İçeriğe geç

Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık Kitap Alıntıları – Kürşat Demirci

Kürşat Demirci kitaplarından Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık kitap alıntıları sizlerle…

Yahudi Mistisizmi veya Kabalacılık Kitap Alıntıları

Ein Sof’un içersinde bulunan ağır enerji veya Kabalacı ter­minolojiyle ‘nur’ bizzat kendi içinde parçalanmaya (şevirot ha kelim) yol açar ve bu parçalanma sonucu Ein Sof’dan yeni bir var oluş biçi­mi doğar ki, bu var oluş aynı zamanda yaratılışın da gerçekleşmiş ol­ması anlamına gelir. İsrael Sarug’a göre yaratılışı oluşturacak olan sü­reç veya Ein Sof’un kırılma sebebi kendi içersinde ‘sallanması’dır. Bu sallanma sonucu Ein Sof’da saklı Sefirot arasında bozulmalar olunca bizzat Ein Sof metafizik dünyayı sabitleştirmek ve düzenlemek ister, bundan dolayı metafizik dünyaya nur şeklinde Tevrat’ın arketipini ya­par. İşte Ein Sof’un etrafında oluşan bu alan (melhuş) 22 İbrani aife­besinin 231 harfle kombinasyonunu meydana getirerek, Sefer Yetzi­rah’ın ‘yaşamın 231 kanalı’ dediği ve herşeyin kendisinden türediği bir coğrafyayı organize eder Yaratılışın gerçekleştiği boşluk işte bu­dur.
Her şeyden önce bilinmesi gereken ilk ibare Ein Sof’dur. Son­suzluk, hiçlik, ebediyet gibi anlamlara gelen Ein Sof Sefirot kuramın­da, tanrının henüz kendini açmadan evvelki mutlak ve isimlendirile­meyen haline atıf yapar. Tevrat’ta tanrının kendisini hz. Musa’ya Yah­veh ( ‘kendisi kendi olan’) ismiyle açtığı haline denk düşer. Henüz yaratılışın vuku bulmadığı bir anın tanrısıdır. Mutlak tanrı ne ise Ein Sof O’dur. Kabalacı rabbi Azariel’e göre Ein Sof’u ifade edebilecek hiçbir kelime yoktur ve hiçbir fikir onu idrak edemez. Proklus’un Theology of Plato’sundakine (2/6) benzer şekilde ‘o ne ifade edilebilir (arretos) ne kavranabilir (agnestos)’ bir şeydir.
Bu ku­rama göre tanrının mutlak ve en mükemmel hali olan Ein Sof’dan su­dur şeklinde aşağıya doğru on farklı alem (Sefirot) tezahür eder. Tan­rının en mutlak hali olan Ein Sof’tan sebebini bilemediğimiz bir şekil­de kopuşlar başlar. Yaratılış süreci Ein Sof’tan ilk kopuş olan Keter Sefira’sı aracılığıyla gerçekleşir. Diğer Sefiralar Keter’den başlamak üzere bir öncekinden kopar. Her yeni Sefira tanrının yeniden şekil al­dığı bir alemdir. Aşağıya doğru olan bu hareket tanrının en mutlak ha­linden uzaklaşmak, fakat aynı zamanda kendi içinde saklı olan (Mez­murlar 9/8, İşaya 64/60, Zohar 3/26 b, Masekhet Hekhalot 3) gücün varlığını açması anlamına gelir. İçinde bulunduğumuz alem ise ancak en son Sefira olan onuncu Sefira’da mümkün olmuştur. Birin­ci Sefira Keter’dir ( ‘Taç’). Sonra sırasıyla Hokma ( ‘Hikmet’), Binah ( ‘Anlama’), Hesed ( ‘İzzet’), Gevurah ( ‘Celal’), Tiferet ( ‘Cemal’), Net­sah ( ‘Zafer/Beka’), Hod ( ‘Güç’), Yesod ( ‘Sağlamlık/Temel’) ve son olarak, içinde bulunduğumuz alem olan Melkut gelir. Her bir Sefira tanrısal özün-zatın kendisinden bağımsız hale gelmiş (Ein Sof ) sıfat­larıdır. Aslında varlığa ait gibi görünen bu fenomenler gerçekte tanrı­ya ait sıfatlar olduğu için bütün mahlukatta tecelli ederler.
Burada yeri ol­mamakla birlikte kutsal metne bu hermönetik yaklaşımın Kabalacılığı kelimelerle dans eder hale getirdiğini söylememiz gerekmektedir. Çünkü şifrenin çözüm yöntemi kelimelere değişik anlamlar vererek gerçekleştirilmektedir. Bu sonsuz kombinasyon dünyasında kutsal ki­taptan her türlü yorumu çıkarmanın çok zor olmayacağını kabul et­mek gerekiyor.
Kabalacı geleneğin bir başka önemi, durgun ve statükocu Yahu­diliğe heyecan ve estetik getirmesinde aranmalıdır. Kurallaşmış ibadetlerin ötesinde müzik, dans, tanrıyla kurulduğu varsayılan vecdi ra­bıtalar gibi fenomenler Kabalacı anlayışa ve dolayısıyla Yahudiliğe he­yecan kazandırmıştır. Özellikle sürgün veya kırım gibi trajik olayların acısına bu şekilde katlanılabilmiştir. Bu yüksek heyecanın kaybolma riski taşıyan Yahudilik bilincini ayakta tutabileceğini söylemek zor değildir. Bu bağlamda Mesihlik fikrinin canlılığı tamamen mistikterin kat­kılarıyla sürdürülebilmiştir. Maimonides gibi ustalarda bile Mesihlik üzeri örtülü, hatta tabu bir meseleyken Kabatacılar onu bütün taşkın­lığıyla dışarıya taşımışlardır. Mesihlik fikrinin Yahudi kimliğini nasıl ayakta tuttuğu ise bilinen bir şeydir. Yahudilik’te çoğunlukla on doku­zuncu yüzyılda ortaya çıkacak olan seküler siyasal fikirterin neden Ka­balacılar arasında daha canlı kaldığını anlamak için bu irtibatı göz önü­ne almak gerekmektedir.
Yaşanı­lan ağır trajedi içerisine, tanrı da sokulur ve ortaya çıkan kozmik dra­ma sahnesi, tanrının da dahil edildiği teselli verici bir ortaklık psikolo­jisine dönüştürülür. Bizim acımız tanrının acısıdır, bizim kurtuluşumuz onun da kurtuluşudur. Izdırap egonun yüceltilmesi veya tanrılaştırılma­sı ile rahatlatılır. Böylece Diasporanın derin sebebi ve sürekli ızdırap­la geçen saçma yaşamın anlamı keşfedilmiş olur. Yaşanılan acı tecrü­be gerçekte ilahi bir projedir ve ancak seçilmiş olanlar bu sırrı keşfedebilirler. Yeis ve ızdırap tarihinin teselli mantığı var oluşun sürdürül­mesine katkıda bulunur. Felsefenin klasik ve karmaşık problemi olan teodise (iyilik ve kötülüğün kaynağı), Diaspora trajedisine ilaç hazırlar.
İslam tasavvufu ve Yahudi mistisiz­mi, hem oluşum mantığı hem de tecrübe edilen bir fenomen olarak birbirine oldukça benzer ve hatta belirli dönemlerde, batı literatürüne jewish-sufism ibaresini armağan edecek kadar birbirini şekillendirir ve yönlendirir.
Siyasal iktidar güçlerinin aşkın tanrısı yerine nonconformist muhalefetin kendini var kılabilme psikolojisini oluşturacak bir güç olarak daha içkin bir tanrı devreye gi­rer. Gnosis veya Hikmet bilgisine karışan derin sırları kavrar. Zorlu inisiyasyonlarla elde edilen bu bilgi, insana tanrıyla arasındaki birliktelikten bahseder. Kurumsallaşmış seküler bürokratik aracılar yerine ka­rizmatik şahsiyetlerden oluşan daha bireysel yeni araçlar kurumsallaşır. Bir anlamda tanrı beden olarak da içkin hale getirilir. Varolan ka­rizmatik kişiliklerin birer teofani veya tecelli haline getirilmesi muhalif grupların var oluş kaygılarını azaltır ve egemen güçlere karşı direne­bilme gücü verir.
Bu ku­rama göre tanrının mutlak ve en mükemmel hali olan Ein Sof’dan su­dur şeklinde aşağıya doğru on farklı alem (Sefirot) tezahür eder. Tan­rının en mutlak hali olan Ein Sof’tan sebebini bilemediğimiz bir şekil­de kopuşlar başlar. Yaratılış süreci Ein Sof’tan ilk kopuş olan Keter Sefira’sı aracılığıyla gerçekleşir. Diğer Sefiralar Keter’den başlamak üzere bir öncekinden kopar. Her yeni Sefira tanrının yeniden şekil al­dığı bir alemdir. Aşağıya doğru olan bu hareket tanrının en mutlak ha­linden uzaklaşmak, fakat aynı zamanda kendi içinde saklı olan (Mez­murlar 9/8, İşaya 64/60, Zohar 3/26 b, Masekhet Hekhalot 3) gücün varlığını açması anlamına gelir. İçinde bulunduğumuz alem ise ancak en son Sefira olan onuncu Sefira’da mümkün olmuştur. Birin­ci Sefira Keter’dir ( ‘Taç’). Sonra sırasıyla Hokma ( ‘Hikmet’), Binah ( ‘Anlama’), Hesed ( ‘İzzet’), Gevurah ( ‘Celal’), Tiferet ( ‘Cemal’), Net­sah ( ‘Zafer/Beka’), Hod ( ‘Güç’), Yesod ( ‘Sağlamlık/Temel’) ve son olarak, içinde bulunduğumuz alem olan Melkut gelir. Her bir Sefira tanrısal özün-zatın kendisinden bağımsız hale gelmiş (Ein Sof ) sıfat­larıdır. Aslında varlığa ait gibi görünen bu fenomenler gerçekte tanrı­ya ait sıfatlar olduğu için bütün mahlukatta tecelli ederler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir