Italo Svevo kitaplarından Yaşlılık kitap alıntıları sizlerle…
Yaşlılık Kitap Alıntıları
– Nereye gidiyorsun?
– Umutsuzluğumu birazcık gezintiye çıkaracaktım.
– Umutsuzluğumu birazcık gezintiye çıkaracaktım.
başına neşeli ya da beklenmedik hiçbir şey gelmemişti. Felaketler ta uzaktan belirmiş, yaklaştıkça belirginleşmişlerdi; felaketin yüzüne uzun uzun bakacak zamanı bulmuştu, başına çöktüğünde de -en sevdiklerinin ölümü ya da yoksulluk- çoktan hazırdı zaten. Bu yüzden acısı daha uzun sürmüş ama o kadar şiddetli olmamış, karşılaştığı yığınla felaket onu hüzünlü kıpırtısızlığından silkeleyememişti.
Kafası işleyen bir erkek ötekilerden bambaşka oluyor.
ne kadar farklıydı bu kadın. Açıkça söylemeksizin, niyetini belirtmeksizin, sevecenlikle, safça anlatıyordu sevgisini, öteki ise duyarlılığını açığa vurmaya niyetlendiğinde, kabarır, harekete geçmek için hazırlık gerektiren bir makine gibi kurulurdu.
Kılı kırk yaran yapayalnız yaşantısında düşüncesiyle sözlerini hiçbir zaman yöneldikleri kulaklara uydurmayı bilememişti.
Bütün yaşamayanlar gibi, kendini en yüce ruhtan daha güçlü, en inanmış karamsardan daha umursamaz sanmıştı
Sanki ona evrenin ve kendi varlığının sırrını açıklamışlarcasına düşünceliydi; uçsuz bucaksız dünyada şu Tanrı’nın lütfu dedikleri şeyi bir türlü bulamamış gibi ağlıyordu.
Hayat elimden uçup gitti, dedi kendi kendine.
Ne tuhaf, diye geçirdi aklından, Bana öyle geliyor ki insanlığın yarısı bu dünyada yaşamak için bulunuyor, öteki yarısı ise başkalarının yaşamına hizmet etmek için.
Hepsi de kendi suçunun anılarıydı.
Ölümün görüntüsü bir zihni tümüyle kaplamaya yeterlidir.
Ve ben seni sevdim, dedi,
Ama Angiatina’ya böyle güçlü şekilde bağlanmış olmasının sebebini de anlamak irnkansızdı. Evle iş arasında bölünmüş anlamsız hayatında başına gelen başka herhangi bir dert, onun yanındayken kolayca silinip gidiyordu.
Kimbilir, belki de bana yer kalmamıştır, diye düşündü.
Evet, Angialİna kendisi için her zaman önemliydi.
Tüm acılarını biriktirmek istiyor ve o andaki tıkanmışlığının üstesinden gelmek için yeterli gücü hissetmiyordu içinde.
Mevsim de çok iç karartıcı geçiyordu.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Sanat onu iyileştiriyor muydu ne?
İstemezse beni hiç görmeyecektir, ona görünmeyeceğim bile.
Sahiden ben neden Angiolina’yı terk ettim ki? diye sordu.
Belki de kız, ona geri dönmeyi isterdi.
Adam ona sırılsıklam aşık! Giulia’yı senin beni sevdiğinden çok seviyor.
beni sevdiği gibi başka daha çok kişiyi seviyor sanırım. Çok narin bir ruh.
Onu seven ve ona hayranlık duyan bu iki ılımlı insanın arasında çok daha iyi hissediyordu kendini.
Balli’nin iki sevgilinin arasına girmesi de talihsiz bir çabaydı.
Balli’nin iki sevgilinin arasına girmesi de talihsiz bir çabaydı.
, bu sevginin birazının da kendisine yansımasından mutluluk duyuyordu.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Kız kendisini seviyordu, onun da kızı sevmesi iyi olmaz mıydı. Şikayet edecek nesi vardı ki?
İlişki kurduğum kadınların hiçbiri, karımı üzecek türden değildir.
Yüzü, geçmişte kalmış güzelliğinin izlerini taşıyordu halen;
Senin bana ihtiyacın mı var ki artık?
Ayışığı o karanlık rengi değiştiremiyordu.
Yıllardır duymadığı bir duygu kapladı içini, düşünceler, sözcükler yüreğinin ta derinliklerinden fışkırıyordu sanki: Durgun, keyiften yoksun yaşamının o anına garip,
unutulmaz bir haz, huzur veren bir ferahlıktı bu. Bir kadın dahil oluyordu o yaşama !
unutulmaz bir haz, huzur veren bir ferahlıktı bu. Bir kadın dahil oluyordu o yaşama !
İşin aslını tam da anlamamıştı ama karşısındaki erkeğin, vazifesi olmamasına rağmen onu tehlikelerden uzak tutmaya çalışıyor olmasından pek hoşlanmıştı. Kendisine sunulan sevgi böylece, gözüne tatlı bir ağabeyin sevecen ilgisi gibi göründü.
Otuz beş yaşını devirmekteyken, yüreğinde, o yaşına dek tatmin etmemiş olduğu bir zevk ve aşk isteği vardı, yaşamanın tadını çıkaramadığından daha bu yaşta mahzunlaşmıştı.
Seni çok seviyorum ve sırf senin iyiliğin için istiyorum ki çok ihtiyatlı davranalım.
..Acım mı daha büyük,
pişmanlığım mı kestiremiyorum..
pişmanlığım mı kestiremiyorum..
”Ama acıdan kurtulmak ne kadar da güçmüş!.. ”
Hayat , elimden uçup gitti..
Ölen ölüyor, insanı ancak yaşayanlar avutabiliyor.
Kendisi ve kız kardeşi, hayatı bunca ciddiye alarak, ne büyük suç işlemişlerdi..
Acım mı daha büyük yoksa pişmanlığım mı ? Kestiremiyorum.
Bir daha asla düş kurmayacağım, diye geçirdi aklından..
Nereye gidiyorsun?..
+ Hayal kırıklığımı azıcık gezdireceğim. ‘
+ Hayal kırıklığımı azıcık gezdireceğim. ‘
..o anıyı yüreğinde sakla.
Benim ol ve gerçeği söyle bana, söyle ki yüreğimde kuşku kalmasın .
Tek cezalandırdığı kendisiydi aslında..
öyleyse ne demeye yaşıyordu ki bu kızcağız ?
Hiç kuşkusuz Tabiat Ana’nın bir hatasıydı .
Hiç kuşkusuz Tabiat Ana’nın bir hatasıydı .
Zihnimdeki hayaller, cehennemime dönüşüyor
Bana öyle geliyor ki insanlığın yarısı bu dünyada yaşamak için bulunuyor, öteki yarısı ise başkalarının yaşamına hizmet etmek için.
Yaşayanların ihtiyacı var bizlere.
Ölüm düşüncesi bedenimizin bir parçası, bir illeti gibidir. İrade, ne kabullenir onu ne de reddedebilir.
Her şeye karşı öyle ilgisizim ki asıl buna üzülüyorum.
İnsanlığın yarısı sanki yaşamak için gelmiş, öteki yarısı ise onların yaşamına hizmet için!
Ölümün görüntüsü bir zihni bütünüyle kaplamaya yeter. Onu tutmak yada itmek için muazzam bir çaba gerekir, çünkü hücremiz onu bir kez yakında hissetikten sonra, her an dehşetle anar, yaşamı sakınma eyleminde bile onu uzaklaştırmaya çabalar, oysa ölüm düşüncesi bedenimizin bir niteliği gibidir, adeta bir illettir. İradenin gücü ne onu çağırmaya, ne de itmeye yeter
Kendi zayıflığının bilincinde ve buna hiç direnmeden boyun eğmeye hazırdı.
Sana bir zarar vermemek için senden vazgeçebilirim.
Dürüstlüğünü azaltıp kurnazlığını artırsa daha iyi olmaz mıydı acaba?
Namuslu kadınlar nasıl değerli olacaklarını bilirler; bu onların sırrıdır. Namuslu olmak yada hiç değilse öyle gibi görünmek lazım.
Sana kötülük etmemek için senden vazgeçebilirim.
Yaşamında hırsızlığı, insan öldürmeyi, ırza geçmeyi düşlediği bile olmamış değildi. Bir suçlunun cesaretini, gücünü ve kötülüğünü kendinde duymuş, suçların sonuçlarını, her şeyden önce de cezasız kalmayı düşlemişti. Ama sonra düşle doyuma ermiş, yeryüzünden yok etmeyi dilediği şeyleri eskisi gibi karşısında bulmuş, vicdanını rahatlatıp susmuştu. Suç işlemişti ama kimseye zarar vermiş değildi. Şimdiyse düş gerçek olmuştu, onun gerçekleşmesini dilemiş olan kendisi de apışıp kalmıştı, düşünü tanıyamaz olmuştu, çünkü eskiden görünümü bambaşkaydı.
Kendi kendisini dehşetten ürperten bir cümle buldu; “Ya çıldırmış ya da ölüyor!” Ah, ölüm! İlk kez Amalia’nın öldüğünü, yok olduğunu kafasında canlandırdı, işte o zaman Angiolina’yı artık sevmediğini fark eden kendisini yapayalnız görüyordu; o güne değin elinin altında bulunan o mutluluktan yaşamını korunmaya ve özveriye ihtiyaç duyan birine adama mutluluğundan yararlanmayı bilememiş olacaktı. Amalia ile birlikte her türlü tatlı umut da halatından silinip gidiyordu. Yüreğinin en derin yerinden gelen bir sesle, “Acım mı daha büyük yoksa pişmanlığım mı, kestiremiyorum,” dedi.
Elveda Angiolina. Ben seni kurtarmak istedim, sense benimle eğlendin .
Eğer o benim olmuş olsaydı böylesine acı çekmedim .
Yanılıp da aşka düşenleri küçümsemiş, hatta nefret etmişti onlardan. Kendi yüreğindeki her türlü başkaldırıyı da dizginlemişti. Aldatılmıştı!
Sevdasını dile getirmedikçe, başını kuma gömüp kimse tarafından görülmediği düşünen devekuşu gibi güvende hissediyordu
Kimin için yaşıyordu ki sanki, ne için?
Eğer ömründe bir kez olsa, bir halatı zamanında çözüp bağlamak zorunda kalmış olsaydı, eğer ufacık da olsa bir yelkenin yazgısı onun ellerine bırakılmış olsaydı, sesiyle rüzgarın ve denizin uğultusunu bastırmalarını isteselerdi şimdi bu kadar zayıf, bu kadar mutsuz olmazdı.
(..) bana öyle geliyor ki, insanlığın yarısı bu dünyada yaşamak için bulunuyor, öteki yarısı ise başkalarının yaşamına hizmet etmek için.
Ölen ölüyor, insanı ancak yaşayanlar avutabiliyor.
Ölüm düşüncesi, bedenimizin bir niteliği, bir illeti gibidir. İrade, ne çağırır onu ne de iter.
Her şey paylaşılacak olsa hiç kimseye hiçbir şey kalmaz ki.
(..) insanın küçük doğası aşkın somutlaşmasıyla yozlaşıyor, aşağılanıyordu.
Her şey anlamsızdı, o her şeye egemendi.
Düşündü ki, anlatmak istediği gerçek, yıllar önce gerçek diye yutturmayı başardığı düşlerden daha inanılmazdı.