İçeriğe geç

Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! Kitap Alıntıları – Erdal Öz

Erdal Öz kitaplarından Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! kitap alıntıları sizlerle…

Yaşamayı Nasıl Özledim Bilsen! Kitap Alıntıları

Çünkü sen bir büyük yaşamalar dünyasısın benim için.
Sonbaharı severim. Baharın o sınırsız yaşama sevinci, sonbaharda azalır, bir anlam kazanır. Her canlı; ağaçlar, çiçekler, otlar, böcekler, insanlar; toprak bile tatlı bir kedere bürünürler. Yaşamanın tek başına pek önemli olmadığını, yaşamanın içinde sevinçten ayrı daha nice güzel şeyler olduğunu anlamaya başlar bütün canlılar.
‘Ah, bu yaşamalarımı yazabilsem belki dünyanın en güzel hikayeleri çıkardı ortaya. Ama yazamıyorum. Çünkü bu yaşamaların tam içinde, tam orta yerinde duruyorum. Ben mi onların içindeyim, onlar mı benim içimde? Daha bunu bile ayıramıyorum. Yazmak için, bunların dışına çıkmak, bunlara dışardan bakmak gerekiyor. Sanatın nesnel(objektif) oluşu belki de bir burada kendini gösteriyor. Çünkü sanat bütünüyle özneldir (subjektiftir). Ama ileride bak neler yazacağım. Neler neler yazacağım. Bir bunu düşünmek bile avutabiliyor beni. Yetiyor.’
Yaşamak için öldürüyorlar
Sen öldürdüğün zaman yaşatmalısın.
Türkan İldeniz
Sen de İstanbulların tütmüşlüğü sanki.
Seni şekillendirince güzel sigaram.

Bu günlerin susmuşluğu kavuşumlarda
Bu gidiş, sonu beklenen mektuplar.

Dünya’da sizinle İstanbul olmak varmış
İ.Berk
Yeni bir şey bu benim için. Seni niçin bu kadar çok sevdiğimi bilmiyorum. Bildiğim şu ki: Her geçen günle seni daha bir büyütüyorum içimde, daha bir süslüyorum, her yanını çiçeklerle süslüyorum. Sen benim için bir çiçekler denizisin. Her yanını ayrı bir güzel çiçekle donatıyorum. Bir çiçekler ordusu gibi büyüyorsun içimde.
Küçük şeyleri bilmeden, onların değerini anlamadan, büyük şeyler hakkında iri sözler etmek budalalığından geliyor.
Çelişmeye düşmekten korkmak, düşünceyi daha başından kısıtlar. Kısıtlı bir düşünce ise, doğrulara ulaşmayı önler. Bırakalım düşüncelerimizi kendi başına çocuk; en büyük özgürlüktür bu; bırakalım. Varsın, nereye varacaksa düşüncemiz. Çünkü düşünce, doğrulara yönelmiş bir çabadır. Başka türlü nasıl varırız doğrulara?
Ama çocuk, eğer düşünceler çürütülemez olsalardı, doğrulara nasıl varılırdı. Aslolan düşünmektir. Varlığının ölçüsünü, düşünmekte bulan bilgeye nasıl hak vermeyiz. Düşünüyorum; öyleyse varım, diyen Descartes’ı nasıl sevmeyiz.
Şiiri anlat bana desem, ne anlatabilirsin? Eğer anlatabilseydin, bu, şiirin sonu olurdu. Eğer şiir, bitmiyorsa, bu onun anlatılmamasından, tanımlanmamasından ileri geliyor. Evet şiir tanımlanamaz. Tanımlanamıyor. Ama yine de şiir denilen bir şey var; biliyorsun; nah şuracığında duyuyorsun onu. Bu bir cevherdir, duyurulamaz, duyulur. İş, o cevheri içinde taşımaktır. Bunu sen daha iyi bilirsin. Çünkü şiiri benden daha çok duyuyor ve duyurmaya çalışıyorsun. Ozansın sen. Ben? Ben hikâyeciyim. Hikâye yazıyorsam, bu şiiri küçümsediğimden değil, o gücü içimde bulamayışımdandır. Bir ateştir o. O ateş yok işte içimde. Ama başka bir ateş var ki, bana hikâye yazdırıyor. Ayrı ateşler bunlar. Başkası da bu ateşi duyamaz ve hikâye yazamaz ya da yazmaz. Şiiri küçümsemiyorum, dedim ya, büyümsemiyorum da. Şiir işte. Dışımda, benim içimde duymadığım şeyi nasıl küçümser, nasıl büyümserim. Ama seviyorum işte. Yetmez mi? İçimde şiir ateşi yoksa da, o genel ateş, sanat ateşi var. Bilmem, anlatabildim mi?
İnsan, insandır aslında. Ne iyidir ne kötüdür. İyi ya da kötü oluş, asıl değil, sonuçtur. Öyle bir sonuçtur ki, özneldir (sübjektiftir). İyi ya da kötü diye bir şey yoktur dışımızda. İyilik de, kötülük de, biz insanların uydurduğu bir ölçüdür ve toplumca varılan bu ölçüler dışında, insanların da ayrı ayrı iyilik, kötülük ölçüleri vardır. Bir davranış, bir düşünce, bu, sonradan, insanlarca konulmuş ölçülere uyar ya da uymaz. Uyup uymayışına göre de biz ona iyi ya da kötü deriz. Bizim iyi deyişimize, bir başkası kötü diyebildiğine göre, iyilik yada kötülüğün mutlak değerler olmadığı ortadadır sanıyorum.

