İçeriğe geç

Yalan Satıcısı Kitap Alıntıları – Attila Şenkon

Attila Şenkon kitaplarından Yalan Satıcısı kitap alıntıları sizlerle…

Yalan Satıcısı Kitap Alıntıları

“Hayat sürprizlerle dolu. Şaşırtıyor, sık sık sınıyor bizi. Soruların nereden çıkacağını ise bilmiyoruz. Sonunu bildiğimiz halde böyle iştahla yaşamamızın nedeni de karşılaştığımız bu sürprizler ve oyunlar galiba.”
Bana benziyorsunuz. Ülkede olup bitenlere fazlasıyla duyarlısınız. Aman dikkatli olun, hayat sizi de eskitmesin,”
yüreğinin müziği susarsa hayat seni dansa kaldırmaz
Hayatın yeni dalgası, yüreğimin kıyısına vurup geri çekiliyor usulca.
Bir taş daha yerine oturur.
Romanın bittiğini anlarım.
Anılar, sahibine sıcaklığında korunmalı.
“Sonunu bildiğimiz halde böyle iştahla yaşamamızın nedeni de karşılaştığımız bu süprizler ve oyunlar galiba. “
Gülüyor, konuşuyor, şakalaşıyorduk yine.
Mamafih eskisi gibi değildik.
Bir eksiğimiz vardı.
Aramızdaki masumiyet kaybolmuştu.
İki dünya arasına sıkışmış gizli bir bekleme salonu yaratmıştı kendimize.
“Hayat, yüreğimdeki karşı kasette ne kadar neşeli parça varsa hepsini sildi. “
“Yüreğinin müziği susarsa hayat seni dansa kaldırmaz ”
“Dilediğimiz şeyleri unutabilseydik keşke.Unutmanın verdiği hafiflikle ne kadar kolaylaşırdı hayat.
Orhan : ‘Ama biliyor musun, senin uydurduğun , bizim izlediğimiz filmden daha güzeldi. İyi bir yalancısın sen.’ Canım arkadaşım, az önce açtığı yarayı kendi örten bir yara bandıydı o an.
“Tanışır tanışmaz memnun olmak da ne saçma,” diyorum. “Âdet olmuş ya bir kere, herkes hiç düşünmeden kolayca söyle veriyor bu basmakalıp sözü.Masama şimdi oturdum daha. Hakkımda henüz hiçbir fikrim yok. Dur bakalım hırlı mıyım, hırsız mıyım?Deli miyim, sapık mıyım?
Neye bu memnun niyet? “
Otobüsten dışarıya bir atabilsem kendimi, gerisi kolay. Bu canından bezmiş insanlar konservesinin içinde çok bunaldım.
Her şeyi unutur oldum.
Hafızamda bir kara tahta silgisi dolaşıyor sanki.
İsimlerin, yüzlerin üzeri günden güne tebeşir tozuyla örtüyor.
Usulca bulanıklaşıyor anılarım.
Bildiğim ne varsa birbirine karışıyor.
Keşke günlük tutsaymışım.
Kendi kendime güldüğümü, durup dururken gözlerimin dolduğunu fark eden çapraz masadaki derin gamzeli kadın gibi biraz daha dikkatliler ise yalnızın yanına deliyi de ekliyorlardır mutlaka.Olsun. Bozulmam. “Yalan satıcısı” olarak çıktığım yolun yıllar sonra ulaştığım bu durağında “yalnız bir deli” diye anılmak incitmez beni.
Günün birinde babamı affetmekten korkarak hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Yüreğinin müziği susarsa hayat seni dansa kaldırmaz
Ankara’da bir Kıtır’dan vazgeçemezmiş, bir de Dost Kitabevi’nden.
Hayatla dalga geçmeye başlarsam yenilir miyim acaba?
Ne kadar yaşlanırsa yaşlansın hiç büyümeyen bir çocuk; yüreğinin asla susmayan müziği eşliğinde hayatla tek başına dans eden güçlü, bilge bir kadındır annem.
Huzur ve hüzün, Yin Yang misali kıvrılır yüreğimin bir köşesine.
Keşke şu dünyanın bütün yalanları seninkiler gibi masum, yalancıları da senin kadar dürüst olsa.”
Mutlu sonlara öyle ihtiyacımız var ki Bırakın bir kere de denk olmayanlara çalsın davullar,”
“Zaten ne kadar çabalasak da hayatla dalga geçmeyi başaramayız ki,” diye ekliyor. “Bizimle dalga geçen hayattır. Her zaman. Hep.”
İnsanları hiçbir çaba sarf etmeden para kazanmaya özendiren bu program nasıl yayınlanıyordu televizyonda? Ya saatlerce ekrana kilitlenip izlenme oranını yükseltenlere ne demeliydi?
“Bu ülkede hayatta kalma uğraşı veren gerçek insanlar varken, sahte bir acunun yarışmacıları ilgimi çekmiyor da ondan,”
Harfler donsun, sözcükler sussun.
Derin bir sessizlik istiyorum.
Aşkım diyordu ona. Prensesime itirazım yoktu da, bu aşkım lafına alışamadıydım bir türlü. Analar, babalar çocuklarını daha dikkatli sevmeliler bence. Özellikle fiziksel temaslardan kaçınmalılar. Dudaktan öpmeler filan Bunlar doğru şeyler değil yani. Zira büyüyüp yetişkin olduklarında çok ciddi sorunlar yaşanabiliyor.
Kıskançlık, başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir.
Komşumuz Ziya Bey yetinmeyi bilmek en büyük servettir derdi, nur içinde yatsın. Ah kızım, ah Sağkızım Yetinemedik biz. Hep daha fazlasını istedik. Başımıza ne geldiyse bundan geldi zaten.
Bana benziyorsunuz. Ülkede olup bitenlere fazlasıyla duyarlısınız. Aman dikkatli olun, hayat sizi de eskitmesin,”
Hassas konular bunlar, ince işler. Fazla zorlamaya gelmez. Galiba en iyisi olayları kendi akışına bırakmak.
Dünyayla, hayatla, kendiyle derdi olan insanları severim.
Yapıldığında gülünmeyen espriler ile anlatıldığında anlaşılmayan fıkralara dokunulmamasından yanayım aslında. Açıklandıklarında her ikisinin de tadı kaçar, yazık olur çünkü.
Aşkın hafif kanatlarıyla aştım bu duvarları,
Durduramaz sevgiyi çünkü taştan sınırlar.
Hem aşkın isteyip de başaramadığı ne var
Engel olamaz bana bu yüzden akrabalar,
“Zengin babaların en iyi becerdikleri şey bu işte; prenseslerine sahte cennetler yaratarak onları gerçek dünyanın tehlikelerinden korumak.”
“Dilediğimiz şeyleri unutabilseydik keşke. Unutmanın verdiği hafiflikle ne kadar kolaylaşırdı hayat.”
Zenginler anca birbirlerine arka çıkar, birbirlerini koruyup kollarlar bu ülkede. Kendi sınıflarından olmayanlara ne saygı duyar, ne de yaşam hakkı tanırlar.
Yazarlığın okulu yoksa evimizin kitaplığında eserleri bulunan Sait Faik, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve adını birkaç gün önce yayımlanan, annemin elinden bırakamadan okuduğu Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanından bildiğim Sevgi Soysal nasıl yazar olmuşlardı peki?
“Tanışır tanışmaz memnun olmak da ne saçma,” diyorum. “Âdet olmuş ya bir kere, herkes hiç düşünmeden kolayca söyleyiveriyor bu basmakalıp sözü. Masama şimdi oturdun daha. Hakkımda henüz hiçbir fikrin yok. Dur bakalım hırlı mıyım, hırsız mıyım? Deli miyim, sapık mıyım? Neye bu memnuniyet?”
Yüreğin yeryüzündeki bütün haksızlıklara isyan etmekten yorulmadı mı hâlâ? Sakinleş, içinin azgın sularını durult artık.
Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.
Şu haline bak. Ülkenin sorunlarına kafa yormanın sonucu işte. Hayatı fazla ciddiye alma. Dalga geç biraz.”
“Söylenmemiş sözler kuyusu değil miyiz hepimiz?” (…)
“Bazen saygıdan, bazen kaygıdan, bazen de parasızlıktan… Hep sustuklarımız yüzünden.”
“Hayat sürprizlerle dolu,” (…)
“Şaşırtıyor, sık sık sınıyor bizi. Soruların nereden çıkacağını ise bilmiyoruz.”
“Sonunu bildiğimiz halde böyle iştahla yaşamamızın nedeni de karşılaştığımız bu sürprizler ve oyunlar galiba,” (…)
“Zaten ne kadar çabalasak da hayatla dalga geçmeyi başaramayız ki,” (…)
“Bizimle dalga geçen hayattır. Her zaman. Hep.”
“Aşkın gözü kördür derler ya (…), bence kulağı da sağır,” (…)
“Kolay kolay laf dinletemiyor, söz geçiremiyorsun ona.”
“Bana benziyorsunuz. Ülkede olup bitenlere fazlasıyla duyarlısınız. Aman dikkatli olun, hayat sizi de eskitmesin,” (…)
“Yüreğinin müziği susarsa hayat seni dansa kaldırmaz…”
“Dilediğimiz şeyleri unutabilseydik keşke. Unutmanın verdiği hafiflikle ne kadar kolaylaşırdı hayat.”
“Yazarları severim,” (…)
“Aramızda kalsın, onlar da benim gibi aklın ipini salmış insanlardır.”
Yüreğin yeryüzündeki bütün haksızlıklara isyan etmekten yorulmadı mı hâlâ? Sakinleş, içinin azgın sularını durult artık.
Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.
Hayatla dalga geçmeye başlarsam yenilenir miyim acaba?
“Şu haline bak. Ülkenin sorunlarına kafa yormanın sonucu işte. Hayatı fazla ciddiye alma. Dalga geç biraz.”
Heyecanlı konuşmalarına katılmadığımı fark eden Berk Hocamız Survivor’u bilmiyor galiba, diye takıldı bana aklınca. Yarışmayı duymamanın mümkün olmadığını söyledim. Ne kadar uğraşsam da, tek bölümünü bile izlemediğime inandıramadım onları.
Ama nedeeen? diye sordu kanat dövmeli kız, şımarık bebek taklidi yaparak.
Bu ülkede hayatta kalma uğraşı veren gerçek insanlar varken, sahte bir acunun yarışmacıları ilgimi çekmiyor da ondan, dedim. Acun sözcüğünün dünya anlamına geldiğini bilmedikleri için tam olarak ne kastettiğimi anlamadılar.
Kıskançlık, başkasının balını kendi ağzına zehir etmektir.
Arkadaşlarınızla birlikte ne oyunlar oynamışsınızdır kimbilir? diye soruyorum.
Sormaz olaydım.
Oyunun taşaklısını ağzına sıçtığımın kaderi oynadı, diyor öfkeyle.
Dünyayla, hayatla, kendiyle derdi olan insanları severim.
Yapıldığında gülünmeyen espriler ile anlatıldığında anlaşılmayan fıkralara dokunulmamasından yanayım aslında. Açıklandıklarında her ikisinin de tadı kaçar, yazık olur çünkü.
Zengin babaların en iyi becerdikleri şey bu işte; prenseslerine sahte cennetler yaratarak onları gerçek dünyanın tehlikelerinden korumak.
Dilediğimiz şeyleri unutabilseydik keşke. Unutmanın verdiği hafiflikle ne kadar kolaylaşırdı hayat.
Zenginler anca birbirlerine arka çıkar, birbirlerini koruyup kollarlar bu ülkede. Kendi sınıflarından olmayanlara ne saygı duyar, ne de yaşam hakkı tanırlar.
Tanışır tanışmaz memnun olmak da ne saçma, diyorum. Âdet olmuş ya bir kere, herkes hiç düşünmeden kolayca söyleyiveriyor bu basmakalıp sözü. Masama şimdi oturdun daha. Hakkımda henüz hiçbir fikrin yok. Dur bakalım hırlı mıyım, hırsız mıyım? Deli miyim, sapık mıyım? Neye bu memnuniyet?
Otobüsten dışarı bir atabilsem kendimi, gerisi kolay. Bu canından bezmiş insanlar konservesinin içinde çok bunaldım.
Gereğinden fazla ciddiyet insan bünyesine zararlıdır. Başa ağrı, mideye gaz, kalbe spazm yapar. Bu yüzden, ölümlü dünyada aklın ipini biraz salmakta yarar var bence.
Hayatla dalga geçmeye başlarsam yenilenir miyim acaba?
Şu haline bak. Ülkenin sorunlarına kafa yormanın sonucu işte. Hayatı fazla ciddiye alma. Dalga geç biraz.
Yüreğinin müziği susarsa hayat seni dansa kaldırmaz.
Hamdı, olmamıştı.
Babamın böyle insanlar için kullandığı sözü hatırladım. Dalında bıraktım onu.
Söylenmemiş sözler kuyusu değil miyiz hepimiz? diye soruyor Hayri. Bazen saygıdan, bazen kaygıdan, bazen de parasızlıktan Hep sustuklarımız yüzünden.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir