İçeriğe geç

Yaratıcılık Kitap Alıntıları – Osho

Osho kitaplarından Yaratıcılık kitap alıntıları sizlerle…

Yaratıcılık Kitap Alıntıları

En güzel şarkıların bazıları bitmemiş şarkılardır. En güzel kitapların bazıları bitmemiş kitaplardır. En güzel müziklerden bazıları, bitmemiş müziklerdir. Bitmemişliğin ayrı bir güzelliği vardır.
Yüzde yüz akıl sağlığı yerinde bir adam, ölü bir adamdır. Yanında bir parça çılgınlık olması her zaman büyük bir keyif getirir.
Aşk ve coşkunun dokunuşu ile küçük şeyler bile yücelir.
En güzel şarkıların bazıları bitmemiş şarkılardır. En güzel kitapların bazıları bitmemiş kitaplardır. En güzel müziklerden bazıları, bitmemiş müziklerdir. Bitmemişliğin ayrı bir güzelliği vardır.
Sanatçı ikilemi, önce bir öğretiyi öğrenmek ve sonra onu tamamen unutmak zorunda olmandır.
Yaratımın ne kadar derinse, arkasından gelen boşluk da o kadar büyük olacaktır. Fırtına ne kadar şiddetliyse, arkasından gelen sessizlik o kadar derin olur.
Vasatlar asla delirmez. Onların delirecek bir şeyleri yoktur.
Jean Paul Sartre’nin en ünlü kitaplarından biri, Bulantı’dır. Modern zihnin durumu budur. Modern zihin hastadır. Büyük bir işkence içindedir. Ve bu işkenceyi kendisi yaratmaktadır.
Modern sanatın yüzde doksan dokuzu patolojik vakadır. Eğer dünyadan kaybolursa bu çok sağlıklı olur. Dünya için iyi olur. Hiçbir zararı olmaz. Modern zihin, öfkeli bir zihindır. Öfkeli, çünkü varlığınla temas kuramıyorsun. Öfkeli; çünkü bütün anlamı kaybetmiş durumdasın. Öfkeli; çünkü neyin önemli olduğunu bilmiyorsun.
Şimdilerde modern sanat olarak adlandırılan şey tam da budur. Picasso’nun yaptığı resimler onu delirmekten kurtarmış olabilir ama hepsi bu kadar. Ve o resimler üzerine yoğunlaşmak senin için tehlikelidir çünkü şayet birisinin kustukları üzerinde yoğunlaşacak olursan, çıldırırsın. Uzak dur! Asla bir Picasso resmini yatak odanda bulundurma yoksa karabasanlar görürsün.
Hatta ne kadar çok anın varsa, o kadar az yaratıcı olursun. Çünkü hafızandakileri tekrar etmeye başlarsın.
İnsanlar doğayı fethetmekten söz ediyor. İnsanlar onu, bunu fethetmekten söz ediyor. Doğayı nasıl fethedebilirsin? Sen onun bir parçasısın. Bir parça bütünü nasıl fethedebilir? Bunun aptallığını görmelisin.
Tek boyutlu insanı yaşadık ve tükettik. Artık daha zengin insanlar olmamız gerekiyor. Üç boyutlu olmalıyız. Ben buna üç kelime diyorum. İlk kelime, bilinç. İkinci kelime, şefkat. Üçüncü kelime ise, yaratıcılıktır.
Bilinç, varoluştur; şefkat, hissetmek; yaratıcılık ise eylem. Benim derin insan vizyonum, bu üçünü bir arada görmektir. Sana gelmiş geçmiş en büyük meydan okumayı, gerçekleştirilmesi en zor görevi veriyorum. Buda kadar aydınlık, Krishna kadar sevgi dolu ve Michelangelo ya da Leonardo Da Vinci kadar yaratıcı olmalısın. Hepsini aynı anda olmak zorundasın. Ancak o zaman senin bütünleşmen gerçekleşmiş olur; aksi taktirde bazı şeyler eksik kalmış olacak. Ve içindeki o eksik parça, seni dengesiz ve doyumsuz kılacakx
Senin üç boyutun bunlardır: Varoluş, duygu, eylem. Eylem, yaratıcılığı barındırır, her türlü yaratıcılığı: Müzik, şiir, resim, heykel, mimari, bilim, teknoloji. Duygu, estetik olan her şeyi kapsar Sevgiyi, güzelliği. Varoluş ise meditasyonu, farkındalığı ve bilinci barındırır.
Yaratıcılık, bireysel özgürlüğün güzel kokusudur.
Weiner şöyle demiştir: Bizler boyun eğen şeyler değil, direnmeye alışkın şeyleriz. Sürekli akan bir nehirde oluşan girdaplarız. İşte o zaman bir ego değil, olay olursun, ya da olayların bir süreci. O zaman sen bir süreçsin; şey değil.
Simone De Beauvoir şöyle demiştir: Hayat hem kendini geliştirmek, hem de aşmaktır. Eğer bir şey sürekli aynı durumda kalıyorsa, o zaman yaşamak sadece ölmemektir.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Herhangi bir şey olmak zorunda değilsin. Sadece kim olduğunu anla yeter, hepsi bu.
Hayatının ölü bir ayine dönüşmesine izin verme. Açıklanamayan anlar olmasına izin ver. Bırak bazı şeyler gizemli kalsın. Neden gösteremediğin şeyler olsun. İnsanların senin biraz çılgın olduğunu düşünmelerini sağlayacak bazı eylemlerin olsun. Yüzde yüz akıl sağlığı yerinde bir adam, ölü bir adamdır. Yanında bir parça çılgınlık olması her zaman büyük bir keyif getirir. Arada bazı çılgınlıklar da yap. O zaman anlam mümkün olabilir.
Zihnin çorba gibi. Onu temizle, boşalt. En iyi zihin, boş zihindir. Sana boş zihin şeytanın atölyesidir diyenler, aslında şeytanın ajanlarıdır. Boş bir zihin Tanrı’ya her şeyden daha yakındır. Boş zihin şeytanın atölyesi değildir.
Zihnin çorba gibi. Onu temizle, boşalt. En iyi zihin, boş zihindir. Sana boş zihin şeytanın atölyesidir diyenler, aslında şeytanın ajanlarıdır. Boş bir zihin Tanrı’ya her şeyden daha yakındır. Boş zihin şeytanın atölyesi değildir.
Çıplak ol. Açık ve boş ol. O zaman sadece bir anlam değil, binlerce anlam bulacaksın.
Bir insanı şarkı yarattığı için öv.
Bir insanı güzel bir heykel yarattığı için öv.
Bir insanı çok güzel flüt çaldığı için öv.
Bundan sonra, dini kriterlerin bunlar olsun.
Bir insanı çok güzel sevdiği için öv.
Sevgi bir dindir.
Baksana, ne kadar dindar bir adam dersin. Ama o ne yapıyor? Dünyaya katkısı ne? Bu dünyaya nasıl bir güzellik kattı?
Milyonlarca insan, anlamın keşfedileceği gibi aptalca bir fikir yüzünden anlamsız birer hayat sürüyor.
Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun.
18. Yüzyılda çok önemli olan sorular şimdi çok aptalca geliyor. Bir iğnenin ucunda kaç tane melek dans edebilir? Ortaçağ’ın en önemli teolojik sorularından biri buydu.
Tanrı hiçbir zaman iki insanı aynı yaratmazdı, her zaman bir eşsizlik bulunurdu, Tanrı hiçbir zaman üretim hattı gibi çalışmazdı. O sadece özgün çalışır, araya kopya kağıdı koymazdı. Ne olmuştu?
Egonu bıraktıktan sonra, bütün yenilgileri, bütün başarısızlıkları, bütün hüsranları bırakmış olursun. Egonu taşıdığın sürece başarısız olmaya mahkumsun.
Hayal gücü, Tanrı’ya en çok yaklaştığın an olmalı. Tanrı’nın müthiş bir hayal gücü olmalı, öyle değil mi? Şu dünyaya bir baksana! Bir düşün! Ne kadar hayal gücü yüksek bir yaratıcı; bu kadar çok çiçek, bu kadar çok kelebek, bu kadar çok ağaç, bu kadar çok nehir ve bu kadar çok insan. Onun hayal gücünü bir düşün! Bu kadar çok yıldız, bu kadar çok dünya. Dünyaların ötesinde dünyalar, hiç bitmeyen. Muhteşem bir hayal gücü.
İnsanlar bana gelip, sigarayı bırakmak istiyorum diyor. Onlara, Neden? Ne kadar güzel bir transandantal meditasyon, devam et. diyorum. Eğer onu bırakırsan başka bir şeye başlarsın. Çünkü belirtileri değiştirerek hastalığı değiştiremezsin.
Boş bir zihin şeytanın atölyesidir. Hayır, değildir. Boş bir zihin Tanrı’nın atölyesidir.
İnsanlığın yeni bir toprağa ihtiyacı var;

Özgürlük toprağına! Bohemlik bir tepkiydi. Gerekli bir tepki, ancak hayalim gerçek olursa, o zaman bohemliğe gerek kalmayacak. Çünkü insanlara hükmetmeye çalışan bir kolektif zihin olmayacak. O zaman herkes kendisi ile barışık olacak. Tabii başkasına da müdahale etmeyecek. Ancak kendi hayatın söz konusu olduğu sürece, kendi kurallarınla yaşayacaksın. İşte o zaman yaratıcılık ortaya çıkar. Yaratıcılık, bireysel özgürlüğün güzel kokusudur.

Tanrı fikri, seni tuvalette bile yalnız bırakmayan bir röntgenci kavramıdır, izler. Bu çok çirkin! Dünyanın bütün dinleri, Tanrının seni sürekli izlediğini söyler.
İnsanlık henüz doğmadı. Hâlâ rahmin içinde. Senin insanlık olarak gördüğün, sadece bir göz aldanması olayıdır. Ta ki bizler her kişiye bireysel özgürlük, kendi tarzında varolmak için tam özgürlük verene kadar Ve elbette o da kimsenin işine karışmamak zorunda — özgürlüğün bir parçasıdır bu. Kimse bir başkasına müdahale etmemeli.
Yaratıcılık varoluştaki en büyük isyandır.
Yaratıcı insan içsel bir kavrayışa sahiptir. Başkalarını n daha önce görmediğini görür, başkalarının daha önce duymadığını duyar. İşte bu, yaratıcılıktır.
Bir balık ancak bir balıkçı tarafından yakalanıp kumları üzerine atıldığı zaman okyanusun farkına varır. İlk kez o zaman, her zaman okyanusun içinde yaşamış olduğunu anlar. Okyanus onun hayatıdır ve o olmadan yaşayamaz.
Ama insanda bir zorluk vardır. Sen varoluşun dışına çıkarılamazsın. Varoluş sonsuzdur, çıkıp, varoluşa dışarıdan bakacağın bir kıyı yoktur. Nerede olursan ol, varoluşun bir parçasısın.
“Hayatının ölü bir ayine dönüşmesine izin verme. Açıklanamayan anlar olmasına izin ver. Bırak bazı şeyler gizemli kalsın. Neden gösteremediğin şeyler olsun. İnsanların senin biraz çılgın olduğunu düşünmelerini sağlayacak bazı eylemlerin olsun. Yüzde yüz akıl sağlığı yerinde bir adam, ölü bir adamdır. Yanında bir parça çılgınlık olması her zaman büyük bir keyif getirir. Arada bazı çılgınlıklar da yap. O zaman anlam mümkün olabilir.”
“Hayatta daha fazla ilgi alanların olsun. Sadece bir iş adamı olma. Bazen oyun da oyna. Sadece doktor, mühendis, müdür ya da profesör olma. Mümkün olduğunca çok şey olmaya çalış. Kağıt oyna; keman çal. Şarkı söyle; fotoğraf çek. Şair ol; hayatta mümkün olduğunca çok şey bul. O zaman”
“Hayatın çok boyutlu olması gerekir. Ancak o zaman anlam vardır. Hayat asla tek boyutlu değildir. Bu da bir sorun. Eğer biri mühendis olursa, her şeyin bittiğini düşünür. Kendini mühendis kimliğiyle tanımlar. O zaman hayatı sadece mühendislik olur. Milyonlarca seçenek varken, o sadece tek bir yolda ilerler. Sıkılır, bunalır, yorulur ve heyecanını kaybeder. Sadece ölümü bekler. Bu durumda nasıl bir anlam olabilir?”
“Katılımcı olmak zorundasın. Anlam, katılmakla ortaya çıkar. Hayata katıl. Mümkün olduğunca derinden ve bütünüyle katıl. Katılım için her şeyi riske et. Eğer dansın ne olduğunu bilmek istiyorsan, bir dansçıyı izlemeye gitme. Dans etmeyi öğren, dansçı ol. Eğer herhangi bir şeyi bilmek istiyorsan, katıl. Bir şeyi bilmenin gerçek, doğru ve özgün yolu budur. O zaman hayatında birçok anlam olacak. Sadece tek boyutlu değil; çok boyutlu anlamlar. Ve sen anlam yağmuruna tutulacaksın.”
“Boş zihin Tanrı’nın atölyesidir.”
“Zihnin çorba gibi. Onu temizle, boşalt. En iyi zihin, boş zihindir. Sana boş zihin şeytanın atölyesidir diyenler, aslında şeytanın ajanlarıdır. Boş bir zihin Tanrı’ya her şeyden daha yakındır. Boş zihin şeytanın atölyesi değildir. Şeytan düşünce olmadan hiçbir şey yapamaz.”
“Anlam yaratılmalıdır ve önyargısız aranmalıdır. Eğer bilgini bir kenara koyabilirsen, hayat birden renklenir. Bütün renkler canlanır. Ama eğer sürekli yazıtları, kitapları, teorileri, doktrinleri, felsefeleri sırtında taşıyorsan, bunlar içinde kaybolursun. O zaman her şey karışır, çorbaya döner. Neyin ne olduğunu bile hatırlayamazsın.”
“Şimdi, eğer sabit bir fikrin varsa o zaman sadece onu ararsın. Sadece onu ararsın. Ve bu zihin darlığı yüzünden diğer her şeyi ıskalarsın.”
“Bir sonuçla başlama. Aksi halde başlangıçta yanlış yapmış olursun. Yargısız arayışa gir. İnsanlara sürekli Eğer gerçeği bulmak istiyorsan, bilgini bir kenara koy. Bilgili insan asla bulamaz. Bilgisi bir barikat olur derken, bunu kastediyorum.”
“Bırak arayışın saf olsun. Sabit bir fikirle hareket etme. Çıplak ol. Açık ve boş ol. O zaman sadece bir anlam değil, binlerce anlam bulacaksın. O zaman her şey anlamlı gelecek.”
“Arayışın saf olması gerekir. Arayışın saf olması gerekir derken neyi kastediyorum? Herhangi bir yargıya sahip olmadan, kafanda herhangi bir beklenti bulunmadan.
Nasıl bir anlam arıyorsun? Eğer belirli bir anlam aramaya çoktan karar verdiysen onu bulamazsın. Çünkü daha en baştan arayışın kirlenmiştir. Arayışın saf değildir. Sen kararını çoktan vermişsin.”
“ Şimdi sana söylüyorum, bu soruyu sormalısın. Bir insanı şarkı yarattığı için öv. Bir insanı güzel bir heykel yarattığı için öv. Bir insanı çok güzel flüt çaldığı için öv. Bundan sonra, dini kriterlerin bunlar olsun. Bir insanı çok güzel sevdiği için öv. Sevgi bir dindir. Bir insanı, onun sayesinde dünya daha zarif olduğu için öv. Oruç tutmak, mağarada oturmak, kendine işkence etmek ya da çivili yatakta yatmak gibi aptalca şeyleri unut. Bir insanı çok güzel güller yetiştirdiği için öv. Dünya onun sayesinde daha renkli olmuştur. O zaman anlamı bulursun.
Anlam yaratıcılıktan ortaya çıkar. Din daha şiirsel, daha estetik olmalıdır.”
“Ama Zerdüşt’ün anlamını kavramak için, bir Zerdüşt olman gerekir. Daha azı yetmez. Onu tekrar yaratman gerekir. Her bireyin Tanrı’yı, anlamı, gerçeği, doğurması gerekir. Her insanın hamile kalıp, o doğum sancılarını yaşaması gerekir. Her insanın onu rahminde taşıyıp, kendi kanıyla beslemesi gerekir. Ancak o zaman keşfedebilir.
“Halbuki görecelilik teorisini anlamak için bir Albert Einstein olmana gerek yok. Sadece ortalama zekaya sahip olman yeter. Eğer çok geri zekalı değilsen anlarsın.”
“Buda da bir şey keşfetti. Zerdüşt de bir şey keşfetti. Ama bu Einstein’ın keşfi gibi değil. Zerdüşt’ün izinden gidip, onun haritasını kullanarak bulacağın bir şey değil. O şekilde asla bulamazsın. Senin bir Zerdüşt olman gerekir. Aradaki farkı gör.”
“Unutma, Buda hayatın anlamını buldu, çünkü yarattı. Ben buldum, çünkü yarattım. Tanrı, bir nesne değil; bir yaratımdır. Onu ancak yaratanlar bulur. Bence anlamın keşfedilecek bir şey olmaması çok güzel. Aksi halde, bir insan onu keşfederdi ve sonra başkalarının keşfetmesine gerek kalmazdı. Dini anlam ile bilimsel anlam arasındaki farkı görüyor musun? Albert Einstein görecelilik teorisini keşfetti. Şimdi onu tekrar tekrar keşfetmen gerekiyor mu? Eğer tekrar tekrar keşfediyorsan, aptalın tekisin. Ne gerek var? Bir adam keşfetmiş. Sana haritayı vermiş. Onun yıllarını almış olabilir. Ama senin anlaman birkaç saat sürer. Üniversiteye gidip öğrenebilirsin.”
“Burada keyif, kahkaha ve sevgi dolu bir yer yarattığımız zaman, İsrail’de ne var ki? Yeni İsrail’i biz yaratmış oluruz.”
“Anlam bir danstır; taş değil. Anlam müziktir. Onu ancak yaratırsan bulursun. Bunu unutma.”
“Hayatın kendi başına bir anlamı yok. Hayat bir anlam yaratma fırsatıdır. Anlamın keşfedilmesi değil, yaratılması gerekir. Anlamı, ancak onu yaratırsan bulursun. Orada bir çalının arasında durmuyor. Yani sağına soluna bakınca, biraz arayınca bulamazsın. O bulunacak bir kaya gibi durmuyor. O, yaratılacak bir şiir, söylenecek bir şarkı, edilecek bir danstır.”
“Ben Kudüs’e gitmiyorum. O bana gelsin; Deli değilim. Biraz çatlağım ama deli değilim. “
“Para çok büyük bir icat. İnsanları zenginleştirir. Sahip olmadıkları şeyleri alma kapasitesi verir. Ama bütün dinler ona karşı olmuştur. İnsanlığın zengin olmasını istemiyorlar. İnsanlığın zeki olmasını istemiyorlar. Çünkü eğer insanlar zekiyse, İncil’i kim okuyacak kim Kuran’ı okuyacak?”
“Bazen eğer bir dolarım olursa, onu nereye koyacağım diye endişeleniyorum.”
“Ben paraya saygı duyuyorum. Para insanoğlunun en büyük keşiflerinden biri. O sadece bir araç. Sadece aptallar onu lanetliyor. Belki başkalarında para varken, kendilerinde olmadığı için kıskanıyorlar. Kıskançlık yüzünden lanetliyorlar.”
“Tıpkı doğuştan şair, doğuştan ressamlar varolduğu gibi, doğuştan servet yaratıcıları olduğunu da hatırlatmak isterim. Onlar hiç takdir edilmemiştir. Herkes bir Henry Ford değil ve olamaz.
Henry Ford, fakir bir aileye sahipti ve dünyanın en zengin adamı oldu. Para ve servet yaratmaya yönelik bir yeteneği, bir dehası olmuş olmalı ki, bu bir resim, müzik ya da şiir yaratmaktan çok daha zor bir şey. Servet yaratmak kolay bir iş değil. Henry Ford, tıpkı büyük bir müzisyen, yazar, şair gibi takdir edilmeli. Hatta daha fazla takdir edilmeli. Çünkü onun parasıyla, dünyanın bütün şiirleri, bütün müzikleri, bütün heykelleri satın alınabilir.”
“Belki birkaç yüzyıl sonra bilim adamları, ağaçların dünyanın arzusu olduğunu keşfeder. Kesin olan bir şey var. Ağaçlar yerçekimine karşı hareket ediyor. Dünya onların yerçekimine karşı hareket etmesine izin veriyor. Onları destekliyor, yardım ediyor. Belki de dünya yıldızlarla iletişim kurmak istiyor. Dünya canlıdır ve hayat her zaman daha yükseğe erişmek ister. Hayal gücünün sınırı yoktur. Yoksul insanlar bunu nasıl anlayacak? O zekaya sahip değiller.”
“Bazı insanlar doğuştan müzisyendir. Mozart, sekiz yaşında, çok güzel müzikler besteliyordu. O sekiz yaşında iken, diğer müzik ustaları onun yanına bile yaklaşamıyordu. O adam doğuştan yaratıcıydı. Vincent Van Gogh, kömür madeninde çalışan fakir bir babanın oğluydu. Hiç eğitim görmedi. Sanat okulunun önünden bile geçmedi. Ama dünyanın en büyük ressamlarından biri oldu.”
“Ne rahip vaazından bir şey anlar, ne de izleyiciler. Pek çoğu altı gün çalıştıktan sonra yorgun olduğu için uyur. Rahip de herkesin uyuması sayesinde daha rahattır. Artık yeni bir konuşma hazırlamak zorunda değildir. Eski vaazını tekrar edip durur. Herkes uyuduğu için, kimse rahibin kendilerini kandırdığını anlamaz.”
“Fakir bir adam Mozart’ı anlayamaz. Aç bir adam Michelangelo’yu anlayamaz. Bir dilenci, Vincent Van Gogh’un resimlerine dönüp bakmaz. Açlık çeken insanlarda kendilerini zeki yapacak yeterli enerji yoktur. Zeka, ancak içinde yoğun enerji akışı varsa ortaya çıkar. Sadece ekmek ve yağla tükenirler. Onların zekası yok. Karamazov Kardeşler’i anlayamazlar. Onlar ancak bir kilisedeki, aptal bir rahibi dinleyebilir.”
“İsa’nın şu dediğine bak: B i r deve iğnenin deliğinden geçebilir; ama zengin bir adam cennetin kapısından geçemez. Sence bu adamın aklı yerinde mi? Bir devenin iğnenin deliğinden geçebileceğini kabullenmeye hazır. Bu imkansız bir şey. Ancak bunu bile mümkün olarak kabul ediyor. Ama zengin bir adamın cennete girmesi mi? Bu çok daha imkansız. Böyle bir şey mümkün değil. Servet lanetleniyor, zenginlik lanetleniyor, para lanetleniyor. Dünya iki kampa bölünüyor. İnsanların yüzde doksan sekizi sefalet içinde yaşıyor. Ama büyük bir tesellileri var: Zengin insanların giremeyeceği yere onlar kabul edilecek ve melekler lir çalarken, onları Haleluya ; Hoşgeldiniz diye karşılayacak. Zengin olan yüzde iki ise, zengin olmanın suçluluğu altında büyük bir vicdan azabıyla yaşayacak.”
“Bütün dinler insanı mümkün olduğunca fakir yapmaya çalışmıştır. Parayı o kadar çok lanetlemiş ve yoksulluğu o kadar övmüşlerdir ki, bana sorarsan, onlar dünyanın gelmiş geçmiş en büyük suçlularıdır.”
“Müslümanlar bunu bozdu. Müzik dinlerine karşıydı. Neden? Çünkü müziği öğrenmek için bir fahişenin evine girmek zorundaydın. Müslümanlar keyfe karşıdır. Oysa fahişelerin evleri, kahkahalar, şarkılar, müzik ve dansla doluydu. O yüzden yasaklandı. Hiçbir Müslüman müzik çalınan bir yere giremezdi. Müzik dinlemek bir günahtı.”
“Müzik, Müslümanlar tarafından yasaklanmıştır. Neden? Çünkü müzik Doğu’da, genel olarak güzel kadınlar tarafından yapılırdı. Fahişe kelimesinin anlamı, Doğu’da ve Batı’da farklıdır. Batı’da, fahişe bedenini satar. Doğu’da, geçmişte fahişe bedenini satmazdı; dehasını, dansını, müziğini, sanatını satardı.”
“Mirdad Kitabı’nın adını bile duymamış olan insanlarla karşılaştım. Eğer büyük kitaplar listesi yapacak olsaydım ilk sırada o olurdu. Ama onun güzelliğini görmek için çok iyi öğreti almış olman gerekiyor.”
“Klasik müziği anlayamayan bir insan fakirdir, sağırdır. Duyabilir, gözleri, kulakları, burnu, bütün duyuları, tıbbi olara sağlıklı olabilir. Peki ama metafiziksel olarak Mirdad Kitabı gibi büyük bir edebi eserin güzelliğini görebilir misin? Eğer göremiyorsan körsün.”
“Bütün dinler servete karşı olmuştur. Çünkü zenginlik sana hayatta satın alınabilecek her şeyi verir. Ve neredeyse her şey satın alınabilir. Sadece sevgi, coşku, aydınlanma ve özgürlük gibi ruhani değerler istisnadır. Bunlar istisnalardan birkaçı. Ama istisnalar her zaman kuralı ispatlar. Başka her şeyi parayla satın alabilirsin. Bütün dinler yaşamaya karşı olduğu için, paraya karşı olmaları çok doğal. Bu doğal bir paralelliktir. Hayatın paraya ihtiyacı vardır. Çünkü hayatın rahat etmeye, güzel yemeklere, güzel kıyafetlere, güzel evlere ihtiyacı vardır. Hayatın güzel kitaplara, müziklere, sanata, şiire ihtiyacı vardır. Hayat çok engindir.”
“Yaratmayı bilmeyen insanlar eleştirmen olur. O yüzden onları düşünme. Önemli olan şey, senin iç duyguların, iç ışığın, iç sıcaklığın. Eğer müzik yapmak sana bir sıcaklık duygusu veriyorsa, içinde coşku yükseliyorsa, egon kaybolur. O zaman seninle Tanrı arasında bir köprüye dönüşür. Sanat, en güzel ibadet, mümkün olan en yoğun meditasyon olabilir. Eğer herhangi bir sanatın içinde bulunabiliyorsan, müzik, resim, heykel, dans. Eğer sanat senin varlığını kavrıyorsa, bu en güzel ibadettir, en güzel meditasyondur. O zaman başka bir meditasyona ihtiyacın yok. O senin meditasyonundur. O seni yavaş yavaş, adım adım, Tanrı’ya götürecektir. Bu konudaki kriterim, bu eğer seni Tanrı’ya yönlendiriyorsa, gerçek sanattır. Özgün sanattır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir