İçeriğe geç

Yedi Kapılı Kırk Oda Kitap Alıntıları – Murathan Mungan

Murathan Mungan kitaplarından Yedi Kapılı Kırk Oda kitap alıntıları sizlerle…

Yedi Kapılı Kırk Oda Kitap Alıntıları

bu resim, kendisine bakanı ancak ona teslim olduğunda içine alıyordu.
Çünkü zannettikleri kadar büyümemişlerdi. Etimizden geçen zamanla, içimizden geçen zaman aynı değildi çünkü.
Bu dünyadaki hiçbir ayrıntı sıradan ve rastgele değildi .
tarihte sıkışıp kalmanın güçlüğünü ancak kahramanlar bilir.
Tarihte sıkışıp kalmanın güçlüğünü ancak kahramanlar bilir .
Bu dünyadaki hiçbir ayrıntı sıradan ve rastgele değildi .
Karşılıklı güven demek ,karşılıklı hesap demekti .
İnsan hayatta yenildiği yeri geç fark ediyordu.O yer geçip gittikten sonra ardına dönüp baktığında çoktan yenilmiş ve yere düşmüş olduğunu görüyordu.
Hayatımız hatırladığımız kadardır .
Bildiğim , toprağın değil dilin vatan olduğudur, insanları kardeş eden dildir .Kan bağı aldatır .Çünkü bağ çözüldüğünde geriye kan kalır .
Aşk, anası, babası, yari gibi sevmekti.
Onu sevmiş olan herkesin gözleriyle birden sevmekti.
Kör olana kadar onu her şeyiyle görmekti.
Onu, çocukluğunu, hatıralarını, alışkanlıklarını, sevgisizliğini, hoyratlığını, bencilliğini, kendine dönüklüğünü , zalimliğini, acımasızlığını, açık şiddetini, saklı şefkatini, ilgisizliğini, kayıtsızlığını, çaresizliğini , küçüklüğünü sevmekti.
Aşk belki de hiçbir zaman sizi sevemeyeceğini bildiğiniz birini, hiçbir zaman geri dönmeyeceğini bildiğiniz büyük fedakarlıklarla, öldüresiye bir umutla sevmekti.
Artık benim hiç olmayacağım zamanlar için istiyorsun benden beni. Neden? Çünkü seni seviyorum. Ve sen sevgimi, ölümle değiş tokuş ederek kendine hayat istiyorsun.
Etimizden geçen zamanla, içimizden geçen zaman aynı değildi çünkü.
Ama ya yanıldıysanız? Vardığınız durağın, bulunduğunuz zamanın doğruluğunu, yolun geri kalanını nasıl anlayacaksınız?
Kanbağı aldatır. Çünkü bağ çözüldüğünde geriye kan kalır.
Ortada kalır.
Batı ile doğuyu yalnızca birer yön olmaktan çıkaran tarihtir. Tarih ayırır. İkiye böler; dünyayı, insanları, kendini…
Kelimeler dünyayı değiştirir. Kelimelere emanet edilen dünya değişir.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Dünya kendi dalgınlığında, ayaklarımızın altında ağır ağır sönüyor.
Birkaç karış kelime yerine, sessizlikte kavranmış doğrular, çok daha iyi bir bağ sağlar yalnızlar arasında. İkimiz de şimdi çok yalnızız. O ölüm karşısında yalnız, ben hayat karşısında. Sessizlikte sağlanmış derin ortaklığın yerini tutabilecek hiçbir kelime bulamamıştır insanoğlu, hiçbir dilde. Bu yüzden hangi dilde konuşsam, ağzımdan bir tek kelime bile çıkmaz.
İnsan ölürken değil yaşarken kimsesiz kalıyor. Bense, hayatta hiç kimsem olmadığını anlayacak kadar yaşadım. Artık çok geç.
Ölümün bütün oyunu da budur zaten. Varmış gibi görünen kurallarını, dilediği zaman kendi bozar. Kuralları hiçbir zaman bilinemeyen bir oyunu, ölümüne oynarsın. Öne sürdüğün hep hayatındır.
Başka biri oldum artık. Başka kapılar açıldı içimde. Öyle bir ışık patlamıştı ki kendime bile yabancı derinliklerimde, hiçbir şey göremiyordum artık. Sevince benzeyen bir ağrı taşıyordum yüreğimde. Hem sevince benzeyen, hem sevinçsizliğe…
Hangi hikayenin kıyısında kendi hikayeniz başlar, bunu kim bilebilir ki?
Küçük bir vazgeçiş anı, her şeye yeter…
Öncesini kör yaşamış ölümle açılan gözler bunlar, diye düşündü.
Ölümle açılan gözlerdeki düşleri tanırdı, bilirdi. Dünyanın hülyasını en iyi onlar görür.
Bazı hikayelerin en çok kahramanlarına yabancı olduğunu bilmiyordu.
Dünya kendi dalgınlığında, ayaklarımızın altında ağır ağır sönüyor.
Kimsenin sevgisi olmayınca, bedeni orada kimsesiz bir köprü gibi duruyor.
Zamanın dikenli dilini kim doğru çözebilmiş ki?
Hiçbir şeye sahiden bakmıyor, hiçbir şeyi sahiden dinlemiyordu. İçinin sesi doldurmuştu bütün varlığını.
Sessizlikte sağlanmış derin ortaklığın yerini tutabilecek hiçbir kelime bulamamıştır insanoğlu, hiçbir dilde.
Birkaç karış yerine, sessizlikte kavranmış doğrular, çok daha iyi bir bağ sağlar yalnızların arasında.
İnsan ölürken değil yaşarken kimsesiz kalıyor.
Hayat karşısında da, ölüm karşısında da kuşlar kadar başıboşum.
Kendi kendine büyüyen hikâyeler, sonunda kimseyi dışarıda bırakmazlar.
Belli, yalnızca yaşamak için istemiyordu hayatta kalmayı; kendini bulmayı tamamlamamıştı daha ve bunu ancak şimdi anlıyordu.
İnsanlaşmanın tehlikeli tuzaklarından biri olan tanım arayışları, içini usul usul yokladığında anlamalıydı oyunun gizli kurallarına yenik düşeceğini, düşebileceğini.
Kimsenin beni bekleme yaşı yoktur aslında. Ama olduğunda ve o yaşın henüz gelmediğine inanmak isterler. Bense, hep umulmadık zamanlarda çıkar gelirim. İnsanların korkusunu, sevgilerimle yeğlerim. Buna kendimi tanıdıkça değil, onları tanıdıkça karar verdim. Sonuçta insanlara canı ben vermiyorum, bu yüzden alması daha kolay oluyor.
Sonuçta, her ölümlü, ölümü merak eder, gene de kendi canıyla, kendi hayatının kişisel tuzağına fazlasıyla kapanmış olduğundan, ölümün işleyişiyle, esrarıyla, öldükten sonrasıyla pek ilgilenmiyordu.
Baba, tepeden tırnağa kendiyle doluydu. Yalnızca kendi ile dolu. Hiçbir şeye sahiden bakmıyor, hiçbir şey sahiden dinlemiyordu. İçinin sesi doldurmuştu bütün varlığını. Dünyayı almıyordu içine. Oğlunu da, dünyanın geri kalanının da pek ayırdında değildi. Hem hiç ölmeyeceklerini düşünüp hem az zamanları kaldığını farkında olan insanların, o cimri ve telaşlı zaman kullanma bilgisine sahiptir.
Herkesin,gerçeğin kendisine yetecek kadarıyla ilgilendiği bir dünyada,gerçek ne işe yarardı ki?
Yaşam her zaman olduğu gibi,kaçınılmazlığın kesinliğini taşıyan trajik bir seçim dayatmıştı ona.
Onu en çok, başkaları adına düşünmek yormuştu
Seni, sonsuz bir zamansızlıktan bekledim, köprünün başında bekledim, çadırın kapısında bekledim, yolunun menzilinde bekledim. Seni daha çok görebilmek için, taş olmak, harç olmak, mala olmak, atın olmak, sadağın olmak, gürzün olmak istedim; umutsuzca bunları hayal ettim.
Hayatımız hatırladığımız kadardır.
Yaşı kaç olursa olsun insan, anası, babası hayattayken kendini hep birilerinin çocuğu olarak hisseder.
İnsanın kendini başka ağızlardan dinlemesi ne tuhaf geliyor akla, kulağa İnsan başkalarının gözünde ne kadar başkalaşıyor. Başkalarının hatırladığı kadarıyla olanımızla, kendimiz ne kadar farklıyız birbirinden
Bugüne kadar yaşadıklarını yeniden yaşamaya gücü yoktu.
Sıradan olmanın lükslerinden biri de buydu belki.Vazgeçmeyi bilme,vazgeçebilme yeteneği..
Herkesin, gerçeğin kendisine yetecek kadarıyla ilgilendiği bir dünyada, gerçek ne işe yarardı ki?
Güven,en önemli şeydir hayatta
Gözlerimin hüzünlü yeşiline çok güvenirdim. Nehir yeşili senin gözlerin derdi eski sevgilim.
Dostluğun bir mitoloji, düşmanlığınsa bir gerçeklik olduğunu erken yaşta yitirdiği ruhu pahasına gördüğü zalim bir dünyada yaşıyordu.
Gene de bir fark vardı aralarında; Robinson’da eziklik, kibirden yoksun bir çıplaklıkken, Crusoe’nun ezikliği kibrin koruyucu kalkanın ardında gizlenmeyi beceriyordu.
Hiç bu kadar kimsesiz gözler görmemişti.
“Başkalarının gözüne nasıl göründüğü, herkes için yakıcı bir sorudur, ama zamanla insan bu tür soruları seyreltir, kendi kabuğuna iyice yerleşir, bütün kemiklerini kabullenir Bazı anlar içinde yaşanırken değil, ancak yazıldıklarında görülürler.”
Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.Zaten galiba öteden beri yoktu
İçinde neye olduğunu tam olarak bilemediği bir kırgınlık,bir küskünlük
kaderin oyununun bu kadarına kendi de şaştı.
Keşfedilmediği için adı konmamış adaların adsızlığıyla,adsızlık sızısı ıssızlığıyla
Hayatımın boşaldığını görüyorum.Ama nereye gittiğini bilmiyorum.
Kendinden başkasını oynamamıştı
Hayatın sahibi ile hayatın yazarı arasında bir benzerlik söz konusu değilken,kitabı nasıl sahici kılabilirdi?
Geçmişte uğradıkları hayal kırıklıklarından, deneyim hasarlarından öğrendiklerini, şimdi yaşadıklarıyla fazlasıyla eşleştirir,hayattan öğrendiklerinin tartışılmaz doğruluğuna fazla yaslanırlar. Eski görünen hikayelerdeki yeni yanları göremezler. İki kadeh şarap, İki satır sohbet sizin hayattan beklediğiniz her şeyi birdenbire vermez size. Az emek, az çaba sonunda her şeyin azına mal olur. Gençliğinize mal olmuş hatalar,geçmişten kalan düş kırıklıkları, yara izleri, içinizin uğradığı hasarlar,hayata kaptırdıklarınız,ümitsizliginizi bunca büyütmüşse hiçbir ümit kalmaz elbet,ama ümit,biraz da yaratılan bir şey değil midir?
Çoğu kez sonunda kendimizi oynamakla yetinmek zorunda kalırız. Bir zamanlarki kendimizin yorgun düşmüş bir gölgesi olarak çoktan ayağa düşmüş kendi hayatımızın üstünde ayak sürürüz. Olmak ya da olmamak bir şey ifade etmez olur artık.
ölene kadar sevmemeye karar vermişti.
açıklık ve içtenlik gerektiren soruları gönülden sormayı beceremiyordu.
Dünya ciddiye alınacak bir yer değildi.
kaderin de edebiyat gibi gönderme yapmayı sevdiğini gösteriyordu.
Koca bir hayat,sanki günün birinde o birkaç cümleyi söyleyebilmek için yaşanmıştı.
Hayatımız hatırladığımız kadardır.
bilmediği sözlerin,anlamadığı duyguların,kendine uzak düşüncelerin sağanağı altında kaybolmuş hissediyor kendini.
Demek ki,aşk bile çekiliyor dünyadan.
benim için gereksiz açıklamalar taşıyan başlangıç konuşmalarını duymasam da olurdu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir