İçeriğe geç

Yaralarım Aşktandır Kitap Alıntıları – Furuğ Ferruhzad

Furuğ Ferruhzad kitaplarından Yaralarım Aşktandır kitap alıntıları sizlerle…

Yaralarım Aşktandır Kitap Alıntıları

ve böylecedir
birisi ölür
ve birisi yaşar
uçmayı anımsa
kuş ölümlüdür
ben yüreğini yitirmiş zamandan
korkuyorum.
demek sonunda güneş
aynı zamanda
umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı.
ve bahçenin belleği usul usul
yeşil anılardan boşalıyor.
inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.
duyumsuyorum zaman geçmiştir.
duyumsuyorum an dır tarih yapraklarından
payıma düşen
suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili?
suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka
hep düşünmeden önce olur olanlar
kapı zili acaba beni
yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi?
çizgileri bırakacağım
sayı saymasını da bırakacağım
ve sınırlı geometrik biçemler arasından
enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım
budur benim payıma düşen
benim payıma düşen
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür
benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden
inmektir
ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette
benim payıma düşen, anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir
ve ellerini seviyorum diyen
sesin hüznünde ölmektir
yalnızlık boyutlarındaki bir odada
aşk boyutlarındaki yüreğim
kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder
ve dinlerdin
ağlayarak akan kanımı
ve ağlayarak ölen aşkımı

sen dinlerdin
görmezdin beni ancak.

sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün
ben bu kafeste bir tutsağım
şiir ve çiçek ve bülbül ülkesinde
yaşamak bir nimettir, hele
senin varlığın yıllar sonra kabulleniliyorsa
bir an
ve sonrasında hiç.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
bak gecenin mumu yolumuzda nasıl
damla damla erimede
gözlerimin kara sürahisi benim
senin sıcacık ninnilerinle nasıl
uyku şarabıyla dolup taşmada
benim şiirlerimin beşiği üstüne
bak
sen doğuyorsun ve güneş oluyor.
denizi ömründe hiç görmeyen
ne anlarmış hayatından?
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
söz, karanlıktaki ürkek fısıltıdan değil
söz, gündüzden ve açık pencerelerdendir
ve temiz havadan
söz, bir şarkının gümüşsü yaşamındandır
nasıl büyüdü kalbimin bütünsüzlüğü
ve hiçbir yarı bu yarıyı tamamlamadı!
nasıl da durdum ve gördüm
ayaklarımın altında yer
dayanağından nasıl da boşalıyordu
şimdi kentin kirli gürültüsü yeniden
balıkların karmaşık sürüsü gibi
benim kıyılarımın karanlığından uzaklaşıyor
şimdi derinliklerinde sabah uykusunun
karga çığlıklarının yankısı
duyulmakta
aynalar, uyanmakta
ve tekil ve yalnız biçemler
kendilerini uyanışın ilk gerinişine
ve uğursuz karabasanların saldırısına
bırakmakta.
ve gece hala
o beyhude gecenin devamıdır sanki.
sizler, yüzlerini
yaşamın hüzünlü maskesi gölgesinde
saklayan sizler!
acaba zaman zaman bu düş kıran gerçeği;
bugünün dirilerinin
bir dirinin atıklarından başka bir şey olmadıklarını
düşünür müsünüz siz hiç?
ve yarın
çocukların belleğinde
belirsiz yitik bir anlamdı
onlar bu eski sözcüğün tuhaflığını
ev ödevlerinde
kocaman siyah lekelerle
imgeliyorlardı.
sarılırsak birbirimize
biz iki avare dalga
zirvenin o büyülü anında
varırız aradığın sığınağa
su gibi kendi çukurunda kuruyabilir insan.
çok daha fazla, ah, evet
çok daha fazla, susabilir insan

saatlerce
ölülerin bakışları misali kıpırtısız bakışlarla
bir sigara dumanına dalabilir insan
bir fincanın biçimine ya da
renksiz bir çiçeğe, bir halıya
düşsel bir çizgiye, duvara.

uyanmanın aydınlık sabahından bir ışık
görmüyorum gökyüzünün karanlığında
çocukça gülüyor
sevinç dolu sıcak bir bakışla
bakışlarımın yolunu kapatıyor
“Kadın gelecekteki dünyayı doğurandır.”
– aşk?
– yalnızdır ve basık pencerelerden mecnunsuz çöllere bakıyorlar.
saatlerce
ölülerin bakışları misali kıpırtısız bakışlarla
bir sigara dumanına dalabilir insan
bir fincanın biçimine ya da
renksiz bir çiçeğe, bir halıya
düşsel bir çizgiye, duvara.
Çok daha fazla, ah, evet
çok daha fazla, susabilir insan.
Sarılayım diye sana geldim, Oysa gördüm yapraksız bir dalsın.

bu sıkıntılı evlerde
benim yaşamım
aaah ne denli dingin ve gururla geçiyordu

birbirimizde ağlamıştık
birbirimizde o itibarsız birlik anını
çılgınca yaşamıştık.
Derimin aşkın genişlemesinden çatladığını gördüm.
Peygamberler, yıkımın elçiliğini
Kendileriyle getirdiler yüzyılımıza
Bu art arda patlamalar
Ve zehirli bulutlar
Kutsal ayetlerin tınlaması mı?
ben yüreğini yitirmiş zamandan
korkuyorum,
Sen dinlerdin
görmezdin beni ancak.
ben senden ölürdüm
oysa sen benim yaşamımdın
sen nesin
bir andan başka
benim gözlerim
bilgi vahasına açan
bir an?

bırak
unutayım.

benden alabileceğin ne kaldı
yaşlarla dolu bu iki gözden başka
Ey sonbahara ermiş umutlarım
bir gün gelir hasret dolu bakışların
bu hüzünlü şarkılarda kayar
Aşk aşk varsa zaman aptalca bir laftır.
kalbimde söylenmemiş öyküm var
neden kaçarsın benden
nedir bu acele
nereye sığınırsın
bu karanlık gecede
sarılayım diye sana geldim
oysa gördüm yapraksız bir dalsın
umudumun gözünde sen
ölümün gülümsemesisin
aşkın öyküsünü okudum kulaklarına:
seni istiyorum ey benim cânânem!
ey bağrı can bağışlayan, seni
seni ey aşığım benim divânem!
ve aşktı, avlunun karanlığındaki o karışık duygu
ansızın bizi kuşatırdı
sen dinlerdin
görmezdin beni ancak.
ben senden ölürdüm
oysa sen benim yaşamımdın
keşke sonbahar olsaydım
keşke sonbahar gibi sessiz ve hüzün dolu olsaydım
umudumun gözünde sen
ölümün gülümsemesisin
Neden kadın şair? Neden şair sözcüğü yetmiyor?
Kalbimi sevgine öyle bağladım ki bir daha
Başka sevdalı bir yürek istemiyorum
benden arda kalan her şey dağılır
ruhum bir kayığın yelkeni gibi
ufuklarda uzaklaşır. saklanır
bırak benim avare gölgem
senin gölgenden uzak ve ayrı kalsın
bir gün kavuşuruz ve o gün
varsa aramızda sadece Tanrı kalsın
yol uzundur
ama yolun sonu köşktür nurdur.
ben yüreğini yitirmiş bu zamandan korkuyorum
ben bunca elin boşunalığını düşünmekten
bunca yüzün yabancılaşmasından
korkuyorum.
Umudumun gözünde sen,
Ölümün gülümsemesisin..
sonra iki kızıl nokta
yanan iki sigaradan
saatin tik takları
ve iki kalp
ve iki yalnızlık
düşlüyorum ancak bilirim asla
bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış
gardiyan adam istese bile
kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış
sen o aydın ve pırıl pırıl gökyüzüsün
bense bu kafeste bir tutsağım
Ne tuhaf bir dünya.
Kimsenin işine karışmıyorum.
Kimseyi incitmiyorum ve
her an kendimleyim, böyle olunca herkes beni
kurcalıyor…”

Çünkü şu sıralar çok acı ve zor günler geçirmekteyim ve mezarında yatan biri gibi yalnızım, bir sürü acı ve azap veren düşünce ve bir sürü hiç bitmeyecek olan hüzünle.

Burada Meryem çiçekleri,
Çöl dikeninden değersiz açarlar..
.
.
yorgun,solgun ve örselenmiş
gidiyorum harabe evime
sizin kentinizden tanrıya
götürüyorum coşkun kalbimi
Ben bu ayette seni ah çektim,ah
ben bu ayette seni
ağaca ve suya ve ateşe aşıladım
Senin günahı anlatan gözün kırptı yine düşün suskulu yüzünde
yine ben kaldım ve kalbimin gurbetinde
senin yakan öpücüğünün hasretinde
kaçıyorum bu insanlardan
görünüşte benimle olan
fakat içlerinde hakaretten
eteğime bin bir yama yamayan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir