Romain Gary (Emile Ajar) kitaplarından Yalan-Roman kitap alıntıları sizlerle…
Yalan-Roman Kitap Alıntıları
İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, birini sevmeden soluk alamıyor
Günümüzde en az sahte olan, kutsal orospu analarımız ve kız kardeşlerimizdir. Gerçekliğini koruyan tek şey orospuluktur. O yüzden uydurma olan her şey orospuluğa karşı. İstemem yan cebime koy türünden namus. Orospular kıçlarıyla gerçeği söyledikleri için eziliyorlar, oysa gerçek onların kıçına sığındı, el değmemiş olarak yalnız orada durabiliyor.
Şu sırada yalnızca iki gözüm var; biri kendimi gizlemek, biri görmek için. Kötü olduğum zamanlarda elli çift gözüm vardı, her yerde her günkü hikâyeyi görürüm, bunalım tepeme biniverir.
Dünyada herkes tehdit altında yaşar ve başkalarını tehdit eder; geçim derdi.
Öyküler uydurma ihtiyacının gerisinde hep büyümeyi reddeden bir çocuk vardır.
Umudu bir denesem mi? Yok, sıradanlığa kaçmayı reddediyorum. Avam oluyor öylesi.
İnsanın içini en çok kemiren bunalım, adı olmayandır; algılanır bir dehşete hiçbir zaman dönüşmeyen, yakındaki bir bunalım. Yürek en kötüye ulaşmak ve işim donuma gelmek içim çeşitli aşamaları atlar. Ama bilinmeyen geri geri giderek kaçar ve onun izinde benim korkum artar. Tehlike adını söylememekte direnir, her nesnenin kıpırtısız suç ortaklığının vurguladığı yokluktan çıkmayı reddeder… İnsanca bir işkence gereklidir bana. Kesik eller, KGB, CIA, kapkara yıkıntılar yardımıma koşar ve bütün marka imajlarımız dehşetimi haklı kılar. Korku adsız olmaktan çıkıp özel bir ad edinir. Daha az korkmak içim gündelik dehşetle beslenen sırtlan kurnazlığı. Sonunda bunalımım hak kazanır, bu dünyada yaşadığım için. Dahası, düşüncelerim açıklık kazanır, kendime şunu sorarım: Canavarlık sistemimizi geliştirmemizin sebebi, dehşete egemen olma isteği değil mi? Korkudan kurtulma isteği değil mi? Bütünüyle insan eliyle yapılmış, olağanüstü polis korkusu devletleri yaratırım. Böylece açlıkların ve işkencelerin kuralını, bahanesini, yöntemini, tüzüğünü; acı çektirmenin bedende ve beyinde iyice tanımlanmış yerlerini bilip rahatlardık; bilinmezliğiyle, giderek yaklaşmasıyla ve gizlenmesiyle soluk almadan, acımasızca bizi hedefleyenden kaçabilelim diye, artık ne olacaksa olsun diye, bir sonuç, hatta bir kutlama, bir kesinlik olsun diye. Çırpınıyorum, haykırıyorum, hayırsever cesetleri ve ilkyardım cinayetlerini yardıma çağırıyorum. Bilinmezi kovuyorlar, insan adı taşıyorlar ve ben, onların somut varlıklarına baktığım sürece burada, burada, karşımda, çevremde o korkunç tehdidiyle bulunmayanı unutuyorum.
İki kere ikinin her ikisi de sahtedir, suç ortağıdırlar, dört edermiş gibi yaparlar, üstünlük sırasına göre.
Gerçeklerden söz etmek istiyordum. Ama sen de biliyorsun, gerçeklerden söz etmeye hakkımız yok artık. Gerçekler tabu oldu. Aşk, çocuk, anne, yürek…
Her gün doğuşunda pencereyi açıp imdat çığlıkları atarım. Telefona sarılır, Kızılhaç’ı, Katolik Yardım Örgütü’nü, Fransa Hahambaşı’nı, Birleşmiş Milletleri, Hepimizin Aması Ulla’yo ararım; ama hepsi de pekâlâ farkındadır; yeni bir günün doğduğunu gözleriyle görmekte be hatta bu nedenle kahvaltı etmektedirler. Her sabah bu gündelik hikâyeye toslar, çuvallarım.
Telesekreterle donanmış bilinçler var, pekâlâ da yürütüyorlar işlerini. Ama ben kendi kendimi bir düzene sokmayı hiç beceremedim.
… rol yapmazsanız asosyal, uyumsuz ya da sinir hastası damgası yersiniz. Hatta daha da ileri gidip size bütünüyle düzmece bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilirim, ama o zaman da olgunlaşmadığımı düşünürsünüz.
rol yapmazsanız asosyal, uyumsuz ya da sinir hastası damgası yersiniz.
Halklar ve insanların birbirlerini anlamadıkları için dalaştıklarını ileri sürmek hatadır.Halklar ve insanlar birbirlerini anladıkları için dalaşırlar.
İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın,birini sevmeden soluk alamıyor.
Zaten insan istese de istemese de en içten,en gerçek yanı çatlak yanıdır.
Tıka basa patlayıcı doluyum,her an patlayabilirim,kendi kendime adımı vermeden kaç kez telefon ettim,olayı haber vermek için,zamanında olay yerini boşaltabilmem için.Bunalım tepemde.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
O zamanlar anlamamanın her tür bilgi ve dehanın ötesinde olduğunu,her zaman son sözü söylediğini henüz bilmiyordum.
Hayatım boyunca edebiyatla uyuşturdum kendimi, bu yüzden ansızın gerçekle karşılaşmam tehlikeli olabilirdi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kim olursa olsun işkence yapamam. Kendine işkence etme sanatında ustalaşmış hemen herkesin durumu budur.
Kafam karıştığı zaman hep çok sakin olurum. Çünkü zaten sükunetimi bozan kafamdır.
Orospular kıçlarıyla gerçeği söyledikleri için eziliyorlar, oysa gerçek onların kıçına sığındı.
Ayrıca kimsenin sizi çarmıha gereceği yok, bunu kendi başınıza pek güzel becerdiğinizi biliyor herkes.
Mavi renk, pek de hakkı olmadan göklere çıkarılmıştır.
Öyküler uydurma ihtiyacının altında hep büyümeyi reddeden bir çocuk vardır.
Ben paranoyaksam, hiç değilse şunu diyebilirim ki, dünya yeterince paranoyak olmayan insanlarla doludur, öyle ki, işkenceden kaçabilenler yalnızca işkencelerdir.
Şimdilerde depresyon tedavisinde lityum kullanılıyor. Çünkü bazı şanslı kişiler depresyonda olduklarını biliyorlar. Benim içinse durum farklı, depresyon benim için her günkü hikaye.
Sonunda bunalımım haklılık kazanır, bu dünyada yaşadığım için.
Çok iyi eleştiriler aldın.
Eleştirileri ben almadım, kitabım aldı. İnsan aşağılık, rezil biri olup güzel kitaplar yazabilir.
Eleştirileri ben almadım, kitabım aldı. İnsan aşağılık, rezil biri olup güzel kitaplar yazabilir.
Zavallı Mimile’im benim, hala iki kere ikinin dört ettiğine inanıyorsun. Yanlış. İki kere ikinin her ikisi de sahtedir, suç ortağıdırlar, dört edermiş gibi yaparlar, üstünlük sırasına göre.
Yeri gelmişken dedi, başkan yardımcısı, Komiser Paternel’in özürlerini size iletmekle de görevliyiz. Her şeyi anladığında ağır bir sinir krizi geçirdi
Doğaldır dedim. İnsan her şeyi anladığında mutlaka ağır bir sinir krizi geçirir. Bilinçlilik bunu gerektirir.
Doğaldır dedim. İnsan her şeyi anladığında mutlaka ağır bir sinir krizi geçirir. Bilinçlilik bunu gerektirir.
Gerçeklik kadar korkunç bir sanrı olamaz.
Kaybetmek benim umrumda değil. Kaybetmekten hoşlanırım, her zaman kaybeden biri oldum, gücüm buradan gelir. Zayıf olduğum için hala ayaktayım.
Bütün bunlardan söz etmek istemiyorum artık, bu yüzden söz ediyorum.
Karşımda Paul Pavlowitch’i görüyorum. Yirmi yaşında. İçindeki çığlığın baskısı altında şiirler yazıyor. Ama geride hep bir çığlık kalıyordu, hep biraz daha, biraz daha. Çığlık dışarı çıkamıyor, şiştikçe şişiyordu. Çürümeye başlıyordu. Çığlık dışarı çıkıp kurtulamayınca suç da içeride kalıyordu. Her tür rekabete meydan okuyan suçlar işlenmecesine devam ediyordu hayat. Çığlık And’larda yaşayan Şah Akbaba oldu, yükselmeyi başardı; ilk kez başım derde girdi, çünkü bir damın üzerine konmuştum ve inmek istemiyordum, Sebze oldum, enginar oldum, ama uzun süre enginar olarak kalmadım, çünkü enginarın yaprakları bir bir yolunur, tadı çıkarıla çıkarıla yenir, besleyicidir; şair olmaktan bir farkı yoktu, tadımı çıkarmaya devam ediyorlardı.
Karşımda Paul Pavlowitch’i görüyorum. Yirmi yaşında. İçindeki çığlığın baskısı altında şiirler yazıyor. Ama geride hep bir çığlık kalıyordu, hep biraz daha, biraz daha. Çığlık dışarı çıkamıyor, şiştikçe şişiyordu. Çürümeye başlıyordu. Çığlık dışarı çıkıp kurtulamayınca suç da içeride kalıyordu. Her tür rekabete meydan okuyan suçlar işlenmecesine devam ediyordu hayat. Çığlık And’larda yaşayan Şah Akbaba oldu, yükselmeyi başardı; ilk kez başım derde girdi, çünkü bir damın üzerine konmuştum ve inmek istemiyordum, Sebze oldum, enginar oldum, ama uzun süre enginar olarak kalmadım, çünkü enginarın yaprakları bir bir yolunur, tadı çıkarıla çıkarıla yenir, besleyicidir; şair olmaktan bir farkı yoktu, tadımı çıkarmaya devam ediyorlardı.
Kendinizi sakının. Düşman kelimeler sizi dinliyor. Her şey numara yapıyor, hiçbir şey gerçek değil, biz kendi kendimizin yazarı, kendi kendimizin eseri olmadığımız sürece de gerçek olmayacaktır. İnanın bana; Homeros bağırıp çağırırken ben zaten buydum. Bizim tohumumuzdan gerçeklik çıkmaz. Tohum değiştirmek gerek.
Ben incecik fare sesimi -Ajar Macarca-Fince ‘fare’ demektir- sırf korktuğumu söylemek için; 1976’da korkunun her zamanki gibi, ama her zamankinden de çok, mutlak, derin, evrensel, kardeşçe tek gerçek olduğunu haykırmak için; bu satırları yazarken bir iskemlede oturduğum ve kimsenin, hiç kimsenin, bu iskemlenin müthiş bunaltıcı bir komploya görevli bir ‘mış gibi’ ajanı olmadığından emin olamayacağı düşüncesiyle saçlarımın diken diken olduğunu avaz avaz bağırmak için yükseltiyorum. Söz konusu komplo, çevredeki her şeye güven verici, gündelik, tanıdık bir nitelik yüklemektir.
“Sonra fark ettim ki artık gerçekleri düşleyemiyoruz bile. Onları bulmak, onlara ulaşabilmek için olağanüstü kültür engellerini aşmak, uzun uzadıya arkeolojik kazılara girişmek gerekiyor, ondan sonra da gerici diyorlar insana; çünkü sabit olan değişmez, yani gericidir. Gerçekleri bulacak hayal gücüm yoktu, Jeannot Lapin. Gerçekler, kendi yıkıntılarından oluşan bir düzmecelik yığınının altına yalanlar tarafından gömüldü. İşte bu yüzden, durma, yaz. Ne kadar içten olursan o kadar balon sanıp alkışlayacaklar seni. Gerçeği söyledikçe gizlemiş olacaksın, Jeannot Lapin. Durma. Yaz. Yayımla. Açığa çıkma tehlikesi yok. Annenle ağabeyin rahat uyuyabilirler.”
Bana hep garip gelen, gözyaşların doğmadan önce programlanmış olmasıdır. Bu demektir ki ağlayacağımız önceden saptanmış. Bunu hiç düşündünüz mü? Kendine saygısı olan hiçbir yaratıcı yapmaz bunu.
Victor Hugo gibi bir herif olmak isterdim. Mösyö Hamil, sözcüklerle, insan öldürmeden, her şeyin yapılabileceğini söyler; zamanım olduğunda bir deneyeceğim.
Önce bu Yahudinin Tanrı’dan korktuğunu, kendini dinsiz gömdürterek paçasını kurtarmayı umduğunu sandım. Hiç de Öyle değildi. Tanrı’dan korkmuyor, artık çok geç olduğunu söylüyordu, olan olmuştu, şimdi Tanrı’nın gelip kendisinden özür dilemesine gerek yoktu artık.
Madam Rosa’nın sadece ay sonunda gelen bir havale için bana baktığını önceleri bilmiyordum. Bunu öğrendiğim zaman artık altı ya da yedi yaşımı doldurmuştum, parayla bakıldığımı bilmek beni iyice sarstı. Madam Rosa’nın beni bedavaya sevdiğini, birbirimiz için bir anlam taşıdığımızı sanıyordum. Bütün bir gece ağladım; ilk büyük kederimdi bu.
Sonra Madam Rosa pembe sabahlığını istedi, ama giydiremedik, çünkü orospuyken giydiği sabahlığıydı, on beş yıldan beri de epey şişmanlamıştı Madam Rosa. Bence genç orospuların canına okunacağına, yaşlı orospulara biraz saygı gösterilse çok daha iyi olur. Benim elimde olsa, sadece yaşlı orospularla ilgilenirdim, gençlerin pezevenkleri var çünkü, ama yaşlıların kimsesi yok. Sadece yaşlı, çirkin ve artık hiçbir işe yaramaz olanları alır, onlarla ilgilenirdim. Ve adaleti sağlardım. Dünyanın en büyük polisi ve pezevengi olurdum, böylece kimse terk edilmiş yaşlı bir orospunun asansörsüz bir altıncı katta ağladığını göremezdi bir daha.
Gerçeklik ortada kol geziyordu, sonunda da ölümlülük vardı. Bir ara ölümden kaçmaya çalışırken yirmi tane sahte kimlik çıkartmıştım kendime.
Spi malyutka, uyu yavrum. Bir yerlerde çok başka şarkılar var ve her birinden belki mutlu dünyalar doğar.
Bunları yazarken korkuyorum. Sayın İçişleri Bakanı’ndan korkuyorum.
İskemlelerden özellikle korkuyorum, çünkü biçimleri bir insan yokluğunu çağrıştırıyor.
her şey yıpranmış, boşalmış, içten kemirilmişti ve en ufak bir hava akımında her şey toz olacak, geride hiçlik kalacaktı.
İnsanın içini en çok kemiren bunalım, adı olmayandır; algılanır bir dehşete hiçbir zaman dönüşmeyen, yakındaki bir bunalım. Yürek en kötüye ulaşmak ve işin sonuna gelmek için çeşitli aşamaları atlar.
Nefret ettiğim bir şey varsa, o da yalandır. Aşırı derecede dürüst olur yalanlar.
İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın, birini sevmeden soluk alamıyor
Zaten insan istese de istemese de en içten, en gerçek yanı çatlak yanıdır. Genler yalan söylemez. Biraz kendini dağıtmış olabilirsin, bu senin insanca yanındır. Aptallık etme, Alex. Benim yaptığımı yap. En büyüklerin yaptığını yap. Dostoyevski, Balzac, Soljenitsin gibi yap. Bok ye. Şaheserler böyle çıkar ortaya.
Halkların ve insanların birbirlerini anlamadıkları için dalaştıklarını ileri sürmek hatadır. Halklar ve insanlar birbirlerini anladıkları için dalaşırlar.
Ben de bir ‘mış gibi’ oyunu çıkarıp oynamaya başladım, beni fark etmez oldular.
Soluk almak da ciddi bir sorun.
Unutulmuş, kimsenin ilgisini çekmeyen, kimsenin duymadığı yaşayan diller, en anlamlı haykırışlardır.
Şimdilerde depresyon tedavisinde lityum kullanılıyor. Çünkü bazı şanslı kişiler depresyonda olduklarını biliyorlar. Benim içinse durum farklı, depresyon benim için her günkü hikaye.
Zavallı salak. İnsan olmamaya çalıştıkça insanlaşıyordu.
Rol yapmazsanız asosyal, uyumsuz ya da sinir hastası damgası yersiniz.
çünkü kim olursa olsun işkence yapamam. Kendi kendine işkence etme sanatında ustalaşmış hemen herkesin durumu budur.
Radyoda ilk duyduğum haber, Onca Yoksulluk Varken’le Goncourt Ödülü’nü kazandığım ve her yerde arandığımdı.
Gayet sakin karşıladım haberi. Kafam karıştığı zaman hep çok sakin olurum. Çünkü zaten sükûnetimi bozan kafamdır.
Gayet sakin karşıladım haberi. Kafam karıştığı zaman hep çok sakin olurum. Çünkü zaten sükûnetimi bozan kafamdır.
Parayı fazla düşünüyorsun.
Ben mi?
Evet, sen. Sürekli olarak paraya karşı düşünüyorsan, gerçekten parayı fazla düşünüyorsun demektir.
Ben mi?
Evet, sen. Sürekli olarak paraya karşı düşünüyorsan, gerçekten parayı fazla düşünüyorsun demektir.
Yıldız olarak cisimleşmiş, mutlu ailelerin yaşadığı şiirler yaratılabilir, dedi.
Gerçekten de saymakla bitmeyecek, birinci sınıf umutlar var, diye karşılık verdim.
Gerçekten de saymakla bitmeyecek, birinci sınıf umutlar var, diye karşılık verdim.
Spi malyutka, uyu yavrum. Bir yerlerde çok başka şarkılar var ve her birinden belki mutlu dünyalar doğar.
Kendimi biraz daha azaltabilmek için her gün olmadığım yeni kişilikler uydurmaya koyuldum.
Şimdilerde depresyon tedavisinde lityum kullanılıyor. Çünkü bazı şanslı kişiler depresyonda olduklarını biliyorlar. Benim içinse durum farklı, depresyon benim için her günkü hikâye.
Bilinmedik bir kır yerinin bilinmedik bir köşesinde bilinmedik bir kadınla bilinmedik bir hayat, bilinmedik bir aşk, daha da bilinmedik bir aile, çevremde yine bilinmedik insanlar ve belki bu insanların kurabileceği hiç bilinmedik bir dünyaydı istediğim.
ara sıra vücudum kanıyor, ama yazarken kolay yaralanıyorum da ondan.
Alyette’i size kelimelerle anlatmadım henüz, ama onu kaybetmeyi hiç istemiyorum, kelimelerin onu alıp götürmesinden korkuyorum. Yalnızca şunu belirteyim: Alyette’in gözleri, insana hâlâ bir ‘ilk bakış’ olabileceğini düşündürür.
Kelimelerin çıkar ortaklığı vardır, hepsi tarihe geçmiştir, ‘koynunda yılan beslemek’ deyimi, yılanın bu yüzden size minnet duyacağı anlamına gelmez kuşkusuz. Sevgi öteki kelimelere kıyasla kulağa daha hoş gelir, hepsi bu.
Ayrıca umutsuzluktan kazanacağın bir şey kalmadı.
Doğru, diye düşündüm. Umudu bir denesem mi? Yok, sıradanlığa kaçmayı reddediyorum. Avam oluyor öylesi.
Doğru, diye düşündüm. Umudu bir denesem mi? Yok, sıradanlığa kaçmayı reddediyorum. Avam oluyor öylesi.
Doğaldır, dedim. İnsan her şeyi anladığında mutlaka ağır bir sinir krizi geçirir. Bilinçlilik bunu gerektirir.
Deli damgası yediğiniz andan itibaren herkes size iyi niyetle yaklaşır, çünkü delilik politik değildir.
Peki, ya normal olduğumu anlarlarsa?
Dünya var olduğundan beri ilk kez gözlerinde bir öfke şimşeği çaktı.
Saçmalama. Normal olsaydın, burada, yanında olmazdım. Normal olsaydın, suratına tükürürdüm.
Dünya var olduğundan beri ilk kez gözlerinde bir öfke şimşeği çaktı.
Saçmalama. Normal olsaydın, burada, yanında olmazdım. Normal olsaydın, suratına tükürürdüm.