İçeriğe geç

Yeryüzündeki En Büyük Gösteri Kitap Alıntıları – Richard Dawkins

Richard Dawkins kitaplarından Yeryüzündeki En Büyük Gösteri kitap alıntıları sizlerle…

Yeryüzündeki En Büyük Gösteri Kitap Alıntıları

Canlıyla cansız arasındaki fark, bir öz farkı değil, bilgi (enformasyon) farkıdır.
”Ama halkın fikirlerine boyun eğip Tevratçı yaratılış terimini kullandığım için uzun zamandır pişmanım, ki aslında bununla kastettiğim, (kesinlikle bilinmeyen bir süreçle) ‘ortaya çıkmış’ idi.
Yüksek hayvanların üretimi gerçekten de tasavvur edebileceğimiz en yüce nesne mi? En yüce mi? Gerçekten mi? Daha yüce nesneler yok mu? Sanat?
Maneviyat? Romeo ve ]uliet? Genel Görelilik? Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi? Sistine Şapeli? Aşk?
Popülasyonun gücü, insanoğlunun geçinmesi için dünyanın sağladığı güçten o kadar üstündür ki, erken ölümler bir şekilde insan ırkını ziyaret edecektir. İnsanoğlunun zaafları, nüfus azaltımının aktif ve etkili vekilleridir.
Böylece, tasavvur edebileceğimiz en yüce nesne yani yüksek hayvanların üretimi, doğanın savaşının, kıtlık ve ölümün doğrudan bir sonucudur. İlk olarak bir veya birkaç formun içine üflenmiş olan pek çok gücüyle birlikte bu yaşam görüşünde ihtişam var; ve bu gezegen sabit yerçekimi yasası uyarınca dönmeye devam ederken, böylesine basit bir başlangıçtan en güzel ve en şahane sayısız form evrimleşti ve evrimleşmekte.
Dolayısıyla hayvanların varlıklarının olağan sonu olan etçillerin sebep olduğu ölümler, ana sonuçlarına bakıldığında hayırseverliğin dağıtımıymış gibi görünüyor, zira bu; evrensel ölümün acısını büyük oranda azaltır; canlılar âleminden, hastalıkların, tesadüfi kazaların ve yavaşça çürümenin ıstırabını azaltır hatta neredeyse ortadan kaldırır; ve aşırı nüfus artışının önüne faydalı bir kısıt koyarak yiyecek kaynaklarının daima talebe uygun kalmasını sağlar. Sonuç ise karaların yüzeyleri ve denizlerin derinliklerinin, yaşamdan aldıkları haz yaşam süreleriyle uyuşan ve var olmaları için kendilerine bahşedilmiş kısacık zaman dilimlerinde, yerine getirmek üzere yaratıldıkları işlevleri neşeyle yerine getiren canlılarla dolup taşmasıdır.
ya eğer beyin, birbirine zıt arzu ve dürtülere maruzsa ve bu ikisi arasında içsel bir mücadele varsa? Öznel olarak bu hissi çok iyi biliriz. Örneğin açlık ve zayıflama arzusu arasında kalabiliriz. Ya da kızgınlık ve korku arasında kalabiliriz. Ya da cinsel arzu ile reddedilmekten çekinme veya sadakatte ısrar eden vicdanımız arasında.
İlahiyatçılar, acı çekme ve kötülük problemleri hakkında kafa yorarlar. Hatta bunları, Tanrı’nın varsayılan ihsanı ile bağdaştırma çabasına bir isim bile vermişlerdir: teodise (tam anlamı, Tanrı’nın adaleti dir). Evrimsel biyologlar ise ortada herhangi bir sorun görmezler çünkü kötülük ve acı çekme, genin hayatta kalımının hesaplanmasında olumlu veya olumsuz herhangi bir etkiye sahip değildir.
Tüm detayları bilemeyebiliriz ama yaşamın tek bir bölümüne çok fazla harcama yapmak suretiyle diğer bazı bölümleri kaynaklardan mahrum bırakmanın mümkün olduğunu biliriz (bu ekonominin kaçınılmaz bir kuralıdır).
Doğal seçilim, avcı türlerini avlarını yakalamakta sürekli daha iyi hale gelmeye iterken, eş zamanlı olarak av türlerini de avlardan kaçmakta sürekli daha iyi hale gelmeye iter. Avcı ve avlar, evrimsel süreç boyunca cereyan eden evrimsel bir silahlanma yarışının içindedirler. Sonuç ise her iki taraftaki hayvanların, silahlanma yarışına (vücut ekonomilerindeki başka bölümlerden çalmak pahasına) ayırdıkları ekonomik kaynakların miktarının düzenli olarak artması olmuştur.
Öyle görünüyor ki, orijinalinde serbest yaşamakta olan yeşil bakteriler, şimdi onları kloroplast diye isimlendirdiğimiz hallerine evrilecekleri yer olan bitki hücrelerince gasp edilmişler.
Zira göz, optik bir alette bulunabilecek her türlü kusura, hatta kendine özgü ek birkaç kusura sahiptir. Ama tüm bu kusurların üstesinden o derece gelinmiştir ki, kusurların varlığından kaynaklanan görüntü bozukluğu, (olağan aydınlatma koşulları altında) retinadaki konilerin boyutları tarafından duyuların hassaslığına konmuş olan limitleri nadiren aşar. Ama gözlemlerimizi biraz daha farklı koşullar altında yaptığımızda derhal kromatik sapıncın, astigmatizmin, kör noktaların, damarlı gölgelerin, ortamın kusurlu şeffaflığının ve saydığım diğer tüm hataların farkına varırız.
Büyük olasılıkla dünyada en sevdiğim tür bu:
Dans eden sifaka (Madagaskar lemuru).
Tıpkı karıncalar ve onların yeraltı yoldaşlarının toprak altında kanatlarını kaybetmeleri gibi, hiç ışık olmayan karanlık mağara derinliklerinde yaşayan çok sayıda farklı hayvan türü de gözlerini ya küçültmüş ya da kaybetmiş ve Darwin’in kendisinin de fark ettiği gibi neredeyse tamamen kördürler.
Her kuş uçmaz ancak her kuş en azından uçmaya yarayan bir düzeneğin kalıntılarını taşır.
Ama büyük bir kafatasına sahip olmanın dezavantajları vardır. Bunlardan bir tanesi doğumu zorlaştırmasıdır. Bunun sonucunda, akıllı memeliler, kafatası ile belirlenen sınırların içinde kalarak, gri örtünün alanını arttırmaya çabalarlar ve bunu, örtüyü derin yarık ve kıvrımlara boğarak yaparlar. İnsan beyninin buruş buruş bir ceviz gibi görünmesinin nedeni budur ve yalnızca yunus ve balinaların beyinleri kıvrımlılıkta biz kuyruksuz maymunsuların beyniyle boy ölçüşebilecek durumdadır.
Bir mutasyonun sabitlenmesi için bariz olan yol, doğal seçilimin onu desteklemesidir. Ancak bir başka yolu daha vardır. Şans eseri de sabitlenebilir. Tıpkı şanlı bir soyadın, erkek varislerin yokluğu yüzünden yok olabileceği gibi, bahsettiğimiz mutasyonun alternatifleri de gen havuzundan öylece yok olup gitmiş olabilirler.
Size bu çizimde, insanın daireye sığabilen en yakın akrabalarının sıçan ve fareler olduğunu söylersem, bu kadar büyük bir çizimde bile örneklemenin ne kadar seyrek olduğu konusunda fikir sahibi olabilirsiniz. Ağacın tüm dallarının aynı derinlikte olması için memelilerin sayısı ziyadesiyle azaltılmak zorunda kalınmıştır. Buradaki gibi üç bin türü içeren bir ağaç yerine, on milyon türü içeren bir ağaç çizmeye çalıştığınızı hayal edin. Üstelik on milyon, yaşayan türlerin olası sayısı için en abartılı değer de değildir.
Gösterişli bir sanat için bilimin böylesine sefahat içinde kullanılması benim tüm hassasiyetimi örseliyor.
Genetiği değiştirilmiş gıdalar konusunda henüz kararımı vermiş değilim: tarımdaki potansiyel faydaları ile ihtiyatlı içgüdülerim arasında gidip geliyorum.
Temalara sıkı sıkıya bağlı bir yaratıcı fikrinin ne kadar garip olduğunu vurgulamak adına şunu düşünelim: makul bir tasarımcı insan, eğer diğer bir üretimine yarar sağlayacaksa, önceki buluşlarından fikir ödünç almaktan oldukça mutlu olur. Belki de tren tasarımı temasından farklı olarak, bir uçak tasarımı teması vardır. Ama uçağın bir bileşeni, örneğin koltukların üzerindeki okuma ışıkları için gelişmiş bir tasarım, pekala trenlerde kullanılmak üzere ödünç alınabilir. Eğer ikisi de aynı amaç için kullanılacaksa neden alınmasın ki? Motorlu arabalar ilk icat edildiğinde kullanılan atsız taşıma bize arabaların icat edilmesindeki ilhamın bir kısmının nereden geldiğini söylüyor. Ama at ile sürülen araçların direksiyona ihtiyacı yoktur (atları yönlendirmek için dizginleri kullanırsınız) yani direksiyonun başka bir kaynağı olmalıdır.
Tüm memelilerin iskeletleri özdeştir ama bireysel olarak kemikleri farklıdır.
Neredeyse kuyruksuz bir maymunsu olarak, kuyruğu tüm omurgasına hükmeden bir örümcek maymun olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamamız oldukça zor.
Darwin’in bazı çağdaşları, mesela Güney Amerika ile Afrika bitki örtüsü arasındaki benzerlikleri açıklamak için, artık su altında kalmış büyük kara köprülerinin olması ihtimalini destekliyordu.
eğer hepsi Nuh’un Gemisi’nden dağılmış olsaydı, hayvanların coğrafi yayılımı nasıl olurdu bir düşünün. Merkez üssünden (belki Ağrı Dağı’ndan) uzaklaştıkça türlerin çeşitliliğinin azalacağını söyleyen bir yasa filan olması gerekmiyor mu?
Bu dünyada bir hayvan bir yerden bir yere çok rahatça ve önüne düşmanca bariyerler çıkmaksızın gidebilir, tek manisi uzaklıktır.
Bir mimar, muhteşem bir katedral tasarlayabilir. Sonra, hiyerarşik bir dizi komut sonucunda, binayı yapma süreci farklı bölümlere, bölümler farklı alt-bölümlere ayrılır ve katedral, mimarın başlangıçtaki çizimine uygun olarak tamamen inşa edilinceye kadar çalışacak olan tek tek duvarcıların, marangozların ve camcıların eline talimatlar geçene dek, bu bölümlere ayrılma devam eder. Buna yukarıdan aşağıya tasarım denir.

Aşağıdan yukarıya tasarım ise tamamen farklı işler. Hiçbir zaman inanmadım ama bir ara ortalıkta, Avrupa’daki ortaçağ katedrallerinin en güzellerinden bazılarının mimarsız yapılmış olduğu efsanesi dolaşıyordu. Katedralin tasarımını kimse yapmamıştı. Her duvar ustası ve marangoz, kendi ustalığı doğrultusunda, binada kendine ait bir köşede meşgul olmaya başlar, diğerlerinin ne yaptığına çok az dikkat eder ve genel bir plana hiç bakmazdı bile. Bu gerçekten olmuş olsaydı adına aşağıdan yukarıya mimari derdik.

Biyoloji ders kitapları sürekli DNA’nın, vücudu meydana getirmek için detaylı bir proje planı olduğunu yazıyor. Hayır, değil. Mesela bir arabanın ya da evin proje planı, kağıt üzerindeki plandan tamamlanmış olan son ürüne kadar birebir haritalama içerir. Bundan dolayı da, bir proje planı tersine çevrilebilir. Bir eve bakıp proje planını tastamam çıkarmak kolaydır, tersi de öyledir, çünkü bu plan birebir haritalamadır. Aslında, daha bile kolaydır, çünkü evi inşa etmeniz gerekir ama tersi için tek yapmanız gereken bazı ölçümler yapmak ve sonra proje planını çizmektir. Eğer bir hayvanın vücudu söz konusuysa, ne kadar detaylı ölçümler yaparsanız yapın, onun DNA’sını yeniden oluşturamazsınız. İşte DNA’nın bir proje planı olduğunu söylemeyi hatalı kılan da budur.
Ve ilahi bir zekanın yaşamın karmaşasını tasarladığı ortaya çıksaydı bile, bu ilahi zekanın, can taşıyan vücutları şekillendirme işine, örneğin kilden heykeller yapanların, ya da marangozların, çömlekçilerin, terzilerin ve araba üreticilerinin yapacakları işe yaklaştıkları gibi yaklaştığı kesinlikle doğru değil. Harika bir şekilde gelişiyor olabiliriz ama harika yapılmış değiliz.
Bu sanki biraz yetişkin ile çocuk arasındaki ayrıma benziyor. Yasal durumlar için ya da genç bir insanın oy verebilecek veya orduya katılabilecek kadar olgun olduğuna karar vermek için kesin bir ayrım yapmak gerekliliği söz konusu. 1969’da Britanya’da yasal oy verme yaşı yirmi birden on sekize düşürülmüştü (aynı değişiklik ABD’de 1971’de yapıldı). Şimdi oy verme yaşını on altıya düşürme konusu konuşuluyor. Ama yasal oy verme yaşı ne olursa olsun, hiç kimse on sekizinci (ya da yirmi birinci veya on altıncı) yaş gününün insanı bir gecede farklı bir kişiye çevirdiğini ciddi ciddi düşünmüyor. Hiç kimse, insanların hakikaten çocuk ve yetişkin olmak üzere ve ara form olmaksızın sadece iki türünün olduğu inancına sahip değil.
Evet ama Darwinciliğin politik olarak iğrenç bir şekilde kullanılmış olan yanlış yorumlanışlarına işaret edip durmak yerine, Darwinciliği anlayıp sonra bu korkunç yanlış anlamaların üstesinden gelebileceğiniz bir pozisyonda olmak daha iyi bir fikir olmaz mıydı?
Sınıflandırma bilimi fosilleşmiş hatalarla kirlenmiş durumdadır. Benim en sevdiğim örnek, Afrika maun ağacı Khaya’dır. Efsaneye göre (ki buna inanmak istiyorum), yerel bir dilde bu söz bilmiyorum anlamına geliyormuş, olasılıkla beraberinde Ve umrumda da değil, niçin bitki isimleri hakkında aptalca sorular sormayı bırakmıyorsun manasını taşıyormuş.
Eğer yeterince geçmişe giderseniz her şeyin suda yaşadığını görürsünüz.
Maymunlar, toprak solucanlarına nazaran daha insan gibidir, insana benzer. Özellikle maymun ve toprak solucanı örneği açısından bu inkar edilemez. İyi de ne olmuş? Neden diğer organizmaları karşılaştırmak için insanları bir standart olarak seçelim ki? Bu duruma öfkelenen bir sülük, toprak solucanlarının sülüklere daha çok benzemek gibi harika bir meziyete sahip olduklarına işaret edebilir.
Evrimsel görüşe göre, Kambriyen döneminden önce neden bu kadar az fosil var? Eh, büyük ihtimalle, coğrafi dönemlerden bugüne yassı solucanlar için geçerli olan etkenler, hayvanlar aleminin Kambriyen’den önce yaşayan tüm diğer üyeleri için de geçerliydi. Büyük olasılıkla Kambriyen’den önce yaşayan hayvanların çoğu günümüzdeki yassı solucanlar gibi yumuşak bedenliydi, ayrıca günümüz silli solucanları gibi de görece küçük boyutluydular, ki bunlar iyi fosil malzemesi değildir. Daha sonra yaklaşık yarım milyar yıl önce hayvanların rahatça fosilleşmelerine izin veren bir şey oldu; mesela sert ve mineral yapılı iskeletler ortaya çıktı.
Eğer evrimsel değişim miktarının geçen zamanla orantılı olmasını zorunlu kılan bir doğa kanunu olsaydı, benzerlik derecesi doğrudan, akrabalığın yakınlığını yansıtırdı. Ne var ki gerçek dünyada, (onların eşsiz olduğu algımıza, evrim ağacındaki komşularının gökten gelen bir faciayla yok olmasının da yardımıyla) sürüngen kökenlerini Mezozoik tozunun içinde bırakan kuşlar gibi evrimsel sürat koşucularına katlanmak zorundayız.
Bilimin en güzel yanlarından biri halka açık bir faaliyet olmasıdır.
Buradaki evrimsel değişim şunu düşündürüyor: eğer sürekli olarak glikozca zengin olmak ve glikozca fakir olmak arasında gidip gelen bir ortamda hayatta kalmaya çalışıyorsanız daha iri olmak (bir sebepten ötürü) iyi bir fikir gibi görünüyor.
Biyologlar sıklıkla matematiksel eğrileri gözlenen değerlere uygun hâle getirirler ama fizikçilerden farklı olarak bu tip çok yakın uyumlar görmeye alışkın değildirler. Bizim verilerimiz genellikle karman çormandır. Fizikten farklı olarak biyolojide bizler düzgün eğrilerin, yalnızca olağanüstü kontrollü koşullar altında toplanmış büyük miktarlarda verilerimiz olduğunda ortaya çıkmasını bekleriz.
Olası bütün doğruları hayal edin. Her doğrunun noktalara uzaklığını ölçüp, bu ölçümleri toplayarak (kareleri alındıktan sonra toplanırlar; bunun iyi bir matematiksel nedeni var ama bundan bahsetmek bizi konumuzun oldukça dışına taşır) hangi doğrunun noktalara daha iyi uyduğunu hesaplayın. Olası bütün doğrular arasında nokta-doğru uzaklıklarının kareleri toplamının en küçük olduğu doğru en uygun regresyon doğrusudur. Bu doğru, darmadağınık noktalara aldanmadan mevcut eğilimin ne olduğunu görmemizi sağlar. Bir doğruyu bir eğilimin göstergesi olarak kullanmanın ne kadar güvenilir olduğunu hesaplamak için istatistikçilerin kullandığı birbirinden bağımsız çeşitli yollar vardır. Bunlara istatistiksel anlamlılık testleri denir. Bunlar doğrunun çevresindeki dağılımın genişliğini kullanırlar.
Yirminci yüzyıl boyunca, 20 yaşındaki erkeklerin ortalama boy uzunluklarını her yıl grafiğe dökmüş olsaydınız, birçok ülkede belirgin bir artış eğilimi gözleyecektiniz. Bu genelde evrimsel bir eğilim olarak değil, daha ziyade beslenmedeki iyileşmenin bir sonucu olarak ele alınır.
Birçok farklı saatten elde edilen bilgiye göre Dünya 4,6 milyar yaşındadır.
son derece ilginç bir şekilde, Amerika nüfusunun %40’ı ve İngiltere nüfusunun biraz daha az bir kısmı Dünya’nın yaşının, ölçülen milyarlarca yılın aksine 10.000 yıldan daha az olduğuna inanıyor. Ne üzücüdür ki özellikle Amerika’da ve İslam dünyasının büyük bir kısmında, bu tarih inkarcılarının bazıları, okullar ve müfredat üzerinde etki sahibidirler*.
Yerbilimsel katmanlardaki fosil dizisi gösteriyor ki;

1. OMURGASIZLAR (yavaş hareket eden denizsel hayvanlar) ilk yok olan canlılardır, bunları daha hareketli olan ve selin getirdiği çamurlara yenik düşen balıklar takip etmiştir.

2. Daha sonra İKİ YAŞAYIŞLILAR (denize yakın yerlerde yaşarlar) sular yükselince yok olmuşlardır.

3. SÜRÜNGENLER (yavaş hareket eden karasal hayvanlar) daha sonra yok olmuşlardır.

4. MEMELİLER yükselen sudan kaçabilmiş, en iri ve hızlılar en uzun süre hayatta kalmışlardır.

5. İNSAN daha zekice davranmış, yüzen kütüklere tutunarak vs. selden kurtulmuştur.

Verilen bu sıra, katmanlarda bulunan çeşitli fosillerde rastlanan sıra için son derece tatmin edici bir açıklamadır. Bu sıra evrildikleri sıra DEĞİL, Nuh tufanında boğuldukları sıradır.

ender demek hiç yok demek değildir.
Altın tadında proton, bakırlı elektron ya da potasyum çeşnili nötron gibi şeyler yoktur. Proton protondur.
Güneş Sistemi’nde olduğu gibi atomda da kütlenin neredeyse tamamı çekirdekte (Güneş ), hacmin neredeyse tamamı ise elektronları ( gezegenleri ) çekirdekten ayıran boşluktadır.
Güçlü bir halat 100 metre uzunluğunda olabilir ama içindeki hiçbir lif bu kadar uzun değildir.
Ondalıklı bir sistem kullandığımız için kuvvet dediğimiz şey ondalık virgülünden önceki ya da sonraki sıfırlarının sayısıdır.
Evrimin son derece yavaş olan zaman birimi için hem sayım hem de ölçüm yapan saatlerimiz bulunmaktadır. Ancak evrim araştırmalarında ihtiyaç duyduğumuz saat, güneş ya da kol saati gibi şimdiki zamanı gösteren bir saat değildir. Daha ziyade kronometre gibi sıfırlanabilir bir saate ihtiyacımız vardır. Evrim saatimiz bir noktada sıfırlanabilmelidir, böylece bir başlangıç noktasından itibaren geçen süreyi hesaplayabiliriz; bu bize bir nesnenin, örneğin bir kayanın tam yaşını verecektir. Püskürük (volkanik) kayaçların yaşının belirlenmesinde kullanılan radyoaktif saatler genelde, kayanın erimiş lavın katılaşması ile oluştuğu anda sıfırlanır.
Vücut bir uzlaşılar yumağıdır.
Yabani dişi kanaryalar nesiller boyunca, şarkıları bilhassa çekici olan erkeklerle çiftleşmeyi seçerek istemeden da olsa şarkı söyleme maharetleri için erkekleri seçmişlerdir.
Böcekler, ziyaret etmek için en çekici çiçekleri seçerek istemeden de olsa çiçek güzelliğini seçerler .
Yeri gelmişken, arı ve kelebeklerin tercih ettikleri kokuların bize de hitap etmesi talihli bir tesadüftür.
Çiçeklerle dolu bir çayır, doğanın Times Meydanıdır, doğanın Piccadilly Meydanıdır.
Böcekler renkleri iyi görürler ama tayflarının tamamı kızıldan uzaklaşıp morötesine kaymıştır.
Neden bitkiler hayvanlar gibi yapıp, başka bir bitki bulmak için etrafta gezinip sonra da onunla çiftleşmezler?
Ağaç embriyolojisinin önemli bir özelliği, onun özyinelemeli (recursive) olmasıdır.
Ne yazık ki bir şeyin ahlaken yanlış olması veya siyaseten arzu edilmez olması onun yapılmasının mümkün olmadığı anlamına gelmez.
Mendelci bir gen ya hep ya hiç türünden bir varlıktır. Ana rahmine düştüğünüzde, babanızdan aldığınız şey (tıpkı mavi boyayla kırmızı boyayı karıştırıp pembe elde etmek gibi) annenizden aldığınız şeyle karışacak bir madde değildi. Eğer kalıtım (Darwin’in zamanında insanların az çok düşündüğü gibi) gerçekten böyle işleseydi her birimiz iki ebeveynimize eşit mesafede onların ortalaması olurduk. Bu durumda popülasyondaki tüm çeşitlilik hızla yok olurdu (pembe boyayla pembe boyayı ne kadar azimle karıştırırsınız karıştırın asla orijinal kırmızı ve mavi renkleri elde edemezsiniz).
Eğer insanlar şempanzelerden evrildilerse, neden etrafta hala şempanzeler var?
Yaratılış efsanesinde Adem’in ilk işinin tüm hayvanlara isim vermek olduğuna şaşmamak gerek.
her şey değişkendir; hiçbir şey sabit değildir.
Bir Darwin’in çıkagelmesi neden bu kadar uzun sürdü?
Bizler işlenen bir cinayetin ardından olay mahalline gelen dedektifler gibiyiz. Katilin davranışları çoktan tarihe karışmıştır. Dedektifin cinayete kendi gözleriyle tanık olma şansı yoktur.
Hepimiz var olmaya, kullanıma hazır hafızalarla donatılmış olarak, çoraplarımızda delikler ve tıraşa ihtiyaç duyan saçlarla beş dakika önce başlamış olabiliriz.
Bir teoriyi ne kadar enerjik ve detaylı şekilde yanlışlamaya çalışırsanız, eğer teoriniz bu saldırılardan sağ çıkarsa, sağduyunun memnuniyetle gerçek dediği şeye o kadar yakınsar.
We may be ‘wonderfully developed’ but we are not ‘wonderfully made’.
That’s an important lesson in evolution by the way. Different species do different ways, and we often won’t understand the differences until we have examined the whole economy of species.
I shall be using the name “history-deniers” for those people who deny evolution: who believe the world’s age is measured in thousands of years rather than thousands of millions of years, and who believe humans walked with dinosaurs.
Evolution is a fact.
Vergiden muaf olmak dini bir kuruluşun kolaylıkla elde edebileceği bir statüdür. Oysa dini olmayan kuruluşlara insanlığa hizmet ettiklerini kanıtlamaları için bin dereden su getirtirler. Yakınlarda Mantık ve Bilim i destekleyen ve bağışlara açık bir vakıf kurdum. Bağış yapılabilir bir statü elde etmek için yaptığımız uzun, aşırı pahalı ve nihayetinde başarılı olan görüşmeler esnasında, Britanya Bağış Komisyonu’ndan 28 Eylül 2006 tarihli şu mektubu aldım: Bilimdeki ilerlemenin halkın akli ve ahlaki yönden iyileşmesini nasıl sağlayacağı tam olarak anlaşılmamıştır. Lütfen bize bunun kanıtlarını tedarik edin ya da bununla insancılığın ve akılcılığın gelişimi arasında nasıl bir bağlantı olduğunu açıklayın. Ama dini kuruluşların herhangi bir kanıt göstermeden, hatta görüldüğü üzere, bilimsel sahteciliği fiilen teşvik ederek insanlığa katkıda bulundukları varsayılıyor.
Aksini yapmak için oldukça iyi bir sebep yoksa, Türlerin Kökeni Üzerine’den alıntı yaparken her zaman ilk baskısını kullanırım. Bu kısmen, 1250 adet basılmış ve bana da bağışçım ve dostum Charles Simonyi tarafından verilmiş olan o tarihi baskının bendeki kopyasının sahip olduğum en kıymetli varlıklarımdan birisi olmasından dolayıdır. Ama aynı zamanda bunun sebebi, ilk baskının tarihi açıdan en önemli olan baskı olmasıdır. Victoria döneminin karın boşluğuna yumruk atan ve yüzyılların tozunu silken, ilk baskıydı. Dahası, sonraki baskılar (özellikle altıncısı) halkın fikirlerine gereğinden fazla önem vermiştir. Darwin, ilk baskının bilgili ama art niyetli çeşitli eleştirmenlerine cevap verme çabasıyla geri adım atmış ve hatta aslında ilk seferinde doğru bildiği pek çok önemli noktadaki düşüncelerini geri almıştır.
Yalancı genler embriyolojide asla ifade edilmeyen gen sınıflarından sadece biridir. Araştırmacılar tarafından moleküler saat olarak kullanılan başka sınıflar da mevcuttur ama bunların detaylarına girmeyeceğim. Normalde faydası olmayan bu yalancı genlerin asıl faydası yaradılışçıları utandırmaktır. Akıllı bir tasarımcının, eğer kasten bizi kandırmayı amaçlamıyorsa yalancı bir geni (tamamen işlevsiz, her şeyiyle bir zamanlar bir şeyler yapan bir genin emekliye ayrılmış hali gibi duran bir geni) neden yaratmış olabileceği konusunda ikna edici bir cevap uydurmak, onların yaratıcı zekalarını bile zorlamaktadır.
Uyduranların umduğundan daha az hakaretamiz bulduğum bir lakap olan Ultra Darwinci diye adlandırıldığım bile olmuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir