Miguel de Unamuno kitaplarından Yaşamın Trajik Duygusu kitap alıntıları sizlerle…
Yaşamın Trajik Duygusu Kitap Alıntıları
Kişi zevk alırken kendini, var olduğunu unutur, başkası olur, yabancı olur, yabancılaşır ve ancak acıyla içine kapanır, kendine gelir, kendi olur.
Biz fakir insanları para peşinde koşturan şeyde zevkü sefa arzusu değil fakirlik korkusudur. Bu gurur değil hiçlik korkusudur. Her şey olmaya niyetlenmemiz, her şey olmanın hiç olmayı önlemenin tek çaresi olduğunu düşündüğümüz içindir.
Düşünmek, kendi kendine konuşmaktır ve herbirimiz, birbirimizle konuşmamız gerektiği için kendi kendimizle konuşuruz.
Belki de bizzat hastalık, gelişme dediğimiz şeyin temel şartıdır ve gelişme de bir hastalıktır.
Doğrusu, yalnız beyniyle veya düşünmeye özgü başka bir organıyla düşünenler var. Bunun yanısıra tüm bedeniyle, tüm ruhuyla, kanıyla, kemiklerinin ilikleriyle, kalbiyle, akciğerleriyle, karnıyla, hayatıyla düşünen başkalarıda var. Yalnızca beyniyle düşünenler tanımlayıcılara dönüşür; düşünce uzmanı olurlar.
” Filanca olmak istiyorum ” dedi. Bense şöyle yanıt verdim. Kişinin bir başkası olma isteğini hiçbir zaman anlayabilmiş değilim. Başkası olmayı istemek, olduğun kişi olmayı bırakmayı istemektir. Kişinin başkasının malı veya bilgisine sahip olmasını istemesini anlıyorum, fakat başkası olmak, bunu anlayamıyorum.
Başkalarının el ağrısı, ayak ağrısı, kalp ağrısı veya baş ağrısı varsa, Spinoza’nın Tanrı ağrısı vardı. Vah bu zavallı adama ve tüm diğer insanlara!
İnsan akılcı bir hayvandır, derler. Neden duygusal veya duygulanımsal bir hayvandır denilmediğini anlamıyorum. Belki de onu diğer hayvanlardan ayıran akıl değil duygudur.
Bizi iyimser veya kötümser yapan fikirler genellikle bizim fikirlerimiz değildir; aksine fikirlerimizi oluşturan bizim felsefi veya belki de marazi iyimserlik ya da kötümserliğimizdir.
Hatırada ve hatıra için yaşanır. Manevi yaşantımız en temelinde hatıramızın umutla varlığını sürdürme çabası ve geçmişimizin gelecek mücadelesine devam etmesinden başka bir şey değildir.
Ölen bir oğlu için ağlyan Solon’u gören bir bilgiç ona der: Ne diye ağlıyorsun böyle, ağlamak yaramayınca bir şeye? gt; Ve bilge yanitlar onu: «Tam da bu nedenle ya – yaramadığı için bir şeye.
“Çünkü sevmek merhamet duymaktır ve eğer bedenleri bir araya getiren hazsa ruhları bir araya getiren de kederdir.
Yani. sen, ben ve Spinoza hiçbir zaman ölmek istemeyiz ve bizim bu biçbir zaman ölmemek için can atışımız bizim gerçek Özümüzdür. Bununla beraber, Holanda’nın sislerine sürülmüş bu za valli Portekiz Yahudisi, hiçbir zaman kendi kişisel ölümsüzlügüne inanmayı başaramadı, ve tüm felsefesi inansızlığı için kurduğu bir avuntudan başka bir şey olmadı. Tıpkı başka insanların el ya da ayak larında, kalp ya da başlarında agrı duymaları gibi, Spinoza da Tanrı : agrısı çekiyordu. Mutsuz insan! Mutsuz insanlar, bizler hepimiz!
Ve insan, bu şey, bir sey mi insan?
Herşey geçer ! Bu söylem hayat pınarına ağzını dayayıp içmişlerin,iyilik ve kötülüğü bilme ağacının meyvesini tatmışların nakaratıdır.
Ataların ölülerine ait bilgeliğin genel anlamda ilk dinlerin çıkış noktası olduğu binlerce kez ve bin farklı tonda söylendi. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran en göze çarpan özelliği, onun ölülerini bereketli toprak ananın bakımsızlığına teslim etmeksizin her ne şekilde olursa olsun saklamak istemesidir; insan ölü saklayan bir hayvandır. Peki, onları ne için bu şe kilde saklar? Aciz bilinç kendi kendisinin imhasından kaçar. Bu durumda kendini, dünyadan kopan bir hayvani ruhun karşısında görüp, yine kendinin ondan farklı olduğunu zanneder. Dünyanın kendinden başka bir hayatı arzulamaktadır. Böylelikle dünya, ölüler yeniden ölmeden uçsuz bucaksız bir mezarlığa dönüşme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
/ Yaşayanlar için dış ortam şartlarının tahrip ettiği kilden kulübeler ve samandan barakalar inşa edilirken, ölüler için tümülüsler yükseltilirdi, taşlar bile odaların inşasından önce mezarlar için kullanıldı. Dayanıklılığıyla yüzyılların üstesinden gelenler yaşayanların değil ölmüşlerin ikamet ettikleri yerler olmuştur.
– ( ) Tanrım, hayat ile mantığı birleştirmek istediğimizde, ne çok çelişki çıkıyor ortaya!..
Kendi hesabıma, ben kalbimle kafam arasında barış istemiyorum — boğuşup dursunlar birbirleriyle, isteğim benim bu!
çünkü insanlar birbirlerini ruhsal bir sevgiyle ancak ve ancak aynı acıya sahip olduklarında, aynı ıstırap boyunduruğuna bağlı haldeyken, taşlı toprağı bir süre birlikte sürdüklerinde severler.
doğru ile yanlışı öğrenmeye ulaşan kimse yoktur ki kendi bulduğu yalanı başkası tarafından keşfedilmiş bir gerçeğe tercih etmesin. rousseau
felsefenin en trajik sorunuysa entelektüel ihtiyaçları duygusal ve istemli ihtiyaçlarla uzlaştırmaya çalışmasıdır. varlığımızın temeli olan sonsuz ve trajik çelişkiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan türdeki felsefe o noktada başarısızlığa uğrar sanki. ancak herkes bu çelişkiyle yüzleşiyor mu?
Ataların ölülerine ait bilgeliğin genel anlamda ilk dinlerin çıkış noktası olduğu binlerce kez ve bin farklı tonda söylendi. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran en göze çarpan özelliği, onun ölülerini bereketli toprak ananın bakımsızlığına teslim etmeksizin her ne şekilde olursa olsun saklamak istemesidir; insan ölü saklayan bir hayvandır. Peki, onları ne için bu şe kilde saklar? Aciz bilinç kendi kendisinin imhasından kaçar. Bu durumda kendini, dünyadan kopan bir hayvani ruhun karşısında görüp, yine kendinin ondan farklı olduğunu zanneder. Dünyanın kendinden başka bir hayatı arzulamaktadır. Böylelikle dünya, ölüler yeniden ölmeden uçsuz bucaksız bir mezarlığa dönüşme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.
/ Yaşayanlar için dış ortam şartlarının tahrip ettiği kilden kulübeler ve samandan barakalar inşa edilirken, ölüler için tümülüsler yükseltilirdi, taşlar bile odaların inşasından önce mezarlar için kullanıldı. Dayanıklılığıyla yüzyılların üstesinden gelenler yaşayanların değil ölmüşlerin ikamet ettikleri yerler olmuştur.