İçeriğe geç

Yol Ayrımı Kitap Alıntıları – Kemal Tahir

Kemal Tahir kitaplarından Yol Ayrımı kitap alıntıları sizlerle…

Yol Ayrımı Kitap Alıntıları

Insanin başına bu memlekette her şey gelir, bunların en önünde akıl almaz alçaklık, en sefil kişisel çıkar, en korkunç aptallık vardır. Sonunda, en yüksek makama çıkmışlar için bunun ozru: ‘Haberimiz yoktu’ Ne demek, ‘Haberimiz yoktu’? Suçtur bu, suçtur Hem de en bağışlanmaz, en sefil suç
Kanuni, bütün saltanat dönemini, kanunsuzluklardan kanunsuzluklara yuvarlanarak, hiç faydasız olduğundan, istememesi gerektiği halde evlatlarının etini yiyerek, yaşlanıp güç­ten düştüğü çağda ise, en fakir reayasına bile kolayca nasip olan bir rahat döşeği bulamayarak, bir eşya gibi, yüklenip zorla sü­rüklendiği bir seferde, yaralı bir hayvan gövdesi gibi oradan oraya atılarak, sonunda ise, devletin selameti adına ölümü bile diri
gösterilmek için insafsızca tartaklanmıştır. Böyle başlayan çöküş
dönemi uzun süre, içten çürüyüp, dıştan dünyaya meydan okuduğu için Osmanlı insanını bir bakıma gerçekçi, bir bakıma ger­çek dışına düşürmüş olarak dünyaya başka türlü bakan abartıcı bir yaratık haline getirmiştir.
Bizim milletin tutması çeşitli olur da Birincisi Eli sopalı rezil iktidarlara karşı, kim çıkarsa çıksın, onu mutlaka tutar Onu bu yoldan yere çalmak ister. lsterse bu iş, çeteler arası boğuşma olsun! Bahtını mutlaka dener bizim milletimiz
Böyle sıralarda eli sopalılara karşı çıkanın kişiliği hiç umurunda değildir. Baskı biraz azalsın da nolursa olsun! Çünkü bizim millet, dış görünüşündeki aldatıcılığa rağmen, hürriyetsizlikten iğ­renir. Çünkü, tarihinde, Batı’dakine benzer kölelik dönemi ya­samamıştır. Yani, ne köle olmuştur, ne de köle çalıştırmıştır. Bunun için her çeşit hürriyetsizliği insanlık onuruna hakaret sayar. Aslında halklarına baskı yapan idareler, isteseler bile halkçı olamamış pis idarelerdir. Halkçı olamamak, soygunculuktan, bir de yeteneksizlikten gelir. Ya da soyguncularla, yeteneksizlerle başa çıkamayacak kadar hayvan olmaktan Bunlar, bir de, hadlerini bilmeden, baskı yapmaya yeltenirlerse bizim millet onlan katiyen bağışlamaz. Ayaklanıp tepelememesine aldanmamalı Baskıcıları er geç bitirecegine güvendigindendir. Tarihimizde bunların iflah olmuşu hiç yoktur. Rezillikle gitmişlerdir. Hepsi de mutlaka kendi pisliklerinin içinde bogulmuşlardır.
lş Bankası’mn bir nevi politikacılar bankası olarak kurulmuş olması, Cumhuriyet tarihi için pek acıklı bir aferizm salgınının başlangıcı olmuştur.
lş Bankası’nı kuranlar ve bilhassa onun umum müdürü, dü­rüst kimselerdi. Fakat, bankayı yürütebilmek ve işletebilmek, uzun müddet devlet otoritesini kullanmaya bağlı kalmıştır. Kolay kazanç elde etmeye çalışanlar, yerli, yabancı, Ankara’da nü­fuz tüccarlarını bulmakta ve onlar vasıtasıyla bankayı kendi te­şebbüsleri içine sürüklemekte idi. Birkaç defa bankayı pek ağır
ziyandan kurtarmak için, onu çıkmaz işlere sokmuş olanları kazandırarak kurtarmak lazım gelmiştir.
Bir gün Milli Savunmanın bir eksiltmesine katılan iki rakip fırmadan ikisinin de temsilcisinin aynı milletvekili olduğu gö­rulmüştü.
Can alıcı Azrail Peygamber’e metelik vermeyen Gazi Paşa, lafını sakınır mı ismet Paşa’dan? Bakması, bizim ismet Paşa’mız da iyidir hoştur, kumandanlıkta yaman, siyasette gayet kurnazdır ya, az biraz nobrandır ve de takılmaktan anlamazdır. Bu nedenle, Gazi Paşa’mız, her lafı bunun yüzüne demez. Bu da bir siyaset ki, gayet ince bir siyaset
Teslim olmak başka şey
Esir düşmek başka
Seni sevmek başka bir şey hürriyet
Uğrunda dövüşmek başka
Bir memlekette insanlar namuslu olduklarıyla ayrıca övünüyorlarsa, o memleketin hali dumandır.
Zatı devletlerince de malumdur ki, bizim fırkamızda bugün bile; birbirleriyle anlaşamamış ve ilk fırsatta çarpışmaya hazır iki unsur vardır: Terakkiperver ilericiler, muhafazakarlar ve gericiler. .. Bunlar bugün aynı fırkanın bayrağı altında toplanmışlar, yan yana oturuyorlar. Fırka ve Meclis’te bunlara serbest düşünmek ve serbest hareket imkanı verilirse fırka kendi kendine iki cepheye ayrılır ve bu cepheler gittikçe iki fırka halini alır.
Her şeyi bozmak mevkiinde bulunan kudret ve kuvvet sahiplerinin verdikleri söz ve anlaşma için biricik güven ki, kendi vicdanları ve efkarı umumiyedir. Bunun ikisinin de hiç sayılabileceğini tasavvur edebilmek için ahlaktan aşağı bir insan olmak lazım gelir
Teslim olmak başka şey,
Esir düşmek başka.
Seni sevmek başka bir hürriyet,
Uğrunda dövüşmek başka
Bence bu dünyada, anasından köle doğmuş insanlar var Çerkeslerin ‘köle soyu’ dediklerinden değil Ben köle ruhlu doğanları söylüyorum. Bunlar ikiye ayrılır: Köle yaşayıp köle ölenler Köle oluşlarından faydalanarak, ilk fırsatta öteki köle doğmuşları köle gibi çalıştıranlar
Bilirsiniz ,bizde,mana şairlerin yüreğinde kalır.”
“Onun için de yazdıkları ”
“Hep bilmecedir .”
Kendilerini kutsal misyon yüklenmiş sayanların zulme varan, orada rahatça yerleşen bağışlamazlığı? En korkunç alçaklık
Köleliği anlatışınıza baktım. Kızıyorsunuz. Kendinize kızıyormuşsunuz gibi geldi. Üşenmesi artıyor kelimeleri zorlukla buluyordu. Kadir’in böyle oluşunda, savaş yıllarındaki yoksullukların payını düşündüm. Sürekli açlık, insanın iliklerini boşaltırmış. Bu boşluğun yerini de, yavaş yavaş korku dolduruyor galiba Korku iliklerinize işledi de , sizi alt etti mi, köle olmaktan nasıl kurtulacaksınız? Fukara evlerin köşeleri bucakları süprüntülerle doludur tıklım tıklım İrili ufaklı şişeler, paslı çiviler, yamrı yumru delik kaplar, her boyda her renkte paçavralar Meşin kırpıntıları. Bir sürü kırık dökük Eski püskü Bizim ev böyleydi. Bir gün lazım olur , diye saklıyorduk. Hiçbirinin lazım olduğu zaman bulunup kullanıldığını görmedim. Yoksulluğun verdiği korku, bize yıllarca süprüntü bekçiliği yaptırdı. Bu süprüntü bekçiliği yalnız yoksulların işi değil Zenginler de bir başka çeşit süprüntü bekçisi Yalnız bekçilik edilen süprüntünün cinsi değişiyor. Hisse senetleri Tahviller Değerli taşlar, gümüş takımları, halılar, kürkler Tablolar Durmadan artırılmak istenen para Dünyayı kavrayacak kadar genişletilmesine çabalanan iş Bunlar da bir çeşit süprüntü
“Kimse kimseyi aldatmıyor bana sorarsanız Herkes kendisini aldatıyor, işine öyle geliyor sanıp
Meğer ne kolay yanılıyormuş insan, en yakınlarında bile
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Neden Sana yenik düşmüş gibi geldi, bir tek adam karşısında koca bir iktidar? Hem de askeri bir zafer kazanarak gelmiş bir iktidar? Çünkü Anadolu-Yunan savaşı, belletilmek istendiği gibi, bin yıllık tarihimizden ayrı bir Milli Kurtuluş Savaşı değildir. Bin yıldır süren Doğu-Batı boğuşmasının yüzlerce savaşlarından biri, hem de küçüklerinden biridir. Böyle bir savaşı kazanmak, bin yıllık tarihin biriktirdiği hesabı kapatmaya yetmez ki, iktidarı gerçek iktidar olsun, sağlamca sürdürülebilsin! Bir düşünsene Osmanlı imparatorluğu’nu kurup yaşatmış Anadolu halkları için ne utandırıcı bir sözdür, Yunan savaşına Kurtuluş Savaşı demek Bu savaşa İstiklal Savaşı da, hâşâ, denemez! Çünkü biz hiçbir zaman milli devletimizi yitirmedik. Hatta doğrusu istenirse, 1920-23 arasında bizim bir değil, iki devletimiz vardı. Bir dönemde sözler bu kadar karıştı mi, dikkat ister!” Bir zaman kederle gülümedi. “Siz Cumhuriyet çocukları, ‘Gözümüzü zaferde açtık,’ avuntusundasınız. Şimdi umulmaz yerlerde beklenmez yenilgilerle karşılaşınca apışmayın! Biz, Batı’yla er geç, ister istemez hesaplaşmak zorundayız! Bunu gerçekten yapmadıkça, Batı’ya hizmet teklif etmekle belayı başımızdan defleyemeyiz. Bunu böyle bilesin, Gazeteci Murat! İşini ona göre tutasın!”
1908’de Bosna-Hersek, Bulgaristan, Girit, Kıbrıs, Mısır,Tunus, Cezayir, Trablusgarp, Sudan çeşitli anlaşmalarla imparatorluk toprakları sayılıyordu. Sayıldığı için de nüfusumuz kırk üç milyonu aşkındı. Bu topraklar üzerinde malımız olan, yedi bin kilometre demiryolu döşeliydi. Dikkat et, dört yüz yıllık hilafetin bütün dünya İslamları üzerindeki manevi haklarını katmıyorum. Tasfiye edilen miras Osmanlının sırf kılıç gücüyle vuruşarak aldığı, tarih boyu vuruşarak savunduğu mirastı. Evet, oturuldu masaya Karşımızda yirmi iki devlet Bilir misin, iki bölümde tamamlanan Lozan Anlaşması’nın bütün oturumları ne kadar sürmüştür?”
Hayır!
“Beş buçuk ay Mahzenler dolusu arşivleri düşün, buradaki çeşitli anlaşmaları, bunlardaki incelikleri getir gözünün önüne Delegelerimiz incelediler mi bunları? Kılı kırka yardılar mı? Hayır! Çünkü İstanbul hükümeti delegeleri, yani asıl uzmanlar, bizim isteğimizle sokulmadı bu konuşmalara Bu iyiliğimize karşı İngiliz Generali Harington’un teşekkürünü hatırlarım. Demek, dört milyon üç yüz seksen küsur kilometrekarelik bir imparatorluğun yedi yüz yıllık hesapları tasfiye edildi beş ay içinde Buna tasfiye denmez. Mirası reddettik, hem de borçlarından bir kısmını kabul ederek reddettik. Değil bir dünya imparatorluğunun mirası, bir mahalle bakkalının mirası bile, bizim bugünkü mahkeme usullerimiz göz önüne getirilirse, bu kadar kısa zamanda tasfiye edilip karara bağlanamaz.”
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Bir dünya imparatorluğu, yüzyıllar boyu, yüzlerce nesillerin birleşik gayretiyle, kanları, canları, malları pahasına doğmuş, kökleşmiş, gelişmiş, yaşatılmıştır. Tarihin bir döneminde, herhangi bir nesil, tek başına bu tasfiyeye karar verebilir mi? ‘Veririm’ derse bu kararın meşruluğu hangi vesikalarla ispatlanır? Yani bir imparatorluğun tasfiyesinde taraflar nasıl meydana gelir? Vekâletnameleri hangi noter tasdik eder, veraset ilamlarını hangi mahkemeler çıkarır? Buraları güzelce araştıracağız Murat oğlum! Bunları kurcalamanın sırasıdır. Çünkü biz kurcalamazsak, biri çıkıp kurcalayacak er geç . Hem de, ‘Bunlar ne kansız heriflermiş yahu, yediden yetmişe!’ diye mezarımıza tükürerek Durumun gerçeği şudur yavrum! 1908’in padişahçı İttihatçıları imparatorluğu yıktılar, 1923 Kuvayı Milliyecileri bir dünya imparatorluğunun miras hesaplarını tasfiyeye oturdular. Peki neydi tasfiye edilecek miras? Yedi yüz yıllık bir dünya imparatorluğu Ne durumdaydı son zamanlarda bu imparatorluk acaba? O kadar uzağa gitmeyelim, 1908’de İttihatçıların eline geçtiği zamanın durumunu soruyorum, yani bundan tam yirmi iki yıl öncesinin durumunu ”

“Durumu Belli, Bağdat-Basra ”

“Ne güzel belli! Dinle, 1908’de İttihatçıların ele geçirip on yıl içinde yıktığı imparatorluk, tam dört milyon üç yüz seksen üç bin kilometrekare toprağa sahipti.”

Düşündün mü hiç, bir dünya imparatorluğu nasıl tasfiye edilir?

“Nasıl mı? Basbayağı Dış güçlerce yıkılır gider.”

“Nasıl yıkılır?’ demiyorum. Nasıl tasfiye edilir? Bunun tekniği nedir, hukuk bakımından?”

Milletin seçime karşı gösterdiği bu büyük ilgi, bütün gerçek cumhuriyetçileri sevindirmek lazımken, oyların Serbest Parti’ye doğru akması bazı hükümet memurlarıyla bazı Halkçıları kızdırmış Egemenlik hakkını kullanmaktan başka bir şey yapmayan halkı, gericilikle, komünistlikle, anarşi çıkarmakla suçlamışlar. ‘Eğer,’ dedi, Fethi Bey, ‘en ileri gelen şehirlerimizde, kasabalarımızda, bu kadar geniş ölçüde gericilik hareketleri vardıysa, o yerlerin idarecileri, bu seçimlerden önce hükümeti neden uyarmadılar? Serbest Parti’nin kuruluşundan önce bütün memleket halkının hükümeti yüzde yüz tuttuğu söyleniyordu. Şurda burda işitilen bazı yanıp yakılmaların, çıkarları bozulmuş birkaç eski idare artığından geldiği söyleniyordu. Ya da yabancı kışkırtıcılara kapılmış bir iki akılsızın işi sayılıyordu. O zamana kadar hükümetle birlik olan halk, belediye seçimlerinde neden birdenbire gerici kesildi?’
“Şu bizim zavallı Osmanlı İmparatorluğu’na sözünü bilmezler, gâvurdan alıp, ‘Emperyalist’ derler ya Bakalım bizim emperyalizmimiz ne biçim şeymiş, diye bir daha okuyorum! Niyet, Çerkezistan’ı imparatorluğa katmak Devletten alıp götürdükleriyle beraber bütün kişisel mallarını da dağıtmış bizim emperyalist Ferruh Paşa! Sonunda yırtık bir entari, bir yağlı külahla bir eski hasır üstünde can vermiş. O gün bu gündür mezarına bez-caput bağlarmış Çerkesler, ‘Bu Osmanlı gerçek evliya!’ diyerek
“El öpmek yok! Nezleyiz arkadaş! Hem de resmen İspanyol nezlesiyiz galiba ”
“Geçmiş olsun! Değildir inşallah, bildiğimiz Türk nezlesidir.
“Bilmem ki Artık nezlenin bile Batılısı olmadan idare etmiyor!
Her ölüm bizden bir şey alır götürür derler ya Sanmam! Her ölüm galiba gidenlerden bir şeyler bırakıyor! Ağır şeyler
“Mücadele-i hayattan şu sırrı anladım ki ben / Ölüm bir didinmenin sükûna inkılabıdır.”
Geçer günler geçer günler / geçer ölümler düğünler / hepsi bir şey alır bizden. / Aşk mı, kin mi, boş vermek
mi? / Hasret mi, murada ermek mi? / Ne kalacak ikimizden?”
‘Para kimin? Onu isteyen, veren kim? Türk köylüsünün etinden, tırnağından kesip vekillere, mebuslara, büyük memurlara, kumandanlara vermek kimsenin hakkı değildir. İşte bu hak mefhumu teneffüs ettiğimiz havadan kovulmuş ve onun için de herkes söz almak ve söz söylemek hakkını haiz ise de, onları kullanmak cüreti kimsede kalmamıştır,’
Hatta 1926’larda vermiş olduğum bir raporda, tek fırkanın zararlarından, denetsizliğin doğuracağı ağır durumlardan söz etmiştim.
Osmanlı İmparatorluğu’nun borcu… Şu, her şeyiyle reddettiğimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun…
‘Olmuş işin kötüsü olmaz.
“Hürriyetten mürriyetten haberim yok birader! Hürriyet de neyin nesi? Türk’ün bilmediği aş ya diş ağrıtır ya baş!”
aheste çek kürekleri mehtap uyanmasın , mücadele-i hayattan şu sırrı anladım ki ben / ölüm bir didinmenin sükûna inkilâbıdır
“Yanılmaktasın Behram Efendi! Türkiye’de sansür yoktur. Hiçbir yayın, yapılmadan önce sansür edilmez! Ben basarım, suç görürlerse mahkemeye verirler.”

“Mahkemeye verirler, ne kolay! Sen vatana kötülük et! Sonra ben seni mahkemeye vereyim! Yağma mıdır bu?”

“Evet ‘Seni sevmek başka bir şey hürriyet / Uğruna dövüşmek başka ”

“Sizce hangisi daha önemli bunların? Sevmek mi, dövüşmek mi?

“Bu sorudan hiçbir şey anlamadım. Elbette dövüşmek “Yazan da bu anlamda yazmış değil mi?”

“Başka anlamda olacağını sanmam.

“Olur. Galiba doğrusu da o başka anlam Çünkü insanlar hürriyet için, hürriyeti hiç sevmeden de dövüşebilirler, daha beteri, neyin nesi olduğunu hiç bilmeden

Yeni kuşaklar bizi ölçüp biçerken, kocaman bir imparatorluğun tepemizde aralıksız çatırdadığını hiç akıllarından çıkarmasınlar! Gerçekten çok zor bir yaşamaydı bu Arada bir gövdemizden bir parçayı koparıp alıyorlar Bundan sonra biraz rahat bırakılsanız ya Hayır! Tartaklıyorlar sizi, hiç acımıyorlar. Üstünüz, başınız, yüzünüz gözünüz kan içinde Güçten düşmüşsünüz. Hem bilek gücünden hem de akıl gücünden Tam, ‘Bu kez aklım erdi. Derdin dermanını buldum!’ diyorsunuz. Bakıyorsunuz, ilaç yanlış Nöbetler hem şiddetleniyor hem sıklaşıyor. Tepesinde hep o çökme çatırtıları Uyanması olmayan bir korkulu düş. Göğsünüzden karabasanların biri kalkıp üstünüze birkaçı birden çöküyor. Biraz soluk alamıyorsunuz ki, çevrenizde olup bitenlere bakabilesiniz. ‘Bakabilesiniz? diyorum. Akıl erdirmek başka bir şey Bu ölüm bunaltısı içinde, bir tek umuda varabilmişiz: ‘Hürriyet gelecek, Abdülhamit’i despotluğuyla beraber sürüp atacak! Sonra her şey, birden düzelecek!’ ‘Nasıl?’ diye sormayı hiç kimse aklına getirmiyor! İmparatorluğun gerçekleri nedir? Hiçbir fikrimiz yok! Hürriyetin ilanından sonra bile bu böyleydi. Bizim hürriyet, Avrupa’yı bugünkü hale getirmiş cankurtaran Ölü diriltme ilacı Öylesine binbir derde derman ki, bunca yılın despotu Abdülhamit’i bile şıpınişi, Meşrutiyet Padişahı haline getiriverdi. Nerdeyse herif bizim karşımıza hürriyet fedaisi kesilip dikilecek
Biraz anlatır mısınız hangi savaşlarda bulunduğunuzu?

“Hangi savaşlarda mı? Bana sorarsanız, ayrı ayrı birkaç savaş yok Bir tek savaş sürüp gidiyor 1923’e kadar Bin yedi yüz bilmem kaçtan beri bizim bir tek savaşımız var: Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmaktan kurtulma savaşı

Bence Kurtuluş Savaşımızın bir tek gerçek kahramanı var: Kurtuluş Savaşı’nın kendisi Mustafa Kemal Paşa bile bu kahramanı kişiliğinde canlandırdığı kadar büyük
Bu işler bir başka açıdan da düşünülebilir. Kuvayı Milliye’ye en önce başlayanlardan biri Çerkes Ethem’dir. Kurtuluş tarihimizde adı ‘vatan haini,’ diye geçiyor. O kadar kıskandığınız Halide Edip, önceleri Amerikan mandasını savunmuştu. Şimdi de sınırdışında yaşıyor muhalif olarak Öteki insanların kaderi de pek başka türlü değil Böyle karışıklıklarda, kahraman ölçüsü her zaman doğru kullanılmıyor.
Bunlar kendileri de farkında değillerdir, ama son hesaplaşmada, durgun adamlardır. Hayalperver adamlar Gerçeğin yerine kolayca uydurmayı koyup, kendilerini aldatarak rahatlamayı yadırgamazlar. Oturup sabırla beklemeyi, sabırla acı çekmeyi, yoksulluğun her çeşidine katlanmayı bilirler. Türkçesi, Anadolu milletinin yetiştirdiği çilekeş dövüşçülerimiz Soylu korkmazlıklarıyla, hesaplara sığmaz direnişleriyle tarih yapan, ama yaptıkları tarihe sahip çıkmasını pek de bilmeyen bizim insanlarımız
Binbaşı emeklisi Arif Bey’le Topçu Albayı Cemil Bey de, Ramiz amca gibi, Serbest Parti’nin neden açıldığına bir türlü akıl erdirememişler, milletin Serbest Parti’yi tutması, belediye seçimlerinde Halk Partisi’nin açıkça sopa kullanmak, hile yapmak zorunda kalması karşısında şaşkına dönmüşlerdi. En amansız şartlar içinde silah gücüyle kurtarılan memlekette, henüz yedi yıl geçmeden nankörlüğe uğramayı bir türlü bağışlayamıyorlar, haksız yere hakarete uğramışlar gibi olanları onurlarına yediremiyorlardı.
Bütün eski Kuvayı Milliyeciler gibi, Serbest Parti’nin kurulmasına Ramiz amca da önceleri hiç önem vermedi. Fethi Bey de yabancı değildi. Büyüklerimiz bizden iyisini bilmez mi? Bir gereği olmasa elbet kurulmaz Serbest Parti Demek vardır yararı!

Fakat günler, haftalar geçip İzmir’deki kanlı olaylarla işin danışıklı dövüşe sığmayacağı anlaşılınca, Ramiz Efendi de öteki Kuvayi Milliyeciler gibi kendisini toplamak için, “N’oluyoruz?” diye davranmaya çabaladı. Orta halli esnafların, fukara takımının Halk Partisi’ne bu kadar düşman olmaları Ramiz Efendi için akıl alır bir şey değildi. Bütün gerçek Kuvayi Milliyeciler gibi bir tek soruya sarılmıştı Ramiz Efendi de sımsıkı “Millet” ne istiyordu kurtarıcılarından, hem de kurtuluştan yedi yıl sonra? Hele şu yedi yıl önce kurtarılan gâvur İzmirliler neyi alıp veremiyordu? Anadolu’da particilik yüzünden yaralananlar, hatta ölenler vardı. Millet ikiye bölünmüş, Cumhuriyet’ten sonra güçlükle kurulan devlet düzeni, iç güven, kısası birlik, silinip süpürülmüştü.

Bir sürü kanun değişti. Basında hâlâ Ittihatçıların 1909’da çıkarıp 1918’e kadar her yıl sıkılaştırarak kullandıkları Basın Kanunu yürürlükte Gazeteci olarak seni hiç rahatsız etmiyor mu bu durum Murat? Yazmak isteyip yazamadığın hiçbir şey yok mu? Neden gidemedin Ağrı Dağı’na? Başvekil bile peki dediği halde? Çünkü Mareşal Fevzi Paşa önledi. Neye dayanarak? Baskı rejimine Neyi kimden saklamaya çalışıyor tonton Mareşal?
“Bir gün, daha sonra Yavuz-havuz skandalında hüküm giyenlerden bir milletvekili ile trende konuşuyordum. O da 1923 fukarasındandı, “Seni bir açık otomobilde gördüm. Kapalısını sattın mı?’ diye sordum. ‘Hayır ‘ dedi, bir de açık aldım. Biliyor musun iki otomobil daha ekonomik.’
Bu kurtarılanlardan biri, ki on parasız bir subay emeklisi olarak ilk Meclis’e katılmıştı, bir demiryolu mukavelesinden tam bir milyon yirmi sekiz bin lira komisyon almıştı. Bu komisyonun ehemmiyetli bir kısmı İş Bankası’ndaki hesaplarını kapatmaya ancak yetebilmişti.

Devlet bu uzun mühletli mukavele yüzünden milyonlarca lira ziyana gireceğini anlamış ve onu sonradan feshedebilmek için binbir sıkıntıya uğramıştı.

Fakat İttihat ve Terakki devrindeki nüfuz kazançlarına hasret çeken veya Kuvayi Milliye’nin çetecilik günlerinde vurgun ve yağma zevki tatmış olanlar, Gazi’nin yanında ve Meclis’teydi. Birçoklarının inkılap umurlarında bile olmadığıni biliyordu. Milletvekilliği de boğaz tokluğu geçime yeter yetmez maaşlı bir vazifeydi. İşleri yalnız idealist tarafından görenler yeni bir Batı Türkiye’sinin ve bu Türkiye içinde yeni bir topluluğun kuruluş savaşlarına katılmanın şevki yanında her şeyi unutuyorlardı. Bu heyecanı duymayanların hatırladıkları tek şey, nüfuzlarını satmaktan ibaretti. Para kazanmak için tek sermayeleri de nüfuzlarıydı.
İş Bankası’nın bir nevi politikacılar bankası olarak kurulmuş olması, Cumhuriyet tarihi için pek acıklı bir aferizm salgınının başlangıcı olmuştur.
Ne midir aklıma gelen Selim Efendi? Bu bizim medreselerin kapatılıp, laik Fransızların papaz mektepleri neden açık bırakıldı? Başkaca, laik bile değil, düpedüz alık Amerikan Protestan misyonerlerin okulları neden işler harıl harıl? Diyelim bunlar Batılıdır, boynumuz kıldan ince Ya Rumların Heybeliada’daki papaz mektebi Diyeceksin ki Selim Efendi, devrimdir bu, Türk’ün aklı ermez! Doğrusun arkadaş! Hemi de haklısın!”
Köklü devrim nesinden bilinir? Gelirken milleti sevindirmesinden, giderken bir kez daha sevindirmesinden!
Çünkü şurası iyicene bilinmelidir ki, fukara Kayserilinin adı çıkmıştır. Aslında Nevşehirli, Kayseriliyi on kez suya götürür de, on kez susuz getirir.
Biz mebuslar, dört yüz alıyorduk ve gayet memnunduk. Neden beş yüz liraya çıkarmak lüzumu hasıl oldu? Neden on dakika vekillikte bulunmuş olan birisi, velev arkasında on dakika devlet hizmeti bulunsa bile, ayda yüz elli lira kadar hiçbir memleketin tahammül edemeyeceği bir emekli maaşı alsın? Neden mebusların mebusluk müddetlerinin memuriyet gibi telakki edilmesi -ki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na (Anayasaya) tamamıyla muhaliftir, yetmiyormuş gibi, bir de onlara mebusluk tahsisatı üzerinden tekaüdiye verilmesi esas kabul edildi?’
Bana hitaben, ‘Fırkada ve Meclis’te serbestsizlikten bahsettiniz. Siz ne zaman söz istediniz de verilmedi, yahut söylemekten men edildiniz?’ diye sordu.
‘Resmen cevap isterseniz hiçbir zaman, fakat hakikati isterseniz daima! Çünkü ‘ dedim, ‘serbesti öyle bir şeydir ki sizi kuşatan havadır. O hava kurutulursa, elbette ki kimsede ne söz istemek ne söz söylemek hevesi kalır.
“Anlaşılıyor ki,’ dedi Fethi Bey, ‘tek fırkanın doğurmuş olduğu denetsizlikten, idaresizlikten bıkmış Gazi Hazretleri, dedi. “Bir yandan Meclis’te birbirini denetleyecek iki fırkanın varlığını, öte yandan da memlekette biraz hürriyet havasının esmesini arzu ediyorlar,’ dedi.”

“Hürriyet havası esmesini demek! Hey çok yaşasınlar! Şöyle az biraz esecek de fakir fukara soluklanacak! Vicdan diye ben buna derim!”

Demek buna karşılık, her yıl yedi yüz bin altın borç ödüyormuşuz, ödeyeceğiz. Hem de Cumhuriyet’in borcu değil. Osmanlı İmparatorluğu’nun borcu Şu, her şeyiyle reddettiğimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun Sanki Anadolu savaşında biz yenilmişiz gibi
Ne zamandır, memur aylıklarını ay başlarında zor ödüyoruz. Çoktan beri gazetelerin en önemli haberi aylıklar üstüne Aylık cetvelleri hazırlandı’, “Aylıklar verilecek”, “Aylıklar veriliyor’, Yarın mutlaka aylık var ‘ Belediyelerde aylıkların haftalarca gecikmesi olağan Öğretmenlere birçok vilayette üç dört aydan beri para verilemiyor. Salt yirmi yaşını bitirmiş erkeklerden alınan yılda üç lira yol parasını ödeyemedikleri için yüz binlerce vatandaş her yıl otuz gün mahpus yatmakta
Günün şartları içinde Fethi Bey’in Serbest Fırka adında bir muhalefet fırkası kurabilmesi aklın kolayca kabul edebileceği bir şey değil Çünkü iktidarda olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın büyük lideri bizzat Gazi Hazretleri Başvekil İsmet Paşa da, onun genel başkan vekili Evet, Fethi Bey, Serbest Fırka’yı, Gazi Hazretleri’nin Genel Başkan, Ismet Paşa’nın da ona vekil olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı kuracak Fethi Bey’in, kendi kişisel teşebbüsüyle böyle bir işe girmesi elbet imkânsız
Bir memlekette insanlar namuslu olduklarıyla ayrıca övünüyorlarsa, o memleketin hali dumandır.
Bir memlekette insanlar namuslu olduklarıyla ayrıca övünüyorlarsa, o memleletin hali dumandır.
Fukara evlerin köşeleri bucakları süprüntülerle doludur tıklım tıklım İrili ufaklı şişeler, paslı çiviler, yamrı yumru delik kaplar, her boyda, her renkte paçavralar Meşin kırıntıları. Bir sürü kırık dökük Eski püskü Bizim ev böyleydi. ‘Bir gün lazım olur,’ diye saklıyorduk. Hiçbirinin lazım olduğu zaman bulunup kullanıldığını görmedim. Yoksulluğun verdiği korku, bize yıllarca süprüntü bekçiliği yaptırdı.
Meğer ne kadar kolay yanılıyormuş insan, en yakınlarında bile
İnsanoğlu, hep gerçeği aradığıyla övünür. Gerçekten yana olduğunu ileri sürüp böbürlenir. Öyleyken, hepimiz hiç ara vermeden yanlışlıklar yaparız. Hem de gerçeğe çok benzeyen yanlışlıklar Çoğumuz bunu, karşımızdakileri aldatmak için değil, gerçeklerimizin yüzde yüz gerçek olduklarından bir an bile şüphelenmediğimizden böyle yapıyoruz. Biraz kuşkulansak, çok şeyler düzelecek Bizim, değişmez gerçeklerimizin yanında, karşısında, önünde, arkasinda, başka gerçeklerin olabileceğini biraz düşünsek
sevdiğimiz insanın acı çekmesini seyretmek, ölüm acısından çok daha zor gelmiştir bana
Bazı şeyleri hep söylemek istiyoruz, karşımızdaki bakalım dinlemek istiyor mu diye hiç düşünmüyoruz!
Yanında bunca kuldan bir âdemin bile yok
Bu nasıl seferdir ki beyim ihtiyar ettin
Hepimizin birer kölelik çengeli var.
Bütün saplantılarımız korkularımızdan geliyor .
Korku iliklerinize işledi de ,sizi alt etti mi ,köle olmaktan nasıl kurtulacaksınız ?
Bence bu dünyada ,anasından köle doğmuş insanlar var
Mahpuslukta bir çeşit ölümdür.
Ölüm ki ,yaşamaya karşı haksız düşmenin son boğumudur.
Bizler yaşama şaşkınlarıyız galiba.
Meğer ne kolay yanılıyormuş insan,en yakınlarında bile
Kimse kimseyi aldatmıyor bana sorarsanız.Herkes kendisini aldatıyor,işine öyle geliyor sanıp.
Üşüdü gül üşüdü.
Dalda bülbül üşüdü.
Bir güldün aklım aldın.
O nasıl gülüşüdü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir