İçeriğe geç

Yaşadığım Gibi Kitap Alıntıları – Ahmet Hamdi Tanpınar

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kitaplarından Yaşadığım Gibi Kitap Alıntıları sizlerle.

Yaşadığım Gibi Kitap Alıntıları

Hayatımın hangi devrinde edebiyatçı olmaya karar verdim? Bunu pek söyleyemeyeceğim. Hattâ böyle bir karar verdigimi de pek hatırlamıyorum. Daha iyisi şöyle düşünelim: Günün birinde kendimi edebiyattan başka bir işe yaramaz buldum. Ama o günün tarihini benden isteme. Hususî istidatlara inananlardan değilim. Hattâ insanın biraz da şartlarının esiri veya mahsulü olduğuna kaniim. Benim şartlarım beni edebiyata götürdü.
Ne kadar yakınınız olursa olsun, bir başkasının içinden geçenler daima bir meçhul olarak kalacaktır. Bir yastıkta uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını bilmezler.
Kitaptan niçin korkarlar? bunu bir türlü anlayamadım. »kitaptan korkmak, insan düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. «bırak, senin yerine ben düşünüyorum!» demekle, «palan kitabı okuma!» demek arasında hiç bir fark yoktur. insanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerinin mesuliyetidir. ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra haline düşer…
_____
Zaman, aldığını geri verecek misin? Yahut o geldiği zaman ben onu tanıyacak mıyım?
Ruhumuzla, idrâkimizle ne kadar büyüğüz ve gene bu yüzden —kaderi yenemediğimiz için— ne kadar biçareyiz!
_____
(…) İnsan bir tezatlar mecmuasıdır, insan bir âhenktir.
Vatanının, milletinin, insanlığın ıztırabını şahsî bir tecrübe ve talih gibi yaşadığı içindir ki Mustafa Kemal bir kahramandır. Bu tecrübeyi şahsi dehasıyla bir kurtuluş kapısı yaptığı için de eşsizdir.
Yazık saadetimiz tam değil… Yan yanayız, fakat birbirimize hasretiz.
Son günlerde kendi kendimle o kadar çok konuştum ki pekâlâ kendimi iki ayrı insan farz edebilirim. Bu yüzden bütün bir tarafıma dargınım. Söylediklerimi ya hiç dinlemiyor, yahut durmadan bana baş sallıyor.
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtap… İri güller… Ve senin en güzel aksin…
Velhâsıl o rüya duruyor yerli yerinde!
Sana koşmayı ne kadar isterdim! Fakat sen kendi beyaz uçurumunda, bakışlarının sessiz güvercinleriyle beraber kayboldun, ben ise içimdeki değişikliğin oyuncağıyım! Zaman, aldığını geri verecek misin? Yahut o geldiği zaman ben onu tanıyacak mıyım?
Her şehir değişir. Her şehrin münevveri, halkı, âşıkları bu değişimden zaman, zaman şikâyet ederler. Hayat gömlek değiştirdikçe elbette ki en canlı zarfı olan ve insan hayatının âdeta temaslarıyla teşekkül eden şehirler de değişecektir.
Abdülmecid’in kitaba ve gazeteye sansür koyduğu devirdeydik. Kendisine düşüncemi söyleyince çekip gitti. Hayatta övünebileceğim tek zaferim belki de budur; yani kitaptan korkan, düşünceye had çekmek isteyen bu adamı yanımdan kaçırtmamdır.
Savaş silahın zaferiyle bitti. Barış aklın, temiz duygunun zaferiyle kazanılabilir. İyi bir barış yapmak için bu zaferi insanlığın kendi nefsine karşı kazanması ilk şarttır.
İnsanoğlu daima bir meseleler çıkınıdır. Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir?
Ebediliğin hesaplarını yapan insanoğlunu, birdenbire genişleyen küçük bir an yutar, her şey silinir.
Hayvanlar çok defa her şeye küsmüş gibi ölürler.
Ancak zaaflarımızı seven bizi hakkıyla sever,
meziyetlerimizi herkes zaten kabul eder.
Fırtınaya karşı yaprak değil, kökünü toprağın derinliklerine salmış olan çınar dayanır.
Bulutlar güzeldir, güneş bir nimettir, mevsimler daima değişiktir, onları ayrı ayrı lezzetleri olan meyvalar gibi tatmamız lâzımdır, hele şu kâbus geçsin.. Nasıl yüzen insan nefes almak için başını suyun dışında tutarsa, insanlık da boğulmamak için bir tarafını bugünün hadiseleri dışında bulundurmağa çalışıyor.
Ancak zaaflarımızı seven bizi hakkıyla sever,meziyetlerimizi herkes zaten kabul eder.
Tütün deposu yapılmak için Hüseyin Avni Paşa yalısı, kimseye sorulmadan on beş günde yıkılıyor. Paranın hayata tasarrufu vardır. Fakat şehre ancak devlet ve belediye, o da çok uyanık ve şuurlu, zevkli olmak şartıyla tasarruf edebilir. Hüseyin Avni Paşa yalısını bir daha yapmak imkânsızdır; fakat tütün deposu her yerde ve her gün yapılabilir. Bizim vazifemiz yıkmak değil, onarmak olmalıdır.
Sanat, ölümden sonraki hayattır. Her sanat adamı, devrinin kalabalığı içinden kendisini seçecek, dehâsını anlayacak zamanı düşünür.
Bir insan kendisini ancak hayatının küçük meselelerinden sıyrıldığı, yahut da onları zihnî bir şekle soktuğu zaman bulabilir. Tali’imiz içimizde çok gizli bir yerdedir. Fakat ona erişebilmemiz için birçok şeylerden kurtulmamız lazımdır.
Yaşamak, etrafımızdaki şeylerin şuuruna erdikçe bir dua olur.
Vur Pençe-i Âlî`deki şemşîr aşkına
Gülbang-ı âsmânı tutan pîr aşkına
Ey leşker-i müfettihü`l-ebvâb vur bugün
Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına
Vur deyr-i küfrün üstüne rekz-i hilâl içün
Gelmiş bu şehsüvâr-i cihângîr aşkına
Düşsün çelengi Rûm`un, eğilsün ser-i Firenk
Vur Türk`ü gönderen yed-i takdîr aşkına
Son savletinle vur ki açılsın bu sûrlar
Fecr-i hücûm içindeki tekbîr aşkına.

Türk epik şiirinin incisi olan bu gazel, tarihî bir vak’anın etrafında toplamağa muvaffak olduğu telkin unsurlarının sıhhati itibariyle de bir mükemmeliyet nümunesidir.

Kabataş’a çıkaran kayıkçı, bir sualimi yanlış anladığı için beni âdeta payladı:
Beyim, bu güzellikte uyku düşünülür mü!.

Allah beni Boğaz’dan ayırmasın..

Fırtınaya karşı yaprak değil, kökünü toprağın derinliklerine salmış olan çınar dayanır.
Bu inanış, her kaderin üstündedir.
Bir gün, ömrümüzün her türlü ârızasiyle doldurmaya çalıştığımız bu çukur birden kıpırdanır. Ebedîliğin hesaplarını yapan insanoğlunu, birdenbire genişleyen küçük bir an yutar, her şey silinir.
Suyun her bulunduğu yerde insan ruhu ister istemez ifade sembollerini ışığın oyununda arar.
Siz kâinatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin (yörüngenin) dışına atmış. Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür.
🙂
Bende esas olan şiirdir, oradan etrafa genişlerim.
Ne kadar yakınınız olursa olsun , bir başkasının içinden geçenler daima bir meçhul olarak kalacaktır. Bir yastıkta uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını bilmezler.
Geçmiş günlerimiz gerçekten sararmış takvim
yapraklarına benzer mi?
insan hayatında mühim olan «gönül »dür. Gönül, «Çalab’ın tahtı»dır ve dünyaya hükmeden odur.
Bizi sadece yaptığımız işlerden değil, onların hız aldıkları prensiplerden de şüphe ettiren, mühim ve hayatî meselelerimiz yerine bir şaka denebilecek kadar hafif şeylerle uğraştıran, yahut bu mühim ve hayatî meselelerin mahiyetini değiştirip bir şaka haline getiren bu buhranın sebebi, bir medeniyetten öbürüne geçmemizin getirdiği ikiliktir.
İnsanlar duygu ve düşüncelerine göre hareket ederler. Sevgi, nefret, korku, ümid, zan, inanç, şüphe, bilgi gibi manevî kuvvetler, insanları içten içe, şu veya bu şekilde davranmaya zorlar. Nefret ettiğimiz bir şeyi yapmak bize çok güç gelir. Korku kaleleri yükseltir, hendekleri derinleştirirken sevgi bütün kapıları açar ve bütün ârızaları dümdüz eder. Yunus’un ısrarla belirttiği gibi, insan hayatında mühim olan «gönül» dür. Gönül, «Çalab’ın tahtı»dır ve dünyaya hükmeden odur.
«aşk, ölümün gülümseyen yüzüdür»
Belki de biraz eski adamım; İstanbul’un güzelliklerine kendimi daima teslim ettim.
Kitaptan korkmak, insan düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir.”Bırak senin yerine ben düşünüyorum!” demekle “Falan kitabı okuma!” demek arasında hiçbir fark yoktur.
Bir neslin halledeceği davaları nesilden nesle havale eden, en basit meseleleri bir türlü atlanamayan eşikler haline getiren, kendi hareketlerimizin neticelerini bize o kadar yabancı kılık altında gösteren, hülâsa bize öz bir hayat yerine, sırasına göre on, on beş, yirmi yıl, bazan daha fazla süren tecrübe devreleri yaşatan hep bu medeniyet değiştirmesidir.
İnsan hayatında mühim olan, gönül’dür.
Gönül, çalab’ın tahtı’dır ve dünyaya
hükmeden odur.
Gelenler, mor sabahlı Balkan memleketlerinden her şeylerini, hatta yarına ait ümidlerini bile bırakıp gelenler ise, tarihimizin belki en öz taraflarından geliyorlar. Onların başları etrafında Türk tarihinin yarısı kanlı bir güneş gibi çalkanıyor.
Sonunda içimdeki iki adam kavga ede ede anlaştılar…
Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyva bahçelerinde dolaşırken yavaş yavaş bir hülya adamı oldum.
Aşk, ölümün gülümseyen yüzüdür.
Medeniyet, birkaç ana fikir, birkaç değer hükmünden başka birşey değildir.
Her şey, bütün hayat, ölü bir dalga gibi ayaklarınızın ucunda kırılıyor. Ve siz, kirli bir suda bir yığın çakıltaşı, yosun parçaları arasında yalnızlığınızı seyrediyorsunuz.
Ben İstanbul baharının yarı hasta, havada, suda gizli ürpermeler, tereddüdlerle dolu başlangıcını severim.
Toprak elbet besler, fakat yalnız kökü besler, tohumu çürütür
Bu sükût, perdeleri indirilmiş ve lâmbaları karartılmış vapurda da böylece devam etti; mücerret ruhlar olmuştuk ve zaman denizinde terkettiğimiz hayatın hatıraları ile mahzun ve onlarla baştanbaşa dolu olduğumuz halde bir müntehaya doğru gidiyorduk.
İnsiyaklarımızın emrinde bulunduğumuz zaman fert oluruz.
Ey ebedî dönüş, sen ne kadar güzelsin! Nizamın, ahengin ta kendisidir. İnsanoğlu, ruhunda bu âhenk hüküm sürdüğü için, talihindeki acılığın, yoksulluğun rağmına büyüktür…
İnsanoğlu, daima bir meseleler çıkınıdır. Yaşamak her an kendimize sorduğumuz Bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir?
İnsanlar duygu ve düşüncelerine göre hareket ederler. Sevgi, nefret, korku, ümid, zan, inanç, şüphe, bilgi gibi manevî kuvvetler, insanları içten içe, şu veya bu şekilde davranmaya zorlar. Nefret ettiğimiz bir şeyi yapmak bize çok güç gelir. Korku kaleleri yükseltir, hendekleri derinleştirirken sevgi bütün kapıları açar ve bütün ârızaları dümdüz eder.
Bize karşı silâh olarak tarihimizin ve kendimizin bir parçasını çevirdiler.
Günlerin çamurunu bir elmas yığını haline koyan, tenin cîfesini ilâhî bi şafağın aydınlığında yıkayan, ademin meyvası olan ruhu, bir ezeliyet şarabı haline getiren odur.
İnsanoğlunun garip bir hasleti vardır. Açlığa razı olur; fakat şahsiyetinin ve talihinin yarıda kalmasına razı olmaz.
-Şair ve romancısınız. İkisini bir arada, birlikte götürdüğünüze göre, şiirle romanın nerede birleştiklerini söyleyebilir misiniz?

-Pek birleştiklerini sanmıyorum. Çünkü mahiyet ve nizamlarıyla ayrılırlar. Şiir müşahhasın peşinde değildir. Çünkü kendisidir. Şiir, şekildir… (383. s.)

**

-Yaptığımız kısa konuşma sonunda sizin romancıdan çok şâir olduğunuzu, romandan çok şiiri sevdiğinizi hissettim, yanıldım mı?

-Bir yerde şiir, roman, musikî hepsi birleşir… (385. s.)

Güzel – Beni bu bulanık ülkede nasıl bulabildin?

Sevgi – Ben seni bulmadım, biz birbirimizi bulduk. Aynı noktada toplanan düşüncelerimiz bizi birbirimizin karşısına çıkardı. Tasavvurun biricik kanun ve biricik hareket olduğu bu yeni
âlemimizde, düşüncenin bu kudretine şaşmamalı. Onun sayesinde kendimizi koruduk ve onun kudretiyle birleştik.

Her an aynı yükseklikte uçulmaz. Her an tam insan olmak güçtür. Her an göğsümüzün içinde bir kartal besleyemeyiz
Ah Namık Kemal, ne olurdu bize her şeyden evvel bir «seviye meselesi» olan hürriyet kelimesi yerine, o kadar âşıkı olduğun medeniyetin «birikme» olduğunu ve gerçek ilerlemenin «mevcudu muhafaza etmek» gibi bir esas şartı bulunduğunu öğretseydin.
Paris Tesadüfleri IV, 1958
İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerinin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra haline düşer.
Yalnız okuyucu olmayı ne kadar isterdim? Edebiyatın
zevkini onlar çıkarıyorlar.
Unutmayalım ki sanat sevgi ve alâka ile gelişir.
Her yalanda bir hakikat parçası vardır, derler. Arkasında insan muhayyelesinin velûd mekanizması çalışan şiirin yalanı ise daima, hakikatin kendisi olmasa bile, mutlak ve bir ebediyet için mahfuz çehresi olmuştur.
Coğrafya bir kaderdir. Bu demektir ki bunun gereklerini kabul etmek, ona ayak uydurmak şartiyle onunla iyi kötü uzlaşılabilir. Fakat bu şartları büsbütün unutanlar için perişanlık mukadderdir.
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde
diyor, biz de rüyalarımızın kaybolmadığına inanabiliriz. Her yalanda bir hakikat parçası vardır, derler. Arkasında insan muhayyelesinin velûd mekanizması çalışan şiirin yalanı ise daima, hakikatin kendisi olmasa bile, mutlak ve bir ebediyet için mahfuz çehresi olmuştur..
Ancak zaaflarımızı seven bizi hakkıyla sever,
meziyetlerimizi herkes zaten kabul eder.
Halbuki aramızda mesafelerin en genişi olan ümitsizlik var.
Bir uykuyu cânanla beraber uyuyanlar.
Yahya Kemal’in hakkı var. Ömrün büyük ve dağdağalı gecesini bir aşkın yıldızlı uykusu yapanlar, bir ebediyet bahçesi olan bir ölümde uyanırlar.
Heyhat yavrum, burada korku da yoktur, biz sadece varız, sükûnun okyanusunda ebedi varlığın talihini paylaşıyoruz!.
Bir neslin başladığını çok defa kendisinden sonra gelen nesil değil, belki bu neslin maruz kaldığı şartlar tamamladı.
.
…Naci’nin mısraı durmadan alevden bir kırbaç gibi omuzumda şaklıyor.
Misafirim vatanın bir harâbezârında
.
Her Türk’ün hayalinde, kanları içinde yüzen bir şehid vardır.
Sizde garip bir mazhariyet var, Behçet bey; herkes gibi maddesiyle gezinen bir insan olduğunuz halde bir rüyaya benziyorsunuz. Belki de hayatınızı doğru dürüst yaşamadığınız için bu tesiri yapıyorsunuz. O kadar ki, yaklaştığınız insanlara kendinize mahsus bir zamanı aşılıyorsunuz.
Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. Bırak, senin yerine ben düşünüyorum! demekle, Palan kitabı okuma! demek arasında hiç bir fark yoktur.
Dikkat ettim: Her şey unutuluyor, insan çehresinin ızdırabı ve bir de güzellik unutulmuyor.
Yaşamak etrafımızdaki şeylerin şuuruna erdikçe bir dua olur
…dünya bir hastahane mi oldu ki bu kadar geniş bir hayat aşkı var?
Cesaret edebilseydim, Tanzimat’tan beri bir nevi Oedipus kompleksi, yani bilmeyerek babasını öldürmüş adamın kompleksi içinde yaşıyoruz, derdim.
İnsan değişmezse çürür. İnsanlık değişir. Nesilden nesle
daima değişir. Fakat meseleleri müsbet almak şartiyle…
Geniş hayat önümüzdeki bin başlı bir muamma gibi duruyor. Onu çözdükçe kendimizi bulacağız; hakikî şahsiyete, hür san’ata kavuşacağız. Ağaç güneşte serpilir, fakat toprağın derinliklerindeki kökü ile beslenir. İnsanoğlu kendi ferdiyetini bile ancak içinde yaşadığı cemiyetle idrak eder.
Ya bir başlangıç, yahut kati ve ümitsiz bir son olabilirdi…Kazanıldı. Gelecek hayatın başlangıcı oldu. Vatan yeniden kuruldu.
Bundan sonra Türk milletinin gelecek zaman içinde varacağı her başarı, onun hesabına kaydedilecektir. Milli hayatın her sahasında, bundan böyle, bu memleketin çocuklarına nasip olacak her eser, bu çetin yılların içinde döğüşen orduların şehit ve gazilerine, subay ve komutanlarına ithaf edilecektir.
Araya giren mesafe bütün fazlalıkları attı, eğrilikleri düzeltti…
Fakat söz korkunç bir silahtır.
— Beni bu bulanık ülkede nasıl bulabildin?
— Ben seni bulmadım, biz birbirimizi bulduk. Ayni noktada toplanan düşüncelerimiz bizi birbirimizin karşısına çıkardı. Tasavvurun biricik kanun ve biricik hareket olduğu bu yeni âlemimizde, düşüncenin bu kudretine şaşmamalı.
Yalnızlığı, ihtiyarlığı, her şeyden bıkmayı zaman zaman o kadar iyi anlıyorum ki, bu içimde yaşayan bir tehdit gibi…
Şimdi yalnız kendi hayatlarını israf edenleri affetmeyi öğrendim.
Hakikatte eski musıkîmiz belki bizim en öz olan san’atımızdır. Türk ruhu hiçbir san’atta bu kadar serbest surette kendi kendisi
olmamış, bu kadar derin ve yüksek kemale mutlak bir hamle ile erişmemiştir. O ne büyük ibda’dır; o ne zenginliktir!
Kendi kendinizi tanımağa başladıktan sonra beğenmemeniz kadar tabiî ne olabilir?
O karanlık günlerde Maraş’ı bir kül yığını yapan yangınlar, bütün cenup vilâyetlerimiz için nuranî alevler saçan bir kurtuluş meşalesi olur ve Maraş, Urfa, Ayıntap milletimizin en
ümitsiz günlerinde ona açılmış zafer kapıları olurlar. Maraş bu kahramanlık günlerini unutmamıştır. Bunda haklıdır. Bir şehir,
talihin bu kadar üstünde yaşadıktan sonra, elbette onu zaman zaman hatırlayacaktır.
Abdülmecid Hanin kitaba ve gazeteye sansür koyduğu devre dönüvermiştik. Kendisine düşüncemi söyleyince masasını bana bırakıp gitti. Hayatta övünebileceğim tek zaferim belki budur, yani kitaptan korkan, düşünceye had çekmek isteyen bu adamı yanımdan kaçırtmamdır.
.
Ebedîlik boyunca yaşayacak olan fertler, hattâ nesiller değil, cemiyettir. Kaderin ve zamanın karşısında ancak cemiyet ve onun tarihî varlığı olan milliyet durur. Fırtınaya karşı yaprak değil, kökünü toprağın derinliklerine salmış olan çınar dayanır. Bu inanış, her kaderin üstündedir.
.
Her şey unutuluyor, insan çehresinin ıztırabı ve bir de güzellik unutulmuyor.
Barış aklın, temiz duygunun zaferiyle kazanılabilir. İyi bir barış yapmak için bu zaferi insanlığın kendi nefsine karşı kazanması ilk şarttır.
İnsanlar birbirleriyle dâima anlaşlabilirler, yeter ki silâhın, kardeş kanının bir dâvayı ortadan kaldırma çaresi olmadığını anlasınlar, Bu anlaşılmazsa, gelecek savaşların felâketleri fertlerin çok ötesine geçer.
Hayat, şüphesiz, bütün cemiyetindir. Fakat mesuliyetleri yalnız münevverindir. Yükünü kaderin ve tesadüfün ayırdığı paya göre hep beraber taşırız. Fakat tarih karşısında hesabını münevver verir.
Derisi derisine uymamış.
Hayat yaşamak içindir, beklemek için değil.
Seven insan, aklın kendisine verdiği kısır nasihatlere guler
Bırak, senin yerine ben düşünüyorum! demekle, falan kitabı okuma! demek arasında hiç bir fark yoktur
Büyük okur yazar kitle yerli muharrir okumuyor. Bu demektir ki, kendimizi beğenmiyoruz ve sevmiyoruz. Maaselef realitelerimizin en hazini budur.
Sükût, perdeleri indirilmiş ve lâmbaları karartılmış vapurda böylece devam etti; mücerret ruhlar olmuştuk ve zaman denizinde terkettiğimiz hayatın hatıraları ile mahzun ve onlarla baştanbaşa dolu olduğumuz halde bir müntehaya doğru gidiyorduk.
Kadın gülerek cevap verdi:
“Unutmayınız ki, Paris güzel bir kadın gibidir. Her dilde ilan-ı aşk edebilir.
… can sıkıntısının aşka başlangıç verdiğini söyleyebiliriz.
Her Türkün hayalinde, kanları içinde yüzen bir şehid vardır.
İklim çok defa takvimden ayrı yürür. İster istemez bütün sanatlarımızda elbette onun bir tesiri olacaktır.
Ölüm ve fanilik korkusu, ancak cemiyet denen büyük varlığın bir parçası olduğumuzu hissederse ortadan kalkar.
Yahya Kemal’in hakkı var.

Ömrün büyük ve dağdağalı gecesini bir aşkın yıldızlı uykusu yapanlar, bir ebediyet bahçesi olan bir ölümde uyanırlar.

İnsan kalbi, başkalarının duygularına ancak kendi tecrübeleri nisbetinde açıktır.
Heyhat yavrum, burada korku da yoktur.
Bursa’yi seviyorum
O içimizdeki aydınlığın aynasıdır
Charles Baudelaire bir şiirinde
“Musiki çok defa beni bir deniz gibi alır ve solgun yıldızıma doğru götürür.” der
Sebeplerin ve neticelerin akışında hem sebep, hem netice olmayı kaybettik, madde ebedî oluşunda bir vasfını mekân münhanisinin dışına fırlattı, kemiyet keyfiyetlerinden birini imkânın serhaddinde dondurdu ve biz sadece bir mâna olduk.
Çoğumuzda göçmen meseleleri karşısında rahatı kaçırılmış bir insan hali var. Sanki asrımızın insanına rahat hakikaten nasibmiş
gibi düşünüyoruz. Rahat, ferdî saadet, kaygısız baş, bunlar on dokuzuncu asrın kısa rüyalarıydı. Doğrusunu isterseniz bizlere
hiç nasip olmayan rüyalar… İnsan talihinin azdığı bu devirde bunu akla getirmek bile gülünçtür. Bu devirde olsa olsa vazifesini
yapmaktan gelen iç ferahlığı, huzur vardır. Çünkü devrimiz, vazife ve mesuliyet duygusu devridir. Milletimiz bu iki duyguyu çok iyi tanır. Bunu her vesile ile gördük.
18 Ocak 1951
Son günlerde kendi kendimle o kadar çok konuştum ki pekâlâ
kendimi iki ayrı insan farz edebilirim. Bu yüzden bütün bir tarafıma dargınım. Söylediklerimi ya hiç dinlemiyor, yahut durmadan bana baş sallıyor.
Varsın zamanın ritmi, yaşamak zaruretiyle bizi değiştirsin.
İster misin güzel günlerimizi hatırlayarak bu acıyı en keskin kaynağından içelim?

#AhmetHamdiTanpınar

İtalyan milleti benden ekmek istiyor, hürriyet istemiyor.
Her şey, bütün hayat, ölü bir dalga
gibi ayaklarınızın ucunda kırılıyor. Ve siz, kirli bir suda bir yığın çakıl taşı, yosun parçaları arasında yalnızlığınızı seyrediyorsunuz.
Valery, bir yazısında, «Medeniyetlerin insanlar gibi ölümlü olduğunu artık öğrendik.» der.
Mesele geleceğe imkan hazırlamaktir.
Bir vatanı olmak, hür ve müstakil yaşamak, tarihine sahip yaşamak, bir takım mükellefiyetlerle kabil olan nimetlerdir.
Göçmen Davası, 1951
Itrî’yi idrak etmiş olan bu devirde büyük san’atımız musıkîdir.
Şüphesiz insanı korumamız lâzım gelen vaziyetler vardır. Fakat bu vaziyetler daha ziyade ferdin kendi dışındaki vaziyetlerdir. Bir insanı kendi içinde, düşüncesinin mahremiyetinde korumağa hakkımız yoktur.
Hayat şüphesiz bütün cemiyetindir fakat mesuliyet münevverindir. Namık Kemal ve Ziya Paşa nesli işte bu mesuliyet duygusunun şuurunu ilk defa bize getirmişlerdir.
Her aşk peşinde bir ezeliyet fikrini taşır.