Aziz Nesin kitaplarından Yokuş Yukarı kitap alıntıları sizlerle…
Yokuş Yukarı Kitap Alıntıları
Subay çıkmamıza iki ay kala
Birden hastalandı Selim
Şiddetli baş ağrısından
Revire kaldırıldı Selim
Duyduk ki bikaç gün içinde Selim
Menenjitten ölmüş
Selim öleli ellisekiz yıl olmuş
Anımsamaz onu arkadaşlarından hiçbiri
Artık dünyada kalmamıştır
Selim’i tanıyan bilen herhangibiri
Bense ellisekiz yıldanberi
Rüyalarımda görürüm Selim’i
Her rüyamda görüşümde sorarım ona
Selim Selim
Anlıyorum ölünce doğaya karıştı bedenin
Ama bildiğin onca yabancı dil
Bildiğin onca matematik onca cebir
Ne oldu onlar Sevgili Selim
Sevgili Selim onlar ne oldu
Ben de bigün ölünce
Kimseler görmeyecek rüyası da Selim’i
Birden hastalandı Selim
Şiddetli baş ağrısından
Revire kaldırıldı Selim
Duyduk ki bikaç gün içinde Selim
Menenjitten ölmüş
Selim öleli ellisekiz yıl olmuş
Anımsamaz onu arkadaşlarından hiçbiri
Artık dünyada kalmamıştır
Selim’i tanıyan bilen herhangibiri
Bense ellisekiz yıldanberi
Rüyalarımda görürüm Selim’i
Her rüyamda görüşümde sorarım ona
Selim Selim
Anlıyorum ölünce doğaya karıştı bedenin
Ama bildiğin onca yabancı dil
Bildiğin onca matematik onca cebir
Ne oldu onlar Sevgili Selim
Sevgili Selim onlar ne oldu
Ben de bigün ölünce
Kimseler görmeyecek rüyası da Selim’i
18/19 Ekim 1994
Alacağım soyadı hem alçakgönüllü hem de anlamlı olmalıydı. Soyadı olarak Nesin’i işte bu düşüncelerle seçtim. Beni herkes Nesin sorusuyla çağırdıkça, ben de kendimin ne olduğunu düşünmeliydim. Nesin? Evet, ben neyim? Ne olduğumu düşünmeliydim. O yaşımda düşünmenin çok zor olduğunu anlamıştım, hele ne olduğunu düşünmenin
Mustafa Kemal, Türkiye’ye ve Türklere ne çok yenilikler getirmiş, ne uygarlıklar armağan etmiştir. Mustafa Kemal olmasaydı, inanıyorum ki bizim bugün hâlâ soyadlarımız olmayacaktı. Daha nelerimiz nelerimiz olmayacaktı
Ta gençliğimdenberi ölümü beynimin içinde taşıdığım bir kıymık gibi duyumsadım ve hiç aklımdan çıkarmadım. Böyle olmayı herkese ve özellikle bütün iyi insanlara salık veririm. Çünkü sürekli ölümü akıldan çıkarmamak, hiçbişeyden, Allahtan bile korkmadan, cehennem korkusu ve boş cennet umudu taşımadan, durmadan iyilik yapmanın, iyi, doğru, güzel ve namuslu insan olmanın bence tek yoludur. Allahtan bile olsa bir karşılık bekleyerek insanlara iyilik yapmak, bence daha baştan Allahla pazarlığa girmek ve bir koyup beş almayı istemek demektir. Yine bence insan, karşılıksız, hiçbişey umup beklemeden, salt insan olduğu için ve yaşarken kendisi de memnun ve mutlu olsun diye, ceza korkusu ve ödül beklentisi olmadan, iyi, doğru, güzel ve namuslu olmaya çalışmalıdır. Bunun da yolu, bence, nasıl olsa öleceğinin bilincinde olmak ve hiç de karamsarlığa kapılmadan ölümü düşünmektir.
Bizde genellikle iyi ve güzel işler yanlışlıkla yapıldığından, hemen o iyi ve güzel işler bozularak, doğru düzgün iş yapma yanlışlığı düzeltilir.
Sizler bana salt ders değil
Canınızdan can verdiniz
Daha dersliğe girmeden siz
Duyardık barut kokusunu
Kurtuluş Savaşı’ndan sinmiş derinize
Bilemedik barış tanrıları olduğunuzu
Ne de alçakgönüllüydünüz
Kiminizin yarası içinde kiminizin yüzünde
Bigünden bigüne övünmediniz
Canınızdan can verdiniz
Daha dersliğe girmeden siz
Duyardık barut kokusunu
Kurtuluş Savaşı’ndan sinmiş derinize
Bilemedik barış tanrıları olduğunuzu
Ne de alçakgönüllüydünüz
Kiminizin yarası içinde kiminizin yüzünde
Bigünden bigüne övünmediniz
[ ]
Bakıyorum da şimdiki bizlere utanıyorum
Yoksa sizler göklerden mi indiniz
Sonra darılıp da bize
Yine göklere mi çekildiniz
Saçtan tırnağa baştan ayağa özveri
Ey beni ben yapan öğretmenlerim
Anılarınız önünde ağlayarak eğilir
Hiç el öpmemiş dudaklarımla
Ellerinizden öperim öperim öperim
22 Ağustos 1989
Aziz NESİN
Bir sanatçının,bir yazarın yapıtlarının anlaşılması için- eğer anlaşılması isteniyorsa- yaşamının en küçük ayrıntılarına dek bilinmesi gereklidir. Hele o edebiyatta yeni,özgün bir görüş getirmişse,onun yaşamını,çocukluğu,herşeyini,kesinlikle bilmek gerekir. Çünkü vardığı o yere onu o yollar götürmüştür.
Lise son sınıfa doğru, bizi yedirip içirenin,giydirip besleyenin,okutup eğitenin devlet değil, halk olduğunu anlamıştım. Bu halk salt bizi beslemekle, yetiştirip adam etmekle kalmıyor, devleti de o besliyordu. Yani devlet, halkın parasıyla güzel yemekler yiyor,iyi besleniyor ve çocuklarını en iyi ve en pahalı okullara gönderiyordu. Öyleyse esas olan devlet değil halktı.
Bizde genellikle iyi ve güzel işler yanlışlıkla yapıldığından, hemen o iyi ve güzel işler bozularak, doğru düzgün iş yapma yanlışlığı düzeltilir.
Beni herkes Nesin sorusuyla çağırdıkça, ben de kendimin ne olduğunu düşünmeliydim. Nesin? Evet, ben neyim? Ne olduğumu düşünmeliydim. O yaşımda düşünmenin çok zor olduğunu anlamıştım, hele ne olduğunu düşünmenin
Harbiye’den çıkıncaya kadar hiç değilse talebenin yüzde doksanının Namık Kemal’in ismini bile bilmeden mezun olmalarını temin etmişlerdi.
Kötüsü gelince dayan, daha kötüsü gelebilir diye
Gördüğümü değil, görmek istediğimi seviyordum ve görmek istediğimi görüyordum.
Aşk ( sevi) her güzelde sevdiğini ve sevdiğinde her güzeli bulmaktır ve buna inanmaktır.
Çalışkan öğrenci demek, koşmaz, oynamaz, atlayıp sıçramaz, ağırbaşlı, efendi çocuk demektir. Hatta biraz sünepe, sümsük bile olur. Bu yüzden ben kimi öğretmenler ve subaylarca yadırganan bir çocuktum.
Zeytindağı beni büyülemişti, konusuyla, biçemiyle ( üslubuyla), gerçekçiliğiyle, herşeyiyle O zaman Zeytindağı için düşüncem şuydu: Bu kitabı elimden gelse, bütün Türklerin okumasını sağlarım.
Biz asker olacaktık, komutan olacaktık, bizim işimiz savaştı, düşmanla savaşmaktı. İşte bu yüzden olacak, ince bir ruh istediği sanılan şiirle uğraşanlar kadınsı görülürdü. Bu nedenle, şiirle ilgimi okul yıllarında hiç dışa vurmadım. Arkadaşlarımdan hiçbiri, benim ilerde bir şair ve yazar olacağımı anlamamıştı.
Yaşamım boyunca en çok borçlu olduklarım öğretmenlerimdir ve en çok sevdiklerim de Ve onlara olan sevgim, ne biçim ne de anlam değiştirmiştir. Zaman geçtikçe, yaşım onlarınkine yaklaştıkça öğretmenlerime sevgim ve saygım daha da artmıştır.
Lisenin, ileri sınıflarında yeni bilgiler edindikçe ve devletin kimliği konusunu düşündükçe anladım ki, devlet denilen şey, ruh gibi, vicdan gibi, namus gibi, somut olarak var olmayan soyut bir kavramdır. Kendisi yoktur. Kendi yerine simgeleri vardır.
Ta gençliğimden beri ölümü beynimin içinde taşıdığım bir kıymık gibi duyumsadım ve hiç aklımdan çıkarmadım. Böyle olmayı herkese ve özellikle bütün iyi insanlara salık veririm. Çünkü sürekli ölümü akıldan çıkarmamak, hiç bişeyden, Allahtan bile korkmadan, cehennem korkusu ve boş cennet umudu taşımadan, durmadan iyilik yapmanın, iyi, doğru, güzel ve namuslu insan olmanın bence tek yoludur. Allahtan bile olsa bir karşılık bekleyerek insanlara iyilik yapmak, bence daha baştan Allah ile pazarlığa girmek ve bir koyup beş almayı istemek demektir. Yine bence insan, karşılıksız, hiçbişey umup beklemeden, salt insan olduğu için ve yaşarken kendisi de memnun ve mutlu olsun diye, ceza korkusu ve ödül beklentisi olmadan, iyi, doğru, güzel ve namuslu olmaya çalışmalıdır.
Bir anne ne denli ideal anneye yakınsa, oğlu evlendiğinde oğluna o denli kötülük etmiş olur. Oğul boş yere o meleği, o periyi arayıp duracaktır.
Dışarıdan bakınca hangi sınıfta olduğumuz belli olmalıydı. Bunu en çok kızlar için istiyorduk. Kızlar bir bakışta kaçıncı sınıfta olduğumuzu anlamalıydı. İyi de, benim kız arkadaşım yoktu ki. Daha nice zaman olmayacaktı da…
Aile yapımız, kız arkadaş edinmeme uygun değildi. Bunun eksikliğini yaşamım boyunca hep duyumsamışımdır, evlilik zamanlarında bile.
Yaşamım boyunca hiç görmediğim ya da ayrı dünyaların insanları oldukları için salt bir kez gördüğüm ve görmek istemediğim akrabalarım çok olmuştur.
(Benim de)
(Benim de)
Yahu, bütün nişanlı kızlar, bütün gelinler, bütün yeni evli kadınlar, bakıyorum hepsi güzel. Peki, bu cadalozlar, bu acuzeler, bu kocakarılar nerden çıkıyor?
Siz kelimelere ne bakıyorsunuz? Önemli olan kelimeler değil, benim onlara verdiğim ayrı anlam, söyleyiş biçimi. Bir evet diyorsam, o evet’te bir sayfalık söz dolu. Hatta ağzımdan söz çıkmadan bir baş sallıyorsam, bir kez gözüne bakıyorsam, onların birer romanlık anlamı var; yani bana öyle geliyor.
Şans, tesadüfler kanununun kanunsuzluğudur.
Aşk (sevi) her güzelde sevdiğini ve sevdiğinde her güzeli bulmaktır ve buna inanmaktır.
Aşk var mıdır, sonu nedir?
Kalbinize nurlu ışıklar dağıtan bir göz size neler ilham eder?
Sevmek mi, sevilmek mi istersiniz?
Sevgiyi doğuran ve öldüren sebepler?
lzdırap aşkın hazinesidir, diyorlar, doğru mudur?
Kalbinize nurlu ışıklar dağıtan bir göz size neler ilham eder?
Sevmek mi, sevilmek mi istersiniz?
Sevgiyi doğuran ve öldüren sebepler?
lzdırap aşkın hazinesidir, diyorlar, doğru mudur?
Yahu, bütün nişanlı kızlar, bütün gelinler, bütün yeni evli kadınlar, bakıyorum hepsi güzel. Peki, bu cadalozlar, bu acuzeler, bu kocakarılar nerden çıkıyor?
Düşkırıklıklarına uğraya uğraya, yalnız başıma da güzelliklerin tadına varabilecek olgunluğa erişmem için çok yıllar geçmesi gerekiyordu.
Biz milletçe tarihe, anılara, eskil olana düşmanız desem ve böyle olduğumuza yüzlerce kanıt göstersem, biliyorum ki yine de bana kızan, belki de Türklüğü aşağılamak suçundan aleyhime dava açanlar çıkabilir. Ama ne yapalım ki askeriyle siviliyle, çocuğuyla yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, yıkıcı, kırıcı, yakıcı, yok edici insanlarız.
insan, karşılıksız, hiçbişey umup beklemeden, salt insan olduğu için ve yaşarken kendisi de memnun ve mutlu olsun diye, ceza korkusu ve ödül beklentisi olmadan, iyi, doğru, güzel ve namuslu olmaya çalışmalıdır.
Çünkü sürekli ölümü akıldan çıkarmamak, hiçbir şeyden, Allah’tan bile korkmadan, cehennem korkusu ve boş cennet umudu taşımadan, durmadan iyilik yapmanın, iyi, doğru, güzel ve namuslu insan olmanın bence tek yoludur. Allah’tan bile olsa bir karşılık bekleyerek insanlara iyilik yapmak, bence daha baştan Allah’la pazarlığa girmek ve bir koyup beş almayı istemek demektir.
Türkiye gerçekten sınıfsız bir toplumdu; sınıf yerine sınıf olmayan askerler ve başıbozuklar vardı. Adam olmak, ancak askere gitmekle olabilirdi. Hiçbir işe yaramaz, hayta oğulları için anababalar, ‘hele bir askere gitsin de adam olsun’ dileğinde bulunurlardı. Adam olmak yani başıbozukluktan kurtulmak için askere gitmek baş koşuldu. Ya kadınlar? Onlar adamdan sayılmazdı bile
Ben sana vali olamazsın demedim ki. Adam olamazsın dedim!
En büyük felaket nedir, bilir mısınız?Yıllar önce bir yerde unuttuğumuz ,yitirdiğimiz o şeyi arayıp dururken ,günün birinde bulmamazdir .
Gördüğümü değil, görmek istediğimi seviyordum ve görmek istediğimi görüyordum.
Türk toplumu güleryüzlü bir toplum mudur? Güleryüzlü bir toplum olduğumuzu söyleyenler çoktur. Ben güleryüzlü bir toplum olduğumuza inanmıyorum. Bu denli asker millet olunca güleryüzlü olmanın olanağı da yoktur.
Türkler güleryüzlü değillerdir ama gülmece duyarlılığı olan insanlardır. İşçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla, her tabakadan insanıyla güleryüzlü olmayan Türklerin gülmece duyarlığı çok gelişmiştir. Alay etmesini, dalga geçmesini, tiye almasını çok iyi bilirler.
Türkler güleryüzlü değillerdir ama gülmece duyarlılığı olan insanlardır. İşçisiyle, köylüsüyle, aydınıyla, her tabakadan insanıyla güleryüzlü olmayan Türklerin gülmece duyarlığı çok gelişmiştir. Alay etmesini, dalga geçmesini, tiye almasını çok iyi bilirler.
Ve aşk Ve mutluluk Ve umut
Ben o sıra, o güzel halk deyimiyle, hamama gitsem kurnaya,kahveye gitsem zurnaya aşık olacak durumdaymışım.
Evet, ben neyim? Ne olduğunu düşünmeliyim. O yaşında düşünmenin çok zor olduğunu anlamıştım, hele ne olduğunu düşünmenin
.inanıyorum ki bizim bugün hâlâ soyadlarımız olmayacaktı. Daha nelerimiz, nelerimiz olmayacaktı.
Çalışkan öğrenci demek, koşmaz, oynamaz,atlayıp sıçramaz, efendi, ağırbaşlı, çocuk demektir.
Ve benim onu sevdiğim gibi o da beni sevecekti.
Futboldaki bu başarısızlığıma karşılık aletli cimnastik ve vücut hareketleri alanında çok başarılıydım.
Arkadaşlarımın hepsinin sevgilisi vardı. Bu kız da benim sevgilim olabilir miydi ? Hayır olamazdı. O denli bilgisizdi ki, kendini güzelleştirmesini bile bilmiyordu
Ben hiç çiklet ciğnemem, ne çiklet ne sakız İnsan ne denli kibar olsa da çiklet çiğnerken birden bayağılaşır.
Ben, öğrencilik yaşamım boyunca hiç kopya çekmeyen o seyrek öğrencilerden biriydim.
Bilmek başka, öğretebilmek başka.
Bir kuşak yaşadı bizden önce. Savaşlar, kan, düşman istilası, milli mücadele, açlık, yokluk, sefalet gören! Büyük bir dram yaşadı bu kuşak.Dram, onlara yaşama, mücadele gücü verdi.
Sevmek mi , sevilmek mi istersiniz?
Benim için kadın erişilmez, insandan ayrı, yüce bir varlıktı.
Bu yücelttiğim kadınlardan biri de elbet annemdir.
Yaşamım boyunca ençok borçlu olduklarım öğretmenlerimdir ve ençok sevdiklerimde
Devlet, halkın parasıyla güzel yemekler yiyor, iyi besleniyor ve çocuklarını en iyi ve en pahalı okullara gönderiyordu.
Şunu da açıkça söylemeliyim ki ders kitaplarımız şimdiki gibi kör inanca bağlı kitaplar değil, bilimsel kitaplardı.
Bence insan, karşılıksız, hiçbişey umup beklemeden, salt insan olduğu için ve yaşarken kendisi de memnun ve mutlu olsun diye,ceza korkusu ve ödül beklentisi olmadan, iyi, doğru,güzel ve namuslu olmaya çalışmalıdır.
Yaşlılık, çalışmaya çalışmak demektir.Eskiden çok çalışırdım, gençtim.
Aşağı yukarı bütün bir kitabı o küçük ruloya aktarmak için o denli çok çalışırlardı ki ,normal olarak derse çalışmış olsalar bu denli emek ve zaman vermezlerdi .
Ekmeğini taştan çıkaran, kendi göbeğini kendi kesen ve kimselere gereksinmeyen ve minnet altına girmek istemeyen insanlardandı.
Düş kırıklıklarına uğraya uğraya, yalnız başıma da güzelliklerin tadına varabilecek olgunluğa erişmem için çok yıllar geçmesi gerekiyordu.
Nesin? Evet, ben neyim? Ne olduğumu düşünmeliydim. O yaşımda düşünmenin çok zor olduğunu anlamıştım, hele ne olduğunu düşünmenin
Şevket Süreyya Aydemir’in yazdığı gibi O, gerçekten TEK ADAM’dır, ne yazık ki tek adamdır.
Türklerin gülmece duyarlılığı çok gelişmiştir. Alay etmesini, dalga geçmesini, tiye almasını çok iyi bilirler.
Her ne iş olsa yapabilmek, aslında hiçbir işi mükemmel, hatta şöyle böyle yapamamak demektir bence.