İçeriğe geç

Yakup’un Renkleri Kitap Alıntıları – Lindsay Hawdon

Lindsay Hawdon kitaplarından Yakup’un Renkleri kitap alıntıları sizlerle…

Yakup’un Renkleri Kitap Alıntıları

&“&”

Kalbinizin orta yerinden çatlayacağını hissediyorsanız &‘içbi’ duvar tırmanılamayacak kadar yüksek değildir..
Sevdiğin bir şeyi kaybettiğinde, yaşadığın hayatın yanına bir hayat daha eklersin tatlım. Yaşayacağın hayat işte budur."
Onu korkutan şey, tek başına olmak değildi. Uzun süre tek başına kalmıştı. Etrafındaki dünyayı anlama gayretiyle ürettiği kendi düşünceleriyle bir başına kilitli kalmıştı. Öyle kolayca anlayamamıştı bu dünyayı. Genellikle etrafındaki insanlar şaşıyordu ona. Onu korkutan şeyde insanların onun sınırlarını ihlal etmesiydi, kendi yaşantılarını ona zorla kabul ettirmeye çalışmalarıydı.
Fakat yola çıkmak arzusuyla yanıp tutuşuyorsanız, yola ulaşamazsanız, kalbinizin orta yerinden çatlayacağını hissediyorsanız &‘içbi’ duvar tırmanılamayacak kadar yüksek değildir. "
Onları kaybetmenin acısı ve şaşkınlığı içindeyim. Uzanıp dokunabileceğim kadar yakınlarken nasıl kaybolmuşlardı birden ortadan?
Çünkü insan bazen körü körüne bir ışığı takip etmeye ihtiyaç duyar."
Tek elini omzuna koyup tek eliyle sırtını sıvazlayanların ağızlarında geveledikleri taziyeleri duyuluyordu, fakat bir an için durup kederin karanlığında kalan yoktu."
Benim güzel kızım," dedi. "Hayatta da en hoş şeyler hep acıların ardından gelmez mi? Gaddarlığın ardından kibarlık. Savaşın ardından barış. Kaybetmenin ardından aşk."
İnsanlar uyurken daha genç görünüyor, diye düşündü Lor. Uyanmamak üzere uyuduklarında bile daha genç… Bir zamanlar yaşadıkları çocuklukları gelip ellerinden tutacak, onları dışarı çıkaracakmış gibi. "
Artık hiçbir şeyden emin değildi. Ne zaman terk etmişti metanet onu? Ne vakit düşmüştü gökyüzü yere?
Ve onsuz asla yapamayacağımız şey," diye fısıldadı, "bizim Apasavello dediğimiz şeydir. İnanç. Hayat onun umuduyla devam eder."
+ Acı, bizim aşk karşılığında ödediğimiz bedel mi?" diye fısıldadı Lor.
– "Evet," dedi basitçe. "Acı, bedeldir."
⚜ Uzun süre sessiz kaldı Lor. "Değer buna," dedi en sonunda.
Hiçbir umut yokken umut. Hiç sevgi kalmamışken sevgi. Her şey griyken renk.
Onları bulmam lazım, dedim durdum kendime. Hayatı yaşanmaya değer kılan renkleri aramaya devam etmem lazım.
Bana iki büyük kanat ver Tanrım, ver ki uçup gideyim.
Unutma, günler günleri kovalar ve zaman her şeyi değiştirir. Her şeyi var eder. Her şeyi bozar. Ona karşı koyamazsın.
Bazen kendi içimde çok derinlere dalıyorum. Onların söylediği tüm sözler anlamlarını yitiriyor. Bi’ sessizlik kalıyor ve soori’me güven veriyordu.
.
(Soori: kalp)
Tüm anılarımı bi’ madalyon gibi saklıyordum, sadece ben istediğim zaman açıyordum.
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz biz?" diye sordu Loslow. "Dayanamıyorum ben."
Unutma," demişti. "Hiçbir şey aynı kalmaz."
Hiçbir şey boşuna değildir. Hiçbir şey faydasız değildir..
&‘ayatı yaşanmaya değer kılan renkleri aramaya devam etmem lazım. . .
Gözlerimi kapadığımda bi’ &‘ayat gördüm: parlak bi’ güneş. Parlak bi’ ağaç. Parlak bi’ gökyüzü. . .
Babamın yaptığı tozları görüyordum, en gri taşlardan çıkardığı parlak toz yığınlarını görüyordum.
Onları bulmam lazım, dedim durdum kendime.
Hayatı yaşanmaya değer kılan renkleri aramaya devam etmem lazım.
&‘ayat &‘iç basit değildi.
anlayamayacağımız gizemleri ve sihirleri vardı.
son, &‘er zaman son değildi.
başlangıç, &‘er zaman başlangıç sayılmıyordu. . .
&‘yoluna gidiyordur herkes.
Görmüyordu.
Dinlemiyordu.
Kendi güvenli ve karanlık benliklerinin içinde saklanıyorlardı. . .’
&‘Nasıl oluyor, diye düşündü, nasıl oluyor da etrafını saran bu dünyadan hiçbir şey eksilmiyordu? Onlar solsa da, grileşse etrafını saran dünyanın rengi dünkü kadar parlaktı ve yarın da öyle olacaktı. . .’
Hayatta da en hoş şeyler hep acıların ardından gelmez mi? Gaddarlığın ardından kibarlık. Savaşın ardından barış. Kaybetmenin ardından aşk.
Kollarındaki yaralar, iyileşecek onlar. Bi’ gün sanki hiç orada olmamış gibi kaybolacaklar. Zaman değiştirir, &‘içbi’ şey aynı kalmaz. Sen biraz dengeni kaybetmişsin, &‘epsi bu. Kaybının acısını hissediyorsun. . .
Sevdiğin bir şeyi kaybettiğinde, yaşadığın hayatın yanına bir hayat daha eklersin tatlım. Yaşayacağın hayat işte budur."
Bir hayalin olsun Yakup," dedi o sırada Markus. "Sıkı sıkıya tutunacağın bir şey olmalı, içinde çok derinlerinde hissedeceğin bir şey. Kaybetmek kadar güçlü bir arzu hissetmelisin. Böyle böyle güçleniriz biz. En kötü şeylerin bile üstesinden geliriz. Onu arayıp bul."
Savaş, savaş insanoğlunun bir uydurması. Sakince sallanmayı bırakıp en uçlara, şiddetle vuran bir sarkaca olan arzumuz. Sıradan bir kavgadan çok daha fazlasına yönelen bir tutku.
Hıçbir şey boşuna değildir. Hiçbir şey faydasız değildir.
Fakat yola çıkmak arzusuyla yanıp tutuşuyorsanız, yola ulaşamazsanız kalbinizin orta yerinden çatlayacağını hissediyorsanız &‘içbi’ duvar tırmanılamayacak kadar yüksek değildir.
Hayatta da en hoş şeyler hep acıların ardından gelmez mi? Gaddarlığın ardından kibarlık. Savaşın ardından barış. Kaybetmenin ardından aşk.
Sadece bir avuç toprak kalır sana; güneşte kavrulmuş, yağmurda ıslanmış yahut kırağı düşmüş bir avuç topraktır bu insana duyduğum tüm sevgi.
Güllerin arasında yaşarlarmış.
Ve bilmezlermiş fırtına nedir.
O oldukça uzun zamandır yaşamak için savaşıyordu zaten.
Tüm hayatım burada geçti benim, babam ve onun babası gibi.
Gölgeler güneşin emriyle hareket eder.
&‘Köpeksiz bir köy hayal ediyorum. İnsanların sopaları olmadan koştuğu bir zaman hayal ediyorum. dedi Yavi.
Bizi buralara hapsedebilmek için çok yüksek yapmışlar bu duvarı. Fakat yola çıkmak arzusuyla yanıp tutuşuyorsanız, yola ulaşamazsanız kalbinizin orta yerinden çatlayacağını hissediyosanız &‘iç bi’ duvar tırmanılamayacak kadar yüksek değildir.
&‘Boğuk sesiyle defalarca, çaresizce seslenmişti Yavi ona; ta ki Lor, onu duyamayacak kadar uzaklaşıncaya dek…
Ta ki Yavi gidinceye dek, gözlerini yumduğunda gördüğü bir resimden ibaret oluncaya dek.’
…biliyor musun bir zamanlar, bundan bir kaç yüzyıl önce lale soğanları altından daha değerliymiş. Bir düşün. Çiçeklerin dünyandaki en değerli şey oluğu bir dönem."
Sen sevdiğin insanları yakarken dünya değişir, diye öğretmişti babası. Sadece bir avuç toprak kalır sana; güneşte kavrulmuş, yağmurda ıslanmış yakut kırağı düşmüş bir avuç topraktır bu insana duyduğun tüm sevgi.
Biz başkalarının gözlerinde var oluruz." demişti babası bir seferinde. "Bu yüzden onları arayıp bulunuz."
Onu korkutan şey de insanların onun sınırlarını ihlal etmesiydi, kendi yaşantılarını ona zorla kabul ettirmeye çalışmalarıydı.
Hayatta en hoş şeyler hep acıların ardından gelmez mi? Gaddarlığın ardından kibarlık. Savaşın ardından Barış. Kaybetmenin ardından aşk.
”Mantarlar karıncaların şemsiyesidir,“ derdi babası. Geçip giden bir karınca olmayı okadar çok istiyordu ki.
Hayat hiç basit değildi. Anlayamayacağımız gizemleri ve sihirleri vardı. Son, her zaman son değildi. Başlangıç, her zaman başlangıç sayılmıyordu.
Gençliğin söylettiği iyimser laflar bunlar. Genç olmak umut etmek demektir. Korkarım benim umudum soluyor. Benim yaşlarımda insan, umut etmeyi ya da etmemeyi seçebilir, seçme şansı vardır. Ama senin böyle bir şansın yok.
Yakup.. “ses çıkardığı zamanlarda bile neredeyse görünmezdi, en az dünyanın ondan olmasını istediği kadar görünmezdi…”
Hiçbir şey hatırlamadığımı söyledim onlara. Hep neşeli göründüm, hiçbir derdim yokmuş gibi. Hayat yaşamaya çok da değermiş gibi.
Koleksiyon yapardım ben. Pul koleksiyonu yapardım… Savaş başlayana kadar iki binin üzerinde biriktirmiştim. Dört tane deri kaplı defteri dolduruyordu pullarım. Hepsini aldığım tarihlere göre sıralayıp yapıştırmıştım. Şimdi ne kadar da gereksiz görünüyor; ama işte bunları hayal etmek rahatlatıyor beni, onları koyduğum kitaplığın başında oturduğumu hayal etmek rahatlatıyor.
Delilik neydi, sormak istiyordu. Akıllılık neydi? Eğer bu ikisi ayrı şeylerdiyse o kendisi için birini diğerinden ayıramıyordu, ne zaman birindeydi ne zaman diğerine geçti, bilmiyordu. İkisi de sadece hayatı bir arada tutan rastlantıydı.
Konuşurken onun gözlerinin içine bakıyorum, taş gibi soğuk ve sert gözleri var, hiç dokunmadan sizin canınızı yakabilir gibi.
Biz çingeneler, yalnız olmak nedir bilmeyiz. yalnız kalmayı hiç.
…yola çıkmak arzusuyla yanıp tutuşuyorsanız, yola ulaşamazsanız kalbinizin orta yerinden çatlayacağını hissediyorsanız hiçbir duvar tırmanılamayacak kadar yüksek değildir.
Mutlu hissetmediğinin doğru olduğunu fakat mutsuzluğu da hissedemediğini ona söylememeyi tercih etti. Sanki duyguların ayrımını yapamaz olmuştu. Onlara karşı hissizleşmişti.
Hayatta da en hoş şeyler hep acıların ardından gelmez mi? Gaddarlığın ardından kibarlık. Savaşın ardından barış. Kaybetmenin ardından aşk.
Biliyor musun bir zamanlar, bundan birkaç yüzyıl önce lale soğanları altından daha değerliymiş. Bir düşün. Çiçeklerin dünyadaki en değerli şey olduğu bir dönem…"
İnsan artık insan değil. Yahut daha da kötüsü, insanın gerçek özü bu.
Kadın olmak harika bir şey, anlıyor musun? Anlaşılmaz bir gücümüz var ve anlaşılmaz bir güçsüzlüğümüz.
Tuhaf, incecik bir çizgi, insana yaşamını elinde tutma şansı verir.. Uçurumun kenarında parmak ucunda dururken, bir avuç hapı alıp ağzına attığında, aşağı su dökmek için demir parmaklıklara dayandığında… Yaşamla ölüm arasında sadece küçük bir çizgi vardır tatlım.
Uyanık geçirdikleri saatleri bambaşka bir hayatı düşleyerek geçiriyorlardı; savaşın ve suçların izlerinin olmadığı bir hayat ve bu hayatı yara almadan yaşayabilmek…
…konuşurken takındıkları üstünlük havası ise sadece zenginliklerinden, servetlerinden, martavallarından, sarhoşluktan ya da &‘muhteşem’ olduklarına duydukları inançtan kaynaklanıyordu.
Entelektüel olmaya çalışıyorlardı, fakat onların entelektüelliği doğal olarak sahip oldukları bir meziyet değildi; daha ziyade aranan, kafa karışıklığı yaratan ve arzulanan bir şeydi. Usulca birbirlerinin eksiklerini tamamlıyorlardı. Her türlü bilgiçlik zaferi, yalın bir tebessümün arkasında gizlenmiş sevinç çığlıklarını getiriyordu.
…üzgün bir palyaçoya benziyordu. Hissettiği kayıp, teninin hemen altındaydı, incecik bir ipeğin altındaki havuz gibiydi. Ufacık bir yırtıktan sızıyor, suyun ağırlığı yüzünde süzülüyordu.
Savaşın başlaması onun için… şoke edici bir şey değildi. O oldukça uzun zamandır yaşamak için savaşıyordu zaten.
Tekrar harekete geçmenin rahatlaması vardı üzerlerinde, özlemini duydukları umut belki de bir sonraki dönemeçteydi. Zamanın bu kısa aralığında yine her şey mümkün görünüyordu. Ölüm bakiydi. Hayatsa şüpheli.
Savaş, savaş insanoğlunun bir uydurması. Sakince sallanmayı bırakıp en uçlara, şiddetle vuran bir sarkaca olan arzumuz. Sıradan bir kavgadan çok daha fazlasına yönelen bir tutku.
Hayatta en hoş şeyler hep acıların ardından gelmez mi? Gaddarlığın ardından kibarlık. Savaşın ardından barış. Kaybetmenin ardından aşk.
Kadın olmak harika bir şey, anlıyor musun? dedi ona. Anlaşılmaz bir gücümüz var ve anlaşılmaz bir güçsüzlüğümüz.
Hissediyor yalnızlığı hissediyor. Umarım öfkesini de yalnızlığa çevirir.
Sen sevdiğin insanları yakarken dünya değişir, diye öğretmişti babası. Sadece bir avuç toprak kalır sana; güneşte kavrulmuş, yağmurda ıslanmış yahut kırağı düşmüş bir avuç topraktır bu insana duyduğun tüm sevgi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir