Steen Eiler Rasmussen kitaplarından Yaşanan Mimari kitap alıntıları sizlerle…
Yaşanan Mimari Kitap Alıntıları
“Mimariden, tıpkı doğayı seven bir kimsenin bitkilerden hoşlanması gibi hoşlanmak mümkündür.”
Örneğin sabahleyin banyoya giren bir kimse ıslık çalma ya da şarkı söyleme eğilimi gösterir. Banyo hacim olarak küçük olsa bile, seramik kaplı yerler ve duvarlar, porselen lavabo ve su dolu küvet sesi yansıtan, dahası bazı ses tonlarını güçlendiren bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden sesinin tınlamasından etkilenen insan kendini yeni bir Caruso gibi hayal eder.
Kuzeye bakan odalar, serin atmosferi ve belirgin tonları ile eşyalarımızı en güzel şekilde gösteren bir ortama sahiptir. En güzel tablolarımızı böyle odalara asarız.
Geçmişteki birçok başarılı ev tasarımında, odaların karakterindeki bu farklılıklardan yararlanılmıştır.
Geçmişteki birçok başarılı ev tasarımında, odaların karakterindeki bu farklılıklardan yararlanılmıştır.
Bir şeyin göründüğünden farklı olduğunu keşfetmek rahatsız edicidir. Bilinçli tasarlanan mimaride, ufak oda ufak, büyük oda büyük görünür. Bu özellikleri saklamak yerine rengin akıllıca kullanımıyla vurgulamak gerekir. Ufak bir odanın koyu ve yoğun tonlarda boyanması gerekir ki, sizi saran dört duvarın oluşturduğu yakın ortamı hissedebilesiniz. Büyük bir odada kullanılan renk düzeni ise, bir duvardan diğerine olan uzaklığı iyice hissedebilmeniz için, açık ve hafif olmalıdır.
Genelde nedenini tam olarak bilemesek de, belirli renkleri belirli şeylere yakıştırırız. Örneğin yiyeceklerin kendi doğal renklerinde olmaları bizim için önemlidir. Eğer onları renklerini değiştiren bir ışık altında görürsek iştah kesici olurlar. Belirli renkler, bilinen psikolojik etkilere sahiptir. Örneğin kırmızı ateşli, heyecan verici bir renktir; yeşil ise dinlendiricidir. Fakat birçok rengin anlamı farklı uygarlıklarda değişir.
Günümüzde birçok evde, herhangi bir sanatsal amacı olmadan her yönden gelen ışık, karışık bir kamaşma oluşturmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
Çünkü üslubu yaratan, malzeme, konu, zaman ve insandır.
Bazı şehirlerde evlerin üst katlarının sokağa doğru genişlemesi toprağın ne kadar pahalı olduğunu açıkça gösterir.
Londra’daki Regent Street’te kira kontratlarında evlerin tüm cephelerinin boyanması şart koşuluyordu. Cepheler her yıl bir kere yıkanmalı ve dört yılda bir de boyanmalıydı. Pahalı ama zarif bir gelenekti bu.
Yüzyılın sonlarına doğru bu düzgün, renkli cepheler aldatıcı sayılmaya başlandı. Bir evin cephesinin boyanması, bir hanımefendinin yüzünü boyaması kadar eleştiri görüyordu.
Yüzyılın sonlarına doğru bu düzgün, renkli cepheler aldatıcı sayılmaya başlandı. Bir evin cephesinin boyanması, bir hanımefendinin yüzünü boyaması kadar eleştiri görüyordu.
Kil hayattır, alçı ölüm, mermer ise yeniden diriliş.
“Eğer bir resim renklerini yitirirse bir sanat eseri olmaktan çıkar. Bu mimari için geçerli değildir. Çünkü yapı sanatı öncelikle biçimle ilgilidir; mekanın bölünmesi ve biçimlendirilmesini ele alır.”
Ritmin uyarıcı etkisinin gizemli bir yanı vardır. Ritmi neyin yarattığını kolaylıkla açıklayabilirsiniz ama ritmin ne olduğunu anlamak için onu kendi içinizde yaşamanız gerekir. Müzik dinleyen bir kimse ritmi, düşüncenin ötesinde kendi içinde varolan bir şey olarak algılar. Ritmik bir şekilde hareket eden insan, hareketi kendisi başlatır ve onu kontrol ettiğini hisseder. Fakat kısa bir süre sonra ritim kişiyi kontrol etmeye başlar ve hareketlerini yönlendirir.
Kesin matematiksel orantılarla çalışmak ruhu sevindirir, dolayısıyla basit orantılı tellerin oluşturduğu tonlar kulağa hoş gelir.
Hearn’e göre Hareketliliğini engelleyen her tür eşyayı kullanmayarak, olabildiğince az miktarda giyecekle yaşama yeteneği, Japon ırkının yaşam savaşında sahip olduğu avantajın yanında, bizim uygarlığımızdaki bazı zayıflıkları da gösterir.
..
..
Japonların hayal gücü iki boyutlu, bizimkisi ise üç boyutludur. Fakat kendi sınırları içinde Japon sanatı mükemmeliğin doruğuna ulaşmıştır. Tam da modern Batı kültüründe açığa çıkarmaya çalıştığımız özellikleri kullandığı için Japon sanatının bize iletebileceği bir mesaj vardır. Japonların tüm yaşam ve düşünce biçimlerinde, bizim ulaşmaya çalıştığımız bir özgürlük vardır.
Japonlar, perspektif kuralları açısından düşünmekte zorluk çekerler; resimlerine yerleştirdikleri evler soyut çizgilerden oluşan bir sisteme dönüşür. Bu özellik, onların gerçek mimarilerini de tanımlar.
Gerçek şudur ki, kurallara alıştıktan sonra, bunlara uyan binalar sıkıcı gelmeye başlar. Bu yüzden, bir mimar binasının gerçek bir deneyim olmasını istiyorsa, binaya bakanları aktif gözlem yapmaya yönlendiren biçimleri ve biçim bileşimlerini kullanmak zorundadır.
Görmek, bakanın çaba göstermesini gerektirir.
Zaman zaman, ağırlık hissi vermek için, tuğla ile yapılan binaların duvarlarına derin eklemli kesme taşlardan yapılmış görüntüsü verilir. Burada amaçlanan insanları kandırmak değil malzemeye sanatsal bir yorum getirmektir.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Başka hiçbir sanat mimarlıktan daha soğuk ve daha soyut biçimler kullanmaz. Ama aynı zamanda, başka hiçbir sanat beşikten mezara insanın günlük yaşamıyla bu denli yakından ilgili değildir.
Bahçesi için düşündükleri ne kadar güzel olursa olsun, eğer bahçıvan bitkileri doğru seçmemişse başarısız olacaktır.
Mimar, başkalarının çalacağı bir müziği bestelemektedir.
Mimariyi görmek yetmez, aynı zamanda onu yaşamamız gerekir. Bir binanın özel bir amaç doğrultusunda nasıl tasarlandığını, belirli bir dönemim ritim ve kavramlarına nasıl uyum gösterdiğini görmelisiniz.
Görmek, bakanın çaba göstermesini gerektirir. Hiçbir şey yapmadan, sadece gözün retinasına görüntünün düşmesini sağlamak görmek için yeterli değildir.
Bir kültürel ortamda doğru ve doğal olan bir şey başka bir ortamda yanlış olabilir; Bir kuşak için çok doğru olan bir şey, bir sonraki kuşak yeni zevkler ve alışkanlıklar edinince saçma görülebilir.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Mimari görmek yetmez, aynı zamanda onu yaşamamız gerekir. Bir binanın özel bir amaç doğrultusunda nasıl tasarlandığını, belirli bir dönemin ritim ve kavramlarına nasıl uyum gösterdiğini görmelisiniz. Odaların içinde yaşamalı, duvarların sizi nasıl çevrelediğini hissetmeli, bir odadan ötekisine ne kadar doğallıkla geçildiğini görmelisiniz. Dokusal etkilerin farkına varmalı, neden özellikle bazı renklerin kullanıldığını ve renk seçiminde odanın pencerelere ve güneşe göre konumunun nasıl bir etkisi olduğunu keşfetmelisiniz.
Görmek, bakanın çaba göstermesini gerektirir.
Mimari, sadece cephelere planlar ve kesitler eklemekle gerçekleştirilmez. Bundan daha başka ve daha fazla bir şeydir. Ne olduğunu kesin bir biçimde anlatmak imkânsızdır, sınırları tam tanımlanmamıştır Sonuçta, sanat, anlatılmamalı yaşanmalıdır.
Mimar aynı bir heykeltıraş gibi biçim ve hacimle, bir ressam gibi de renklerle çalışır. Fakat bu üç sanatçının içinde sadece mimarın sanatı işlevseldir. Mimar, pratik sorulara çözüm bulur. İnsanlar için araçlar ve aletler yaratır.
Mimar herhangi bir inşa sanatında eğitim görmüşse, binanın her parçasının nasıl üretildiğini bilir. Zihninde malzemeleri hazırlar ve bunları büyük bir yapıda bir araya getirir. Değişik malzemelerle çalışmak, başlangıçta şekilsiz olan taş ve ahşabın belirli bir bütüne dönüşmesini görmek, mimara haz verir.
Mimar bir tür tiyatro prodüktörüdür. Yaşadığımız mekanları planlayan kişidir. Karşılaşacağımız sayısız durum, bizim için yarattığı çevreye bağlıdır. Mimar amacına ulaştığında, misafirleri için her türlü konforu sağlamış bir ev sahibi gibidir; onun misafiri olmak zevkli bir tecrübedir. Ama onun bu prodüktörlük işi birkaç nedenden dolayı zordur. En başta, aktörleri sıradan insanlardır. Mimar, onların doğal olarak nasıl davrandıklarını bilmelidir, yoksa tüm projesi fiyaskoyla sonuçlanır.
“Mimar aynı bir heykeltıraş gibi biçim ve hacimlerle, bir ressam gibi de renklerle çalışır. Fakat bu üç sanatçının arasında sadece mimarın sanatı işlevseldir.”
Mimariyi bir sınav kağıdı gibi değerlendirmek -yani bir binaya 10, diğerine 9 vermek- mimarinin verdiği zevki bozmak demektir. Bu çok riskli bir iştir. Mimariyi değerlendirmek için kesin kurallar ve ölçütler koymak olanaksızdır. Çünkü her değer verilecek bina -tüm diğer sanat eserlerinde olduğu gibi- kendine has standartlara sahiptir. Karşısınızdaki binayı her şeyi en iyi ben bilirim edasıyla ele alırsanız, kendini kapayacak ve size söyleyecek hiçbir şeyi olmayacaktır. Buna karşın yeni izlenimlere açıksanız, bina kendini size açacak ve gerçek özünü sergileyecektir.
Bir şeyin göründüğünden farklı olduğunu keşfetmek rahatsız edicidir.
Eğer daha fazla bir şey öğrenmek niyetinde değilsek, başka bir şeyin farkına varmayız. Ama ilgilenirsek, daha ileri gideriz.
Dickens’a göre sokaklar, hepsi kendine özgü sesiyle konuşan ve ilginç bir karakteri canlandıran evlerin yer aldığı bir tiyatro oyunuydu.
Görmek, bakanın çaba göstermesini gerektirir.
Hiçbir şey yapmadan, sadece gözün retinasına görüntünün düşmesini sağlamak görmek için yeterli değildir
Hiçbir şey yapmadan, sadece gözün retinasına görüntünün düşmesini sağlamak görmek için yeterli değildir
İnsanoğlu önce yaptığı araçlara kendi damgasını vurur, daha sonra bu araçlar insanı etkileri altına alırlar.
Bir kültürel ortamda doğru ve doğal olan bir şey başka bir ortamda yanlış olabilir; bir kuşak için çok doğru olan bir şey, bir sonraki kuşak yeni zevkler ve alışkanlıklar edinince saçma görülebilir.
Bir sanatın enstrümanını tanıtmak bir fizikçinin bir mekanizmayı anlatması gibi kolay olmuyor.
Insanoğlu önce yaptığı araçlara kendi damgasını vurur, daha sonra bu araçlar insanı etkileri altına alırlar. Sadece yararlı nesneler olmaktan öte bir konuma gelirler.
Görmek, bakanın çaba göstermesini gerektirir. Hiçbir şey yapmadan, sadece gözün retinasına görüntünün düşmesini sağlamak görmek için yeterli değildir.
Hiçbir şey gereksiz değildir. Her şey görkemli bir bütün oluşturur.
Mimariyi görmek yetmez, aynı zamanda onu yaşamamız gerekir. Bir binanın özel bir amaç doğrultusunda nasıl tasarlandığını, belirli bir dönemin ritim ve kavramlarına nasıl uyum gösterdiğini görmelisiniz. Odaların içinde yaşamalı, duvarların sizi nasıl çevrelediğini hissetmeli, bir odadan ötekisine ne kadar doğallıkla geçildiğini görmelisiniz. Dokusal etkilerin farkına varmalı, neden özellikle bazı renklerin kullanıldığını ve renk seçiminde odanın pencerelere güneşe göre konumunun nasıl bir etkisi olduğunu keşfetmelisiniz.
Dickens’a göre sokaklar, hepsi kendine özgü sesiyle konuşan ilginç bir karakteri canlandıran evlerin yer aldığı bir tiyatro oyunuydu. Fakat bazı sokaklar öylesine garip bir geometrik doku ile doluydu ki, Dickens bile onlara yaşam veremiyordu.
Architecture is not produced by the artist himself as, for instance, paintings are. A painter’s sketch is a purely personal document; his brush stoke is as individual as his hand-writing; an imitation of it is a forgery. This is not true of architecture. The architect remains anonymously in the background. Here again he resembles the theatrical producer. His drawings are not an end in themselves, a work of art, but simply a set of instructions, an aid to the craftsmen who construct his buildings. He delivers a number of completely impersonal plan drawings and typewritten specifications. They must be so unequivocal that there will be no doubt about the construction. He composes the music others will play. Furthermore, in order to understand architecture fully, it must be remembered that the people who play it are not sensitive musicians interpreting another’s score- giving it special phrasing, accentuating one thing or another in the work. [..]. Behind them is the architect who organizes the work, and architecture might well be called an art of organization. The building is produced like a motion picture without star performers, a sort of documentary film with ordinary people playing all the parts.
A campfire on a dark night forms a cave circumscribed by a wall of darkness. Those who are within the circle of light have the secure feeling of being together in the same room.
At various times and in the most diverse civilizations efforts have been made to create perfectly smooth, firm surfaces. In ancient times the Egyptians and Greeks produced smoothly polished sculpture of unsurpassed beauty. And in distant countries where fine old traditions are kept up you can find even the most utilitarian articles of porcelain, stoneware, wood, or lacquer, as smooth and precise in textural character as the pebbles of the sea. [ ]. But when modern civilization comes to these countries gimcrack, trashy things often follow in its wake. You see them in cheap shops under glaring electric lights: gaudy mirrors, vulgar radio cabinets of glossy veneer, fantastic bric-a-brac and all the rest. How bogus and ugly they are compared to the simple, genuine articles in the shop next door!
There is something mysterious about the stimulating effect of rhythm. You can explain what it is that creates rhythm but you have to experience it yourself to know what it is like. A person listening to music experiences the rhythm as something beyond all reflection, something existing within himself. A man who moves rhythmically starts the motion himself and feels that he controls it. But very shortly the rhythm controls him; he is possessed by it. It carries him along. Rhythmic motion gives a feeling of heightened energy. Often, too, it occupies the performer without any conscious effort on his part so that his mind is free to wander at will- a state very favorable to artistic creation.
Whether it makes an impression on the observer, and what impression it makes, depends not only on the work of art but to a great extent on the observer’s susceptibility, his mentality, his education, his entire environment. It also depends on the mood he is in at the moment. The same painting can affect uns very differently at different times. Therefore it is always exciting to return to a work of art we have seen before to find out whether we still react to it in the same way.
Bilinçli tasarlanan mimaride, ufak oda ufak, büyük oda da büyük görünür.
Karanlık bir gecede yakılan kamp ateşi, çevresi karanlığın duvarlarıyla çevrili ışıktan bir mağara oluşturur.
Çünkü üslubu yaratan, malzeme, konu, zaman ve insandır.
Bir kültürel ortamda doğru ve doğal olan bir şey başka bir ortamda yanlış olabilir; bir kuşak için çok doğru olan bir şey, bir sonraki kuşak yeni zevkler ve alışkanlıklar edinince saçma görülebilir.
Bazı mimari problemlerin en başarılı çözümleri görsel etkilerin kullanımında yatar ve bazı mimarlar en başarılı eserlerini bu tür dramatik mimari alanında gerçekleştirmişlerdir. Aslında, bazen tüm bir çağ en gerçek ifadesini bu tür bir mimaride bulmuştur.
Dar ve karanlık geçitten güneşli avluya çıktıktan sonra, gölgeli ve serin bir boşluğu çevreleyen yuvarlak bir tapınak gibi duran kilise girişini görmek, nefes kesici bir deneyimdir. Yukarı baktığınızda tekrarlanan sütunların oluşturduğu düzen, daha da heyecan vericidir.
Bir bakıma tiyatro dekorlarını andıran bu sade cepheler, kilisenin çevresinde değişik açılardan bükülen bi paravan gibidir. Cepheler, herhangi bir noktadan bakıp kilisenin tümünü algılamayı olanaksız kılar. Fakat bu, binanın görkemli mimarisini daha da etkili hale getirir.
Kuvvetli bir etki yaratmanın diğer bir yolu da, bilinen biçimleri alışılagelmişin dışında kullanmak, böylece gözlemciyi şaşırtarak yapıtı daha yakından incelemesini sağlamaktır.
Yaşamlarının belli bir döneminde her çocuk kendine bir tür barınak yapma arzusu duyar. Bu, bir tepeye kazılmış gerçek bir mağara ya da tahtadan yapılmış ilkel bir kulübe olabilir. Fakat genelde bu barınaklar çalıların arkasında gizli bir köşe ya da iki sandalye arasına gerilen kumaştan yapılan çadırlardan başka bir şey değildir.
Bir sanatın enstrümanını tanıtmak bir fizikçinin bir mekanizmayı anlatması kadar kolay olmuyor.
Bazı mimari problemlerin başarılı çözümleri görsel etkilerin kullanımında yatar ve bazı mimarlar en başarılı eserlerini bu tür dramatik mimari alanında gerçekleştirmişlerdir. Aslında, bazen tüm bir çağ en gerçek ifadesini bu tür bir mimaride bulmuştur.
detaylar mimarinin özü hakkında fazla bilgi vermez; çünkü, iyi mimarinin amacı uyumlu bir bütün oluşturmaktır.
Çözmeye çalıştığı sorunlar bütününde, binaya kişilik kazandıracak bir özellik bulan mimarlar, başarılı binalar yapmışlardır. Bu tür binalar özel bir ruh hali içinde yaratılırlar ve bu ruh halini diğer insanlara da yansıtırlar.
Bir kelimeyi okuduğunuzda, onu oluşturan harfleri düşünmek yerine, kelimenin taşıdığı genel anlamı algılarız. Genelde de algıladığımız şeyin ne olduğundan çok, zihnimizde ne tür bir kavram oluşturduğunun farkındayızdır.
Işık, tek başına çevresi kapalı bir hacim etkisi yaratabilir. Karanlık bir gecede yakılan kamp ateşi, çevresi karanlığın duvarlarıyla çevrili ışıktan bir mağara oluşturur. Ateşin aydınlığı içinde kalanlar, aynı odada bir arada bulunmanın güven verici duygusunu yaşarlar.
Bundan şu sonucu çıkartabiliriz: kapalılık yerine açıklık etkisini yaratmak istiyorsanız, yoğun ışık kullanamazsınız.
Bundan şu sonucu çıkartabiliriz: kapalılık yerine açıklık etkisini yaratmak istiyorsanız, yoğun ışık kullanamazsınız.
Ritim hemen hemen her alanda yenilendi Gergin vücudun öne doğru ani hareketiyle yapılan saldırgan eskrim kılıcı hamlesinin yerini tenis raketinin tüm vücudu döndüren özgür vuruşu aldı.
Bir kültürel ortamda doğru ve doğal olan bir şey başka bir ortamda yanlış olabilir; bir kuşak için çok doğru olan bir şey, bir sonraki kuşak yeni zevkler ve alışkanlıklar edinince saçma görülebilir.
Mimar aynı bir heykeltraş gibi biçim ve hacimlerle, bir ressam gibi de renklerle çalışır.
Mimariyi bir sınav kağıdı gibi değerlendirmek- yani bir binaya 10, diğerine 9 vermek- mimarinin verdiği zevki bozmak demektir. Bu çok riskli bir iştir. Mimariyi değerlendirmek için kesin kurallar ve ölçütler koymak olanaksızdır.
Beceri ve bilgi ile kullanılmadıklarında en iyi malzemeler bile niteliklerini kaybeder.
Hearn’e göre Hareketliliğini engelleyen her tür eşyayı kullanmayarak, olabildiğince az miktarda giyecekle yaşama yeteneği, Japon ırkının yaşam savaşında sahip olduğu avantajın yanında, bizim uygarlığımızdaki bazı zayıflıkları da gösterir.
Kütlelerin ve boşlukların, etkili kontrastlar oluşturarak kullanılması sonucu meydana gelen eserler, tiyatro ve zaman zaman da heykel sanatına yakınlık gösterdikleri halde, yine de mimarlığın sınırları içindedir. Bazı mimari problemlerin en başarılı çözümleri görsel etkilerin kullanımında yatar ve bazı mimarlar en başarılı eserlerini bu tür dramatik mimari alanında gerçekleştirmişlerdir.
Görmek, bakanın çaba göstermesini gerektirir.
Detaylar mimarinin özü hakkında fazla bilgi vermez; çünkü iyi mimarinin amacı uyumlu bir bütün oluşturmaktır.