İçeriğe geç

Yeni Lügat Kitap Alıntıları – Abdullah Yeğin

Abdullah Yeğin kitaplarından Yeni Lügat kitap alıntıları sizlerle…

Yeni Lügat Kitap Alıntıları

Allah’ı tanıyan.
Allah’a iman eden.
Sözü şeker gibi tatlı.
İlim ve kültür hayatımızın mazisini silmeye çalışmak, mazi ile bugünün insanları arasındaki alâkayı kesmek demek olan ‘dilde özleştirme’ veya ‘arı türkçecilik’ iddiaları kültüre hizmet sayılmaz; tersine, kültür hayatımızı imha etmektir.
Va’dinde duran, söz verdiği şeyi yerine getiren ahdine sâdık olan. Cenab-ı Hak.
Saadetli, uğurlu, muzaffer, mansur.
Said, hurrem.
Ahlak güzelliği.
Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.
Hz. İbrahim’in dininden olanların vasfı.
Güneş yörüngesinin on iki burcundan birisi. Oğlak burcu.
Keçinin erkek yavrusu, erkek oğlak.
Güzide. Istıfa edilmiş. Has ve seçilmiş.
Hz. Peygamber’in mübarek bir ismi.
Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak. Köpürmek. Coşmak.
İman ne kadar mükemmel olursa o derece hürriyet parlar. İşte Asr-ı Saadet!
Ay gibi parlak olan. Çok parlak ve safi, berrak.
HODGÂM : Kendi keyfini düşünen, bencil.
HODBÎN : Bencil, kendini gören.
HODENDİŞ : Yalnız kendini düşünen, kendisi için endişe eden.
HODPEREST : Mağrur. Kendini çok beğenen. Kibirli.
HODFURUŞ : Kendini beğenerek satmaya çalışmak.
HODBİNANE : Kendini beğenerek, kibirli bir şekilde.
HODGÂMÎ : Bencil, kendini düşünen.
HODBİNLİK : Kendini görme, kendini düşünme; bencillik.
HODPESEND : Kendini beğenen.
HODPESENT : Kendini beğenen.
HOD-PESEND : Kendini beğenen.
HOD-ENDİŞ : Kendini düşünen.
HODBÎNÂNE : Hodbince, bencilce.
HODGÂMLIK : Bencillik.
HODFURUŞLUK : Kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek.
HODFURUŞÂNE : Kendini beğendirmeye çalışır bir şekilde.
HODFÜRUŞLUK : Kendi kendini beğenme, pahalıya satma.
Haber veren, haberci.
Urfalı kıymetli bir şâirin ismi. (1626-1712)
Binaenaleyh ayetlerin, kelimelerin tekrarı ihtiyaçların tekrarından ileri geliyor. Ve keza o gibi hükümlere olan ihtiyacın şiddetine işârettir.
Kalbi nurlanmış.
Ümidin fevkinde, umulandan ziyade. Ümid edilmedik şekilde. Beklenmedik bir anda.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Ulaşmak. Mukarin olmak. Yaklaşmak. Yetişmek.
İki şeyin birarada gelmesi.
İki nimetin aynı anda bulunması gibi
Bir şeyin en iyi hâli.
Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik.
Dine olan bağlılık.
Cenab-ı Hakk’ın her çeşit nurun Halîk’i olması ve onlara nur vermesi dolayısıyla bir ismi.
Eşsiz. Dengi olmayan. Benzersiz.
Yemek sofrası. Üzerinde nimetler bulunan sofra. Ziyafet
Mesruriyet. Sevinçlilik. Mesrur, bahtiyar, mutlu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Nefisteki telaşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükuneti.
Allah’ın haram kıldığı şeyleri işlemekten men’etmek, haram işleri yaptırmamak ve buna çalışmak.
Hayır kapılarını açan. Bütün müşkilleri giderip ferahlatan. (Cenab-ı Hak)
Kendi halini ıslah etme, düzeltme.
Dostluk. Sevgi. Muhabbet. Muhabbet etmek. Sevmek.
Temennâ:

Eli alnına götürerek selamlama işareti.
*Minnettar olma

İki tarafı saf saf ağaçlar olan yol.
İran, Şiraz’da doğmuş büyük bir şairdir. 30 yıl ilme çalıştı, 30 yıl seyahat etti, 30 yılı da inzivada ibadetle geçirdi.
Rahmet eli. Rahmetle ihsan edilmesi.
Tan yeri ağarma. Fecir sökme.
Tohumun yerde çatlaması. Suyun yerden kaynayıp çıkması.
FEBİHÂ : Daha iyi, bu halde, pek a’lâ, ne a’lâ
Hak yolda yürümek. Doğru yolda olmak. Doğru yolu bulup ondan sapmamak.
Sevinç, sürur, gönül ferahlığı. Şadûman olmak.
Hatırlatmak için armağan, hediye vermek.
Tövbe eden. Günahlarına pişman olan.
Şifa bulan, iyileşen.
Renkli, boyalı. Parlak, hoş. Süslü, mülevven. Lâtif.
Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zâtın harika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi bu hadiseler de başıboş olamazlar, her birisi çok kıymetli hazineler peşinde koşturuyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.
Göz kapağının bir kere açılıp kapanması kadar geçen kısa ân.
Zevklenenler, lezzet alanlar.
Cenab-ı Hakk’a yakınlıkla, kurbiyetle veya uyanık kalble iman ve Kur’an hakikatlerinden zevk alanlar.
Kolaylık, genişlik. Rahatlık, zenginlik. Refah
İnsanların en iyisi olan Hz. Muhammed (a.s.m).
Safâ olanı al, keder vereni bırak. , Allah’ın müsaadesi olan ve neticesi safâ veren şeyi al, sonu keder vereni bırak. , İyisini al, kötüsünü bırak
Hak, sadece O’dur.
MÜHEYYÂ:
Hazırlanmış olan. Hazır.
* Medholmaya müstehak, mehde layık
* Öğülmüş, med û sena olunmuş
* Peygamberimizin (a.s.m) isimlerinden biridir.
* Daha çok hamdeden
* Çok övülmeye ve medhedilmeye lâyık
* Çok sevilen
* Beğenilmiş
* Hz. Peygamberin (a.s.m) bir ismi
– Can, nefes, canlılık
– Öz, hülasa, en mühim nokta
– His
– Kur’an
– İsa (A.S)
– Cebrail (A.S)
– Vicdan
Sunafir: Her nesnenin hâlisi. Her şeyin iyisi ve doğrusu.
Tahabbüb: Sevgi göstermek, muhabbet beslemek.
İSÂR: Kendisi muhtaç olduğu halde başkasına nimet vermek, cömertlik, ikrâm.

( Sahabelerin, senâ-i Kur’âniyeye mazhar olan isâr hasletini kendine rehber etmek, yâni: Hediye ve sadakanın kabûlünde başkasını kendine tercih etmek ve hizmet-i diniyenin mukabilinde gelen menfaat-ı maddiyeyi istemeden ve kalben taleb etmeden sırf bir ihsan-ı İlâhi bilerek, nasdan minnet almıyarak ve hizmet-i diniyenin mukabilinde de almamaktır.) (lem).

MUHÂL :  İmkânsız, vukuu mümkün olmayan.
AFTÂB-I KUREYŞ:

Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz.

ADÜVV-ÜD DİN: Din düşmanı.

(Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâl’in memleketinde isyan ediyorsunuz ki, ibâdından ve cünudundan öyleleri var ki, değil sizin gibi küçücük âciz mahlukları, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, şuvazlı nühasları size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, o kanun ile öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi küreniz misillü yıldızları üstünüze yağdırabilirler. S.)

ADAVET:
Husumet, düşmanlık. Kin. buğz. Garaz.

(Adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mâna-yı hakikisinde olarak beraber cem olmazlar. Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakiki bulunsa, o vakit adâvet mecazi olur; acımak suretine inkılâb eder. Evet mümin, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı hadis ile: Üç günden fazla, mü’min mü’mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek. Eğer esbâb-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatıyla bir kalbde bulunsa; o vakit muhabbet mecâzi olur; tasannu ve temelluk suretine girer. M.)

ADÂLET-İ İZAFİYE:
İzafi adalet veya adâlet-i nisbiye de denir. Küll’ün selâmeti için, cüz’ü feda eden adalet usulüdür.

(Cemaat için ferdin hakkını nazara almaz, ehvenüş-şer diye bir nevi adalet-i izâfiyeyi yapmağa çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise adalet-i izafiye ye gidilmez, gidilse zulümdür. M.)

ÂDÂB:
(Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir.

Edipler edepli olmalı yani yazarlar, edebiyatçılar dine, ahlâka ve terbiyeye uymalı. Aksi halde edebiyatçı adına lâyık olamazlar, edepsiz olurlar.

(Sünnet-i Seniyyenin meratibi var. Bir kısmı vâciptir, terkedilmez. O kısım, Şeriat-ı Garrâ’da tafsilâtiyle beyan edilmiş. Onlar muhkemattır. Hiçbir cihette tebeddül etmez. Bir kısmı da, nevâfil nevindendir. Nevâfil kısmı da iki kısımdır. Bir kısım, ibadete tâbi Sünnet-i Seniyye kısımlarıdır. Onlar dahi Şeriat kitablarında beyan edilmiş. Onların tağyiri bid’attır. Diğer kısmı, âdâb tabir ediliyor ki, Siyer-i Seniyye kitablarında zikredilmiş. Onlara muhalefete, bid’a denilemez. Fakat âdâb-ı Nebevi’ye bir nevi muhalefettir ve onların nurundan ve o hakiki edebden istifade etmemektir. Bu kısım ise (örf ve âdât), muamelât-ı fıtriyede Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın tevâtürle malum olan harekâtına ittiba etmektir. Meselâ: Söylemek âdâbını gösteren ve yemek ve içmek ve yatmak gibi hâlâtın âdâbının düsturlarını beyan eden ve muaşerete taalluk eden çok Sünnet-i Seniyyeler var. Bu nevi Sünnetlere âdâb tabir edilir. Fakat o âdâba ittiba eden, âdâtını ibadete çevirir. O âdâbdan mühim bir feyz alır. En küçük bir âdâbın mürââtı, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı tahattur ettiriyor; kalbe bir nur veriyor. Sünnet-i Seniyyenin içinde en mühimi İslâmiyet alâmetleri olan ve şeâire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeâir, âdeta hukuk-u umumiye nev’inden cemiyete ait bir ubudiyettir. Birisinin yapmasıyle o cemiyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeâire riya giremez ve ilân edilir. Nâfile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. Sünnet-i Seniyye, edebdir. Hiçbir mes’elesi yoktur ki, altında bir nur, bir edeb bulunmasın! Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş. Yâni: Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş. Evet Siyer-i Nebeviyyeye dikkat eden ve Sünnet-i Seniyyeyi bilen, kat’iyyen anlar ki: Edebin envâını, Cenab-ı Hak, Habibinde cem’etmiştir. Onun Sünnet-i Seniyyesini terkeden, edebi terkeder. L.)

AÇKI: Cilâ, perdah, lostra.
A’CEB-ÜL ACÂİB: Çok acib ve gülünç olan.
ACÂİB-İ SEB’A-İ ÂLEM:
Dünyanın yedi tane şaşılacak, acaib şeyi. (Çin seddi bunlardan biridir.)
AB-YÂRÎ-İ HİMMETİNİZLE:
Himmetiniz yardımıyle, himmetiniz sayesinde.
ABRAN: Ağlayan, ağlayıcı.
ABRA:
Bir değiş-tokuşta üste verilen şey. * Teraziyi ayarlamak için hafif gelen kefesine konulan ağırlık.
AB-I REVAN: Akar su. * Kalpteki ferahlık.
AB-I CİĞER: Ciğer suyu. * Göz yaşı.
AB-I BÂDE-RENG: Kanlı göz yaşı.
ABESE İRCA:
Mantık ve matematikte bir isbat şeklidir. Bir hükmün doğruluğunu isbat için, bu hükmü inkâr eden diğer hükmün yanlışlığı isbatlanır. Meselâ: Allah’ın varlığının inkâr edilmesinin imkânsızlığını veya abesiyetini göstermek, Allah’ın varlığını isbat yollarından biridir. Bu, Abese irca yolu ile isbat şeklidir.
ABERAT:
(Abre. C.) Göz yaşları.
ABDAR:
f. Parlak. * Sağlam vücudlu. * Su veren hizmetçi. * Mc: Ter u tâze, tap taze.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir