İçeriğe geç

Yalan Yıllar Kitap Alıntıları – Can Kozanoğlu

Can Kozanoğlu kitaplarından Yalan Yıllar kitap alıntıları sizlerle…

Yalan Yıllar Kitap Alıntıları

Bazı kitaplar aylarca elden ele, evden eve dolaşıyordu. Geri dönmeyenler oluyordu ama bende küçük bir koleksiyon oluşmuştu bile.
İyi başlıyorum, sonunu getiremiyorum.
Bugün internet var, sosyal medya var. Her deli, her an, istediği her şeyi kitlelere yayma şansına sahip. Benim sahaflarda aradığım, eski zamanların azimli, kararlı, inatçı, emekçi delileri tarafından yazılmış kitaplardı. Yazmak için ayrı, yayınlatmak için ayrı emek harcanmış nadide eserler.
Anılarını yazarken kendinden karakter yaratamamış insan, romancılık işinin üstesinden gelebilir mi?
Eve kapanmam gerekiyordu. Bir müddet insan içine çıkmamalıydım.
Güzel bir çayın, kahvenin ilk yudumuyla sigaranın ilk nefesinin birleştiği anı hayatta çok az şeye değişirim.
Ama adam yaşlanmanın, kaybetmenin, ruh sağlığına iyi gelmeyen bir iklim değişiminin öfkesini biriktiriyordu içinde. Bir gün bir yerde çok kötü patlayacaktı, kendi bile farkında değildi.
Bu şarkıyı çok sevmez, çok beğenmezdim. Fakat hayatta ne zaman hangi şarkıya sığınacağınızı bilemezdiniz, bunu da öğrenmiştim yıllar içinde.
Mutlu son denecek bir durum yoktu ama yapayalnız bir son değildi en azından.
Sözün sözü bulup romantik bir süzülüşle kucaklaması yalnızca filmlerde, romanlarda, şiirlerde olmuyor. Gerçek hayatta da oluyor.
Artık ne o beni istiyordu ne ben onu istiyordum. Ne o benimle yapabiliyordu ne ben onunla yapabiliyordum.
Yaşadığım ruh halinin ve duygunun tam karşılığı da korku değildi zaten. Dedim ya, bambaşka bir şeydi.
Sanırım yaşlandıkça ve değişemedikçe sorumluluk korkum arttı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Ömür boyu iltifata doymayan Nihan, hayatta ilk kez bir iltifatımı geri çeviriyordu.
Fakir değil elbette ama zenginlerle takılırken zenginleşenlerden de değildi.
Bana neydi, gerçekten bana neydi? Üzerinde durmadım.
Ben gerginim, misafirimiz mutlu.
Gecenin daha ne küfürlere gebe olduğunu bilemezdim.
İnatçı asosyal sapık olduğum söylendi, takmadım. Sosyallik iddiasında değildim; bana asosyal denmesine, sapık denmesine de fazlasıyla alışkındım.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“İstanbul geceleri uzundur derler.”
Sabit bir noktada duran insanın çevresindeki hayat değişirse o insan da hareketliymiş gibi görünür.
21. yüzyılda ilerlerken, değişerek hale geldiğimi gördüm. Yaşlanma belirtisiydi. Ben hep aynıydım artık.
Güç edinme iştahının, çıkarcılığın, hesapçılığın bile gerektirmediği kadar ileri gidenler, bunu bir var olma şekline dönüştürenler.
Çalıştığım yerler değişiyordu, dünya değişiyordu, hayatımda bazı şeyler değişmiyordu.
Hayatımda hiçbir şeyin başı ortasına, ortası sonuna uymadı, uyamadı
Dünya, akreplerin dünyası olmuştu. Sonra da içen adama alkolik diyorlardı. İçmeyip de ne yapacaktın?
Şehirlerarası mesafelerden daha büyük sorunlar vardı aralarında.
Bütün hayatım öyle geçiyordu. Hiçbir dönem öncekine uymuyordu. Dahası, dönemlerin de başları, ortaları, sonları birbirine uyumuyordu .Aile tarihimiz bu türden uyumsuzluklarla yazılmıştı, ben de aile mirasını zirvelerde yaşatıyor, yaşıyordum.
“Merak etme Yalçın abi, biz varız,” filan dedik ama kendimiz de inanmadık.
Ne güzeldir o söz, Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz diye.
Benim gözümde örnek insan değildi ama sevdiğim bir insandı.
Geciken yükseliş vakalarına iyi bir örnekti.
İşyerinde yaz yaz yaz, eve gidince yazama yazama yazama
Aylar ilerledikçe kendimi daha yorgun ve hevessiz hissediyordum. Beni neşelendiren şeyler vardı ama yetmiyordu.
Bu adamlar böyleydi maalesef. Zamanın gerisinde yaşarlardı, esneklikleri yoktu.
İşteki ilk günümü iple çekmesem de merakla bekliyordum.
Takıldığım çevrelerin giderek düşman akrabalara dönüşmesi, benim içimdeki eğilimlerin giderek düşman akrabalara dönüşmesi… Dedim ya, kilitlenmiştim.
Romanın sonu süper olacaktı, orası kesindi. Yalnız ilk bölümleri sağ salim aşabilmek zorundaydım.
Romanın matematiği vardır, romancılık matematik işidir, polisiye iyice matematik işidir.
Sınırla sınır ötesi, kazandıran mağduriyetle yıkan mağduriyet, şaka ile gerçek arasındaki denge ya da dengesizlik hassas mesele.
Klişelerle dalga geçeceğim derken, bazı hassasiyetleri düşünmemiştim belki. Bizim kuşaktan gazetecilerin sıkça yaptığı gibi.
Toparlanmak için önce devrilmem gerekiyordu.
O kadarcık şuurum kalmıştı. Ama hayatımın çekilir yanı kalmamıştı. Çaresizdim.
Hem hesap yapıyor hem hesap veriyordum. Kime veriyordum hesabı? Kime karşı suçluydum, kim affedecekti?
Ama dini metinleri neredeyse hiç okumamıştım. Okumalıydım. Mesleki bir ihtiyaçtı, entelektüel bir ihtiyaçtı ve artık sosyal bir ihtiyaçtı.
Hiç düşünmedim, düşünmüşlüğüm varsa da hatırlamıyorum.
Fazla mı pozitivist, rasyonel, materyalisttim bilmem; belli bir dozun ötesinde mistikliği kaldıramıyordum.
Terazide hakikatin zerresini gördüğüm anda romanlarım yarım kalıyordu.
Ömrünü mananın kölesi değil aynası olmaya, aynasında bir kırık parça olmaya vakfetmiş.
Teraziye huzmeni değil zerreni koysak, kainatın tüm gözyaşlarından ağır gelirsin. Seni huzme huzme teraziye koysak, karanlığın zerresinden yara alırsın.
Küsmese, telefon edip bayağı bir saydırırdı. Aramadığına göre, hayatta ilk kez küslük girmişti aramıza.
Bunlar deli, sen onlardan delisin.
Bazı kitaplar aylarca elden ele, evden eve dolaşıyordu. Geri dönmeyenler oluyordu ama bende küçük bir koleksiyon oluşmuştu bile.
Bugün internet var, sosyal medya var. Her deli, her an, istediği her şeyi kitlelere yayma şansına sahip.
Son işindeki son günleriydi.
Ömrünüz uzadıkça hikayeler birbirini tekrar etmeye başlıyor.
Öldük
Mutluyuz.
Dünyadaki hesapları bilinmeze taşıyoruz
Ligde kalma umudu tükendi
Cehenneme gidiyoruz.
Ama Hayat hiç değilse gidenlerin arkasından biraz daha şefkatli olamaz mıydı; ölenler görsünler ya da göremesinler, birkaç küçük jest yapamaz mıydı?
Bir eşiğin ötesinde, sola doğru gitmek bitiyor, sonu üzerine çekme, sonu davet etme aşamasına geliniyordu.… O eşiği aşmıştı.
Bana bir kez daha kırılma ihtimalinden huzursuzluk duyarak
Türkiye medyası standartlarında bile kirliliği ile sivrilmeyi başaran bir sistem vardı.
Vedalaştığımız güne göre biraz daha az yıkık ve biraz daha deli göründü bana.
Eğlenceli sürerken acı biten bir hikaye.
Futbol hastası olduğunu bilmiyordu. Değildi de sanırım. Boşluğa düşerken futbola sarılanların arasına katılmıştı.
Arkasından tek bakışa sığdırdıklarını onlarca şiire sığdıramıyordu.
Bana hayatta az insanın verdiği düzeyde değer veriyordu, bu hoşuma gidiyordu.
Arkasından öyle bir baktı ki; onu anlatmayı denemeyeceğim bile. Bir bakışa o kadar şey sığdırmak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir