Robert Jordan kitaplarından Yeni Bahar kitap alıntıları sizlerle…
Yeni Bahar Kitap Alıntıları
Öldüğümde kimse benim için üzülmeyecek, çünkü üzülecek olanlar çoktan öldü. Hem herkes ölür.
İnsanların, gördüklerini bildikleri ile birleştirip inanmak istedikleri ile harmanlamak gibi bir alışkanlıkları vardı.
O daha iyiydi. Ama tek kolla işimin bittiğini düşündü. Asla anlamadı. Ancak öldüğünde teslim olursun.
Alt edemeyeceğiniz bir rakip ile karşı karşıyayken ölümünüz daha yüksek bir amaca hizmet etmeyecekse yapabileceğiniz tek şey kaçmaktı.
Bazen adalet, kanun ve kılıçlardan gelmezdi.
Bir insanın geçmişi, kendisini ve onunla birlikte yaşayanları ilgilendirirdi; meraklı bir kadının dedikodu konusu olamazdı.
Bir erkeğin sessizlik içinde yutabileceği hakaretlerin de bir sınırı vardı.
Şerefli bir adam, korunmaya ihtiyaç duyan birini korur; her şeyden önce çocukları ve kadınları korur. Şerefin için onu korumaya söz ver.
Ancak bir aptal, kadınların erkeklerden daha az tehlikeli olduğunu düşünürdü. Ama kadınlar, konu kadınlar olduğunda erkeklerin aptallaştığını düşünürdü.
Her adamın bir yerde ölmesi gerekir.
Ancak masallarda, bir adam altı kişiyle karşılaşır ve hayatta kalırdı. Görev bir dağdı, ölüm ise bir tüy.
Kimse ölmek istemezdi, ama Sınırboyu’nda huzur bulunabilecek tek yer ölümdü.
Çok fazla kâr ettiğini teşhir eden bir tüccar, pazarlıkta zorlanırdı.
Kimse fakir bir bankaya para yatırmazdı, ama kendine çok fazla para harcayan bir bankaya da yatırmazdı.
Kibir, güçlü bir kusurdu.
İnsanların söyledikleri kadar kastettiklerini de dinlemen gerekir.
Yerini korumak istiyorsan, yerini bilmelisin.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
..ama korku, kötü bir araçtı ve eninde sonunda onu kullanan kişiyi keserdi.
Çekiç ve örs, özünde buydu. Bir güç Aielleri yerinde tutarken diğeri saldıracak, sonra iki güç birden üstlerine kapanacaktı. Basit bir taktikti, ama etkiliydi; en etkili taktik basit olandı.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Savaşa öfkeyle girmek aptallıktan da öte olurdu. Öfke insanın görüş alanını daraltır, aptalca seçimler yapmasına yol açardı. O adam, bu kadar uzun süre hayatta kalmayı nasıl başarmıştı?
Lan yoluna devam ederken güldüğünü fark etti. Nadiren gülerdi, hele kahkaha atmak onun için çok aptalca bir şeydi; ama gülmek, nöbette uyuklayan yorgun adamların yaptığı gibi değiştiremeyeceği şeyler için endişelenmekten daha iyiydi. Ölmek konusunda endişelenmekten farksızdı. Değiştiremeyeceğiniz şeye tahammül ederdiniz.
İnsanlar sakin sesleri en yüksek bağırışlardan daha dikkatli dinlerlerdi; sükûnete kararlılık ve sertlik eşlik ettiği sürece.
Dostlar pek çok yükü hafifletirdi. Hatta varlığından haberdar olmadığımız yükleri bile
Bazı savaşlar kazanılamazdı, ama yine de savaşılması gerekirdi.
Serinkanlı birisin, Aes Sedai, dedi Lan, ifadesiz bir sesle.
Olmam gerektiği kadar serinkanlı, dedi Moiraine ona. Diryk’ün çığlığı kulaklarında çınlıyordu. Iselle’in gittikçe küçülen yüzü gözlerinin önündeydi. Şal sınavında olduğu gibi, sükuneti yalnızca görüntüden ibaretti, ama ona sıkı sıkı tutundu. Kendini bir anlığına bırakacak olsa dizlerinin üzerine çöküp ağlamaya başlardı. Istırapla ulurdu.
Olmam gerektiği kadar serinkanlı, dedi Moiraine ona. Diryk’ün çığlığı kulaklarında çınlıyordu. Iselle’in gittikçe küçülen yüzü gözlerinin önündeydi. Şal sınavında olduğu gibi, sükuneti yalnızca görüntüden ibaretti, ama ona sıkı sıkı tutundu. Kendini bir anlığına bırakacak olsa dizlerinin üzerine çöküp ağlamaya başlardı. Istırapla ulurdu.
Tar Valon ve Kule arkasında küçülürken Moiraine’in tek hissettiği, büyük bir özgürlük ve heyecan patlamasıydı. Artık onu Güneş Tahtı’na oturtamazlardı. Salon onu bulduğunda tahta bir başkası oturmuş olacaktı. Ve Moiraine oğlan bebeği bulmaya; hiçbir Aes Sedai’nin yaşamadığı türden bir macera yaşamaya gidiyordu.
Kulenin ördüğü entrikalar, Zaman Çarkı’nın dokuduklarından daha az amansız değildi. Her iki durumda da iplikler insan yaşamlarıydı ve desen, bireysel ipliklerden daha önemliydi.
Değiştirilmesi gereken bir şey varsa ve elinden geliyorsa değiştir, ama değiştiremeyeceğin şeyle yaşamayı öğren.
Basit bir taktikti, ama etkiliydi; en etkili taktik basit olandı.
Eninde sonunda ölüm herkese gelecekti ve nadiren beklendiği zaman, beklendiği yerde gelirdi.
Yalnızca ölüler her şeyden bihaber olma lüksüne sahipti.
İnsanlar sakin sesleri en yüksek bağrışlardan daha dikkatli dinlerdi; sükûnete kararlılık ve sertlik eşlik ettiği sürece
Eninde sonunda ölüm herkese gelecekti ve nadiren beklendiği zaman, beklendiği yerde gelirdi.
Bir insanın geçmişi kendisini ve onunla birlikte yaşayanları ilgilendirir.
‘Değiştirilmesi gereken bir şey varsa ve elinden geliyorsa değiştir, ama değiştiremeyeceğin şeyle yaşamayı öğren.’
Değiştiremeyeceğiniz şeye tahammül ederdiniz.
Babam hep şöyle derdi, “ değiştirilmesi gereken bir şey varsa ve elinden geliyorsa değiştir ama değiştiremeyeceğin şeyle yaşamayı öğren” yoksa mideni bozmaktan başka işe yaramaz. Bu benim lafım, babamın değil.
Gün doğumunda doğru olan, öğle güneşinde yanlış olabilirdi.
Bir insanın geçmişi, sadece kendisini ilgilendirirdi.
Değiştiremeyeceğiniz şeye tahammül ederdiniz.
Ancak bir aptal, kadınların erkeklerden daha az tehlikeli olduğunu düşünürdü. Ama kadınlar genellikle, konu kadınlar olduğunda erkeklerin aptallaştığını düşünürdü.
“Only a fool believed women less dangerous than men, but women often seemed to think men fools when it came to women.”
Dostlar pek çok yükü hafifletirdi. Hatta varlığından haberdar olmadığınız yükleri bile.
Can sıkıntısı ve hayal kırıklığı. Yine de bir planı vardı.
Bazı savaşlar kazanılamazdı, ama yine de savaşılması gerekirdi.
Ama korku, kötü bir araçtı ve eninde sonunda onu kullanan kişiyi keserdi.
Değiştiremeyeceğin şeyle yaşa.
Sizi gören birinin neler düşündüğünüzü anlamasına izin vermenin lüzumu yoktu.
Ama bazı şeyler, sonunda başarısız olacağınız kesin olsa bile, denemeye değecek kadar önemliydi.
Uyumak, sahip olmadığımız zamanı israf etmek olur.
İnsanlar sakin sesleri en yüksek bağrışlardan daha dikkatli dinlerlerdi; sükunete kararlılık ve sertlik eşlik ettiği sürece.
İlk aşkınız, ruhunuzdan bir parçayı sonsuza dek kurdele gibi saçına takar.
Değiştirilmesi gereken bir şey varsa ve elinden geliyorsa değiştir, ama değiştiremeyeceğin şeyle yaşamayı öğren.
Öfke insanın görüş alalını daraltır, aptalca seçimler yapmasına yol açardı.
Lan, başka insanların beklentilerinden oluşmuş bir denizin içinde yüzüyordu. O tür denizlerde boğulan insanlar olmuştu.
Moiraine atından inerken Lan bakmadı bile. Küçük ateşten kalanların yanında diz çökmüş, uzun bir dalla külleri karıştırıyordu. Tuhaf bir biçimde, havada yanık saç kokusu asılıydı. “Benimle işinin bittiğini ummuştum,” dedi.
“Henüz değil,” diye yanıt verdi Moiraine. “Geleceğini mi yakıyorsun? Afet’te ölürsen çok kişiyi üzersin, bana göre.”
“Geçmişimi yakıyorum,” dedi adam, ayağa kalkarak. “Anıları yakıyorum. Bir ulusu. Altın Turna artık uçmayacak.” Küllerin üzerine toprak tekmeleyecek oldu, sonra duraksadı, eğildi ve avuç avuç ıslak toprak alıp, resmi bir tavırla ateşin üzerine serpmeye başladı. “Öldüğümde kimse benim için üzülmeyecek, çünkü üzülecek olanlar çoktan öldü. Dahası, herkes ölür.”
“Ancak aptallar zamanından önce ölmeyi seçer. Muhafızım olmanı istiyorum, Lan Mandragoran.”
Adam gözünü kırpmadan baktı ona, sonra başını iki yana salladı. “Meselenin bu olduğunu tahmin etmiş olmalıydım. Benim verecek bir savaşım var, Aes Sedai. Senin Beyaz Kule ağları örmene yardım etme isteğim ise, hiç yok. Bir başkasını bul.”
“Ben de Gölge’ye karşı seninle aynı savaşı veriyorum. Merean Kara Ajah’tı.” Ona, Amyrlin Makamı’nın ve iki Kabuledilmiş’in tanıklığında, Gitara’nın neyi Kehanet ettiğini, Siuan ile birlikte ne sonuçlara vardıklarını, Tamra’nın arayıcılarının ölümlerini, her şeyi anlattı. Başka adam olsa, çoğu şeyi kendine saklardı, ama bir Muhafız ile Aes Sedaisi arasında pek az sır saklanırdı. Başka adam olsa, yumuşatarak anlatırdı, ama gizli düşmanların bu adamı korkuttuğunu sanmıyordu, o gizli düşmanlar Aes Sedai olsa bile. “Geçmişini yaktığını söyledin. Bırak geçmiş küllerde kalsın. Bu aynı savaş, Lan. En önemli çatışma, ama yine de aynı savaş. Ve bu savaşı kazanabiliriz.”
Lan uzun uzun kuzeye, Afet’e bakarak durdu. Moiraine, adam reddederse ne yapacağını bilmiyordu. Ona, bağ kurduğu Muhafız dışında, kimseye anlatmaması gereken şeyler anlatmıştı.
Lan aniden kılıcını çekerek döndü ve Moiraine bir anlığına, onun kendisine saldıracağını düşündü. Lan bunun yerine diz üstü çöktü. Yalın kılıcı ellerinde yatıyordu. “Annemin adına, sen ‘çek’ dediğinde çekecek, sen ‘kınına sok’ dediğinde kınına sokacağım. Annemin adına, sen ‘gel’ dediğinde gelecek, sen ‘git’ dediğinde gideceğim.” Kılıcı öptü ve başını kaldırıp beklenti içinde Moiraine’e baktı. Dizleri üzerinde olmasına rağmen, tahtına oturmuş bir kral onun yanında uysal kalırdı.
“Henüz değil,” diye yanıt verdi Moiraine. “Geleceğini mi yakıyorsun? Afet’te ölürsen çok kişiyi üzersin, bana göre.”
“Geçmişimi yakıyorum,” dedi adam, ayağa kalkarak. “Anıları yakıyorum. Bir ulusu. Altın Turna artık uçmayacak.” Küllerin üzerine toprak tekmeleyecek oldu, sonra duraksadı, eğildi ve avuç avuç ıslak toprak alıp, resmi bir tavırla ateşin üzerine serpmeye başladı. “Öldüğümde kimse benim için üzülmeyecek, çünkü üzülecek olanlar çoktan öldü. Dahası, herkes ölür.”
“Ancak aptallar zamanından önce ölmeyi seçer. Muhafızım olmanı istiyorum, Lan Mandragoran.”
Adam gözünü kırpmadan baktı ona, sonra başını iki yana salladı. “Meselenin bu olduğunu tahmin etmiş olmalıydım. Benim verecek bir savaşım var, Aes Sedai. Senin Beyaz Kule ağları örmene yardım etme isteğim ise, hiç yok. Bir başkasını bul.”
“Ben de Gölge’ye karşı seninle aynı savaşı veriyorum. Merean Kara Ajah’tı.” Ona, Amyrlin Makamı’nın ve iki Kabuledilmiş’in tanıklığında, Gitara’nın neyi Kehanet ettiğini, Siuan ile birlikte ne sonuçlara vardıklarını, Tamra’nın arayıcılarının ölümlerini, her şeyi anlattı. Başka adam olsa, çoğu şeyi kendine saklardı, ama bir Muhafız ile Aes Sedaisi arasında pek az sır saklanırdı. Başka adam olsa, yumuşatarak anlatırdı, ama gizli düşmanların bu adamı korkuttuğunu sanmıyordu, o gizli düşmanlar Aes Sedai olsa bile. “Geçmişini yaktığını söyledin. Bırak geçmiş küllerde kalsın. Bu aynı savaş, Lan. En önemli çatışma, ama yine de aynı savaş. Ve bu savaşı kazanabiliriz.”
Lan uzun uzun kuzeye, Afet’e bakarak durdu. Moiraine, adam reddederse ne yapacağını bilmiyordu. Ona, bağ kurduğu Muhafız dışında, kimseye anlatmaması gereken şeyler anlatmıştı.
Lan aniden kılıcını çekerek döndü ve Moiraine bir anlığına, onun kendisine saldıracağını düşündü. Lan bunun yerine diz üstü çöktü. Yalın kılıcı ellerinde yatıyordu. “Annemin adına, sen ‘çek’ dediğinde çekecek, sen ‘kınına sok’ dediğinde kınına sokacağım. Annemin adına, sen ‘gel’ dediğinde gelecek, sen ‘git’ dediğinde gideceğim.” Kılıcı öptü ve başını kaldırıp beklenti içinde Moiraine’e baktı. Dizleri üzerinde olmasına rağmen, tahtına oturmuş bir kral onun yanında uysal kalırdı.
Kadının isminden, çıkarıp gösterdiği Büyük Yılan yüzüğü kadar şüphe ediyordu. Özellikle de kadın yüzüğü kemer kesesine soktuktan ve onun Aes Sedai olduğunu kimsenin, başka Aes Sedailerin bile bilmemesi gerektiğini söyledikten sonra. Evet, Aes Sedailer sık sık sıradan kadınlarmış gibi davranırdı ve bir Aes Sedai’nin yüzünü tanıyamayacak insanların karşısında numaralarını sürdürürlerdi. Evet, Lan bir kez, henüz yaşı belirsiz görünüşü kazanmamış bir Aes Sedai ile de karşılaşmıştı, ama hepsi o dingin tavırları, kusur derecesinde sürdürüyordu. Ah, öfkeleniyorlardı, ama bu soğuk bir öfke oluyordu. Lan, su dökülmeyi bıraktığında, ay ışığı altında Alys’in yüzünü görmüştü, ama ne gördüğünü, daha sonrasına kadar anlayamamıştı. Eşek şakası yaptığı için çocuksu bir sevinç ve şakanın dilediği gibi gitmemesi üzerine çocuksu bir hayal kırıklığı.
Cadsuane Larelle’in arkasında durarak, elini onun omzuna koydu. “Bu çocuk hakkında ne biliyorsun?”
Larelle’in sınırlarındaki bütün kızlar kadını kusursuz bir Aes Sedai olarak görüyordu ve o serinkanlı bakışlar karşısında siniyordu. Hepsi ondan korkuyor, onun gibi olmak istiyordu. “Moiraine çalışkan ve hızlı öğrenen bir öğrenciydi,” dedi düşünceli düşünceli.
“O ve Siuan Sanche, Kule’nin gördüğü en zeki öğrencilerden ikisiydi. Ama bunu biliyor olmalısın. Bakalım. Fikirlerini özgürce ifade ederdi ve çabuk öfkelenirdi. Ta ki, biz bunu düzeltene kadar. Ne kadar düzeltebildiysek. O ve Sanche denen kız, eşek şakalarından pek hoşlanırdı. Hâlâ da hoşlanıyorlar. Ama ikisi de, ilk denemelerinde Kabuledilmişlik sınavından geçti. Olgunlaşmaya ihtiyacı var elbette, ama bir yerlere gelebilir.”
Cadsuane, Merean’ın arkasına geçti ve aynı soruyu sordu. “Larelle eşek şakalarından hoşlandığını söyledi. Sorun çıkaran biri miydi?” diye de ekledi.
Merean gülümseyerek başını iki yana salladı. “Sorun çıkaran biri değil, aslında. Neşeli. Moiraine’in yaptığı eşek şakalarının hiçbiri kötü değildi, ama sayıca çoktular. Çömezken ve Kabuledilmişken, odama herhangi üç kızın toplamından daha sık gönderildi. Yastık arkadaşı Siuan dışında. Elbette, yastık arkadaşları sık sık başlarını birlikte belaya sokarlar, ama o ikisi söz konusu olduğunda, bir tanesi bana gönderilmişse, diğerinin gönderilmediği hiç olmadı. Son seferi, şal sınavından geçtikten hemen sonra, aynı geceydi.” Gülümsemesi solarak, o gecekine çok benzeyen bir kaş çatışa dönüştü. Kızgın değildi, daha çok, genç kadınların yaptığı yaramazlıklara inanamıyor gibiydi. Ve içinde bir parça da eğlenti vardı. “Geceyi tefekkürle geçirmek yerine, bir Aes Sedai’nin –Elaida a’Roihan’ın– yatağına fare koymaya çalıştılar ve yakalandılar. Çömezler Sorumlusu’na yaptıkları son bir ziyaret yüzünden oturmakta güçlük çekerken Aes Sedailiğe terfi eden başka kadın olduğunu sanmıyorum.”
Larelle’in sınırlarındaki bütün kızlar kadını kusursuz bir Aes Sedai olarak görüyordu ve o serinkanlı bakışlar karşısında siniyordu. Hepsi ondan korkuyor, onun gibi olmak istiyordu. “Moiraine çalışkan ve hızlı öğrenen bir öğrenciydi,” dedi düşünceli düşünceli.
“O ve Siuan Sanche, Kule’nin gördüğü en zeki öğrencilerden ikisiydi. Ama bunu biliyor olmalısın. Bakalım. Fikirlerini özgürce ifade ederdi ve çabuk öfkelenirdi. Ta ki, biz bunu düzeltene kadar. Ne kadar düzeltebildiysek. O ve Sanche denen kız, eşek şakalarından pek hoşlanırdı. Hâlâ da hoşlanıyorlar. Ama ikisi de, ilk denemelerinde Kabuledilmişlik sınavından geçti. Olgunlaşmaya ihtiyacı var elbette, ama bir yerlere gelebilir.”
Cadsuane, Merean’ın arkasına geçti ve aynı soruyu sordu. “Larelle eşek şakalarından hoşlandığını söyledi. Sorun çıkaran biri miydi?” diye de ekledi.
Merean gülümseyerek başını iki yana salladı. “Sorun çıkaran biri değil, aslında. Neşeli. Moiraine’in yaptığı eşek şakalarının hiçbiri kötü değildi, ama sayıca çoktular. Çömezken ve Kabuledilmişken, odama herhangi üç kızın toplamından daha sık gönderildi. Yastık arkadaşı Siuan dışında. Elbette, yastık arkadaşları sık sık başlarını birlikte belaya sokarlar, ama o ikisi söz konusu olduğunda, bir tanesi bana gönderilmişse, diğerinin gönderilmediği hiç olmadı. Son seferi, şal sınavından geçtikten hemen sonra, aynı geceydi.” Gülümsemesi solarak, o gecekine çok benzeyen bir kaş çatışa dönüştü. Kızgın değildi, daha çok, genç kadınların yaptığı yaramazlıklara inanamıyor gibiydi. Ve içinde bir parça da eğlenti vardı. “Geceyi tefekkürle geçirmek yerine, bir Aes Sedai’nin –Elaida a’Roihan’ın– yatağına fare koymaya çalıştılar ve yakalandılar. Çömezler Sorumlusu’na yaptıkları son bir ziyaret yüzünden oturmakta güçlük çekerken Aes Sedailiğe terfi eden başka kadın olduğunu sanmıyorum.”
Değiştirilmesi gereken bir şey varsa ve elinden geliyorsa değiştir, ama değiştiremeyeceğin şeyle yaşamayı öğren.
Öfke insanın görüş alanını daraltır, aptalca seçimler yapmasına yol açar.
Lan sol eliyle dürbününü yine çıkardı ve Aielleri inceledi. Öndeki adamlar, mızrak kullandıkları elleriyle gözlerini gölgeleyerek, sırttaki atlıları inceliyorlardı. Hiç mantıklı değildi. En iyi ihtimalle, gün doğumunun önünde karanlık şekiller görebilirlerdi, belki bir miğferdeki sorgucu da. Bundan daha fazlasını görmeleri imkânsızdı. Aieller aralarında konuşuyor gibiydiler. Öndeki adamlardan biri aniden mızrak tutan elini havaya kaldırdı ve diğerleri de aynısını yaptı. Lan dürbününü indirdi. Şimdi, Aiellerin hepsi öne bakıyordu ve mızrak tutan bütün eller kalkmıştı. Lan daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.
Mızraklar hep birlikte indi ve Aieller, aradaki mesafede gürleyen, uzak boru seslerini bastıran tek bir sözcük haykırdılar. “Aan’allein!”
Mızraklar hep birlikte indi ve Aieller, aradaki mesafede gürleyen, uzak boru seslerini bastıran tek bir sözcük haykırdılar. “Aan’allein!”
Moiraine çıkmadan önce son bir kez diz kırarken, bir Kehanet duymayı diledim, diye düşündü, ve Kıyamet Kehaneti duydum. Şimdi, keşke geçmişte ne dilediğime daha çok dikkat etmiş olaydım diye düşünüyordu.
“O yine doğuyor!” diye haykırdı Gitara. “Onu hissediyorum! Ejderdağı’nın yamacında, Ejder ilk nefesini alıyor! O geliyor! O geliyor! Işık üzerimize parlasın! Işık dünyaya yardım etsin! Karda yatıyor ve gök gürültüsü gibi haykırıyor! Güneş gibi parlıyor!”
Lan yoluna devam ederken güldüğünü fark etti. Nadiren gülerdi, hele kahkaha atmak onun için çok aptalca bir şeydi; ama gülmek, nöbette uyuklayan yorgun adamların yaptığı gibi değiştiremeyeceği şeyler için endişelenmekten daha iyiydi. Ölmek konusunda endişelenmekten farksızdı. Değiştiremeyeceğiniz şeye tahammül ederdiniz.
Eninde sonunda Ölüm herkese gelecekti ve nadiren beklendiği zaman, beklendiği yerde gelirdi.
Öfke insanın görüş alanını daraltır, aptalca seçimler yapmasına sebep olurdu.
Değiştiremeyeceğiniz şeye tahammül ederdiniz.
“Biz mantığı her zaman göremeyiz, ama bir mantık olduğu bilinciyle teselli bulabiliriz. Zaman Çarkı bizi Desen’e kendi dilediği gibi dokur; ama Desen, Işık’ın işidir.”
“Kuralları harfiyen bilmelisiniz ve önce onlarla yaşamayı öğrenmelisiniz ki hangilerini, ne zaman ihlal edebileceğinizi bilesiniz.”