Diyorum ki, insan ne iyidir ne kötüdür. İnsan, insandır. Ve bu yetersizdir. İnsan olmak yetersizdir. İnsan, kendini aşmaya çalışmalıdır. İnsanın insan oluşu, bir değer, bir anlam, bir erdem değildir, olamaz. Ama, insanın, bir yanı var ki, bunu hiçbir canlıya değişmem. O da şu: İnsan, kendini aşabilecek, Tanrı olabilecek bir güçtedir.

İnsan, başlangıçta bir anlam değildir. Oysa bir anlam olmak elimizde. Olamasak bile, buna çalışmak elimizde.

Mezarlar, bana yeniden, değişmez bir sonucu hatırlattı: Her şeyin var gücüyle toprağa koşuşu. Bir kat taş, bir kat toprak, bir kat İNSAN, bir kat taş, bir kat toprak: İşte mezarlık. Ama, bütün canlılar gibi, otlar, böcekler, ağaçlar gibi, taşlar gibi, insan da toprak’ın içinde yitecekti. Bir kesin, bir mutlak geçitti Toprak. Sonra yeniden can. Başka bir can. Yeniden bir başka böcek, bir başka çiçek, bir başka ağaç. Ne tükenmez bir hız bu çocuk; düşündün mü hiç.
Gökte, kirli çamaşır yığınları gibi bulutlar oynaşıyordu. Sanki, az önce yere yapışıkmış da, daha yeni zorla koparılmış gibi. Güneşi bir kıskanmaları vardı ki, doyumsuzdu.
Bir yalnızlığım vardı, bir tek başınalığım vardı. Önemli olan kendimdim. Acıysa kendi acım, tatsa kendi tadımdı. Onu ne kadar severmişim; şimdi anlıyorum.
Enerji, aksiyonun, sebebidir belki ama aksiyon durumuna geçmemiş bir enerji, bir sonuç yaratmaz. Enerjinin harekete geçmesi, durum değiştirmesi gereklidir. Bir taş düşün. Yerde, bir yerde duruyor. Onun altını açsak, düşer. Ve bir şeyi ezebilir. Bir iş yapabilir. Action yaratabilir.
Sanatta bulmak tehlikedir. Aramak ise sanatın cennete giden tek ve biricik yoludur. Aramak ların sonunda Bulmak lar vardır. Ama Aramak sonu olmayan, bitmeyen bir çabadır. Bulmak ise bir donukluktur, donmaktır, heykelleşmektir. Her eser, aramanın sonunda yapılan bir heykel’dir. Ama sanatçının kendisi, hiçbir zaman heykel olmamalıdır. Hiç bitmiyen, hiç tamamlanmayan bir heykel olmalıdır. İşte bu da sanatçının kendisini boyuna yeterli bulmayışı, daha iyi daha başka, daha yeni olmaya çabalayışı demektir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sen, hiç dört duvar arasında, bir kendi sesinle kaldın mı? Ağladın mı hiç. Hiç kimseler görmeden, bilmeden, sesini bile duymadan ama; ağladın mı hiç.
Bilmiyorum; belki bir gün o inanmadığım mutluluğa da kavuşabilirim. Ama şimdi onsuzum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Son bardağımı içiyorum. Şarabım bitiyor, gecem bitiyor ama sen bitmiyorsun.
Ölümü sevmek, aptallıklarının en büyüğüdür. İşin en kolayıdır. Tam tersine, hayata dört elle sarılmamız gerek. Çünkü hayat gerçekten yaşamaya değer.
İnsan, başlangıçta bir anlam değildir. Oysa bir anlam olmak elimizde. Olamasak bile, buna çalışmak elimizde.
Şu anda senden başka kimsenin (kendimin bile) yaşaması bir önem kazanmıyor gözümde.
Sanattan başka konuşacak ne var ki dünyada? Düşünüyorum da, sanatın dışında kalan bir şey bulamıyorum. İnsan olmamızın bir anlamı varsa, bir değeri varsa, sanattan başka hangi yolla buna kavuşabiliriz? Bana başka bir yol daha yok gibi geliyor.
Sonbaharı severim. Baharın sınırsız yaşama sevinci, sonbaharda azalır, bir anlam kazanır. Her canlı; ağaçlar, çiçekler, otlar, böcekler, insanlar; toprak bile tatlı bir kedere bürünürler. Yaşamanın tek başına pek önemli olmadığını, yaşamanın içinde sevinçten ayrı daha nice güzel şeyler olduğunu anlamaya başlar bütün canlılar.
Nedir sanatçı? Bir büyük sancıyı içinde duyan insandır.
Benim de aç kalmış, doymamış bir yanım bu: şiir.
Bugün yazmıyorum. İçimde o şiir yazmak sancısını duyduğum zamanlar oluyor mu? Nasıl olmaz, oluyor. Oluyor ya, susturuyorum o sesi. Böyle daha iyi. Biliyorum iyi şiir yazamayacağımı da ondan.
..
Benim de aç kalmış, doymamış bir yanım bu ; şiir.
Bugün yazmıyorum. İçimde o şiir yazmak sancısını duyduğum zamanlar oluyor mu? Nasıl olmaz, oluyor. Oluyor ya, susturuyorum o sesi. Böyle daha iyi. Biliyorum iyi şiir yazamayacağımı da ondan.
Her şey seninleşti.
Gerçekten bir delilik bu aşk.
Yaşamayı nasıl özledim bilsen.
Sen bir büyük yaşamalar dünyasısın benim için.
Şu anda senden başka kimsenin (kendimin bile) yaşaması bir önem kazanmıyor gözümde.
Cennet de cehennem de bizim düşünce ürünlerimiz değil mi? Beni, yaşamak istemediğim saatleri zorla yaşamaya iten bir sebep var belki, ama bir cennet düşünmeme kimse engel olamaz sanıyorum.
DİNLEYEN birisini bulmak ne demektir bilir misin? Sen, hiç dört duvar arasında, bir kendi sesinle kaldın mı? Ağladın mı hiç. Kimseler görmeden, bilmeden, sesini bile duymadan ama; ağladın mı hiç.
Çok seviyorum seni.
Oturup nasıl sevdiğimi anlatacak değilim. Anlatamam da.Sular Ne Güzelse de anlattım çünkü. Bir daha öylesine anlatamam.Orada gerçekten kendimi çizdim. Bir boğulmaydı o hikâyem. Boğuldum çocuk.
Günaydın!
Bugün, yeni günaydınlar büyütüyorum içimde. Isınığım, soyluyum, yürekliyim. Mutlu değilim belki ama umutluyum. Mutluluğa inanmadığımı söylemiştim sana. Ama Pandora’nın kutusunda kalan umutla yüklüyüm. Gorki’yi okurken, kendi yargılarımdan birini buldum onda da sevindim: Mutluluk, kimsenin bilmediği ama herkesin istediği erişilmesi güç bir düş gibidir, diyor.
Senin kimi yönlerini değiştirmek isteyişime bakma. Sen, sen olarak güzelsin , ben de ben. Seni değiştirmek işime gelmez benim.
Ağlıyorum.
Kuzum, ağlamak, gözyaşıyla mı olur sadece? Salt onunla mı olur? İşte yüreğim yırtılıyor da kimsecikler görmüyor. Bu, ağlamanın en yücesi değil mi?
Seni niçin bu kadar çok sevdiğimi bilmiyorum. Bildiğim şu ki: Her geçen günle seni daha bir büyütüyorum içimde, daha bir süslüyorum, her yanını çiçeklerle süslüyorum. Sen benim için bir çiçeklerden denizisin.
Yaşamayı nasıl özledim bilsen.
İnsan, başlangıçta bir anlam değildir. Oysa bir anlam olmak elimizde. Olamasak bile, buna çalışmak elimizde. Bu, Tanrı konusuna bir başka açıdan bakmaktır bence. İnsan, Tanrı’yı yı aramalıdır.
Varlık’ı okudun mu bilmem. O sayıda, bu yıl Nobel Armağanı’nı kazanan Albert Camus’ye bir sayfa ayrılmış. En üste de Camus’ün bir sözü konmuş. Camus diyor ki: Bir romanı bitirmek, sonra yayımlamak, sonra övülmek, sonra Goncourt’u kazanmak, sonra akademiye girmek istersin. En sonunda hiçbir zaman bir Shakespeare olamıyacağını anlarsın.
Kendimi anlattım sana, yüreğimi anlattım;hem hiç süslemeden, hiç değiştirmeden. Eğer yüreğim değiştiyse, süslendiyse, onu değiştiren de, süsleyen de sensin.
Arkadaş olmak, dost olmak, sevgili olmak varken hısım olmak da ne oluyor. Kanımın ya da içinde yaşadığımız toplumun yasalarının bana bağladığı insanlardan bana ne?
O mutluluğa erişmesi, o sancıyı çekmesine bağlıydı. Onsuz olamazdı.
Sen, hiç dört duvar arasında, bir kendi sesinle kaldın mı? Ağladın mı hiç? Hiç kimseler görmeden, bilmeden, sesini bile duymadan ama; ağladın mı hiç?
Dünyanın aşk ile oluşmadığına nasıl inanabilir insan?
Sanatta doğru yoktur. Güzel vardır.
Yaşamayı nasıl özledim bilsen.
Biliyor musun, içimde hep bir gülmek isteği büyüyor. Nasıl mutluyum, bilsen. Niye? Bilmiyorum. Bir boşalımın sonucu olsa gerek. O ayrılırken söylediğim sözleri söylemeden gelseydim, tıkanacaktım. Tıkanmadım ve iyiyim. İlk olarak yaşamaya, sevinçli gözlerle bakıyorum. Bu yeni bir şey benim için. Bunu da öğrenmem gerek. Ve ilk olarak Dağlarca’nın,

İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken?

demesini, anlamına iyice vararak, anlıyorum, seviyorum.

Sanatta bulmak tehlikedir. Aramak ise sanatın cennete giden tek ve biricik yoludur. Aramak ların sonunda Bulmak lar vardır. Ama aramak sonu olmayan, bitmeyen bir çabadır. Bulmak ise bir donukluktur, heykelleşmektir.
Bir yalnızlığım vardı, bir tek başınalığım vardı. Önemli olan kendimdim. Acıysa kendi acım, tatsa kendi tadımı. Onu ne kadar severmişim; şimdi anlıyorum.
Günaydın!
Bugün, yeni günaydınlar büyütüyorum içimde. Isınığım, soyluyum, yürekliyim. Mutlu değilim belki ama umutluyum. Mutluluğa inanmadığımı söylemiştim sana. Ama Pandora’nın kutusunda kalan umutla yüklüyüm. Gorki’yi okurken, kendi yargılarımdan birini buldum onda da sevindim: Mutluluk, kimsenin bilmediği ama herkesin istediği erişilmesi güç bir düş gibidir. diyor. Hele iki büyük savaşı böylesine korkunç olarak yaşamış insanlara gelecek sonsuz bir mutluluğu muştulamak, her şeyden önce saygısızlık olur gibime geliyor. Artık o kutsal kitapların muştuladığı cennet ülkeye güvenmelerini isteyemeyiz insanlardan
Denizleri, suları gör düşlerinde. Biz dağlara gidiyoruz YABAN’la. YALNIZLIĞIMIZIN dağlarında at koşturacağız. Uyu sen.
Ölüm bir keredir, bilmez misin? Ölüler bir daha ölmez, bilmez misin?
Aramak, bulmaya yönelen bir doyumsuz çabadır.
Mezarlar, bana yeniden, değişmez bir sonucu hatırlattı: Her şeyin var gücüyle toprağa koşuşu. Bir kat taş, bir kat toprak, bir kat İNSAN, bir kat taş, bir kat toprak : İşte mezarlık.
Ve dedim: Keşke güvercin gibi kanatlarım olsaydı
Uçardım ve rahat ederdim.
İşte o vakit uzak kaçardım
Aşkla ısıtılmış, dostlukla soylulaştırılmış ve yüreklendirilmiş o insan, öyle yavaş yavaş ölmez, yalnız ölümü düşünmez, tam tersine yaşar ve hayatını yapabilirdi.
(M.Gorki)
Kuzum, ağlamak gözyaşıyla mı olur sadece? Salt onunla mı olur? İşte yüreğim yırtılıyor da kimsecikler görmüyor. Bu ağlamanın en yücesi değil mi? İnanmayan inanmasın bana ne. Ben ağlıyorum ya işte. Kendime ağlıyorum, kendim için ağlıyorum, kendi kendime ağlıyorum.
Ben, çok değiştim; biliyorum. Sen bilmiyorsun ama ben biliyorum. Ben hiç böylesine yaşamamıştım
Sen benim için bir çiçekler denizisin..
Bir yalnızlığım vardı, bir tek başımalığım vardı önemli olan kendimdim. Acıysa kendi acım, tatsa kendi tadımdı. Onu ne kadar severmişim; şimdi anlıyorum
Uzun süren karanlık kör bir yolda yürümek bu, benim yaptığım. Ama yönsüz değilim hiç olmazsa.
Hani uzun kış ayları vardır; bir karanlıktır dolar insanın içine. Hani tam alışmışızdır o boğunukluğa da, bir sabah, ama birdenbire bir sabah, deli dolu bir bahar gününü karşımızda görmek şaşırtır bizi. Hem sevindirir hem tedirgin eder. Bugün, birdenbire böyle oldum.’
Ah, içimdekileri, kafamdakileri sana olduğu gibi yazabilsem, sen de görürdün bunu. Ama nerede? Buna, ne zaman elverişli ne de benim yazı yeteneğim. Yetmiyorum. Kalemim kısır kalıyor. Sudan kalıyor, tatsız kalıyor. Ben, bu yazdıklarının çok ötesindeyim. Bir başka denizlerde, boğulmalarla iç içeyim.
Hani uzun kız ayları vardır; bir karanlıktır dolar insanın içine. Hani tam alışmışızdır o boğunukluğa da, bir sabah, deli dolu bir bahar gününü karşımızda görmek şaşırtır bizi. Hem sevindirir hem tedirgin eder. Bugün, birdenbire böyle oldum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir