İçeriğe geç

Yalanlar Bilimi Psikiyatri Kitap Alıntıları – Thomas Szasz

Thomas Szasz kitaplarından Yalanlar Bilimi Psikiyatri kitap alıntıları sizlerle…

Yalanlar Bilimi Psikiyatri Kitap Alıntıları

Kimler sadece reçeteyle alınabilecek uyku haplarını elde etmek için, söz gelimi uykusuzluk gibi bir “semptom” uydurmadı?
Psikiyatrlar Freud’tan onun elindekinden farklı ve daha büyük, yeni bir tür güç almışlardı. Psikiyatr ve psikologlar artık bilinçaltında neler olup bittiğini anladıkları iddiasında bulunabilirlerdi.[
Bütün hasta insanlar klinik hasta değildir ve bütün klinik hastalar hasta değildir.
“Şayet hastalık tanımlanmak istenirse, insansızlaştırılmak zorundadır Nihayetinde, hastalıkta en az önemli şey insandır.”
Psikiyatrlar “psikiyatrik masumiyet” iddiasını “deli hastanın” hastalığını inkar etmesinin kanıtı olarak görüp apriori reddederler.
Beynin bir hastalığı bir beyin hastalığıdır, akıl hastalığı değil.
İnsanlar; belli bir kişi, meslek ya da “dava”nın hayranlık uyandıran özelliklerine –estetik, erotik, etik, entelektüel– vurulduğumuz için âşık olduğumuza inanırlar. Daha sıklıkla öbür türlü olur. Kendi sevgi ihtiyacımız, bir başka insana, misyona veya inanç sistemine yakından bağlanma ihtiyacımız yüzünden âşık oluruz.
Psikojenik hastalık bir darbeyi savuşturmak için insanın elini yüzüne kaldırması kadar kasıtlı bir davranış örneğidir.
“Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtları gerektirir.”
Psikiyatri, psikanaliz ve akıl sağlığı meslekleri, bilimsel tıbbın gelişiminin entelektüel, ahlakî ve politik açılardan toksik yan etkileridir.
Zar yüz yıl önce atılmıştı: Bazı insanlar akıllı, diğerleri deliydi. Her ne kadar her seferinde deneyime başvurulmuşsa da, deneyim uzmanların akıllıyı deliden ayırt edemediklerini gösterdi ve her bir başarısızlık, varsayılanı ispatlanmış gibi kabul etme hatasından başka bir şey değildi. Nedeni çok açıktır: Bireyler etraflarındaki insanlar için sıkıntı haline geldikleri ve istenmedikleri zaman deli kategorisine sokulurlar ve tımarhaneye kapatılmaya direnme gücünden yoksundurlar.
“Akıl hastalarının tıbbî tedavisi onların kişisel özgürlüklerinin ihlali ile başladı.”
“basın en değerli kurumdur, tabii nasıl kullanacağını biliyorsan.
“Bir suç isnat edilen kişi eylemini yargıca itiraf ettiği zaman, yargıç onun itirafına inanır, ama inkâr ederse yargıç ona inanmaz. Başka türlü olsaydı adalet yönetimi olmazdı.”
Varolmayan hastalıklar ve zor yoluyla tedavilerinin listelendiği Teşhis ve İstatistik Rehberi’yle birlikte modern psikiyatri, tıp tarihinde akla hayale gelmedik ölçekte bir şarlatanlık abidesidir.
Aşağı yukarı 1850 ile 1880 yılları arasında, hasta numarası yapmak histeriye dönüştürüldü ve nörolojiden gitgide daha fazla ayrılan psikiyatri, popüler bir inanç sistemi, tıbbî-seküler bir din haline geldi.
Sağlıklı bir insana tıbbî bir teşhis koymak onu bedensel-tıbbî bir hastaya dönüştürmez, oysa ona psikiyatrik bir teşhis koymak onu gerçekten de aklî-psikiyatrik bir hastaya dönüştürür.
Gerçekten de, sahte hastalıkların gerçek hastalıklar olduklarına yönelik popüler inanç o kadar derin ve yaygındır ki, bunların tıbbî meşruluklarını veya statülerini yadsıyan kişiler, klişeleşmiş bir biçimde, çıldırmış diye yaftalanır, dünyanın düz olduğuna inananların modern versiyonları gibi görülürler.
“Şayet hastalık tanımlanmak istenirse, insansızlaştırılmak zorundadır Nihayetinde, hastalıkta en az önemli şey insandır.”
Akıl hastalığı tanısı konan kişi aksi ispatlanmadıkça deli varsayılır ve deliliğin aksini ispatlama sorumluluğu “deli” olarak töhmet altında bırakılan (genellikle aciz durumdaki) bireye düşer. Psikiyatrlar “psikiyatrik masumiyet” iddiasını “deli hastanın” hastalığını inkar etmesinin kanıtı olarak görüp apriori reddederler.
[Siyaset biliminde] gerçeği söylemenin yalan söylemekten daha kazançlı hale
gelebileceğini düşünmek imkânsız.
[Siyaset biliminde] gerçeği söylemenin yalan söylemekten daha kazançlı hale
gelebileceğini düşünmek imkânsız.
Gerçek kudretlidir ve hüküm sürecektir. Bunda hiçbir sorun yok,
doğru olmaması hariç.

–Mark Twain

Tanrı tarafından yaratılmış evren belli kural ve yasalara göre işliyordu; o yasaların neler olduklarını keşfetmek Tanrı’yı keşfetmenin ve onun hakkında daha fazla bilgiye sahip olmanın bir yoluydu.
Akıl hastalığı diye bir şey yoktur.
modern psikiyatri, tıp tarihinde akla hayale gelmedik ölçekte bir şarlatanlık abidesidir.
Anglo-Amerikan çelişmeli hukuk sisteminde, aksi ispatlanmadıkça sanığın suçsuz olduğu varsayılır ve suçu ispat sorumluluğu suçlayana düşer. Psikiyatrik-tahkike dayalı [engizisyonel] “tıp” sistemindeyse, bu ilişki tersinedir: Akıl hastalığı tanısı konan kişi aksi ispatlanmadıkça deli varsayılır ve deliliğin aksini ispatlama sorumluluğu “deli” olarak töhmet altında bırakılan (genellikle aciz durumdaki) bireye düşer. Psikiyatrlar “psikiyatrik masumiyet” iddiasını “deli hastanın” hastalığını inkar etmesinin kanıtı olarak görüp apriori reddederler.
Charcot ve Freud somatik patolojik hastalık ölçütünü terk ederek, bedenin gerçek tıbbî bozukluklarını (hastalıklar) “aklın” sahte psikiyatrik bozukluklarından (hastalık- olmayanlar) ayırt eden empirik-rasyonel temeli tahrip ettiler. Modern psikiyatri bu tahribatın zehirli yıkıntıları üzerine inşa edilmiş dev bir binadır.
Sahte engellilik, sahte hastalık, sahte doktorluk ve bunları yöneten, bunlara karar veren ve var olmalarını sağlayan bürokrasiler ve endüstriler modern Batı toplumlarının ulusal ekonomilerinin önemli bir parçasını oluşturur.
Yaşamda, hasta olmanın veya başkaları tarafından hasta
görülmenin faydalı olduğu birçok durum bulunduğu aşikârdır.
Hastalık sahteciliğini sadece değerli değil, ama neredeyse
kaçınılmaz kılan şey budur. Aramızda kaç kişi hiç çekici
bulmadığı bir sosyal vecibeden hastalık bahanesiyle
kaytarmadı? Kimler sadece reçeteyle alınabilecek uyku
haplarını elde etmek için, söz gelimi uykusuzluk gibi bir
“semptom” uydurmadı?
Teşhisin hastalık olmadığını akılda tutmalıyız. Modern
toplumlarda, herkes teşhis yapabilir ve yapar: Teşhis koymak
demokratikleştirilmiştir, farklı farklı çoğunluklar teşhis koyar
ve teşhis değiştirir. Buna “konuşma özgürlüğü” diyoruz.
Her yerde sahteciliğe özendirecek şeyler mevcut. Ticaret
dünyasındaki sahtecileri belirlemekle uğraşan bir özel
araştırmacı,
“Hemen hemen her şeyin sahtesi yapılıyor,”
açıklamasında bulunuyor.
Hukuk sistemi masumiyet ile suçluluk arasındaki temel
farkı tanır. Psikiyatri sistemi ise tanımaz: Kişisel sorumluluk
kavramını gururla reddeder.
Hastalıkları saptamak için kullanılan nesnel (yani biyolojik,
kimyasal, fiziksel) testler, hastalıkların bedensel (somatik)
fenomenler oldukları varsayımına dayanır. Buna göre, akıl
hastalıklarının beyin hastalıkları olduğu iddiası, kendisiyle
derin bir çelişki taşır: Beynin bir hastalığı bir beyin
hastalığıdır, akıl hastalığı değil.
Gerçek kudretlidir ve hüküm sürecektir. Bunda
hiçbir sorun yok, doğru olmaması hariç.

–Mark Twain (1835-1910), Notebook (1898)

O günlerden bu yana biz Batılılar büyük ölçüde, hattâ belki hiç farkında değil gibi göründüğümüz hayret verici bir kültürel-algısal değişimden geçtik. Günümüzde, tıbbî sağaltım uygulamalı bilimin bir biçimi olarak görülür, hokus pokus denilip kapı dışarı edilen, inanç yoluyla iyileştirmenin tam zıddıdır. Gereken değişiklik yapılır ve tıp mesleği sanal hastalığı gerçek hastalık olarak tanımlar, böylece numaradan hastalık kavramını ortadan kaldırır. Hastalık numarası melanom “kadar gerçek” bir hastalık olmuştur.
Sahte sanat sahtekârlıktır. Sahte tanıklık yalancı tanıklıktır. Ama sahte hastalık hastalıktır, “tıpkı diğerleri gibi bir hastalık” denilerek resmen hükme bağlanan bir hastalık, yani “akıl hastalığı”dır. Bu politikanın –ekonomik, yasal, tıbbî, ahlakî, felsefi, politik ve sosyal– sonuçları ciddidir: Sahte engellilik, sahte hastalık, sahte doktorluk ve bunları yöneten, bunlara karar veren ve var olmalarını sağlayan bürokrasiler ve endüstriler modern Batı toplumlarının ulusal ekonomilerinin önemli bir parçasını oluşturur.
Hastalık taklidi, ünlü komedisi Hastalık Hastası’nda Molière (1622-1673) tarafından unutulmaz şekilde tasvir edilmiştir. Molière’in yarattığı ve sonradan “hipokondriyak” olarak adlandırılan hastalık hastası, hasta olmayı isteyen ve başkaları, özellikle de doktorlar tarafından hasta muamelesi görmeyi isteyen biridir. Kendini hasta diye tanımlayan Argan’a iyi göründüğünü söylemek evinde kabalık olarak karşılanır. Molière’in hastası din ile tıbbı birbirine karıştırırak, tıbba dinin gizemlerini yansıtması bağlamında bir kutsallık atfeder; açıktır ki o günlerde böyle bir karışıklık komedi malzemesi sunması açısından çok zengindi.
Psikopatolojinin İcadı

Psikopatoloji: aklın patolojisi; akıl hastalığı bilimi.
–Oxford English Dictionary

Modern “kötü-davranış bilimleri” (terim Jacques Barzun’undur) pratiğine ve özellikle de psikiyatriye özgü olan ahlaksızlığı eleştirmeye, profesyonellik hayatımın büyük kısmını adadım. Özgü dedim, zira aldatma ve zorlama, akıl sağlığı mesleklerinin pratiğinin özünde vardır. Psikiyatrinin çekirdek kavramı, yani tıbbî hastalık olarak akıl hastalığı ile bu kavrayış üzerinde temellenen bir tıbbî uzmanlık olarak psikiyatri mesleği, hastalık numarasının tıbbîleştirilmesine dayanırlar.

Modern psikiyatriyi –onu destekleyen tarihsel kuvvetleri ve karmaşık ekonomik, yasal, politik ve toplumsal ilkelerle uygulamaları– anlamak için, genelde numara yapmanın ve özelde hasta ve engelli taklidi yapmanın epistemolojisi ve sosyolojisini anlamak gerekir. Sahte hastalıkların olduğu yerde, hastaymış gibi yapan sağlıklı insanlar ve onlara teşhis koyup tedavi eden aldatılmış veya sahtekâr doktorlar vardır. 1976’da, psikiyatrinin resmî tanımının akıl hastalıklarını teşhis ve tedavi olmasına karşı çıkarken, şu tanımı önermiştim:

Psikiyatrinin konusu ne akıl ne de akıl hastalıklarıdır, ama yalanlardır [bu yalanlar] etkileşimdeki tarafların adlarından başlar, yani hasta olmadığı halde bir taraf “hasta” olarak ve herhangi bir hastalığı tedavi etmediği halde diğer taraf “terapist” olarak adlandırılır. Yalanlar, psikiyatri disiplininin asıl konusunu oluşturan aldatmacalarla devam eder – psikiyatrik “teşhisler,” “prognozlar,” “tedaviler,” ve “takipler.” Ve bunlar da, eski akıl hastalarını yaşamlarının geri kalanı boyunca gölge gibi takip eden yalanlarla sonuçlanır – “depresyon,” “şizofreni,” vs. denilen karalamalarla “hastanede tedavi” denilen hapsetmelerden oluşan tıbbî kayıtlar. Dolayısıyla, şayet psikiyatriye dürüst bir ad vermek istiyorsak, ona “psödoloji” veya yalanların ve yalan söylemenin bilimi ve sanatı dememiz gerekir.

Bir karikatür mü? Evet. Ama konusunu doğru biçimde tasvir etme açısından bakarsak, iyi bir karikatür pohpohlayan bir portreden, hayır, aslında kendi kendini kandıran bir otoportreden daha doğrudur.

Psikiyatri –burada bu terimi psikanalizi, psikolojiyi ve bütün akıl sağlığı mesleklerini içine alacak şekilde kullanıyorum– modern toplumların en önemli kurumlarından biridir ve “akıl hastalığının diğer hastalıklar gibi bir hastalık olduğu” şeklindeki postulat-önermeye sıkıca bağlıdır. Bu önerme bir yalandır. Temaruzu, yani hasta numarası yapmayı psikiyatrinin büyük sırrı kılan şey bu yalandır, zira temaruzun bir aldatmaca (ve sıklıkla da kendini aldatma) türü olduğu yönünde popüler bir anlayış doğarsa, psikiyatri yıkılır. Elinizdeki kitapta, ilk kez yarım asır önce ileri sürdüğüm tezimi daha da ayrıntılandırarak, böyle bir anlayışı ve gerektirdiği yapıcı yıkımı ilerletmeyi deniyorum. Tezim şu: Akıl hastalığı düşüncesi ve bir tıbbî uzmanlık olarak modern psikiyatri aygıtı, hasta numarası yapmanın başarıyla tıbbîleştirilmesine [medicalization], yani “akıl hastalıkları” adı verilen davranışların herkes tarafından gerçek tıbbî hastalıklar olarak algılanmasına dayanırlar.
Doğa bilimi girişiminin dürüstlüğünün dayandığı şey, “bilimsel” diye nitelediğimiz etkinliklerle meşgul olan bireyler tarafından gerçeğin aranması ve gerçeğin söylenmesi ve bir de hatalı açıklamalarla yanlış “olgular”ı ifşa etme yönünde bilim topluluğunun verdiği taahhüttür. Tersine, hem dinlerin istikrarı hem de psikiyatri ile davranış bilimleri denilen şeylere duyulan ikame inançların istikrarı ise uygulayıcılarının yerleşik öğretiler ve kurumlara olan sadakatine, ve grup refahına zarar verdiği gerekçesiyle gerçeği söylemenin reddedilmesine dayanır, zira refahın varlığı bu redde bağlıdır. Doğanın “sırlar”ının açığa çıkarılmasına “keşif”, ama nüfuzlu kişi ve kurumların sırlarının açığa çıkarılmasına “ifşa” dememiz bu bağlamda açıklayıcıdır.
İnsan “bilimleri” fizik bilimlerinden sadece farklı değil, birçok bakımdan onların zıddıdır. Doğa ne yalan ne doğru söyler, oysa insanlar alışkanlıkları üzere ikisini de yapar. Örneğin, işleri başka insanların sırlarını meydana çıkarmak olan dedektifler için aldatmacanın yararlı bir araç olmasının sebebi budur; görünürde işleri belli insan davranışlarını, özellikle de bazı insanların tehlikeli veya nahoş gördüğü davranışları açıklamak ve öngörmek olan psikiyatr, psikolog ve politikacılar gibi uzman addedilen kimseler için de aldatmacanın yararlı bir araç olmasının sebebi yine budur; ve bu uzmanların alışkanlıkla başkalarını ve kendilerini aldatmalarının da sebebi budur.
Psikanaliz karesi alınmış tıbbileştirmedir.
Psikiyatri baştan aşağı tıbbileştirmedir.
Bir kuşun adını dünyadakı tüm dillerde öğrenebilirsiniz,ama öğrenme işini bitirdiğinizde o kuş hakkında kesinlikle başka hiç bir şey biliyor olmazsınız. Sadece farklı farklı yerlerdeki insanlar hakkında bi şey ile onların kuşu nasıl adlandırdıklarını bilirsiniz. O halde kuşa bakalım ve ne yapmakta olduğunu görelim önemli oıan budur. Bir şeyin adını bilmek ile bir şeyi bilmek arasındakı farkı çok erken yaşlarda öğrendim. Feynman
Postel’ın vardığı sonuç şudur: “Psikiyatrinin kötücüllüğü, kendisini aslında devlet otoritesinin bir parçasından ibaret olduğu halde tıbbî bir disiplin olarak tanıtmasıdır.”
Freud’un hayranlık verici bir mini
biyografisini yazmış olan Stefan Zweig “Eğer Nietzsche çekiçle felsefe yapıyorsa, Freud da neşterle felsefe yapar,” der. Thomas Mann’ın ifadeleri ise daha vurguluydu: “Fakat bir sanatçı olarak itiraf etmeliyim ki, Freud’un fikirlerinden hiç tatmin olmuş değilim; tersine, o fikirler yüzünden kaygılıyım ve alçalmış hissediyorum. Freud’un fikirleri, sanatçının öyle röntgenini çekiyor ki, yaratıcı sanatının sırrına tecavüz ediyor.”
Son olarak, 1917 yılında, Freud’un kendini Kopernik ve Darwin ile karşılaştırması ünlüdür. Kopernik dünyanın evrenin merkezi olmadığını ispatlayarak, “insanın narsistliğine ilk darbeyi” indirmişti. Darwin de insanın hayvan olduğunu ispatlayarak ikinci “darbe”yi indirdi ve Freud da “egonun kendi evinin efendisi olmadığını” ispatlayarak üçüncü “darbeyi”.
Bütün nörotikler hasta numarası yapanlardır; bunu bilmeden taklit ederler, onların hastalıkları budur.
–Sigmund Freud; Kurt R. Eissler’ın Bilirkişi Olarak Freud: Freud ile Wagner-Jauregg Arasındaki Savaş Nevrozları Tartışması’ndan alıntı.
Bir şeyin adını bilmek ile bir şeyi bilmek arasındaki farkı çok erken yaşlarda öğrendim.
Bir şeyin adını bilmeyi o şeyi bilmekle karıştırmak gazetecilikte, politikada ve psikiyatride yaygın bir hastalıktır.
İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak olarak yozlaştırır.
Kopernik dünyanın evrenin merkezi olmadığını ispatlayarak, “insanın narsistliğine ilk darbeyi” indirmişti.
Bir başkasını başarılı biçimde aldatmak için, kişinin ilkin kendisini aldatması gerektiği sık sık dile getirilir.
En tanınmış Amerikalı şizofreni araştırmacılarından biri olan Nancy Andreasen şizofreninin ne olduğunu bilmediğini itiraf eder: “Avrupalılar kimin gerçekten şizofrenisi olduğunu veya şizofreninin gerçekte ne olduğunu anlamamıza yardım ederek Amerikan bilimini kurtarabilirler.
Bir şeyin adını bilmeyi o şeyi bilmekle karıştırmak gazetecilikte, politikada ve psikiyatride yaygın bir hastalıktır.
Siyaset biliminde gerçeği söylemenin yalan söylemekten daha kazançlı hale gelebileceğini düşünmek imkansız.
Yaşam, bitmez tükenmez seçimlerden ve dolayısıyla “gündelik hayattaki problemler”den oluşan sonu gelmez bir silsiledir. Kahvaltıda ne yiyeceğimiz gibi sıradan seçimleri önemsiz bulup aldırış etmiyoruz. Kendimizi öldürüp öldürmeyeceğimiz gibi olağandışı seçimleri ise akıl hastalığı semptomları olarak görüp başımızdan savıyoruz. Psikiyatri mesleği insanın ahlaksal açıdan “düşünmesi bile hoş olmayan” seçimlerden kaçınmaya ve yakayı sıyırmaya, hattâ aslında bunların olanağını bile yadsımaya yönelik sık rastlanan arzusuna dayanır ve ona cevap verir.
Her yerde sahteciliğe özendirecek şeyler mevcut. Ticaret dünyasındaki sahtecileri belirlemekle uğraşan bir özel araştırmacı, “Hemen hemen her şeyin sahtesi yapılıyor,” açıklamasında bulunuyor:
Sahte votka ve sahte golf toplarını araştırdı. Bir paket sahte kuru erik gördü. Sahte diş macunu ve sahte kahvaltılık gevrek var, ayrıca sahte kamyon parçaları (kedi kumuyla dolu hava kurutucular), sahte uçak parçaları (her yıl monte edilen parçaların yüzde ikisi) ve sahte eczacılık malzemeleri (yüzde on) var. Sahtecilik narkotiklerden daha kârlı, üstelik ortaklarınız da sizi öldürmüyor. Çin’den 1,6 dolara sahte bir saat getirip Canal Street’te 30 dolara veya internette 150 dolara satabilirsiniz. Narkotiklerde böyle bir kâr yüzdesi yok, asla olmaz. Üstelik uyuşturucu işinde yakalanırsanız hayatınızın geri kalanını hapiste geçirirsiniz. Ama sahtecilikten yakalanırsanız, üç ay yatarsınız. Olacak iş değil.
Sır tutmak eylemliliğe işaret eder, oysa doğada böyle bir özellik yoktur. Thomas Carlyle- Doğada yalana yer yoktur. Doğa ne yalan ne doğru söyler. Sırlar yoktur: Sır dediğimiz şey doğanın işleyişi hakkındakı bilgisizliğimize verdiğimiz addır. Doğanın eylemliliği olmadığından, işleyişinin büyük kısmı bilimin temel yöntemleri olan gözlem, akıl yürütme,deney, ölçme, hesaplama ve doğruyu söyleme yoluyla anlaşılabilir. Aldatmaca ve kehanetin, doğa olaylarını anlama yolunda ilerlememize hiçbir katkısı yoktur; aslında daha baştan anlamamızın önüne geçer ve engellerler.
Her ne kadar ‘akıl hastalığı’ diye bir şey yoksa da, elbette istenmeyen davranışlar ve kişiler vardır.
Aramızda kaç kişi hiç çekici bulmadığı bir sosyal vecibeden hastalık bahanesiyle kaytarmadı?
Yaşamda, hasta olmanın veya başkaları tarafından hasta görülmenin faydalı olduğu birçok durum bulunduğu aşikârdır.
“Şayet hastalık tanımlanmak istenirse, insansızlaştırılmak zorundadır Nihayetinde, hastalıkta en az önemli şey insandır.”
Dolayısıyla, şayet psikiyatriye dürüst bir ad vermek istiyorsak, ona “psödoloji” veya yalanların ve yalan söylemenin bilimi ve sanatı dememiz gerekir.
Sağlıklı bir insana tıbbî bir teşhis koymak onu bedensel-tıbbî bir hastaya dönüştürmez, oysa ona psikiyatrik bir teşhis koymak onu gerçekten de aklî-psikiyatrik bir hastaya dönüştürür.
Sahte hastalıkların olduğu yerde, hastaymış gibi yapan sağlıklı insanlar ve onlara teşhis koyup tedavi eden aldatılmış veya sahtekâr doktorlar vardır.
Doğa ne yalan ne doğru söyler, oysa insanlar alışkanlıkları üzere ikisini de yapar
Bilim insanının işinin doğanın sırlarını açığa çıkarmak olduğu yönündeki yaygın inanç yanlıştır. Doğanın sırları yoktur, sadece kişilerin vardır
Zar yüz yıl önce atılmıştı: Bazı insanlar akıllı, diğerleri deliydi. Her ne kadar her seferinde deneyime başvurulmuşsa da, deneyim uzmanların akıllıyı deliden ayırt edemediklerini gösterdi ve her bir başarısızlık, varsayılanı ispatlanmış gibi kabul etme hatasından başka bir şey değildi. Nedeni çok açıktır: Bireyler etraflarındaki insanlar için sıkıntı haline geldikleri ve istenmedikleri zaman deli kategorisine sokulurlar ve tımarhaneye kapatılmaya direnme gücünden yoksundurlar.
Akıl hastanesindeki yaşamı daha enine boyuna bilmeyi her zaman istemiştim Tanrı’nın yarattıkları içinde en çaresiz olanların, yani delilerin şefkatle ve düzgün şekilde bakıldıklarına inanma isteğiydi bu.
Deli olarak nitelenmesi için, kişinin istenmeyen bir düşkün olması zorunluydu.
Delilik savunması denilen bu pratik aynı zamanda failin akıl hastanesi denilen bir hapishaneye kapatılmasıyla sonuçlanır. Delilik savunması ve irade dışı hastaneye yatırılma psikiyatrinin iki paradigmatik pratiğidir.
Artık açıktır ki, tahmine dayalı olarak betimlediğimiz disiplinlerden hiçbiri –hattâ tıp bile– Galileo’nun fizikalist-pozitivist yaklaşımı için elzem olan bilimsel çıkarsama ölçütlerini karşılamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir