İçeriğe geç

Yas Orkestrası Kitap Alıntıları – Ali Cüneyd Kılcıoğlu

Ali Cüneyd Kılcıoğlu kitaplarından Yas Orkestrası Kitap Alıntıları sizlerle.

Yas Orkestrası Kitap Alıntıları

Acı çekme kısmında bir sorunum yoktu, rahmetli kocalarımın epey dayaklarını yedim. Acıyı meslek edindim eyvallah ama sevme sevilme konusunda eksiktim.

Sevgi gibi kutsal kelime,
Yalnız senle düştü dilime
Ölmek yetmez senin uğruna,
Sense hâlâ anlayamadın…

Gözlerim nemli nemli,
Başını hiç öne eğme,
Ayrılık onur değil ki
Benim için üzülme…
Sevemezsiniz," diyorlardı kendinden olmayanı, sana benzemeyeni…Çok şey istemedik ki, küçük bir mutluluk, Alaattin’in lambasından cin çıksa, üç dilekten ancak birini isteyecek kadar küçük.
Şeytana dedim ki gel sarıl bana, sıkı sıkı sarıldık birbirimize, acayip bir aura yakaladık.
Bir yakınım öldü. Yakınsızım, artık her şey bana uzak…
Bildiğin odun belli, giydiği esvaplar belinin dibek taşı çapındaki yağlarını saklayamayan, kırk tas buz gibi sular içilse de insana ağırlık çökerten, harman rüzgarı gibi kısmet dağıtan, tarlada tek tük bırakılan gölgesiz türünden kimseye faydası olmayan ağaçlardan, nasibi mevta eden bir kadın…
Hayat bu işte, bir zaman kesiliyor ortasından, düğüm atılmadan kesildiği yerden yürüyorsun.
Kader kime, neyi yükleyeceğini en iyi bilendi.
Ah! Bir zamanlar yaşamak için ne aceleciydim, sonra sonra ağırlaştı, gitti hevesim.
Göbek deliği insanın dünyaya geldiğinde açılan ilk yarasıydı. Yaşadıkça diğer yaralarını alıyordu insan, onların izi ruha işliyordu. Ilk yara ise ölene dek bedene eşlik ediyordu.
Eziyet tohumu ektim saksının en dibine, bastırdım, burdum kök vermesin diye, ne yaptımsa olmadı, tohum çatladı, filizi çıktı, şimdi tüm salonumu kapladı ve bana eziyet eden o işte. Şarkla garbın ortasında kalıveren küçük bir kız gibiyim, ikisi de birbirinin katili.
Unutulmuşluğu içinde baş edemediği bir kötülüğe dönüştü..
Bir yakınım öldü. Yakınsızım, artık her şey bana uzak
Yas, eksikliğidir hafızanın.. Bir şekilde hayat devam eder, o eksiklikle…
ağbisinin ölüsünü kendisine göstermemişlerdi, hafızanda bildiğin gibi kalsın, demişti babası. oysaki hafıza gözde değil, gönüldeydi.
ağlayışı dikene dönüşüp kalbime battı.
kader kime, neyi yükleyeceğini en iyi bilendi.
günler üstümden geçiyordu. hava kokmaz olmuştu. havanın kokmaz olması nedir, bilir misin?
kader taş duvar olunca bahtın konuşmaz olurmuş.
göbek deliği insanın dünyaya geldiğinde açılan ilk yarasıydı. yaşadıkça diğer yaralarını alıyordu insan, onların izi ruha işliyordu. ilk yara ise ölene dek bedene eşlik ediyordu.
bilmemek ne kadar hafif bir şeymiş.
içim davul derisinin yırtılması gibi yırtıldı.
giden gönlünü patlatır, kalan gönlünü kanatır.
Hava kokmaz olmuştu. Havanın kokmaz olması nedir, bilir misin?"
Aman! Aşk mı kaldı allasen Hanife," diyerek kahkalara boğuldu ahretliğim. Gülerek "Var kız, var! Öyle deme, ben yaşadım," dedim. Mualla üzülür gibi oldu, avcının tüfeğini ateşlemesinden korkan kuş sürüsünün havalanması misali aklı bir yerlere gitti. Sessizce "Ben yaşayamadım, neylersin?" dedi. "Nasip diyeceksin ahretlik, nasip. "
Maharetliyimdir, dışarıdan davulcu denir geçilir ama öyle mi ya! Diğer davulcular var ya, davullarını hem ramazanda hem de düğünde aynı şekilde çalarlar. Oysaki vurma usulü farklıdır. Ramazanda davulun sesi geceyi yırtmalı, karanlıkta cinleri hanelerinden dağıtmalı; ona göre gerersin davulun derisini, tokmak ona göre başka bir tür ağaçtan olur, vuruşların arasında dinlendirilir ses, uzatılır, Davul Allah demeli her vurduğunda… Düğünlerde ise hiç boş durmamalı, derisine vurup durmalı, sesler tren odaları gibi, peşi sıra sağır etmeli kulakları, zurnayla yarışmalı, oynayanları hiç oturtmamalı, kolum ne yorulur ya düğünlerde… Ankara’dan kodaman geldiğinde ise o davul ağır aksak, mehter marşı gibi iki ileri bir geri böyle türkü marş arası bir şey yapılır. Ha, kodaman için kurban kesilirken davula güçlü vurulur, hayvanın canhıraş son çığlığını kodamanın nazik kulağı işitmesin diye… (…) Davula vurmayacaksın, dertleşeceksin onunla.
(hepimizin sonu :)) belki orkestrada okumamdan ötürü de hem kitap kapağı hem hikaye ayrı etkilemiştir 🙂
__
De işte, evde ölü var, eve Azrail Aleyhisselam uğramış," der demez Hacı Yenge, kadınları bir ağlama tuttu. Biraz önce diğerleriyle birlikte ağlayamayan yamuk çene Naile bu sefer hırsla ağladı, ağlarken fenalık da geçirdi. Gözyaşlarının tuzunu yalanırken Münevver, Hacer’e dikkat kesildi." Kız! Operacının kollarını Cif’le mi ovalıyon?" Kadınlar kesik bir çığlık attılar. Bezi leğenin içindeki suyla durulayarak, "Ne bileyim abla, ceset mikrop kapmasın istedim, üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum?"
“Gidenler geri dönmeyi sevmezler nedense.”
Ah! Bir zamanlar yaşamak için ne aceleciydim, sonra sonra ağırlaştı, gitti hevesim. Kader taş duvar olunca bahtın konuşmaz olurmuş.
Çok şey istemedik ki, küçük bir mutluluk, Alaattin’in lambasından cin çıksa üç dilekten ancak birini isteyecek kadar küçük.
Göbek deliği insanın dünyaya geldiğinde açılan ilk yarasıydı. Yaşadıkça diğer yaralarını alıyordu insan, anların izi ruhuna işliyordu. İlk yara ise ölene dek bedene eşlik ediyordu.
Belleğimin içinde anılar, el ele tutuşmuş çocuklar gibi… Biri elini bıraksa kaybolacaklar.
Gidenler geri dönmeyi sevmezler nedense…"
Ah! Bir zamanlar yaşamak için ne aceleciydim, sonra sonra ağırlaştı, gitti hevesim. Kader taş duvar olunca bahtın konuşmaz olurmuş."
Kıyamet kopmuş, kamburum yüzünden beni zorla sığdırdıkları tabuttan kalkıp gidiyorum mahşer yerine, ise bulanmış yüzümle akrabalarımın ruhlarının yanından geçiyorum. Onlar diyor ki: “İşte bu, dünyada günah işleyenlerden, kitaba uymayanlardan, o sebepten yüzü simsiyah is içinde, boynuna kadar ter içerisinde. “Ayağım, elim, gözüm, kamburum, hepsi dile gelip dünyada yaptıklarımı şikâyet ediyor, sonra kalbim dile geliyor.
Evde de bir şey yok zaten. Bir küçük sofa, bir yatak, içine yiyecek tıkılı tel dolap, soba, halı, kilim, kap kacak, duvara çivili kırmızı kadife heybe içinde Kur’an. Paramı heybenin içinde açtığım gizli göze sokarım, Yemek pişmezdi evde, anca patates kaynatır veya yumurta kırardım, ta ki o gelene kadar… Ne zamanki o geldi, evin içi ısınmaya, yemek pişmeye başladı. Ev onun nefesiyle kıpırdandı.
Göbek deliği insanın dünyaya geldiğinde açılan ilk yarasıydı. Yaşadıkça diğer yaralarını alıyordu insan, anların izi ruhuna işliyordu. İlk yara ise ölene dek bedene eşlik ediyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir