İçeriğe geç

Yok Etme Kitap Alıntıları – Thomas Bernhard

Thomas Bernhard kitaplarından Yok Etme kitap alıntıları sizlerle…

Yok Etme Kitap Alıntıları

Bu insanlar benim için anlamı olan hiçbir şeyi umursamazlar, doğayı, sanatı, önemli olan hiçbir şeyi. Kitap okumazlar, müzik dinlemezler, bütün gün en gereksiz, en bayağı şeyler üzerine konuşurlar.
..Her türlü inanç gibi Katolik inanç da doğanın sahteleştirilmesidir, bilinçli olarak milyonlarca insanın kendini kaptırdığı bir hastalıktır çünkü zayıf, kendi kafası olmayan, kendi kafasından başka ve deyim yerindeyse daha yukarıdaki bir kafanın kendisi için düşünmesine izin veren bir insan için tek kurtuluş yoludur;
Yaşlılık döneminde kaçık yerine konmaktan daha iyi bir şey yoktur. En büyük mutluluk, demiştim Gambetti’ye, yaşlı kaçığınkidir, o her şeyden bağımsız olarak bırakabilir kendini kaçıklığa. Olanağımız varsa eğer, kırk yaşımızdayken kendi adımızı yaşlı kaçığa çıkarmalıyız ve bu kaçıklığı en uç noktaya kadar götürmeliyiz. Kaçıklıktır bizi mutlu kılan
Biz iki dünyada yaşıyoruz, dedim Gambetti’ye, acıklı ve hain ve sonuçta öldürücü olan gerçek dünya ile fotoğrafı çekilen, tümden yalan ama insanlığın büyük çoğunluğu için arzu edilen ve ideal olan dünyada. Bugün insanın elinden fotoğraf alınsa, duvarlardan aşağıya indirilse, demiştim Gambetti’ye, ve imha edilse, sonsuza dek imha edilse, elinden üç aşağı beş yukarı her şeyi alınmış olur. Bunun sonucu olarak diyebiliriz ki, insanlık fotoğraf dışındaki hiçbir şeye bu derece bağlı, hiçbir şeye sırtı bu derecede dayalı ve sonuçta hiçbir şeye bu derece bağımlı değildir. Fotoğraf onların kurtuluşudur
Fotoğraf çektiren insanları çektirdikleri fotoğraflarda mutlu görünme isteğine ne itiyor sürekli olarak, hiç değilse aslında oldukları kadar mutsuz görünmeme isteğine? diye düşünüyorum. Herkes mutlu bir insan gibi görünmek istiyor, asla mutsuz olarak değil, her zaman tamamen sahteleştirilmiş olarak, hiçbir zaman gerçekte olduğu gibi, yani herkesten daha mutsuz olarak değil. Hepsi de her zaman güzel ve mutlu görünmek istiyor fotoğraflarda, hepsi de çirkin ve mutsuz oldukları halde. Fotoğrafa sığınıyorlar, kasten, onları tümüyle sahtelik içinde mutlu ve güzel ya da hiç değilse gerçekte olduklarından daha az çirkin ve daha az mutsuz gösteren fotoğrafta büzülüp kalıyorlar.
bugün artık yalnızca yapay insanlar var, yapma insanlar, doğal olmayanlar, insanı doğal biri olarak tanımlamamız bir yanılgı, artık yok öyleleri, yapma, yapay insan bugün karşılaştıklarımız ve ilişkide olduklarımız, zaten o yüzden değil mi doğal bir insanla karşılaştığımızda şaşırmamız, çünkü beklemiyoruz böyle bir şeyi, çünkü çok uzun zamandan beri yalnızca yapay insanla, yapma insanla karşı karşıyayız, odur uzun zamandan bu yana dünyaya egemen olan, ki o dünya da çoktandır doğal değildir, aksine gittikçe yapaylaşmıştır Gambetti, yapay bir dünyadır söz konusu olan.
İnsanların yüzde doksanı gibi o da , son okuduğu okulun diplomasını yaşamın doruk noktası sandı.
Öte yandan, dedi, artık onların yaptıkları, varoluşlarını nasıl biçimlendirdikleri bizi ilgilendirmemeli. Hem bizim doğru yolu seçtiğimizi kim söylüyor? Biz de en mutlu kişiler değiliz. Her zaman ideal olanı arayıp durduk onu bulamadan. Hepimizin birbirimize yaklaşmak için bir yol aradığı gerçek, bu arada birbirimizden daha da uzaklaştığımız da öyle, birbirimize daha çok yaklaşmak için yaptığımız denemeler büyüdükçe, birbirimizden daha fazla uzaklaştık. Bu yönde yaptığımız denemeler, dedi, hep acıyla son buldu. Denemelerimizden vazgeçtik çünkü bunu yapmasaydık kendi sitemlerimiz altında ezilecektik.
Büyük büyük dedelerimizden biri kurmuştu bu beş kütüphaneyi, ömrüm boyunca bunlarla gurur duydum, Wolfsegg’de her zaman anıldığının aksine delinin biri değildi o, ‘düşünce delisi’ olsa gerek, binalarımızda yalnızca can sıkıntısının ve budalalığın yayılmasına hizmet eden salonlar yerine kütüphaneler kurmayı başarmış, daha da önemlisi bunu isteyebilmişti, hem de en yüksek yazın duyarlılığıyla kurmuştu bunları. Günün birinde, demişti Georg Amcam, ben bu uykuya yatmış kütüphanelere hırsız gibi girdim, ömür boyu bağışlamadılar bunu.
yaşamlarını yaşamaları gerektiği için yaşıyorlar, bu yaşama sahip olmak istedikleri, yaşamak onların tutkusu olduğu için değil, hayır, anne babalarından dolayı abone oldukları için yaşıyorlar. Tıpkı tiyatrodaki gibi kendi yaşamlarında da yanlış yerde alkışlıyor, tıpkı konserdeki gibi kendi yaşamlarında da hiç sevinç çığlıkları atılmayacak yerde sevinç çığlıkları atıyor ve içtenlikle gülmeleri gereken yerde küstah suratlarını itici bir biçimde buruşturuyorlar. Tıpkı abone oldukları için gittikleri oyunların birer felaket ve en düşük düzeyde oluşu gibi yaşamları da felaket ve en düşük düzeyde.
Kırmızı kazak giyerek Jean_Poul ve Kleist’ın ve Wittgenstein’ın kitaplarını koltuğunun altında taşıyarak Roma’da saatlerce dolaşan, kafasında havaya uçurmak ve testereyle kesmekten başka bir şey olmayan biri .
Ben ,dedim ,her zaman nefret ettigim bu insanlardan kendimce kaçacağım.
Beni her zaman soğuk, duygusuz olarak tanımlamışlardı.
Kibirli olmasak bu dünya bizi yiyip bitirir, bize hiç aldırış etmez ..
Her şeyin kendiliğinden çözüldüğünü biliyoruz ama hiç bir zaman bu gerçeğe güvenmiyoruz, bunu görmezden geliyor ve kafamızı cehenneme çeviriyoruz .
Cehenneme geri dönüyorum
Sakin ol dedim kendi kendime , soğukkanlılığını koru,yalnızca sakin ol ,kesinlikle sakin .
Sen insan değilsin ! dedi .
Yalnız karakter sahibi insanlarla birlikte olursak kurur gideriz ,dedim
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bu kitap dolaplarının anahtarlarını kuyuya atacağım ki bir daha asla kilitlenemesinler .
yıllarca uğraştım kafamı yeniden düzene sokabilmek için .
Aptallıkları kurnazlıklarına engel değildir .
Acıklı ve hain ve sonuçta öldürücü olan gerçek dünya ile fotoğrafı çekilen ,tümden yalan ama insanlığın büyük çoğunluğu için arzu edilen ideal olan dünyada .
En güzel şeyler yeni barbarların para ve iktidar hırsının kurbanı oldu
En alçaklar en tepede oturuyor .En iğrenç ve en hainler her şeyi ele geçirmiş, anlamı olan her şeyi yıkmakla meşgul .
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bu insanların kafalarında en ilkel şeylerin dışında bir şey olmadığını siz bilemezsiniz .
Bir ölü hakkında kötü konuşmamalı diyor insanlar ,yalancılık ve sahtekarlık bu .
Başından beri ben meraklı olandım, korkmaları gereken kişiydim.
Sevilen oydu ben değildim
Doğru anda barbarları geride bırakan kişi
hem de her gün dünyayı kafasına sokmalı.
Insanları onlar seni sevdiği sürece sevdin
Onu susturmak için çaba harcadım ama kendini boğdurmadı .
çünkü orası ruhuma en uygun olan yer.
Biz iki dünyada yaşıyoruz, dedim Gambetti’ye, acıklı ve hain ve sonuçta öldürücü olan gerçek dünya ile fotoğrafı çekilen, tümden yalan ama insanlığın büyük çoğunluğu için arzu edilen ve ideal olan dünyada.
Fotoğraf çektiren insanları çektirdikleri fotoğraflarda mutlu görünme isteğine ne itiyor sürekli olarak, hiç değilse aslında oldukları kadar mutsuz görünmeme isteğine? diye düşünüyorum. Herkes mutlu bir insan gibi görünmek istiyor, asla mutsuz olarak değil, her zaman tamamen sahteleştirilmiş olarak, hiçbir zaman gerçekte olduğu gibi, yani herkesten daha mutsuz olarak değil. Hepsi de her zaman güzel ve mutlu görünmek istiyor fotoğraflarda, hepsi de çirkin ve mutsuz oldukları halde. Fotoğrafa sığınıyorlar, kasten, onları tümüyle sahtelik içinde mutlu ve güzel ya da hiç değilse gerçekte olduklarından daha az çirkin ve daha az mutsuz gösteren fotoğrafta büzülüp kalıyorlar.
Şimdiye kadar ben bu sosyalizm denen şeyin zararsız, geçici bir siyasal sinir hastalığı olduğunu sanmıştım, dedim Gambetti’ye, ama aslında öldürücüymüş gerçekten. Bugün egemen olan sosyalizmi kastediyorum, ki tamamen sahtekârlıktır Gambetti, yalancı, utanmazca aldatıcı olandan söz ediyorum. Bugün dünyanın hiçbir yerinde gerçek sosyalizm yok, yalnızca yalancı, sahte, aldatmaca olanı var, bunu bilmelisiniz. Tıpkı bugünkü sosyalistlerin gerçek olmadıkları ama sahte, yalancı aldatıcı olduklarını bilmeniz gerektiği gibi. Bu yüzyıl sosyalizm yeminini bir biçimde pisliğe bulamayı becerdi, neredeyse kusacağım, dedim Gambetti’ye. Gerçek sosyalizm hakkında düşünen ve ona inananlar, kurdukları sosyalizmin sonsuza dek süreceğine inanmış olanlar, iğrenç ardıllarının onu ne hale soktuğunu görebilselerdi mezarlarında rahat yatamazlardı. Gözlerini bir kez daha açabilselerdi, onların ettikleri sosyalizmin yemini adına neler kotarıldığını ve halklara neler verildiğini görselerdi mezarlarında huzurları kaçardı. Mezarlarında huzurları kaçardı yeminleriyle Avrupa’da ve tüm dünyada ne sahtekârlıklar yapıldığını görebilselerdi. Mezarlarında huzurları kaçardı tüm politik kepazeliklerin bu en büyüğü karşısında.
Tüm Avusturya artık her şeyin sahteleştiği ve herkesin her konuda aldatıldığı insafsız bir ticarete dönüştü. Güzel bir ülkeye gittiğinizi sanıyorsunuz ama aslında sapıkça yönetilen bir mağazaya gidiyorsunuz. Bir kültür ülkesine gittiğinizi sanıyorsunuz ama her yerde karşınıza çıkan ilkellik karşısında tepetaklak oluyorsunuz. Ahmakça bir atmosfer ta başından nefes almanızı güçleştiriyor.
Mimarlar dünyamızın yüzeyini mahvettiler dedim, sorumsuz politikacılar tarafından bu mahvedişe kışkırtılan ve itelenen mimarlar. Önceleri sanki savaşlar kentlerimizi ve doğamızı mahvetmiş gibi görünüyordu ama onlarca yıldır bu sapıkça barış içinde daha da büyük bir vicdansızlıkla mahvedildi onlar, kendi küçük katil çocukları olan mimarlara olanak sağlayan iktidar sahiplerinin insafsız ticari amaçları yüzünden. Bu son onlarca yılda mimarlar nasıl da ortalığı birbirine kattı! Bunun yanında savaşın yıkımı masum kalır.
Ne kadar aptal bir halk, dedim, oysa ne kadar nefis bir ülke, böylesi bir güzellik başka yerde yok. Bir benzeri daha olmayan bir doğa ve bu doğayla ilgilenmeyen insanlar. Böylesine yüksek bir eski kültür dedim ve bugün böylesine barbarca bir kültürsüzlük, yıkıcı bir yok-kültür. İç karartıcı siyasal koşullardan hiç söz etmeyelim. Avusturya’da bugün ne kadar iğrenç yaratıklar iktidar sahibi! En alçaklar en tepede oturuyor. En iğrençler ve en hainler her şeyi ele geçirmiş, anlamı olan her şeyi yıkmakla meşgul. Haris yıkıcılar işbaşında, sorunsuz sömürücüler, üstlerine sosyalizm kılıfını geçirmişler. Hükümet korkunç bir yıkım makinesini işletiyor, bu makinede benim sevdiğim her şey her gün yok ediliyor. Kentlerimiz tanınmayacak halde, dedim, doğamız artık seyredilemeyecek durumda. En güzel şeyler yeni barbarların para ve iktidar hırsının kurbanı oldu, bir yerde büyük ve güzel bir ağaç varsa hemen kesiliyor, nefis bir bina varsa hemen yıkılıyor, vadiden akan güzel bir ırmak varsa ırmak hemen yok ediliyor. Genel olarak tüm güzelliklere tekme atılıyor. Ve bunların hepsi akla gelebilecek en iğrenç sahtekârlıklarla sosyalizm adına yapılıyor. Kültürle en ufak bir ilişkisi olan şey kuşkuyla karşılanıyor ve yok oluncaya kadar sorgulanıyor. Yok ediciler işbaşında, katiller. Karşımızda yok ediciler ve katiller var, her köşe bucakta öldürücü çalışmalarını sürdürüyorlar. Yok ediciler ve katiller kentleri öldürüyor ve onları yok ediyorlar ve ülke toprağını katlediyor, yok ediyorlar. Kocaman kıçlarıyla devletin her bir köşesinde binlerce ve yüz binlerce makamda oturuyor ve kafalarında yok etme ve katletmekten başka bir düşünce taşımıyorlar.
Orada her şey yalan Gambetti, dedim, orada dayanılmaz bir yapaylık egemen, siz bunu düşünemezsiniz bile Gambetti. Bu insanlar benim için anlamı olan hiçbir şeyi umursamazlar, doğayı, sanatı, önemli olan hiçbir şeyi. Kitap okumazlar, müzik dinlemezler, bütün gün en gereksiz, en bayağı şeyler üzerine konuşurlar. Onlarla yararlı olabilecek en ufak bir sohbet bile mümkün değildir, hep iç karartıcı şeyler konuşulur. Bir şey mi söylüyorum, anlamazlar söylediğimi. Onlara bir şey açıklarım, bana bön bön bakarlar. En ufak bir zevkleri yoktur. Dünyanın merkezlerinden biri olan Roma’dan söz ettiğimde, dedim Gambetti’ye, canları sıkılır. Paris’ten söz etsem, yazın üzerine, resim üzerine konuşsam da öyle.
Bir ölü hakkında kötü konuşulmamalı diyor insanlar, sahtekârlık ve yalancılık bu. Ömrü boyunca iğrenç olmuş, tamamen kötücül bir karaktere sahip bir insan hakkında onun ölümünden sonra iğrenç biri olmadığını, kötücül bir karaktere sahip olmadığını, iyi bir insan olduğunu birdenbire nasıl iddia edebilirim. Ne zaman biri ölse bu zevksizliğe tanık oluruz. Öldüğünde o iyi insan öldü demekten nasıl çekinmiyorsak, o hain, alçak insan öldü demekten de çekinmemeliyiz.
Bizler nefret etmeye, bela okumaya çok kolay ve çok çabuk alışıyoruz, nefretimizin ve okuduğumuz belaların en ufak bir haklılığı olup olmadığını zamanla sorgulamaz oluyoruz. Sonuçta zavallı insanlardır hepsi, biz kendimizi tanıdığımız için onlara acımamız gerekir çünkü onlar da tıpkı bizler gibi acınacak varlıklarını sürdürmek için acınacak biçimde hayatta kalmak zorundadırlar.
Oysa insanın var olduğu sürece bilgisini artırması ve karakterini oluşturup onu güçlendirmesi kendiliğinden olması gereken bir şeydir. Çünkü bilgisini artırmayan, karakterini güçlendirmekten, yani kendini işlemekten, kendini olabildiğince ilerletmekten vazgeçen kişi yaşamıyor demektir.
Tıpkı tiyatrodaki gibi kendi yaşamlarında da yanlış yerde alkışlıyor, tıpkı konserdeki gibi kendi yaşamlarında da hiç sevinç çığlıkları atılmayacak yerde sevinç çığlıkları atıyor ve içtenlikle gülmeleri gereken yerde küstah suratlarını itici bir biçimde buruşturuyorlar.
Tıpkı abone oldukları için gittikleri oyunların birer felaket ve en düşük düzeyde oluşu gibi yaşamları da felaket ve en düşük düzeyde. Öte yandan, dedi, artık onların yaptıkları, varoluşlarını nasıl biçimlendirdikleri bizi ilgilendirmemeli. Hem bizim doğru yolu seçtiğimizi kim söylüyor? Biz de en mutlu kişiler değiliz. Her zaman ideal olanı arayıp durduk onu bulamadan. Hepimizin birbirimize yaklaşmak için bir yol aradığı gerçek, bu arada birbirimizden daha da uzaklaştığımız da öyle, birbirimize daha çok yaklaşmak için yaptığımız denemeler büyüdükçe, birbirimizden daha fazla uzaklaştık. Bu yönde yaptığımız denemeler, dedi, hep acıyla son buldu. Denemelerimizden vazgeçtik çünkü bunu yapmasaydık kendi sitemlerimiz altında ezilecektik.
Düşünce insanı olarak hiçbir şey yapmayan biri, hiçbir şey yapmamaktan, gerçekten hiçbir şey yapmamayı anlayan ve hiçbir şey yapmayan kişi olarak gerçekten de hiçbir şey yapmayan, hiçbir şey yapmazken içlerinde hiçbir şeyin kıpırdamadığı insanların gözünde büyük tehlike oluşturur, yani en tehlikeli kişidir. Tabii onu küçük göremedikleri için ondan nefret ederler.
Annemle babam hiçbir şey yapmamadan nefret ettiler, bir düşünce insanının hiçbir şey yapmama diye bir şeyi aslında hiç bilmediğini kavrayamadılar, bir düşünce insanının tam da o hiçbir şey yapmama görüntüsünün altında en yoğun ilgi ve en büyük çabayla varlığını sürdürdüğünü bilemediler çünkü kendi gerçek hiçbir şey yapmamaları onlara hiçbir şey sağlamazdı, çünkü kendi gerçek hiçbir şey yapmamalarında gerçekten hiçbir şey olmazdı, çünkü onlar gerçekten hiçbir şey düşünemezlerdi, kaldı ki bir düşünme süreci içinde olmayı becerebilsinler. Düşünce insanının bir şey yapmaması olanaksızdır. Onların bir şey yapmamaları ise gerçek bir hiçbir şey yapmamaydı çünkü bir şey yapmadıklarında içlerinde hiçbir şey olmuyordu. Düşünce insanıysa bir şey yapmadığında en çok şey yapandı. Ama gerçekten hiçbir şey yapmayanları, anne babamı ve genel olarak benim aileme benzeyenleri buna inandırmak olanaksızdı.
Annemle babam her şeyi kabulleniyordu, Georg Amcam hiçbir zaman hiçbir şeyi kabullenmiyordu. Annemle babam doğdukları andan itibaren atalarının koyduğu kurallara göre yaşadılar ve hiçbir zaman kendilerine özgü yeni kurallar koyup kendi koydukları bu kurallara göre yaşamak gelmedi akıllarına, Georg Amcamsa her zaman kendi koyduğu kurallara göre yaşadı. Ve kendi koyduğu bu kuralları da her an bir tarafa itti. Annemle babam her zaman kendilerine gösterilen yolu izledi yalnızca ve hiçbir zaman, bir an için bile olsa bu yoldan ayrılmadılar, Georg Amcam yalnızca kendi yoluna gitti.
Bir başkası değil oydu beynimin iç duvarlarına tarihin büyük isimlerini can sıkıcı fotokopiler olarak değil de her zaman canlı bir sahnedeki canlı insanlar olarak yerleştiren.
Çok sık düşündüm ölümü ve çok sık da ölmeyi, onları geride bırakmayı, bensiz, yalnız bırakmayı, ölümümle birlikte onları benden kurtarmayı düşledim, ama asla onlar tarafından geride bırakılmayı düşlemedim.
Doğal olarak anne babamızı ve yine doğal olarak kardeşlerimizi severiz, diye düşündüm yeniden pencerede durup aşağıya Piazza Minerva’ya bakarken, hâlâ kimseler yoktu orada ve belirli bir andan sonra onlardan isteğimiz dışında, tıpkı daha önce onları sevdiğimiz doğallıkla ve yine aynı nedenlerle nefret ettiğimizin farkına bile varmayız, ancak yıllar sonra, çoğunlukla onlarca yıl sonra kavrarız bunu. Anne baba ve kardeşleri ne zaman sevmemeye, onlardan ne zaman nefret etmeye başladığımızı tam olarak belirleyemeyiz ve bu kesin anı bulmak için çaba da harcamayız çünkü temelinde bundan ürkeriz.
Şimdi bu Yok Etme’yi yazdığım Roma’dayım gene ve burada kalacağım, diye yazıyor Murau (doğumu 1 934 Wolfsegg, ölümü 1983 Roma), ona bağışı
kabul ettiği için teşekkür ettim.
Hainlik parola, alçaklık dürtü, sahtekarlık anahtarı bugünkü Avusturya’nın Gambetti. Uyandığımız her sabah bugünkü Avusturya için ölesiye utanmalıyız Gambetti.
Bin yıl dönüşümünde bu insanlık artık asla düşünemez olacak Gambetti ve fotoğrafın başlattığı budalalaşma süreci hareket eden resimler tarafından dünyayı saran bir alışkanlığa
dönüşecek ve doruk noktasına ulaşacak.
Nefret edilenlerin adımları, nefret edilenlerin sesleri, diye düşündüm açık çukurun başında, nefret edilenlerin kesin iğrençliği. Cenaze son sahne, diye düşündüm. Yalnız benim çocuk villamı kirletmekle kalmadılar, her şeyimi kirlettiler, diye düşündüm. Önce yaşamdan korktum, sonra ondan nefret ettim, diye düşündüm açık çukurun yanında.
Caecilia’ya açık çukurun yanında kimsenin anne hakkında bir şey söyleme zahmetine girmediğini söyledim. Erkek dünyası konuştu, diye düşündüm, anne, bu erkek dünyası tarafından görmezden gelinmişti.
Tıpkı tiyatroda en zor rollerin konuşulanlar, tiratlar değil de hiç konuşma olmayan roller olması gibi Spadolini de bu oyunda kuşkusuz en zor rolü
üstlendi, diye düşündüm ve kendi seçtiği kostüm de bu oyun için en ideal ve en mükemmel olan.
Başkalarından kendi işlerini hiç değilse iyi yapmalarını bekliyoruz, temelinde çok iyi biçimde
bitirmelerini bekliyoruz, ama kendimiz en azını, en gülünç bi­çimde yazılmış düşünce ürününü bile ortaya çıkamıyoruz, böyle işte, diye düşündüm, başkalarından en büyüğü ve en iyiyi bekliyor ama kendimiz en azını bile yapamıyoruz.
Kendimizi hafifletmek için cesetlerin üzerinden yürürüz.
Artık okumak yetmez, bir aşağı bir yukarı gidip
gelmek de bir işe yaramaz, pencereden dışarıya bakmak da, böylece biz en yakın ve en içten dostlarımızı ele almak zorunda kalırız, acınacak durumdaki ruh halimizden kendimizi kurtarmak için, diye düşündüm.
Tıpkı bir yığın başka düşünce gibi bu da düşünülmek zorundaydı, bizim düşünmeyi istemediğimiz, ama bizim tarafımızdan düşünülmek zorunda kalan düşünceler gibi.
Tüm Alman halkı Goethe’yi içiyor ve kendini sağlıklı hissediyor. Ama Goethe, dedirn
Gambetti’ye, bir şarlatan, tıpkı şifalı otçuların şarlatan oldukları gibi ve Goethe şiiri ve felsefesi Almanların en büyük şarlatanlığı.
Aynı insan anlatılıyor olsa da herkes başka birini görür.
Kendimizi aldatmayalım, cenazeler her zaman tiyatrodur.
Sen bu dünyadan kaçtın, şimdi ise kaderin bir cilvesiyle tepetaklak onun içine düştün, diye düşündüm.
Halkımızın binlerce ve on binlerce vahşet hakkında susması bu vahşetin en büyüğü, dedim kız kardeşlere. Bu halkın susması en garip olan
şey, dedim. Bu halkın susması en korkunç olan şey, bu suskunluk o vahşetten daha da korkunç, dedim. Benim bu katilleri karşılamam gerektiğini düşünmek bile yetiyor, dedim.
Ama kibrimiz olmasaydı mahvolurduk, o aynı zamanda bu dünyayla başa çıkma aracı, yoksa, yani kibirli olmasak bu dünya bizi yiyip bitirir, bize hiç aldırış etmez. Biz bu dünyaya kendi kibrimizle karşı koymak zorundayız, bizi yiyip bitireceği zaman onu devreye sokmalıyız.
Herkes kazayı kendi algılayış biçimine göre anlatıyor, oysa aynı kaza söz konusu ama hep başka bir şey anlatılıyor, diye düşündüm.
Benim bağım hayattaki annem ve babamla ve hayattaki ağabeyimleydi, bu ölü, kokmuş cesetlerle değil, diye düşündüm.
Ben zamana uygunum demek, düşüncemle onun öncesinde olmam demek, zamana uygun davranıyorum demek de­ğil, çünkü zamana uygun davranmak demek zamana uygun davranmamak oluyor ve bunun gibi.
Daha birkaç gün önce yaşayan birinin
sesi olarak duyduğumuz: bir sesi, o birdenbire öldüğünde ne kadar süre duymaya devam edebiliriz?
Bir dayanak noktası bulamaz oluyorsun artık ve
onlar neden olduğunu anlayamadan onları incitiyorsun. Sonra herkesi inciten biri olup çıkıyorsun, durmaksızın herkesi inciten biri.
Çocukken hep doğru sözcükleri bulurdum, diye düşündüm, artık bulamıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir