İçeriğe geç

Yeşil Peri Gecesi Kitap Alıntıları – Ayfer Tunç

Ayfer Tunç kitaplarından Yeşil Peri Gecesi kitap alıntıları sizlerle…

Yeşil Peri Gecesi Kitap Alıntıları

Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu.İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu.
Birilerini kötülükten korumak büyük cambazlıktı, denge işiydi.
Hayata hep kendimi birilerine âşık olduğuma inandırmaya çalışarak tahammül etmiştim. Ama hep birilerine âşık olmaya çalışarak sefil olmuştum.
Sevgi doğuyordu. Sonra bir gün ölüyordu. Ölünce hiç doğmamış gibi oluyordu.
Mağdur ve romantik görünmek hoşuma gidiyordu. Bu benim tabiatımdı. Aynı zamanda silahımdı. Ama her defasında kendimi vuruyordum.
Delirmemek için ilaç alıyordum. Delirmekten kastım, aklımın başımda olmayışı değildi. Aksine, aklım fazlasıyla başımda olduğu için delirmekten korkuyordum.
Bu zamansız ve mekansız alemde zamanaşımı, pişmanlık, unutulmak, geçmişte kaybolmak diye bir şey yoktu. Ölüm bile yoktu. Bıraktığımız her iz bizi sonsuza kadar takip ediyordu. Geçmişimiz geleceğimize teslim olmuştu. Dün yarın olmuştu artık. Zamanın tümü, geçmiş-şimdi-gelecek yekpare bir zaman olmuştu.
Ezcümle, herkes varlığındaki boşluğu doldurmak istiyor.
Ömür bir dalgaydı, uzaklardan gelip sonunda kıyıya vuran. Ölüm bir süreçti, dalganın anbean kıyıdan çekildiği.
Hayatta yapmak istedikleri son şeyi yapan insanlar sinirli olur.
Yine de nefret en sarhoş edici duygulardan biri.
Orospu Çocuğu Teoman
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
Hiçbir yere gitmiyor.”

(Edip Cansever)

“Benim için Ali hayatın tamamını kapsıyordu. Ama Ali için ben hayatın kapsadığı küçük bir şeydim.”
“Sevilmek istemiştim. Ömrüm sevilmek isteyerek geçmişti.”
Özetle, yaşamak bir denge meselesidir. Birine aşırı bağlanmak dengesizliktir.
Kalp kalbe karşı değildir, sadece bazı kalpler bazı kalplere karşıdır.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Umut nasıl ki bir andır, umudu yerle bir eden şey yine bir andır
Darmadağın olur her şey, yıkılır dünya.
Ruhla bedenin birbirinden ayrılması için ille ölmek gerekmez. İnsan yaşarken de ruhuyla bedeni birbirinden ayrılabilir.
“Sevgi doğuyordu. Sonra bir gün ölüyordu.
Ölünce hiç doğmamış gibi oluyordu.”
Hep kolayca bağışlamıştım. Bağışlayıp unutmak hesaplaşmaktan çok daha kolaydı. Bağışlıyordun ve bitiyordu. Başını alıp gitmen, hayatını değiştirmen gerekmiyordu. Kaldığın yerden aynen devam ediyordun.
Mağduriyetin, masumiyetin, doğruculuğun, açık yürekliliğin, dürüstlüğün ve buna benzer pek çok şeyin paslandığı, pastan işlemez hale geldiği alandaaydık. Burada değerler erimişti.
Hayatımız alçıdan yapılmış, üstüne altın yaldız sürülmüştü. Altın döküldükçe aslımız meydana çıkıyordu.
“Oysa hayatımızın amacı buydu . Altın varak çerçeveli aynaya bakmak ve oradan yansıyan sureti beğenmekti “
Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilirdi.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Beni kimin mahvettiğini bilmiyorum. Sadece mahvolduğumu biliyorum.
Olmayan şeyler imparatorluğuydu dünya.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sessizce ve içimize doğru ağlayarak geçti günler.
Zaman deyip geçme. Zaman bir çocuktur, sahilde çakıl taşlarıyla oynar.
Bir an. Umut nasıl ki bir andır, umudu yerle bir eden şey yine bir andır.
Zamana ancak kitap okuyarak dayanabiliyorum. Kitap okumadığım zamanlarda, zamanın korkunç bir şey olduğunu düşünüyorum.
Kendi içime doğru yanıp kül oluyordum her gün
Kalbinin tıktık tıktık diye attığını duydum. Çarpan bir kalbi duymanın nasıl da iyileştirici bir şey olduğunu düşündüm.
Kötülük iyilikten daha kolay öğreniliyor.
İlle ölünecekse, beraber ölürüz, dedi.
Hayatımda duyduğum en güzel cümleydi.
Mağdur ve romantik görünmek hoşuma gidiyordu. Bu benim tabiatımdı. Aynı zamanda silahımda. Ama her defasında kendimi vuruyordum.
Öfkeyle suçluluk karıştı mı birbirine tadından yenmiyor.
Çaresizliğin sancısı çok fena, nefretin bile belini kırar.
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa / Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsan.
Olmamış gibi yapabilenlerin dünyası bu, benim değil.
Sesinde ve ellerinde dünyanın bütün şefkatleri vardı.
Bir aşkın bitişinde teselliden daha kırıcı bir şey yok Ali.
Bütün camları açtım. Serin hava bir anlığına içimi tazeledi. Bir anlığına. Umut bu işte. Sadece bir an.
* Bizde itiraf yoktur. Bizde itiraf eden huzur bulmaz. Bizde itiraf demek, suçumuzun her bir ayrıntısının hücrelerimize yapışması demektir. Biz itiraf edersek unutamayız. Biz oysa unutmak isteriz, olmamış gibi yapmak. Biz mecbur kalırsak tövbe ederiz hemen ardından unutmak için, suçumuzu da öyle fazla sayıp dökmeden üstelik. (Allah biliyor nasıl olsa, ayrıntılarla onu meşgul etmeye ne lüzum var?)Bizim tarihimiz unutarak gömdüğümüz günahlarımızın tarihidir. Kurcalayıp durmayın. Eski defterleri açmanın ne faydası var canım?Biz dolaylı insanlarız, bizde yalanlar ve gerçekler arabesk motifler gibi iç içe geçer.Bizim milli ikilimiz Suç ve Ceza değildir.Bizim milli ikilimiz Suç ve Nisyan’dır.
Yine hem nefretin hem arzunun nesnesiydim. Arzu bana can veriyor, nefret canımı alıyordu.
Unutmak elimizde değildi. Karar verip unutamıyordu insan. Affedemediği gibi. Affetmek de elimizde değildi.
+ ”Üzülüyorum senin için kendim için İnsan kalmak niye bu kadar zorlaşıyor ki her geçen gün? ”

– ”İnsan kalmak hep zordu, ” dedi. ”İnsan, kendine insan dediğinden beri zordur insan kalmak, yeni bir şey değil bu. ”

Cesaret, ancak göstermemiz gerektiğinde imkansız olduğunu anladığımız bir erdemdir.
Bu yıl gözyaşına inanılacak bir yüzyıl değil.
İnsan ölümün eşiğinde bile olsa unutulmadığı için seviniyor. Unutulmak için ölümün provası, hatta bin beteri.
Biz eskiden, çok eskiden, akşamları mutluyduk.
Uzaklarda aramaya gerek yok, cehennem yeryüzündedir.
Oysa insan denen yaratık yükselemez kolay kolay, aksine, düşer. Bu gezegende yaşanan gerçek hayatta insan dibe iner, bir kere düşmeye görsün. Tutunamazsa kendi insanlığına, arzın merkezine, ateşin ortasına kadar düşer.
Hem köküne kadar milliyetçidir bunlar, hem kendi dillerini bilmezler.
Kop ruhum kop! Kop da git! Giderken bedenimi de götür!
”Kedilerin, köpeklerin, kuşların yiyecek için para kazanması gerekmiyor. Bizim niye gerekiyor?’
Öleceksek sarhoş olsak daha iyi olur.
Ben yapamıyorum. Ben sosyal bukalemun olamıyorum. Bulunduğum kabın şeklini, bindiğim dalın rengini alamıyorum.
Mağdur olmak cesur olmaktan çok daha kolaydı. İnsan cesareti seçemezse kurban olmayı kendiliğinden seçmiş oluyordu.
Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu.
Ölmek evlaydı. Ama insan ikiye bölünse bile ölmeyebiliyordu. Ağır yaralı olarak yaşamaya devam ediyor, işin kötüsü kendinde son darbeyi vuracak gücü bulamıyordu. Ölmek isteyip de ölememek korkunçtu.
Duygular andır, gelir geçer. İnsansak eğer, bir duygudan bir duyguya geçeriz. Her birinde sonsuza kadar kalacağımızı sanırız.
Ölümün bir an değil, bir süreç olduğunu düşündüm.
Ömür bir dalgaydı, uzaklardan gelip sonunda kıyıya vuran.
Ölüm bir süreçti, dalganın anbean kıyıdan çekildiği.
Birbirinden farklı olmasına rağmen neden bu kadar acıklıydı hepimizin hikayesi?
Günah da her şey gibi unutulabilen bir şeydi. Ayrıca zaman vicdanın ağrı kesicisiydi.
Bizde itiraf yoktur. Bizde bahane, mazeret, gerekçe, sebep, kulp, kılıf, bir dokun bin ah işit vardır. ‘Yaptım ama bir sor, niye yaptım’dır bizde itirafın karşılığı.
Riyanın altın çağını yaşadığı bu dünya artık bir çirkef çukurudur.
Affedilmez olan, yapman değil zaten yakalanmandı. Bu memlekette çünkü ifşa olmaktır suç olan. Kırık kolun yenden çıkması ölümcül sonuçlara yol açar.
Acının iplikleri çelikten oluyormuş meğer. Kolay kolay kopmuyormuş.
Biz babamla birbirimize çok benziyoruz. Nedense yaşamak istiyoruz. Yenilen pahlivanlarız, güreşe doymuyoruz. Hayat canımıza okudukça yaşamakta daha beter ısrar ediyoruz.
Ama yarın dediğimiz şey ısrarla yüründüğünde illa ki varılacak ferah bir düzlük değilmiş. Yaşamak, ağzında tuttuğu kendi kuyruğunun peşinde koşan bir köpek olmakmış. Zaten dünya da yuvarlakmış, başladığı yere dönmek eşyanın tabiatıymış.
Yıllardır yolumu dolaştırdım, dolandırdım sana rastlamamak için der gibiydi hali. Her birimizin bir şekilde yollarının kesiştiği bu küçücük dünyada sana rastlayıp da alt üst etmemek için düzenimi.
Oysa hayat naz maz tanımıyordu. Kendimden biliyordum. Hayat hiç beklemediğin anda öyle bir kafa atardı ki ağzın burnun dağılırdı. O zaman anlardın işte büyümek neymiş. Ne acı ve erken bir şeymiş.
Bağışlayıp unutmak hesaplaşmaktan çok daha kolaydı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir