İçeriğe geç

Yalanın Siyaseti Kitap Alıntıları – Yalın Alpay

Yalın Alpay kitaplarından Yalanın Siyaseti kitap alıntıları sizlerle…

Yalanın Siyaseti Kitap Alıntıları

Çürütülmek istenen savı, nefret uyandıran bir kategori içine sokarak bertaraf etmek ya da kuşkulu hale sokmak biçimindeki hileli akıl yürütme yöntemidir.

Örnek:
Bu partinin kuruculan iki ayyaştır.

Bu örnekte, savlarının çürütülmesi istenen partiye, sav­ları üzerinden değil, kurucuları üzerinden eleştiri getirmeye girişilmiş, parti kurucuları, itibarlı olmayan ayyaşlık katego­risi altına alınmıştır. Böylelikle çürütülmek istenen partinin, savlarının ciddiye alınmaması için, partinin savlarıyla ilişkili olmayan bir çürütme delillendirmesi getirilmektedir. Bu hile­li akıl yürütmeye göre partinin kurucuları ayyaştır, o halde bu partinin hiçbir savı geçerli değildir.

Örnek:
Ya sev, ya terk et!
Ülkenin daha yaşanılabilir bir yere dönüşmesi için ileri sü­rülen savlara herhangi mantıklı bir çürütme getirilemeyip de, ülkeyi seviyorlarsa her şeyiyle kabul edip burada yaşamaya de­vam etmeleri, yok eğer beğenmiyorlarsa çekip gitmeleri önerisi hatalı bir akıl yürütmenin ifadesidir. Ülkeyi daha iyi bir yer haline getirebilme olasılığı bu safsatayla yok sayılmaktadır.
Gazali’nin söylediği üzere:
Akıl yürütmede bulunanları yanlışa düşüren şeylerin başında, çocukken babadan, üstattan, faziletli kişilerden ve çevreden duyulan ve alışkanlık kazanılan şeyleri tamamen doğru kabul etme gelir
Farabi için şiir, basit bir tasvirden ibarettir ve düş ile kurun­tuya dayanır. Yani yalancı önermelerden kurulmuş bir savdır.
Bir şeyin tanıtlama gibi gerçek bilgisini değil, taklidi bilgisi­ni verir. Şeylerin kendilerini değil, zihni betimlemelerini ve taklidini kabul ettirmeye çalışır. Yani nesnenin hakiki bilgisini değil, yalan bilgisini verir. Bu nedenle Farabi’ye göre şiir yalan­cı bir ispatlama yoludur
Siyasetçiler iktidara gelmek ya da iktidardayken daha güç­lü olmak adına önce retoriği kullanırlar. Gereken gücün elde edilmesi durumunda ise bu yöntemden safsata ya geçerler. Re­torik gücü elde etmeye yararken, safsata gücü elde tutmaya yarar.
Retorikte amaç ikna etmektir fakat buna özellikle ikna edi­lecek kişinin öfkesini uyandırmadan ve onu düşman edinme­den ulaşmak esastır.
içeriği siyaset vb. konular olan sav sanatıdır ve amacı ne gerçeğe ulaşmak ne de adaleti sağlamaktır; retoriğin tek amacı, dinleyicisini ikna etmektir.

Halihazırda olup biteni ortaya çıkarmayı değil, dinleyicisinin kararlarını etkilemeyi he­defler. Ulaşmak istediği şey, dinleyicide, konuşmacının istediği kanaati uyandırmaktır.

Bir tartışmada ileri sürülen ve karşı tarafça da kabul edilen önermelerdir. Önermenin tartışan taraflar dışında genel kabul görüp görmemesi ya da gerçekliğe uygun olması önemli değil­dir. Tartışma sırasında bir ortak nokta sağlaması yeterlidir.

Örnek:
*İsa’nın göğe çıktığı kabul edilmektedir. (Müsellemat)

*İsa bir insandır.

*Öyleyse bazı insanların (ki Hz. Muhammed de böyledir) göğe çıktığı kabul edilmektedir.

O halde Hz. Muhammed’in çıkışını (Miraç) neden kabul edemiyorsunuz?

Diyalektikte müsellemat türü öncüllerin kullanılma amacı, doğru olsun, yanlış olsun, rakibi, kendisinin benimseyip kabul ettiği fikirlerle susturmak, onu kendi silahıyla vurmaktır.

Kendilerini iyiler ola­rak tanımlayan popülistler, kendilerine muhalif olan herkesi kötüler olarak betimler. Bunların tümü halkın düşmanlarıdır.
Yani popü­lizmde kendi ile özdeşleşen kitle konsolide edilirken, bunun dışında kalan kitle dışlanır. Dışlanan herkes yozlaşmış, halk düşmanı, vatan haini, terörist, işbirlikçi, bölücü, ajan, casus, dış mihrakların uşağı ve hiçbir iş yapmadan yabancısı olduğu halkı sömüren seçkinler gibi sıfatlarla yaftalanır.
Otoriter ülke hükümetleri, Batılı seç­kinlerce ve uluslararası örgütlerce demokratik bir ülke olarak anılmak adına lobicilere ve halkla ilişkiler uzmanlarına mil­yonlarca dolar ödüyorlar.
Günümüzde aklın itibarsızlaştırılarak hakikatin önemsizleştirilmesi ve mantığın ortadan kaldırılmasıyla, yeniden Aristoteles öncesine, Sofistler dönemine dönülmektedir. Söylemin aklın üzerine çıktığı bir dönemdir bu. Tam bir belirsizlik ve tam bir pus havasıdır. Tutamaksız, hakikatsiz, kutuplaşma ve kaostan başka bir şey sunmayan bir dünya tasarımıdır.
Nüfusun çoğunluğu, yanlış bilgilerin yurttaşları belirli yön­lere ya da görüşlere doğru zorlamak amacıyla gerçekleştirdiği önyargılı manipülasyonlara karşı savaşmak için kitlesel olarak bir araya gelmediği sürece, gazetecilik ciddi bir tehdit altında olacaktır. Ve gazetecilik tehdit edildiği sürece, demokrasinin ve özgür dünyanın sağlığı da tehdit altında kalacaktır.
Umberto Eco’nun sert deyişiyle, İnternet ve sosyal ağlar sayesinde, daha önce hiç sesi çıkmayan bir sürü budalaya konuşma hakkı ve­rilmesi ve böylece herkesin doğru olsun olmasın kendi beyanlarının ve görüşlerinin tanıtımını yapabiliyor olması birtakım sorunları da beraberinde getirdi.
İnsan herşeyin ölçüsüdür.
Ballard’ın söylediği üzere: Eski­den ne denli karmaşık ya da belirsiz olursa olsun, dış dünyanın gerçekliği temsil ettiğini ve zihnimizdeki iç dünyanın, düşlerin, umutların ve arzularınsa düşlem ve imgelem alemini temsil et­tiğini varsayardık. Bu roller yer değiştirdi. Çevremizdeki dün­yayı ele almanın en akıllıca ve en etkili yolu, onun bütünüyle kurgudan oluştuğunu varsaymaktır ama aksine, bize kalan küçük bir parça hakikat kafamızın içindedir
Kitle neye inanmak ister, neye inanmaya razı olursa, ona inanacak­tır. Çelişkiler, tutarsızlıklar hiçbir önem taşımaz.
Hakikatin önemsizleşmesinin getirdiği yenilik, kitlelerin, kendi ön yargılarına, görüşlerine ya da kanaatlerine uyumlu olduğu sürece yalanların yalan olduğunu bilse dahi onları hakikatmiş gibi kabul etmesidir.
Gerçeklik, var olmak için insan zihnine ihtiyaç duymazken, hakikat, ortaya çıkabilmek için insan zihnine muhtaçtır.
Hakikatin önemsizleşmesi döneminde, herkes için aynı anda kabul edilebilir, nesnel hakikatler önemini yitirmiştir. Kitlelere en popülist yöntemlerle yöneltilen, kitlelerin inanç­larına, duygularına, toplumsal değerlerine oynayan ifadeler, bir süre sonra hakikate dönüşebilmekte ve o kitle için başka bir hakikatin anlamı ve önemi kalmamaktadır. İşin en ilginç kısmı ise, uydurulmuş veya manipüle edilmiş hakikatin ısrarla ve körü körüne bu kitleler tarafından ölümüne savunulmasıdır.
Komplo teorileri, hakikatin önemsizleşmesi siyasetinde iktidarın kendi başarılarını büyütmesi ve hatalarını örtmesi için kullandığı basitleştirici bir anlatı biçiminden başka bir şey değildir.
Brotherton’un ifade ettiği üzere: Önce inançlarımız gelir; ardından onlarla uyumlu rasyonelleştirmeyi uydururuz
Eğer yalancılık norm haline gelirse, toplum çöker
İnsanlar artık hakikate değil, canla­rının istediğine inanmaktadırlar
Hakikatin önemsizleşmesinin getirdiği yenilik, kitlelerin, ken­di önyargılarına, görüşlerine ya da kanaatlerine uyumlu olduğu sürece, yalanların yalan olduğunu bilse dahi, onları hakikatmiş gibi kabul etmesidir. Kitlelerin, yalan olduğunu bildiği söylem­ler karşısında, sanki bu yalanlar doğruymuşçasına pozisyon al­ması, onları savunması, onlara sahip çıkmasıdır.
Hakikat Nedir?

Gerçeklik ve hakikat birbirlerine benzeyen kavramlar ol­makla ve günlük konuşmalarda birbirlerinin yerlerine kulla­nılmakla birlikte, aynı şey değildirler. Gerçeklik, var olanın bir özelliğidir. Bilenden, bilinçten bağımsız olarak var olan şeylere ilişkin bir niteliktir. Bilgi felsefesinin (epistemoloji) değil, var­lık felsefesinin (ontoloji) konusudur.

Hakikat ise var olanın değil, bilgi ya da önermeler, savlar, kuramlar gibi bilgisel ifadelerin niteliğidir. Hakikat, doğru, ha­kikat olmayan yanlıştır. Var olana ya da var olanlara ilişkin saptamada bulunan düşünen bir zihin olmaksızın, bir bilgiden, bir önerme ya da kuramdan ve dolayısıyla da herhangi bir ha­kikilik (doğruluk) ya da yanlışlıktan söz edilemez. Çünkü ha­kiki (doğru) ya da yanlış olması söz konusu olan, şeyler ya da nesneler değil, yalnızca bir bilgi öznesi tarafından ortaya ko­nulan ifadeler ya da savlardır, kısaca bilgilerdir (Tepe, 2016, s. 18- 19).

Bu anlamda hakikate ulaşan ya da yanlışa düşen, insan zihninden başka bir şey değildir. Gerçeklik, var olmak için insan zihnine gerek duymazken, hakikat, ortaya çıkabil­mek için insan zihnine muhtaçtır. Hakikat, yalnızca zihindedir(Aquinas, 1948, s. Q 1 6, A2). Zira hakikat, gerçekliğe uygun zihinsel temsildir. Gerçeklik, nesnel gerçekliği, hakikat ise bu nesnel gerçekliğin zihnimizdeki öznel yansısını dile getirir. İki kavram arasındaki farkı bir örnekle göstermeye çalışacak olur­sak, Dünya gerçek, Dünya yuvarlaktır yargısı ise hakikattir (doğrudur).

Bir ifadenin, sözün hakikat olabilmesi için bir yargı taşıma­sı gerekir. Örneğin tek başına beyaz sözcüğü ya da tek başı­na kar sözcüğü bir yargı taşımaz. Bu nedenle bunlara hakiki (doğru) ya da yanlış diyemeyiz. Ancak beyaz kar denildiğin­ de, karın rengi üzerine bir yargı söz konusudur. Artık buna ha­kiki ya da yanlış diyebiliriz. Beyaz gerçek, kar gerçek, be­yaz kar ise hakikattir. Aristoteles, hakikatin (doğruluğun) ve yanlışlığın şeylerde değil, düşüncede olduğunu vurgular. Zira bağlantı kurma ve ayırma, nesnelerde değil düşüncede olup biter. Bu nedenle hakikat ya da yanlış olanlar var olanların kendileri değil, var olanlar üzerine söylenenlerdir (Aristoteles, Metaphysics, 1991, s. 105 1b).

Hakikat, şeyler ile onlara ilişkin yargılar arasındaki uygunluk­tur. Kant’ın deyimiyle, bilgisinin, nesnesine uygunluğudur. Olması gerekeni, özünün gerektirdiğini yerine getiren her şey hakikidir. Böylece bir bilgi, biçimsel mantığın yasalarıyla çelişmiyorsa ve aynı zamanda kendi nesnesine de uygunsa, ha­kikattir (Tepe, 2016, s. 62). Bir tümce, onunla öyle olduğunu söylediğimiz durum öyle ise hakikattir (Wittgenstein, 1979). Şeyler ile onlara ilişkin yargıların uygun olmaması durumuna ise yanlış diyoruz.

Aristoteles, hakikatin (doğruluğun) ve yanlışlığın şeylerde değil, düşüncede olduğunu vurgular. Zira bağlantı kurma ve ayırma, nesnelerde değil düşüncede olup biter. Bu nedenle hakikat ya da yanlış olanlar var olanların kendileri değil, var olanlar üzerine söylenenlerdir.
Gerçeklik, var olmak için insan zihnine gerek duymazken, hakikat, ortaya çıkabil­mek için insan zihnine muhtaçtır. Hakikat, yalnızca zihindedir

İki kavram arasındaki farkı bir örnekle göstermeye çalışacak olur­sak, Dünya gerçek, Dünya yuvarlaktır yargısı ise hakikattir (doğrudur).

Medyanın ve siyasetçilerin kendi bakış açılarını desteklemek adına kusurlu mantıksal kurgular üretip, bunları kamuya sanki akıl yürütmenin zorunlu çıkarımları olan savlarmış gibi sunmaları küresel çapta yaygın bir durumdur.

K. Khurram, The Dark Science of Log i cal Fallacies

Hakikatin önemsizleşmesi döneminde artık siyasi lider­lerin savlarının ve söylemlerinin hakikatle bir ilişkisi olması önemini yitirmiştir. Destekçisi olan kitlenin inançlarına ve önyargılarına uygun olduğu sürece liderin tutarsız savları ileri sürmesi, yolsuzluk yapması, başarısız dış siyaset ya da ekonomi yönetimi yapması önemini yitirir. Zira artık her olumsuz geliş­me için bir bahane vardır. Olumsuzlukların tümü iç düşmanlar, dış düşmanlar, terörist örgütler, casuslar, ülkenin gelişmesini istemeyen seçkinler gibi çoğunlukla siyaseten icat edilmiş ke­simlere yıkılır. Başarılar siyasetçilerin, başarısızlıklar ise ülke­nin ilerlemesini istemeyen şer odaklarının kurduğu pusulardan kaynaklanmaktadır.
Zira sosyal medya şirketleri, birbirine benzeyen, aynı siyasi görüşleri taşıyan, aynı gelir ve eğitim grubunda, aynı kentler­ de, semtlerde yaşayan, aynı yaş gruplarını bir araya getirme­ ye yönelik algoritmalar kullanıyorlardı.
Siyasette inançlar, kanaatler ve önyargılar, aklın önüne geçiyor. İşte böylesine sakatlanmış bir dünyaya bugün hakikatin önemsizleşmesi (post-truth) dönemi diyoruz.
Algoritmaların amaçladığı bilgi akışı, bizleri sevdiğimiz ya da sevebileceğimiz şeylerle buluşturmaktır. Kişisel zevke uygun ve hakikate kördür. İnternet ağı, tam da hakikatin önemsizleşmesinin eksiksiz taşıyıcısıdır çünkü yalana, dürüstlüğe ve ikisinin arasındaki farka kayıtsızdır.
Hakikatlerin devri bitti.
İktidara gelen popülistler, kendilerinin halkın ahlaken meşru tek temsilcisi olduğu iddiasıyla üç izleği takip ederler: 1) devletin sömürgeleştirilmesi 2) ayrıcalıklı hukuk 3) sivil toplumun sistematik olarak bastırılması(Müller, 2017, s.62)
Akıl yürütmede bulunanları yanlışa düşüren şeylerin başında, çocukken babadan, üstattan, faziletli kişilerden ve çevreden duyulan ve alışkanlık kazanılan şeyleri tamamen doğru kabul etme gelir
Demek ki bir sahtenin gerçeğe dönüşmesi, onu gerçek kabul etmeye hazır bir kitle ile zamana bağlı yalnızca.
İnsan her şeyin ölçüsüdür.
… hakikatin önemsizleşmesi dönemine ön faşizm diyenlerde oluyor.
Ve gazetecilik tehdit edildiği sürece, demokrasinin ve özgür dünyanın sağlığı da tehdit altında kalacaktır..
“Hakikatin önemsizleşmesi siyasetinin savunduğunun aksine , bir yanlışa 5 milyar kişi bile inanıyor olsa , yanlış yine yanlıştır.”
“Mantık , bizim gerçekten nasıl düşündüğümüzü değil, nasıl düşünürsek doğru düşünmüş olacağımızı araştırır..”
“Olumsuzlukların tümü iç düşmanlar , dış düşmanlar , terörist örgütler , casuslar, ülkenin gelişmesini istemeyen seçkinler gibi çoğunlukla siyaseten icat edilmiş kesimlere yıkılır.
Başarılar siyasetçilerin , başarısızlıklar ise ülkenin ilerlemesini istemeyen şer odaklarının kurduğu pusulardan kaynaklanmaktadır…”
Hakikatin önemsizleşmesi siyasetinin savunduğunun aksine, bir yanlışa 5 milyar kişi bile inanıyor olsa, yanlış yine yanlıştır.
Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil , sevgiyle bağlıyız.
Gazali, aslını bilmeden ve araştırmadan, işittiği her şeyi onaylayan kimsenin normal yapıda olmadığını söyleyip; böylelerinin tedavisinin de güç olacağını sözlerine ekler.
Analoji iki şey veya olay arasındaki benzerliğe dayanarak bunlardan birisi hakkında verilen bir yargıyı diğeri hakkında da vermektir.
İlkin kendi önyargılarımıza, inançlarımıza, alışkanlıklarımıza saldırma cesaretiyle başlayabiliriz
Hakikatlerin devri bitti.
Postmodern bir ortamda hakikat artık yitmiştir ve önemli olan hakikate ulaşmak değil, daha estetik olana ulaşmaktır
Hakikatin önemsizleşmesi, gerçek ile ona ilişkin yargılar arasındaki uygunluğun ortadan kalkmasının umursanmamasıdır. Yani hakikatin düşüşüdür.
Siyasette inançlar, kanaatler ve önyargılar, aklın çok önüne geçiyor. İşte böylesine sakatlanmış bir dünyaya bugün hakikatin önemsizleşmesi (post-truth) dönemi diyoruz.
Artık kimse modernizmin yıllar içerisinde kazandırmış olduğu eleştirel bakışı, olaylara rasyonel yaklaşımı kullanmaya gerek duymuyor, verileri kontrol etmeyi, doğrulamayı ya da yanlışlamayı düşünmüyor. Onun yerine tamamıyla duygularla ve inançlarla hareket ediliyor.
Tarih metinleri istisnasız olarak her zaman büyük ölçüde kurgudur.
Mantık, bizim gerçekten nasıl düşündüğümüzü değil, nasıl düşünürsek doğru düşünmüş olacağımızı araştırır.
Belirsizliğin ve düzensizliğin hakim olduğu bir postmodern dünya tasarımında, hakikatin var olup olmadığı tartışmalı hale gelmiştir ve var olduğu şüpheli olan bu hakikatin akılla bulunabileceğine ilişkin inanç da sarsılmıştır.
Madem ülkeden bu kadar şikayetçisin, o halde neden ilk uçakla başka ülkeye gitmiyorsun?
Ne diyorlar? Atam, izindeyiz Atam, izindeyiz Yahu bırakın şu izni de biraz çalışın artık.
Gazali’nin söylediği üzere: Akıl yürütmede bulunanları yanlışa düşüren şeylerin başında, çocukken babadan, üstattan, faziletli kişilerden ve çevreden duyulan ve alışkanlık kazanılan şeyleri tamamen doğru kabul etme gelir.
Kişiler bir başkasıyla ya da bir grupla özdeşleştikleri durumlarda (milliyetçilik, takım taraftarlığı, cemaatçilik, siyasi radikallik vb.) kendilerini özdeşleştirdikleri kişilerin ya da grupların düşüncelerini ve savlarını hiçbir eleştiri süzgecinden geçirmeden kabul etme eğilimi gösterirler. Savın içeriğinden çok, duyguların içeriğine göre tavır alma kusuruna düşerler.
Kişilerin her insanda çeşitli derecelerde bulunan tutku, haset, kibir, gurur, öfke, bağnazlık ve kendini ve kendi aklını beğenme gibi durumlar, akıl yürütmeyi kolayca gölgeleyebilmekte ve safsatalara yol açabilmektedir.
Anlaşılmayan, açık ve seçik olarak bilinmeyen şeylerin onaylanması durumunda, yanılma kaçınılmaz olmaktadır.
Gerçek bir delil sunmayan safsata savı, akıl gücünün çeşitli yollarla başka yönlere saptırılması ya da perdelenmesi aracılığıyla, hakikatin ciddi şekilde altını oyar. Mantıksal olarak yanlıştır ancak psikolojik olarak bazen çok ikna edici olabilir.
Toplum hakiki olana değil, hakikati önemsizleştirene talep göstermiştir.
Hakikatin önemsizleşmesinde temel nokta kitlelere yalan söylemek değil, onları nesnel verilen kullanmadan duygularına çağrılar yaparak doğru ya da yanlış birtakım şeylere inandırmaktır.
Gerçeklik, var olmak için insan zihnine gerek duymazken hakikat, ortaya çıkabilmek için insan zihnine muhtaçtır. Hakikat, yalnızca zihindedir.
Dindar kişi ahlaklıdır. O halde ahlaklı olmayan kişi dinsizdir.
Dindar kişilerin ahlaklı olduğu öncülü kendi başına bir savdır. Bu sav, ahlaklı olmanın tarifini yapmamaktadır. Dolayısıy­la sempatik kişiler de, sevimsizler de, dindar olmayan kişiler de ahlaklı olabilir zira Dindar kişi ahlaklıdır öncülü bunların hiçbirine kısıt koymamaktadır. O halde bu öncülden, ahlaklı olmayanların dinsiz olduğu çıkarımı yapılamaz. Burada hileli bir akıl yürütme söz konusudur.
Kızının öpüşmesini bir olasılık olmaktan çıkarmak isteyen ebeveyn, bu öpüşmeyi çürütmek için, bu öpücüğün meydana getireceği bir sözde silsile üretir ve hileli bir tutumla, gelecek­te bu ilk adımın kaçınılmaz bir felakete neden olacağını ileri sürer. Böylece çürütme, gerçekleşmemiş bir olaylar dizisi kullanılarak sözde gerçekleştirilmiş olur.
Egoyu beslemek ya da egonun tehdit altında olduğunu hissederek, onu korumak adına ortaya çıkan tutumlar, akıl yürütme sürecinde olayların, nesnelerin ve kişilerin var oldukları gibi görülmelerini engelleyerek çeşitli kusurlara neden olurlar.
Retorikte amaç ikna etmektir fakat buna özellikle ikna edi­lecek kişinin öfkesini uyandırmadan ve onu düşman edinme­ den ulaşmak esastır. Oysa diyalektikte süreç sert bir tartışma şeklinde ilerlediğinden taraflar birbirinden daha belirgin çizgilerle ayrılırlar ve bütünüyle rakibi alt etmeye odaklanırlar.
Gerçeklik var olmak için insan zihnine ihtiyaç duymazken hakikat ortaya çıkabilmek için insan zihnine muhtaçtır. Hakikat yalnızca zihindedir zira hakikat gerçekiğe uygun zihinsel temsildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir