İçeriğe geç

Yazma – Sevgi Duvarı Kitap Alıntıları – Can Yücel

Can Yücel kitaplarından Yazma – Sevgi Duvarı kitap alıntıları sizlerle…

Yazma – Sevgi Duvarı Kitap Alıntıları

Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf âdem olduğumu
Can adında.
Yürek değil, sol yanımda on altı kuruşluk pul Usulsüzüm yolsuzum
Yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
bir güzelin çirkiniydim
çirkinlerin en güzeli
Yolsuzum biletsizim sensizim o gece
Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi
Ne yaşayanlar sade yaşarlar, Ne ölüler sade ölüdür.
Yenilenen sevda, bir toprak kokusu;
Bir kanat çırpıntısı koynunda..
Aşkı öğreneceksin yeni baştan,

Güzel olduğunu öğreneceksin sevdikçe

Geldiğin yollarda değil, Geldiğin şehirdedir sevgilin..
Geldiğin yollarda değil,
Geldiğin şehirdedir sevgilin
Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık, Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin..
Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık,
Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin..
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah, İlk defa görmüş gibi dünyayı, bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi
Babam dünya güzel yer derdi
Sürsün ama sürecek bu garipseme
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Belki de ben ömrümde ilk defa bu gece şairim
Ne köy ne kent olurmuş yalnızlıktan öğrendim
Kuşların pislediği sabahlarda ben buydum
Bir dilim ekmek buldum Tayt* yolundan geçerken Tanrıyı bulmuş gibi öpüp başıma koydum
Ne benim yalanlarım ne de bu haftalarca yağmur Kimseler yıkayamaz ellerinin beyazlığını
Ve artık insanlara acımayacaksın
Aç bir fareydi şiir
Yarım uyaklarıyla uykuları azdıran
Taşı kaldırdım altından bir ölüm kaçtı
Ne bileyim / bir korkunun böyle destan olduğunu
Ellerimde bir göztaşı / gözlerim boş gidiyorum
Ne bileyim / bir damlanın böyle deniz olduğunu
Yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz
Martı yumurtaları gibi dağılmış kayalıklara
Akçıl yalnızlıkları insanların
Sevginin de kendi planları var
Bir denizanasıdır umut
Ta suların ortasında
Açılır
Kapanır
Açılır
Kapanır
Kapanır
Açılır
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi
bin dereden bir kendimi getirdim
haydan gelip huya giden bir huysuz
heyheyler içinde bir heydim
belkim yedi belkim sekiz belaydım
Nedir bu içimde kopuşan sevinç
Ölecek miyim ne
Kuzu gibi olun diyorlar
Büyüyüp ortaya çıkınca
Koyun gibi gütmek için sizi
Ne yaman zor imiş yonca yolması
Bizim memlekette adam olması
O biçim işte bu dünya
Altı kaval üstü şişane
Biliyorum suçluyum razıyım cezama
Çalmadım öldürmedim ama
Daha kötüsünü yaptım
Na’aptım biliyor musunuz Reis Bey
Tuttum insanları sevdim
Sokaklarda çıt çıkmıyor
Sen gideli
Sağır—Dilsiz Okulunda öğretmenim ben
Sen hayallerin peşinden koşarken, hayatın sessizce senden aldıklarıdır kader.
Damlaya damlaya bu öfke
Akkuğulu göl olacak.
Yeniden yaşamaya başlamadan önce
Yapılacak işlerim var
Görülecek hesaplarım
Kötü kişi oldum kendimle
Kendimden özür dilemeliyim
“Belki de, dedim, emzikten kesildikten sonra alıştı dünya kendi tırnaklarını yemeye.
Sevince çocuk oluyor insan
Sen mi kaldın dedim düzeltecek dünyayı
Vurup kapıyı çıktım
Boşluğun kederi göklerden ırak olsun.
-Sanatsız hüznümüz kadar biçare-
Deme, gökler boştur!
Atılan ok, söylenilen şarkı, varılan Allah,
Bunca vücutsuz güzel, fikrim ve erkekliğim Deme gökler boştur!
Dedim: Er kişiye vergidir sevdalar.
Dualar kopuk dualardır, kesilmiş ve yarım; Yorgunluk insan içündür; noksan, ömrümüzçün. Yaşanılmamış zamanlar çalınmış terkemizden;
Ve Eskiler Gidenle gidilmez” demişler madem. Eksik dualarımız üstüne söylendi şiirler,
Toprak testilerde tamam oldu ellerimiz.
Sen, yaşasan yaşasan ölülerle beraber yaşayacaksın,
Sen, ne kapının içinde, Sen ne kapının dışında; Sen, ölsen, ölsen ölümle beraber öleceksin.
İnsan söver mi söver kendi geçmişine.
Bekle, içini döksün, konuşsun hüzün!!
Yaşayanlar üstünde,
Ölüler altında toprağın;
Havasız mavinin civarından
Devam eder bir sonsuz adım;
Bir ardı arkası kesilmedik nefestir;
Yürür bir uğultudur ağır ağır;
Sürdüğünce bir mübarek yolun
Ne yaşayanlar sade yaşarlar,
Ne ölüler sade ölüdür.
Ölümü öğreneceksin yaşadıkça,
Uzanıp ağır ağır öleceksin yaşadıkça
Her şeyimiz, dünya öyle istedi diye!
Düşünürken avuçlarıma doldu
Yaşanacak günlerim
Her şey kendi dilince konuşur;
Karanlık örtse de üstünü
Gecede devam eder renk
Ağacın dalında, rüzgârda;
Her şey kendi rengince konuşur.
Ölüme diyeceği yok;
Ne vakitten bilir ölümünü,
Ne saatten bilir;
Bir başka sefere kaldı hikâye.
Ölüm Allah’ın emriyledir
Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Bütün bizim gurbete çıkmış arkadaşlarımızda görüldüğü gibi insan yalnız kalınca daüssıla demiyeyim ama, kendiliğinden milli temeli arama ya da pekiştirme meyiline kapılır. Bundan dolayı eski şiirleri, eski halk şiirlerini, hatta Divan edebiyatını, Mevlit’i filan okuma ihtiyacı çıkıyor. İşte o sırada İngiliz edebiyatını okurken bunları da okumaya başladım. Ondan dolayı bu şiirlere mistisizmle birlikte bir tarih anlayışı da girdi
Bi kestane fişeği açmış yedi rengimden
Yağıyorum çocukların üstüne..
Öyle parçalandım ki ömrümde
Sevgiyle öfke arasında,
Sevgimi öfke vurdu
Öfkemi sevgi kaçırdı
İçim parçalandı arada
Belki de evde kaldığı için sevgiler
gökyüzü bir kenarda duruyor
aynalı bir çeyiz sandığı gibi
Sen hep böyle güneşli yalanlar söyle
Ben toplarım parçalarını..
Yağmuru raporlu bir bulut..
Mavi bir ışık yandı gözlerimde
Gökyüzü öyle yakın
Çocuklar doğacak çocuklarım
Ve öyle yağmur ki toprak, koklarsın
Ellerim bütün hayvanlar âlemi
Hangi ağacı çalsam açıyor
Uzaylar uslu
Yönlerim yörük
Sağduyularım sol duyu
Mavi kalemlere yordum bu düşü

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir