rüyamızda.
”Boşuboşuna onca kişi olan ben, tek ve kendim olmak istiyorum.”
“Düşünmek, çözümlemek, uydurmak (diye yazmıştı bana) kuraldışı edimler değildir; zekânın olağan soluk alıp verişidir bunlar.”
Tarih, gerçeğin anası; akıllara durgunluk verecek bir düşünce.
Belki de zaman zaman kurtulduklarını sandıkları oluyordu, ama sık sık -her biri kendi başına- anlaşılmaz ya da çok anlaşılır bir biçimde ortadan kayboluyorlardı.
Pek de farkına varmadan, geçmişin zamanın asıl dokusu olduğunu anladı; zamanın hep geçmişe dönüşmesi de bu yüzdendi.
Yıllar süren yalnızlık ona bellekte bütün günlerin birbirine eş olmaya yüz tuttuğunu, öte yandan hapishanede ya da hastanede bile beklenmedik olaylar getirmeyen, minicik beklenmedikliklerden örülü yarı saydam bir ağ olmayan bir gün bulunmadığını öğretmişti.
Bir bakmanız yeterdi, hemen gülümseyiverirdi.
Kimbilir belki de gördüklerimiz başka bir hikâyenin, çok daha eski bir hikâyenin sonuydu.
( ) ama şurası -son derece anlaşılmaz da olsa- kesin ki, başkasına iyilik yapan, her zaman için kendisine iyilik yapılanın üstünde bir yerdedir.
Sonra, insanoğlunun başına gelen her şeyin, tam ama tastamam şimdi’de geçtiğini hatırladım. Yüzyıllar geçiyor ve yalnızca şimdiki zaman’da oluyor her şey (…)
Sayısız pişmanlıklarımla bıkkınlıklarımı ise bilmiyor – hiç kimse de bilemez zaten.
İnsanın birinden nefret etmek ya da birini sevmek için sonsuz sayıda nedeni olabilir.
Bir iki dostlukla birçok alışkanlık dışında, yaşamını edebiyat denen sorunlu uğraş oluşturuyordu.
Ne kadar bölük pörçük de olsa, hâlâ Borges’im.
“İşe yaramaz serserinin tekiydi; bir tek dileği
vardı, o da ölüp de bir hiç olmadan önce, geriye
baktığında bir zamanlar kral olmuş olduğunu ya
da herkesi kral olduğuna inandırdığını hatırlamak
Uyumak her şeyi unutmaktır ve böyle bir
unutuş da, arkandan eli bıçaklı adamların
geldiğini biliyorsan, mümkün değildir
Zeyd’in ruhu yolunu kaybetsin diye, kendimi bir labirentin yüreğine gizleyeceğim.
“Ya da karmaşıklaştırılmalı her şey,” dedi
Dunraven. “Sen de evreni unutma.”
Eşya insandan daha dayanıklı; kimbilir bu
bıçaklar belki de bir daha karşılaşır, kimbilir,
hikâye burada son bulmuyordur.
Aralarında bir bağ daha vardı
artık – acımasızca kurban ettikleri kadın ve onu
unutmak için duydukları ortak istek.
Her iki kadının da birbirlerinden
gerçekten hoşlandıklarını ve giriştikleri gizli
düello süresince birbirlerine eksiksiz bir
bağlılıkla davrandıklarını unutmamak gerek.
Yaşama bir tutku gerek.
Bütün estetik devrimler insanı sorumsuzluğa
ve kolaycılığa kışkırtır; Clara Glencairn de
soyut ressam olmayı seçti.
Sayısız pişmanlıklarımla bıkkınlıklarımı ise bilmiyor – hiç kimse de bilemez zaten.
Bulacağımı bildiğim şeyleri buldum.
Hikâyenin gerisini boşuna bekledim.
Burada hikâyem karışıyor, ipin ucu kaçıyor.
“Biliyor musun, kendini korkunç bir tehlikeye attın.”
Anlatıcı, insan toplumundan kaçıp vahşî doğanın ortasında yaşamaya çekilen bir derviştir.
Aradan geçen yıllar gördüklerimi abartmış ya da bulandırmış olabilir. Ne kadar sürdü bilmiyorum; bazen olağan zaman ölçülerinin dışına taşan olaylar vardır yaşamda.
Gör artık, bizim gözlerimizle körleşmeden gözlerin.
Rupert Brooke
Doğru cevabı satranç olan bir bilmecede asla geçmeyecek sözcük nedir?
– satranç sözcüğü
-tam üstüne bastınız. Bir sözcüğü hiç kullanmamak, onun yerine yetersiz benzetmeler ve dolambaçlı anlatım yollarına başvurmak onu vurgulamanın en etkili yoludur.
Tek bir insanın yaptığı sanki bütün insanlar tarafından yapılmış gibidir. O yüzden cennet bahçesindeki söz dinlemezliğin bütün insanlığı kirletmesi haksızlık sayılmaz.
Uğraşıp didinmesi, yarına kalmak ya da edebi zevklerinin yabancısı olduğu Tanrı’yı hoşnut etmek için değildi. İğneyle kuyu kazar gibi, hiç kıpırdamaksızın, gizli gizli, zaman içinde kendi yüce görünmez labirentini kurdu.
çünkü bu dünyanın işleri insan denen sıradan yaratığın akıl erdiremeyeceği kadar karmaşıktır.
Sayısız pişmanlıklarımla bıkkınlıklarımı ise bilmiyor – hiç kimse de bilemez zaten.
insanoğlunun günden güne daha büyük acımasızlıklara girişeceğini seziyorum
İnsanların rüyalarının Tanrı’ya ait olduğunu hatırladı
Kara gözlükler takmış bir kütüphane memuru sordu: “Nedir aradığın?” Hladik cevap verdi: “Tanrı’yı arıyorum.” Kütüphane memuru şöyle dedi: “Tanrı, Clementine kütüphanesindeki dört yüz bin cilt kitabın sayfalarından birindeki bir harftir. Atalarım ve atalarımın ataları bu harfi arayıp durdular; ben o harfi ararken kör oldum.”
çünkü günahtan arınmış insan yoktur.
İçinde hiç kimse yoktu onun; yüzünün (o günlerin kötü portrelerinde bile başka hiç kimseye benzemeyen yüzünün) ve bol bol sarfettiği akla hayale sığmaz, fırtınalı sözcüklerin ardında yalnızca bir parça soğukluk ve başka hiç kimsenin görmediği bir düş vardı.
Gerçek ki anası tarihtir; zamanla yarışır.
Eylemlerimizin arşivi, geçmişe tanık, şimdiki
zamana örnek olur, yol gösterir, geleceğin
akıl hocasıdır
Kendimi herkese unutturacak biçimde davranmalıyım
kadınların aşkına değip geçerken
Her Şeye Kadir Olan bu dileğini yerine getirmişti işte.
Uyandığında dünya kıpırtısızlığını ve suskunluğunu sürdürüyordu. Su damlası hâlâ yanağında asılı duruyor, arının gölgesi hâlâ taşa vuruyordu. Yere attığı sigaranın dumanı hâlâ havada süzülüyordu.
Uykusuz geçen, şafağa yakın saatlerden giz dolu silah seslerine varıncaya kadar, ölüm sürecini sonsuz biçimde kurdu zihninde.
Bu düşüncenin çekiciliğine kapılarak aklıma başka madeni paraları getirmeye çalıştım; ama yapamadım.
Onu ölümün kusursuzlaştırdığı kibriyle, çiçeklerin arasında kaskatı bıraktım.
Hepimiz içinde bulunduğumuz koşulları dar bir açıdan değerlendirme ve komşumuzun tavuğunu kaz görme eğilimindeyizdir.
kaderin kendisi için hazırladı­ğı mesleği buldu; sahnedekinin başka birisi olduğuna inanırmış gibi yapan bir insan topluluğunun önünde o başka biriymiş gibi yapan oyuncu’nun mesleğini ..
‘artık çok geç kaldığını anlayanların’ korkusuna kapıldım.
Öldüğümüzde yaşamımızın bütün anlarını yeniden keşfedecek ve onları rüyalarda olduğu gibi keyfimizce bağdaştırabileceğiz. Tanrı, dostlarımız ve Shakespeare yardım edeceklerdir bize.
Schopenhauer, diyor Borges, yaşamımızla rüyalarımızın aynı kitabın sayfaları olduğunu yazmıştır; onları sırayla okumak yaşamaktır; şöyle bir karıştırmaksa rüya görmek.
Zaman sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallanıyor.
Bunlardan birinde ben sizin düşmanınızım.
Tennyson bir za­manlar – tek bir çiçeği anlayabilsek kendimizin ve dünyanın ne olduğunu bilebileceğimizi- söylemişti.
Yıllar boyu, insanoğlu bir boşluğu imgelerle, illerle, krallıklarla, dağlarla, körfezlerle, gemilerle, adalarla, balıklarla, odalarla, aletlerle, yıldızlarla, atlarla, insanlarla doldurur. Ölümünden az önce, usanmaz çizgi labirentinin kendi yüzünün imgesini oluşturduğunu anlar
Şafağa doğru Clementine kütüphanesinin yükse tavanlı, dar koridorlarından birinde gizlenmiş olduğunu gördü rüyasında.
Kara gözlükler takmış bir kütüphaneci sordu: Nedir aradığın?”
Hladik cevap verdi: Tanrı’yı arıyorum.”
Kütüphaneci şöyle dedi: Tanrı, Clementine kütüphanesindeki dört yüz bin cilt kitabın sayfalarından birindeki bir harftir. Atalarım ve atalarımın ataları bu harfi arayıp durdular; ben o harfi ararken kör oldum.”
“Boşuboşuna onca kişi olan ben, tek ve kendim olmak istiyorum.”
‘Benim yapmakta olduğum işi hiçbir insanoğlu yargılayamaz. Öyle günahlar işledim ki, Tanrı’nın adını yüzlerce, yüzlerce yıl boyu tekrarlasam da çekeceğim azapların bir tekinden bile kurtulamam
Yaşama bir tutku gerek.
başkasına iyilik yapan, her zaman için kendisine iyilik yapılanın üstünde bir yerdedir.
ben bütün öteki insanlarım, her insan bütün insanlardır.
Hepimiz içinde bulunduğumuz koşulları dar bir açıdan değerlendirme ve komşumuzun tavuğunu kaz görme eğilimindeyizdir.
Bir
iki yılda bir (bize gösterdiği fotoğraflardan anladığım kadarıyla) bir güneş saatiyle birkaç meşeyi ziyaret etmek üzere
lngiltere’ye giderdi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir