İçeriğe geç

Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet Kitap Alıntıları – Murat Gülsoy

Murat Gülsoy kitaplarından Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet kitap alıntıları sizlerle…

Yalnızlar İçin Çok Özel Bir Hizmet Kitap Alıntıları

Tanrım, lütfen yanlış anlaşılmama izin verme.
Çok kötü bir alışkanlık geliştirdim. Daha yaşanmadan yaşayacaklarımı hayal edebiliyorum.
Kelimelerle oynuyorum. Harfleri sinsice değiştiriyorum: Yalnızlık yanlışlık oluyor. Basit bir hataya dönüşüyorum.
İnsan gençliğinde kalabalıklar içinde yalnız olduğunu sanıyor. Oysa yalnızlar içinde yalnızdır insan.
Çevremi saran gerçeklik aklımla oyun oynamaya yemin etmiş.
Lambadan çıkan cin soracak: Kimsiniz?
Oysa biz üç dileğimizi hazır etmiştik; bedenimiz için gençlik, zihnimiz için kurnazlık ve ruhumuz için daha az acı.
Sözcükleri ne kadar parlatırsak o kadar net görecek karşımızdaki kendini.
Yazmamın nedeni de buydu belki Kurmaca hikâyelerle varlığımı çoğaltmak. Öykülerin, romanların sayfaları arasına saklanmak. Delilik gelip beni bulmasın diye.
Neden durmadan intihar etmiş yazarlara yöneliyorum? Neden onların peşinden ölüm denilen o karanlık coğrafyayı keşfe çıkıyorum?
Ve giydirildim başkalarının sözleriyle
Hangisiyim? Bilmiyorum kimin gözleriyle?
Ne yapsak silinmiyor ruhtan geçmişin izi
Yaşamak kadar ölüm de çağırıyor bizi
En güçlü simya aşktan başka nedir ki? O ateşte pişerek değişiyor insanın ruhu.
Belki de sadece okuduklarımın etkisinde fazla kalıyordum.
Nasıl da bilemedim Borges’in sözlerini daha fazla ciddiye almalıydım:Bir labirent kurmak için iki aynayı karşı karşıya yerleştirin.
Ayna dediği kitaplardan, yazıdan, metinden başka neydi ki?
Durmadan aynı şeyleri mi yazıp duruyorum? Burası Overlook Oteli değil.
İhtiyaç duyacağınız şeyler, şehir ışıklarından uzak bir yer, açık ve bulutsuz bir gökyüzü.
Akıl belki de sadece kollektif olarak var. Başkaları olmadan akıl sahibi olmak mümkün değil belki. Robinson beyaz adamın düşü sadece Kaldı ki onun bile bir Cuma’sı vardı.
İnsan yalnızken deliliğin ne kadar yakında olduğunu daha kolay hissediyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
İnternet. Evrensel belleğimizde her şey var, yeter ki arayacağın sözcüğü bil. Bir adamın ilk gençliğinden orta yaşına ve oradan da artık sahnede taburede oturarak şarkı söyleyebildiği ömrünün sonlarına uzanan bu acımasız yolculuğun beni neden çektiğini biliyordum. Ya da korkuttuğunu mu demeliyim? Bu görüntüleri art arda izlemek insanın durmadan aynada kendisiyle konuşması ya da gözlerini güneşe dikip kör olana kadar bakması gibi bir delilik işaretiydi belki de.
İnsanın hayatında en mutlu olduğu tek bir an var derlerdi de inanmazdım. Bu sanırım o an. On yedi yaşındaydım. Tatilde ateş başında toplanmıştık. Gitar çalan oğlanın yanında oturan benim, bak Ateşe gözlerini dikmiş geleceği hayal eden bir genç kız Şarkıyı söyleyen delikanlıya deli gibi âşık. Hayat ne kadar güzel diye düşünmüyor, hayır, onu sonra düşünecek. Her mutsuzluğunda, her acı çektiğinde o geceyi düşünecek
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ne zaman mutlu olsam arkasından mutlaka kötü bir şey olur. Hemen hiç sektirmez. Sıfır toplamlı bir oyun benim hayatım. Ne kadar çok sevinsem onu sıfırlayacak büyüklükte korkunç bir şey olur.
Biliyor musun, annem gibi konuşuyorsun. O da böyledir. Ne zaman ona göre yanlış bir şey yapsam bu benim düşüncem olamaz. İlle de aklıma biri girmiştir.
O zamanlar insanların arasında sadece bir yalnızdım. Şimdi kendi kendime bile yabancıyım.
Muhtemelen benim durumumu anlatacak doğru bir kelime de yoktur.
Başkalarının kendisini yalnızlığa mahkûm ettiğini düşünen yalnızlar ordusu.
Bir şeyler söylemeliydi ama aklına hiçbir şey gelmiyordu.
Çünkü çok yalnızdı.
Yüzünü dökme küçük kız Bırak üzülmeyi Yalnız sen misin bir düşün Unutan sevilmeyi
İnsan neye elini atsa kendi hayatından bir yansımayla karşılaşıyor. Çünkü insan bir aynadan başka bir şey değil. Kendisi kadar yansıtabiliyor dünyayı.
Kitabın ilk sayfasını açtı, rüya ikinci hayattır, yazıyordu.
Hangi konu olursa olsun, insan derinlemesine düşündüğünde önünde sonsuz olasılıklar açılıyordu.
Ne demek istiyor yazarı? Fantastik bir kitap icat ederek nereye varmaya çalışıyor?
Belki de gerçek hayatta olmayacak kimi şeylerin edebiyatın içinde var olabileceğini anlatmaya çalışıyordu.
Bırak yaşıtlarını Allah aşkına. bu bir yarış değil ki. Hayat dediğin tek kulvar, onda da sadece sen varsın.
İnsan neye elini atsa kendi hayatından bir yansımayla karşılaşıyor. Çünkü insan bir aynadan başka bir şey değil. Kendisi kadar yansıtabiliyor dünyayı.
Bu konuda yalnız değilim. Gerçekten. Hepimiz, tüm insanlar yavaş yavaş deliriyoruz. Sanki içtiğimiz suya bir ilaç karışıyor ya da havaya yayılan kokusuz bir gaz hepimizi delirtiyor. Ama bu o kadar yavaş oluyor ki anlayamıyoruz. Belki de o dağılıp eriyen meseleler zehirliyor hepimizi. Yüzleşmek yerine, zamanın asitli çözücülüğüne bıraktığımız o lanetli meseleler
Ben kabuğumu kaybettim. Bir salyangoz ne yapabilir kabuksuz?
Kafam karışık Sürekli istasyon değiştiren bir radyo gibi.
Issız bir adaya düşsek orada olduğumu bile farketmez.
Bir kez dünyaya geliyoruz ve mutsuz olmak için aptal olmak gerekli.
Dostluk edebileceği, aklına gelen en saçma düşünceleri bile paylaşabileceği, birlikte bir yerlere gidebileceği insanlar hayatından teker teker çıkıp gitmişti. Zaten hiçbir zaman çok sayıda olmamıştı. Herkes yalnız değil mi? Bu düşünceyle avutuyordu kendini.
Bazen öyle olmaz mı? Orada yaşayan insanlar vardır, gülen, eğlenen, âşık olan, hata yapan, hüzünlenen, acı çeken, kavga eden, çabalayan, bir amacı olan ve siz onlardan biri olmadığınızı fark edersiniz
Sizinle birlikte hareket eden, sizi diğerlerinden ayıran bir fanusun içinde yaşadığınızı hissedersiniz.
Belki başka bir şey için dünyaya gelmişsinizdir, en güvenli yol böyle düşünmektir: Ben var olma nedenimi bulamadım, yerimi bulamadım. Belki de benim belirli bir varoluş nedenim yok. Bana bu dünyada ihtiyaç yok. Hiçbir konuda özel biri değilim. Bir fazlalığım. Birçokları gibi
Şehrin en güzel yanı da bu değil miydi zaten? İçinde kaybolabilmek.
Tanınmamak, bilinmemek, yok olmak.
Zaman sadece bir kelime, riyakar.
Yalnızlık üzerine bir kitap yazarken insan ne kadar yalnız olduğunu fark etmiyor, bu iyi. Ama kitap bitince kötü.
Okurken okuduğumuza dönüşürüz demiştin.
Yazının yönetilen bir rüya olduğunu söyleyen sen büyük yazar Borges, sen de emin değildin.
Anlatmanın, hikâye etmenin maddeyi dönüştürebileceğini biliyor olmalıydın. Psikanalize hiç inanmadın ama o da aynı ilkeden hareket etmiyor mu: Anlatının madde üzerindeki gücünden!
Zaman yapıldığım malzemedir; zaman beni taşıyan nehirdir ama nehrin kendisi de benim; zaman beni yutan kaplandır ama kaplanın kendisi de benim; zaman beni yakıp kül eden ateştir ki o ateş benim.
Geçmişin kırıntılarında soylu bir gelecek hayalinin hammaddesini arama çabaları.
Hepsi delilik.
Ölümden sonra yaşayabilmek için önce bu dünyada kişinin ölmesi gerekir; bu yüzden de kitaba eklenen her satır mezardan kaldırılan bir kürek topraktır aynı zamanda.
Kimileri kitap yazma fikrinden ölümüne korkardı.
Yazmak kendi mezarını kazmak demekti onlar için.
Hayatını mükemmelleştirmeye adadığın o tek kitabın okurlarına ulaştığını asla görmeden ölüp gideceğini bilerek yine de yazmak nasıl bir deneyim olurdu?
Malzemesi ölümdür kitapların. Ölü ağaçlardan elde edilen kâğıt, ölü hayvanların derilerinden yapılan ciltler, ölü yazarların sözleri. Orada öylece dururlar. Çok ayrıntılı bir mezarlıktır kütüphane. Üstelik insanlar tüm bu ölüm artıklarının zaman ötesine ulaşma gibi bir özelliğe sahip olduğunu düşünürler. Ne garip bir yanılsama. Oysa bir mumyadan fazlası değildir kitap. Düşüncenin mumyası.
Babandan sana kalan o kocaman kitaplık Batılı dev yazarlarla doluydu.
Belki de o yüzden cenneti sonsuz bir kitaplık olarak düşledin.
Gerçi bir yerlerde demiştin; biz zaten ölülerle konuşan ölüleriz ama bunu unutuyoruz çoğu zaman, diye. Haklısın.
Korkma. Siyah bir maddeye dönüştürdüm geceyi, yüzüme sürdüm sabırla. Geldiğinde beni tanıma diye…
Sözcükleri ne kadar parlatırsak o kadar net görecek karşımızdaki kendini.
İnsan yalnızken deliliğin ne kadar yakında olduğunu daha kolay hissediyor.
Malzemesi ölümdür kitapların. Ölü ağaçlardan elde edilen kağıt, ölü hayvanların derilerinden yapılan ciltler, ölü yazarların sözleri.
Çok ayrıntılı bir mezarlıktır kütüphane.

Oysa bir mumyadan fazlası değildir kitap. Düşüncenin mumyası.

Sırtımı dünyaya dayamış uzaya bakıyordum. Uzay üzerimde değil önümdeydi. Evet, tam da böyle bir his. Yaşıyordum, vardım ve bir süre sonra yok olacaktım. Bunu bilmek hem bir üstünlük hem de bir azap.
Ben hep kafanın içinde olacağım, ne zaman ihtiyacın olursa Bu anı hatırla yeter.
Mirat sen bir insanın içinde ne kadar büyük uçurumlar olduğunu bilsen şaşarsın.
Seni düşünüyorum şu anda. Dön artık.
Gelecek diye bir şey var, diye düşündü. Bu insanlarda umutlu bir şey vardı. Birbirlerine yaslanıyorlardı, dokunuyorlardı. Yalnız değillerdi sanki
Çünkü ne zaman mutlu olsam arkasından mutlaka kötü bir şey olur. Hemen hiç sektirmez. Sıfır toplamlı bir oyun benim hayatım. Ne kadar çok sevinirsem onu sıfırlayacak büyüklükte korkunç bir şey olur.
Zaten çoğu şeyi unuttum. Unuttukça kendimden uzaklaşıyorum. Eskiden de böyleydim belki ama hayır, bu kadar değildi. O zamanlar insanların arasında sadece bir yalnızdım. Şimdi kendime bile yabancıyım. Şuraya bak Bunlar, bu mezeler, bu masa Hiçbiri gerçek değil. Bir hatıra belki. Hepsi o kadar. İnsanların arasında yaşarken böyle değildim. Kendi zihnimin içinde kaybolmazdım. Bir şekilde var olmaya devam ederdim. Ne oluyor bana Esra? Ben derken bile kendimden emin değildim. Ben, adı Mirat olan kişi olarak geçmişime dair doğru düzgün bir şey hatırlamıyorum.
Artık düşünen bir varlık değildi, sadece yaşayan bir bedendi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpan kırk dokuz yaşında bir erkek bedeniydi.
Hayat dediğin tek kulvar, onda da sadece sen varsın.
insan virüs gibi bir şeydi. İçine girdiği her ortamı kendini çoğaltmak için kullanıyordu.
Mutsuz insanlar, yalnız, yapayalnız. Başkalarının kendisini yalnızlığa mahkum ettiğini düşünen yalnızlar ordusu.
Hayat çok sıkıcıydı. İnsanı boğacak kadar sıkıcı.
İnsan neye elini atsa kendi hayatından bir yansımayla karşılaşıyor. Çünkü insan bir aynadan başka bir şey değil. Kendisi kadar yansıtabiliyor dünyayı.
Onu sevdim ben. Çok sevdim. Aşk diye bir şey varsa bu oydu işte.
Yalnızlık insanın içindeki boşluğun büyüyüp onu yutmasıydı.
Yaşamak ne kadar güzelmiş.
Biliyorum. Birisini unutmak her zaman acı vericidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir