İçeriğe geç

Yeşil Mürekkep Kitap Alıntıları – Osman Balcıgil

Osman Balcıgil kitaplarından Yeşil Mürekkep kitap alıntıları sizlerle…

Yeşil Mürekkep Kitap Alıntıları

&“&”

Doğruları söylemek sorumluluk hatta erdemdir. Buna karşılık herkes bilir ki doğru söyleyeni de dokuz köyden kovarlar.
Dünyayı yaşanılmaz hale getiren, insandı.
Yazısında gençlere; Çünkü sen , büyüklük delisi zevzeklerin , Hitler kâküllü kaçıkların oyuncağı olamayacak kadar ağırbaşlısın" diye yazmıştı Sabahattin.
Çünkü , hükümetin derdi gücü muhalefeti susturmaktı.
Bunun için de , kendi gibi yazı yoluyla muhalafet edip halkın düşüncesini çelme ihtimali olanları zindanlarda çürütmeyi, çıkar tek yol olarak görüyor hükümeti ve devleti yönetenler…"
İyi ve kötü kavramlarına, eğer insan hayatı için kullanılıyorsa , pek de itibar etmemek gerekir.
Çünkü bu iki zıt kavram birbirinin kardeşidir, genellikle el ele dolaşır.
Zaman içinde Anadolu’yu en iyi anlatan yazar olduğu tescil edilecekse de , Sabahattin toyluğunun kendine kurduğu tuzağa bir adım daha yaklaşmıştı.
Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar lazım…"
Dünyayı yaşanılmaz hale getiren, insandı.
Genç adam, ülkesinde yaşama, konuşma, ve yazmaya dair özgürlüklerin her geçen gün biraz daha fazla kısıtlanıyor olmasına hiddetleniyordu.
Neden sevmezler insanlar beni?"
Sabahattin için âşık olmak hava almak su içmek gibi bir ihtiyaçtı.
Tabii ki doğruları söylemek sorumluluk hatta erdemdir. Buna karşılık, herkes bilir ki doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar
Neyim var kaybedecek zincirlerimden başka?"
Bir manası olmalı güzelliğin.
Dünya’nın neresinde olursa olsun faşistler bayılır katliamlara. Türkiye’de Sivas’ta da yakmadılar mı insanları?
“Ben…” demişti. “Ateş gibi yanan kalbimin sıcaklığını ne kadar sarf etsem bu soğuk tabakayı ısıtamayacağımı anlıyorum. Adımlarım hiç kimseninkine uymuyor. Herkes beni yolun ortasında bırakıveriyor… Yolun ortasında… Herkes…”
“Niçin ruhumuzun asla ısınamadığı kalıplarda kalmaya mecburuz? Bir insana bundan daha büyük bir işkence olur mu?”
Maarif’ten iş isteyişimde bir ekmek parası düşüncesi değil, bir memleket düşüncesi amildir”
“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma…”
“Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar lazım…”
“Hepsinin bir hikâyesi var” diye düşündü. Az sonra da “Peki oğlum Sabahattin, senin hikâyen ne?” diye sordu kendi kendine.
İnsanları eşkıyalığa iten asıl neden toplumsal adaletsizlik, bozuk düzen, gücü elinde bulunduranların zorba davranışlarıydı.
Biliyorsun ki ben nişanlıyım ve ilk fırsatta evleneceğiz. Ben de artık birbirlerini sevenlerin birbirlerinden başka arkadaşları olmaması lazım geldiği kanaatindeyim. Bunun için sana bundan sonra mektup yazmayacağım.
Bir zamanların ipeksi muhabbetleri, cıvıl cıvıl sohbetleri nasıl da sıradanlaşmıştı.
İyi ve kötü kavramlarına, eğer insan hayatı için kullanılıyorsa, pek de itibar etmemek gerekir. Çünkü bu iki zıt kavram birbirinin kardeşidir, genellikle el ele dolaşır.
Ne bir dost, ne bir sevgili
Dünyadan uzak bir deli
Beni sarar melankoli
Kafamın içerisi ölür.
… doğruları söylemek sorumluluk hatta erdemdir. Buna karşılık, herkes bilir ki doğru söyleyeni de dokuz köyden kovarlar.
Başım dağ saçlarım kardır
Deli rüzgârlarım vardır
Ovalar bana çok dardır
Benim meskenim dağlardır…
Seneler sürer her günüm
Yalnız gitmekten yorgunum
Zannetme ki sana dargınım
Ben gene sana vurgunum
Başkalarına gülsem de
Senden uzakta kalsam da
Sevmediğini bilsem de
Ben yine sana vurgunum.
Mektupta merak, endişe, korku ifade eden sözcüklerden daha çok “kardeşim” lafının üzerinde durdu genç adam. İçinin sızladığını hissetti.
İnsanlara yeni bir yaşam tarzının nimetlerinden söz ediyorsanız, halihazırdakini savunanlardan korkmanız gerekir.
Doluya koydu almadı. Boşa koydu dolmadı.
Durmaksızın “Üç yol var” diyor, ağlamaktan bir türlü devamını
getiremiyordu. Sonunda teskin oldu ve söyledi üç yolun ne olduğunu. “Ya deli olacağım, ya intihar edeceğim yahut da bu dert geçecek…”
… sanatta, şiirde güzellik kendi başına bir anlam taşımaz. Bir manası olmalı güzelliğin.
Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi
Ne ufak bir temayül ne de bir iltifat gördüm.
Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi
Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm.
Gurbette olanlar memleketleriyle yatar, memleketleriyle kalkar. Akıllarında hep, geride bıraktıklarının zihinlerine kazınmış fotoğrafları vardır.
Özellikle de aşklarının!
Sabahattin not defterine, Bulgaristan ile Türkiye arasındaki farkı kaydetti. Osmanlı artığı bu ülkenin, Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarını kendi ülkesinden çok daha çabuk sarmış olmasına şaşırmış, biraz da içerlemişti.
Daha vagonun basamaklarına adım atarken “Ağır ol molla desinler” diye fısıldamıştı kendi kulağına.
Susmak, susmayı kabullenmek, gerçekleri görüp de susarak bir hayat geçirmek de onursuzluk olurdu.
İnsanların hayatı,birkaç küçük olayın tesiriyle nasıl da zıvanadan çıkıp dağılıveriyordu.
İktidarın her yaptığını onaylayanlara, köşe başlarını erk sahiplerinin peşinde dolaşıp durmaksızın Ağamsın, paşamsın " diyenlere aydın denilemezdi.
Çünkü onların yaptığı en yumuşak ifadeyle " iktidar yardakçılığı" sayılırdı.
Bir aydın, dünyayı ve ülkesini, her zaman iyi görmek isterdi.Yapılmakta olan yanlışları değiştirmeye gücü yetmiyorsa, bu görevini en azından eleştirel yaklaşarak gerçekleştirirdi.
Tam da Nazım’ın söylediği gibi, şöhret geçiciydi, insanlar ve meslekler kalıcı değildi, her şey ve herkes unutulmaya mahkumdu.
Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha malikdir. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyorsunuz?
Dünyayı yaşanılmaz hale getiren, insandı.
Diktatörlerden arınmış, kimsenin kimseye üstünlük taslamadığı, eşit çalışmanın karşılığında eşit gelir elde edilen bir dünyada nefes almaktı genç yazarın hayali.
Din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapılmayan, kavgasız gürültüsüz, barış ve huzur içinde yaşayan bir dünyanın vatandaşı olmak istiyordu.
Toplumların iyiye ya da kötüye gitmesine yol açanların da insanların içindeki bu iyilik ve kötülük hali olduğunun gayet iyi farkındaydı.
İyiliğin de kötülüğün de insanın kendinin eseri olduğunu iyi biliyordu Sabahattin.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Filozoflar dünyayı sadece çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır. Oysa sorun onu değiştirmektedir.
Niçin ruhumuzun asla ısınamadığı kalıplarda kalmaya mecburuz? Bir insana bundan daha büyük bir işkence olur mu ?
Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar kadar lazım…
Devletin egemenliğinin her yere ulaşamaması, nerdeyse bütün yerleşimlerde yöresel güç odaklarının ortaya çıkmasına yol açıyor, bu da sonuçlarını insanların horlanması, aşağılanması, istismar edilmesi olarak veriyordu.
Doğruları söylemek sorumluluk hatta erdemdir. Buna karşılık herkes bilir ki doğru söyleyeni de dokuz köyden kovarlar.
Devletin egemenliğinin her yere ulaşamaması,neredeyse bütün yerleşimlerde yöresel güç odaklarının ortaya çıkmasına yol açıyor,bu da sonuçlarını insanların horlanması,aşağılanması,istismar edilmesi olarak veriyordu.
Bildiğim bir şey varsa, o da sanatta, şiirde güzellik kendi başına bir anlam taşımaz. Bir manası olmalı güzelliğin.
İnsanlara yeni bir yaşam tarzının nimetlerinden söz ediyorsanız,halihazırdakini savunanlardan korkmanız gerekir
Ateş gibi yanan kalbimin sıcaklığını ne kadar sarf etsem bu soğuk tabakayı ısıtamayacağımı anlıyorum. Adımlarım hiç kimseninkine uymuyor. Herkes beni yolun ortasında bırakıveriyor. Yolun ortasında herkes .
……. Şimdiye kadar kendimden başka hiç kimseye kötülük etmemek için gayret ederdim. Artık kendime de kötülük etmemek için bu kararı verdim.
Fillerin tepiştiği bir dünyada yaşanıyordu ve bu dünyada Sabahattin tek bir çim değilse de bir çimenlik parçasıydı o kadar.
Tabiatıyla, ezilebilirdi.
Filozoflar dünyayı sadece çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır. Oysa sorun değiştirmektir."
Marx’ın yazdığı On Birinci Tez
Bir deli kuyuya bir taş atmış, koca bir dünya uğraşıyor ama taşı kuyudan çıkaramıyordu.
“Dünyayı yaşanılamaz hale getiren, insandı.”
Düğüne gider zurnaya, hamama gider kurnaya aşık olurdu.
“Niçin ruhumuzun asla ısınamadığı kalıplarda kalmaya mecburuz? Bir insana bundan daha büyük bir işkence olur mu?”
Susmak, susmayı kabullenmek, gerçekleri görüp de susarak bir hayat geçirmek de onursuzluk olurdu.
2 ay değil iki gün, 2 saat, hatta bir dakika bile uzun zamandır hapiste olanlar için.
Niçin ölmemeli Ayşe, niçin hayat dedikleri bu korkulu Rüyayı görmekte bu kadar ısrar etmeli
Arayan, tabii ki bulur!
Mevlasını da belasını da.
Anadolu insanı beğendiğini söyler, beğenmediğini bir kenarda dinlenmeye alır. Bir başka deyişle biriktirmeye koyulur.
Tarifi kalem ile edilmez, 1 adet &‘sahibinin sesi’ gramofon gereklidir.
Iyi kötü kavramlarına, eğer insan hayatı için kullanılıyorsa pek de itibar etmemek gerekir. Çünkü bu iki zıt kavram birbirinin kardeşidir, genellikle el ele dolaşırlar.
Nâzım Bırak artık bu şiir işçiliğini Sabahattin, romana yönel "
Ancak muhteşem hayatlar yaşıyan insanlar muhteşem yapıtlar ortaya koyarlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir