İçeriğe geç

Yaz Kitap Alıntıları – Kürşat Başar

Kürşat Başar kitaplarından Yaz kitap alıntıları sizlerle…

Yaz Kitap Alıntıları

“Bazen insanların hayatlarını en çok sevdikleri altüst eder”
İnsanın başka yerlerde başka hayatlar kurup kendisini tümüyle bir başkası gibi göstermesi mümkün ama aynaya baktığında gördüğü kendi yüzünden kurtulması mümkün değil. Çoğumuz bir biçimde kendimizi aldatıyoruz. Elbette başkalarını da..
İnsan kitaplarla, hayallerle, kendi odasında, dünyadan başına gelecek her şeyden uzak ve huzurludur.
Plakta, sevgilisine yalanlar söyleyen bir adamın hikayesini anlatan o şarkı çalıyordu.
Elbette sonunda yalnız kalmıştı.
İnsanoğlu dediğimiz ve tek tek bütün tarihe dağılmış benzerlerimizin oluşturduğu o soyut varlık, açgözlü sırtlan sürüleri gibi pervasızca her şeye saldırmış, her yeri yağmalamıştı.
Bunca yıldan sonra anladığım şeylerden biri de şu ki, anılar silinse de, zaman, her şeyi unutturacak bir hızla geçip gitse de, hayatın belli bir yerinde ardımızda bıraktığımızı sandığımız keder bizimle kalıyor.
Dünya üzerinde birbirini en az anlayabilecek iki kişi, birbirine delice âşık olan iki kişidir
Hem zaten insan sevdiğine,
beni seviyor musun diye sorar mı?
Diller birbirinden farklıdır ama duyguları anlatırken birbirine benzer.
İnançlar birbirinden farklı görünür ama aslında çoğu kez ortaktır.
Bir ülkenin şarkısını başka bir ülkede dinleyen insanlar da ağlayabilir.
İnsanlığın asıl zenginliği bu farklılıklarken nasıl olup da binlerce yıl boyunca farklı olanı yok etmeye çalışmanın saçmalığını anlamamış olabiliriz?
Küçükken hepimiz bir an önce hayata atılmak için yanıp tutuşuruz. Bir romanı okurken kahramanın başına neler geleceğini bilmezsiniz ama siz isterseniz bir hile yapar ve ilerleyen sayfaları açıp ne olacağını öğrenebilir hatta kitabın sonunu okuyabilirsiniz.
Ama kendi hayatınızda bunu yapamazsınız. O atıldığınız hayatın sizi nereye sürükleyeceğini, başınıza neler geleceğini, geri dönüp dönemeyeceğinizi hiç bilemezsiniz. Çoğu zaman bildiğinizi sansanız bile
Ama her kitap benim evim gibi oldu.
İçine girip yaşayabildiğim, sanki oradaki insanları tanıyormuş gibi dostluk kurabildiğim, birlikte onların hayatlarını, hüzünlerini, sevinçlerini, korkularını paylaştığım ve belki de asıl önemlisi, kendimi unuttuğum ve hep güvende hissettiğim evim gibi
Kitap bittiğinde o insanlar gitse de istediğim zaman yeniden elime alıp okuyunca geri geldiler. Hiçbiri kendiliğinden beni bırakıp bir yere gitmedi. Kitabın sonunda ölseler bile yeniden başlayınca canlanıverdiler.
Kitapları neden bu kadar çok sevdiğimi anladınız mı?
Zamanla kitapların da kendilerine özgü bir varlığı olduğunu farkettim. Bu biraz zaman aldı. Ama neden bazı kitapları çok sevdiğimi, bazılarından sıkıldığımı düşünürken sevdiklerimin, okurken içimde garip bir kıpırtı, belli belirsiz bir coşku yarattığını anladım. Buna ruh diyordum.
Koskoca bir dünyada kendine bir yer bulmak nasıl böyle zor olabilir ki? Aslında herkesin yaşamak istediği bir yer olmalı ama sanırım hiçbirimiz gerçekte olmak istediğimiz yeri bulamıyoruz ve hepimiz bize sorulmadan bırakıldığımız bir yerde yaşamaya çalıştığımız için böylesine şaşkınız.
Belki de insanlar bu yüzden neresi olduğunu bilmediği ama her nedense ait olduğunu sandığı bir başka yere gitmeye çalışıyor
Özlemek, onun yokluğunda duyduğum her şeyi kapsayacak kadar büyük bir sözcük değildi.
İnsanın kalbini dinlemek için her şeyi hiçe saydığı zamanlar vardır ve hiçe sayamadığı zaaflar.
Kendinizden, hayatınızdan çok uzaklara gitmek, kaçmak isteyip aksine bütün o yolculuğun görüntülerinden, farklı hayatlardan, parcalanmalardan sonra aslında yine kendinize, çocukluğunuza döndüğünüzü ve hayatta kaçamayacaginiz şeyin kendiniz olduğunu hissettiniz mi hiç?
Sanırım insan bir şeye inanmak isterse, ne olursa olsun, kaç yaşına gelirse gelsin fark etmiyor, inanıyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yazarak her yere gidebileceğimi , istediğim herkesle arkadaş olabileceğimi, bütün sırları çözebileceğimi , kimsenin orada bana kötü davranmayacağını , zamanın içinde gezebileceğimi ve hayatın içinden neyi beğenirsem onu seçip ötekileri ayıklayabileceğimi öğrendim. Hayatı değiştirebileceğimi
Ama sonunda pek fazla birşey değişmemişti. Birileri daha büyük evlerde otururken ötekiler daha küçük evlerde oturuyor, herkes daha büyük bir evde oturmak için çabalıyor ama sonunda herkes kendi sığacağı kadar küçük bir toprak parçasına gömülüp unutuluyor.
Hepsi buydu.
Bütün bir hayat buydu işte.
Hep bir yerlere giden insanlar vardı ama ben onlara bakıyordum yalnızca
Kendimi bildim bileli, bulunduğum yerde değil, başka bir yerdeydim ve yaşadığım zamanda değil, başka bir zamandaydım.
Birinin hayatında yerin yok ama kalbinde var. Kalpler mi, yoksa hayatlar mı daha büyük ?
Bazen insanların hayatını en çok sevdikleri altüst eder.
“ Artık kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya…”
Çocukluk ancak anılarda, belleğin karmaşık katmanları arasında bir yerlerde, başkalarına anlatılamayan kokularda, sırlarda kalır. Ancak sözcüklere dökülebilir.
O yüzden de herkese göre başkadır ve her keresinde başka türlü anlatılır.
Beni büyüleyen her zaman sözcükler oldu.
Bazı insanlar her şeyi görerek anlar. Bense hayatı anlatılanlardan, kendi kafamda kurduğum cümlelerden anlamayı seçtim. Sözcükler hayal gücünüzü kullanmanızı sağlar, görüntülerse sınırlar.
Kim bilir, belki de gerçekten gizemli olan bir şey var, hepimiz için ayrı ayrı yazılmış, şifreli bir yazı gibi, ne yaparsak yapalım bizi yine o kurguya çeken, kendi verdiğimiz kararlarla hayatımızı kurduğumuzu sanırken aslında önceden tasarlanmış bir sahnenin oyuncusu yapan
İnsan birini çok sevebilir ama ondan vazgeçebilir. Onu özler, yokluğunu hisseder ama zamanla çok büyük bir acı duymadan yalnızca küçük bir sızıyla, bir gülümsemeyle hatırlayıp geçebilir.
Oysa bazen insan birini öyle sever ki, ondan ne olursa olsun, ne çok acı çekerse çeksin, başına ne gelirse gelsin vazgeçemez.
Birini sevmekle ondan vazgeçememek farklıdır.
Birileri daha büyük evlerde otururken ötekiler daha küçük evlerde oturuyor, herkes daha büyük bir evde oturmak için çabalıyor ama sonunda herkes ancak kendi sığacağı kadar küçük bir toprak parçasına gömülüp unutuluyor.
Hepsi buydu.
Bütün bir hayat buydu işte.
Şimdi insanlar gökyüzüne yükselen dev binalarda yaşıyor. Bense yan yana dizilmiş küçük evlerin önünden geçerken selam verip kapılarını çalabildiğim eski zaman kentlerinden birinde yaşamak istedim hep.
Kendimi herkesin gideceğine, her zaman yalnız kalacağıma alıştırmaya çalışıyordum aslında.
Belki de birine bağlanmaktan, birini çok sevmekten hep bu yüzden korktum.
İnsan hep uzaklarda gördüğü sarayları hayal ediyor ama evinden daha büyük, daha ışıklı bir saray yok..
Erkekler bir kadının hayatına girmeyi zor sanırlar, aslında bir kadının hayatından çıkmak zordur.
Belki de böyle bir şeydi aşk, buradayken bile onun yanında olmaktı.
Bir zamanlar bisikletle dolaştığımız boş sokaklarda şimdi arabalardan yürünmüyor..
Ama işte hayat güldüğünüz şeyleri başınıza getirip size gülüyor sonunda..
Çünkü insan kitaplarla, hayallerle, kendi odasında, dünyada başına gelecek her şeyden uzak ve huzurludur.
Diller birbirinden farklıdır ama duyguları anlatırken birbirine benzer. İnançlar birbirinden farklı görünür ama aslında çoğu kez ortaktır. Bir ülkenin şarkısını başka bir ülkede dinleyen insanlar da ağlayabilir. İnsanlığın asıl zenginliği bu farklılıklarken nasıl olup da binlerce yıl boyunca farklı olanı yoketmeye çalışmanın saçmalığını anlamamış olabiliriz?
Kendinizden hayatınızdan çok uzaklara gitmek, kaçmak isteyip aksine bütün o yolculuğun görüntülerinden, farklı hayatlardan,parçalanmalardan sonra aslında yine kendinize,çocukluğunuza döndüğünüzü ve hayatta kaçamayacağınız tek şeyin kendiniz olduğunu hissettiniz mi hiç?
Hiçbirimiz gerçekte günün birinde rastladığımız birinin hayatımızı nasıl değiştireceğini bilmiyoruz.
Bazen bir coğrafyanın saati, orada yaşayan herkesin saatiyle aynı olmaz.
Mutluyken zamanın geçmesini istemeyiz, durdurabilmeyi, o an’ı bir fotoğraf karesi gibi saklayabilmeyi ve sonsuza dek onu yaşamayı özleriz. Oysa acı çektiğimizde zaman hiç geçmeyecek, hayat hep böyle sürecek sanırız.
Uzun yıllar sonra, artık hayatımın ortalarına geldiğim günlerde, bir akşam anladım ki pek çok insanın hayatının içinden geçmişim.
Ama yalnızca geçip gitmişim.
Onlarla geçirdiğim zaman da, unutulmaz sandığım anlar da geçip gitmiş. Hayatıma sayısız insan girmiş ama çoğu birbirini hiç tanımamış bile.
Hayaller, oturabileceğiniz en büyük evdir.
İnsan kitaplarla, hayallerle, kendi odasında, dünyada başına gelecek her şeyden uzak ve huzurludur.
Kendinizden hayatınızdan çok uzaklara gitmek, kaçmak isteyip aksine bütün o yolculuğun görüntülerinden, farklı hayatlardan,parçalanmalardan sonra aslında yine kendinize,çocukluğunuza döndüğünüzü ve hayatta kaçamayacağınız tek şeyin kendiniz olduğunu hissettiniz mi hiç?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir