İçeriğe geç

Yabancı Kitap Alıntıları – Diana Gabaldon

Diana Gabaldon kitaplarından Yabancı kitap alıntıları sizlerle…

Yabancı Kitap Alıntıları

Kendi tecrübelerine dayanarak sana şunu söyleyebilirim iyi bir dayak hayata daha başka bir açıdan bakmanı sağlayacaktır.
Anlamak ile gerçekten bilmek arasında büyük bir fark var.
Yapabilirsin. Çünkü hiçbir şeyi gerektiği kadar ciddiye almıyorsun.
Canını çok sıkma. Canımın çok daha fazla acidigi zamanlar oldu, hem bunu yapanlar senin kadar güzel de değildi.
“…insan hayatın ve sonsuz varlığın getirdiği bitmez düşüncelere bazen ara vermek istiyordu, varlığının doğası nasıl planlanmış olursa olsun, oradan kaçmak istiyordu.”
Diana Gabaldon
Bazen en pişmanlık duyacağımız hareketler en iyi sonuçları doğururlar.
Herkesin içinde sadece kendine ait küçük bir bölge vardır. Orası onun kalesidir, hayatının en özel ve gizli yeridir oraya senden başkası giremez ve seni sen yapan yer orasıdır. Bu parçanı kimseye göstermezsin , onu sadece çok sevdiğin kişiye saklarsın.
İnsanın fiziksel gücünün tükendiği anda bile bedeli ne olursa olsun savaşı bitene kadar dayandığı ve kendini güçlü hissettiği anlar vardı. Bu güce kadınlar doğum yaparken erkekler de savaş alanında ulaşıyorlardı.
“…insan hayatın ve sonsuz varlığın getirdiği bitmez düşüncelere bazen ara vermek istiyordu, varlığının doğası nasıl planlanmış olursa olsun, oradan kaçmak istiyordu.”
Diana Gabaldon
Tembellik sadece bir ahlaki çöküş göstergesi değil, doğanın dengesine de karşı gelmekti.
“…insan hayatın ve sonsuz varlığın getirdiği bitmez düşüncelere bazen ara vermek istiyordu, varlığının doğası nasıl planlanmış olursa olsun, oradan kaçmak istiyordu.”
“Yıldızların ışığının bize ulaşabilmesi için binlerce yıl geçmesi gerekiyor. Gördüğümüz yıldızların bir kısmı çoktan ölmüş olabilir ama biz bunu bilemeyiz çünkü ışığını hâlâ görüyoruz.”
“Sevginin olduğu yerde ondan konuşmanın gereği olmazdı. O ölümsüzdü. Ve yeterliydi.”
“Siz Tanrı olamazsınız ve her şeyi kendinizden bekleyemezsiniz.”
“Claire, bunun diğer tarafında senin zamanın var. Evin orada. Alıştığın şeyler ve Ve Frank.”

“Evet,” dedim. “Frank var.”

Jamie beni omuzlarımdan yakalayarak ayağa kaldırdı ve toparlanabilmem için hafifçe salladı.

“Bu tarafta senin için bir şey yok! Vahşet ve tehlikenin dışında sana göre bir şey yok. Git!” beni taşa doğru çevirerek hafifçe itti. Yeniden ona dönüp ellerini yakaladım.

“Burada gerçekten benim için bir şey yok mu Jamie?”

“Bir bardak biradan sonra sıcak bir meyhanede oturmayı başarmak cesaret ister. Savaş alanında kafanın üzerinde kurşunlar uçuşurken orada öylece durmak daha fazlasını ister. Kanın bacaklarından aşağı süzülürken düşmanınla yüz yüze durmak ise sonsuz bir cesaret ister.”
“Akademisyenlerin arasında geçirmiş olduğum sürede iyi sunulmuş bir fikrin kötü sunulmuş bir gerçekten çok daha değerli olduğunu öğrenmiştim”
Tembellik sadece bir ahlaki çöküş göstergesi değil, doğanın dengesine de karşı gelmekti.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Seyahat etmek zor olabilirdi ama benim dönemimde de bu uçsuz bucaksız yeşil örtü yoktu. Ya da burada hayatı daha fazla tehlikeye atan arabalar, motorlar, hava kirliliği, gürültü gibi şeyler yoktu. Yaşam çok daha basitti, insanlar da öyle. Zeka yönünden eksik değillerdi, çok daha net ve açık düşünüyorlardı.
Hareket etmek zorunda olduğunu bilen yaralı bir adam gibiydi. Hayatının parmaklarının arasından kayıp gittiğinin farkında olan yaralı bir adam…
“Bu zavallı çocuğun nesi var?” Diye sordu Jamie’ye. “Kaza filan mı geçirdi?”
“Hayır, sadece benimle evlendi,” dedi Jamie, “tabii istersen buna kaza gözüyle bakabilirsin.”
“Hiç akla uygun şeyler yapmıyorsun Sassenach ama senden çok hoşlanıyorum.”
“Bir bardak biradan sonra sıcak bir meyhanede oturmayı başarmak cesaret ister. Savaş alanında kafanın üzerinde kurşunlar uçuşurken orada öylece durmak daha fazlasını ister. Kanın bacaklarından aşağı süzülürken düşmanınla yüz yüze durmak ise sonsuz bir cesaret ister.”
En son böyle bir yamaca tırmandığımda toprağın üzeri ebegümeci ve menekşeler yerine boş sandviç paketleri ve sigara izmaritleriyle doluydu. Medeniyetin bize sunmuş olduğu antibiyotik, telefon gibi nimetlerin yanında atılmış sandviç paketleri ödenebilir bir bedeldir diye düşünüyordum.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Sana merhamet gösterebilirim, hem de cennetten düşen bir çiy damlasının saflığında ve nazikliğinde ”

Frank gülerek başını yukarı kaldırdı ve gece kuru bir uyku uyuyamayacağımızın habercisi olan tavandaki lekelere baktı.

“Eğer bu senin merhametinin küçük bir örneğiyse, intikamından korkarım.”

Güvendesin. Adımı taşıyorsun, ailem, klanım ve gerekirse bedenimin koruması altındasın. Ben yaşadığım sürece bu adamın sana dokunması imkânsız.
Panik içerisinde Jamie’ye döndüm. Seninle evlenemem! Adını bile bilmiyorum!
Başını eğip alay eder gibi baktı. Fraser. James Alexander Malcolm MacKenzie Fraser. Her kelimeyi yavaş ve anlaşılır bir şekilde söyleyerek resmen kendini tanıtmıştı.
Benim ilkemin ne olduğunu biliyor musun? Yani, klanımın ilkesini
Hayır, dedim ürkerek. Nedir o?
Je suis prest, dedi mükemmel bir Fransızcayla.
Many of the lost will be found, eventually, dead or alive. Disappearances, after all, have explanations.

Usually.

İnsanlar ortadan kaybolurlar. Dilediğiniz polise sorabilirsiniz. Bir gazeteciye sormanız daha da iyi olabilir çünkü bu kayıplar onların en önemli ilgi alanlarıdır.
Evlerinden kaçan genç kızlar. Ailelerinden kaçan ya da kaçırılan ve bir daha onları görme imkanı bulunmayan çocuklar. Evin mutfak parasını cebine atıp ilk taksiyle en yakın istasyona giden, sabırlarının sonuna gelmiş ve zincirlerini koparmış ev kadınları. İthal puroların dumanlarına sığınarak ortalıktan yok olan ve yeni kimliklere bürünen finansörler
Kayıpların çoğu er ya da geç ölü ya da diri olarak bulunurlar. Ve bunun ardından bu kayboluşların bir açıklaması yapılır.
Genellikle yapılır
Kadehimi uzun ve mutlu bir hayata, çabuk ve kolay bir ölüme, güzel ve dürüst bir kadına, sert viskiye ve bir sonraki kadehe kaldırıyorum.
Kanın benim kanım, kemiğin benim kemiğim
Bir olabilmemiz için vücudumu
Ölene kadar da ruhumu sana sunuyorum.
“Saksonyalı?”
“Evet.”
“Sana anlattığım içimdeki kaleyi hatırlıyor musun?”
“Hatırlıyorum.”
Gözlerini açmadan gülümsedi. Bu arada elini bana uzatmıştı.
“Onu yeniden inşa etmeye başladım. Yağmurdan korunacak derme çatma bir çatısı bile var.”
“Ben ekmek somunlarıyla balıkların üremesini sağlayan birinin hizmetkârıyım,” gülerek hâlâ ekmekleri yiyen sazanlara baktı, “hastalıkları iyileştiren, ölüleri dirilten birinin Bu sonsuz kudretin bir kadını taşlar aracılığıyla başka bir yere götürmüş olmasına neden şaşırayım?”
“Bazen en pişmanlık duyacağımız hareketler en iyi sonuçları doğururlar.
Sevginin olduğu yerde ondan konuşmanın gereği olmazdı. O ölümsüzdü. Ve yeterliydi.
Eğer sonsuz zamana sahip olsaydık, yaşadığımız anlar çok daha hafif yükler verirdi bize.
“O zaman bölünmesinin içinde her şey mümkünmüş gibi görünür. Hayatınızdaki tüm kısıtlamaları gözden geçirirsiniz ve hiçbiri hiçbir şey ifade etmez. İşte o an zaman durur. O anda yapmanız gereken her şeyi yapıp yine aynı noktaya dönebileceğinizi düşünürsünüz, geri döndüğünüzde her şey bıraktığınız gibi sizi beklemektedir. Sanki ” kelimeleri dikkatle seçmek için durdu.
“Sanki her şey mümkündür ve hiçbir şey gerekli değildir.”
“Saksonyalı,” dedi bir süre sonra.
“Mmm.”
“John Wayne kim?”
“Sensin. Uyu artık.”
İnsanın fiziksel gücünün tükendiği anda bile bedeli ne olursa olsun savaşı bitene kadar dayandığı ve kendini güçlü hissettiği anlar vardı. Bu güce kadınlar doğum yaparken erkekler de savaş alanında ulaşıyorlardı.
Bu nokta geçildiği anda korku ya da acı kalmıyordu.Yaşam çok basit bir hal alıyordu, sadece yapmaya çalıştığın şeye odaklanıyordun, ya da bunu yapmaya çalışırken ölüyordun ve bu o an için sana bir şey ifade etmiyordu.
“Bu çok sıkıntılı bir iş,” dedi, ben hâlâ onu seyrediyordum. “Çocuklarla ilgili her şey son derece can sıkıcı ama yine de onlara sahip olma isteğinden vazgeçmiyor insan.”
“Acıya dayanabilirim ama senin canının acımasına dayanamam. Benden bu dayanıklılığı göstermemi bekleme.”
“Babanı tanımış olmayı isterdim. Belki de tanımamam daha iyi, senin bir İngilizle evlenmiş olmandan hoşlanmayabilirdi.”
Jamie bana sarılıp çıplak omuzlarımı yorganla örttü. “Benim düşüncelerime saygı gösterirdi.” Saçlarımı okşadı. “Seçtiğim kim olursa olsun seçimime saygı duyardı ama seni,” dönüp alnımdan öptü, “seni tanısaydı çok severdi Saksonyalım.”
Çalınan küçük anlar da vardı. Bunlar her şeyin durur gibi göründüğü kısacık zaman birimleriydi, işte bu varlığın mükemmel dengesiydi, aydınlıkla karanlık gibi. Bunlardan hiçbiri sizi sürekli olarak hükmü altına almıyordu.
Artık İskoçların tembellik hakkında yaptıkları ağır eleştirilerin ne anlama geldiğini biliyordum. Eskiden bana sadece ilginç gelen bu sözleri şimdi kavramıştım. Tembellik sadece bir ahlaki çöküş göstergesi değil, doğanın dengesine de karşı gelmekti.
“Dün tepeden kulübeye dönerken hep dua ettim,” dedi yumuşak bir sesle. “Kalman için değil, bunun doğru olmadığını biliyordum. Senin gitmene izin verebilecek kadar güçlü olmayı diledim.” Tepeye bakmaya devam ederek başını salladı, gözlerinde esrarengiz bir ifade vardı.
“Tanrı’dan bana bugüne kadar vermemiş olduğu bir cesareti diledim. Dizlerimin üzerine çöküp kalman için yalvarmamı engellemesini istedim.” Bu kez gözlerini kulübeye çevirdi, sonra da bana gülümsedi.
“Hayatımda yaptığım en zor şeydi Saksonyalı.”
“Sana inanıyorum,” dedi kendinden emin bir sesle. “Anlayamadığım yerler var – henüz – ama sana inanıyorum. Claire sana inanıyorum! Beni dinle! Aramızda dürüstlük var ve sen bana ne söylersen söyle inanacağım.”
“Titremem durduğunda,” dedi kısık sesle, “canım acıdığı için Tanrı’ya şükrettim çünkü bu yaşadığımı hissettiriyordu.”
Kırılmış bir gurur her şeyden kötüdür, yeniden kırılması da çok kolay olur.”
Kolunun altından gülüşünün gittikçe büyüdüğünü görebiliyordum.
“Saksonyalı.”
Durdum, kama hâlâ elimdeydi.
“Ne var?”
“Çok mutlu bir adam olarak öleceğim.”
“Kumralım anlamına gelir.” Buklelerimden birini tutup dudaklarına götürdü, gülümseyerek bana baktı. Bu bakışlar kanımın damarlarımdan son hızla akmaya başlamasına sebep oldu. “Mo duinne,” diye tekrarladı. “Bunu sana söyleyebilmek için çok bekledim.”
Sinek yine suya dalmıştı, kurtulmak için çırpındıkça daha çok batıyordu. Kirli bardaktan yansıyan ışık onun çırpınan yeşil kanatlarını aydınlattı. Gözlerimi o yeşil noktaya dikmiştim, o kurtulmak için debelendikçe bir ışık yanıp sönüyordu. Hissediyordum.
“Heyyyyy Hiç şansın yok,” dedim ve ışık yok oldu.
“Benim sırtını görmem seni rahatsız etmiyor mu?”
“Hayır.” Bu soruma biraz şaşırmıştı, bir süre düşündükten sonra devam etti. “Sen işin püf noktasını çözmüşsün, başıma gelene üzülüyorsun ama beni bir zavallı olarak görmüyorsun ve bana acımıyorsun.”
“İki yüzyıl önceydi ”
İskoç öykülerinde her şey iki yüzyıl öncesinde geçer, demişti Peder Wakefield. Bu bir varmış bir yokmuşla aynı anlama gelir.
Ve kadınlar sihirli tepenin kayalıklarında tuzağa düşerler. Nerede olduklarını bilmezler, uzun yolculuklar yapıp geri dönerler ve bunu nasıl yaptıklarını bilmezler.
İçinde bulunduğum durumun sıradışı olmasına rağmen bu genç İskoç’un sıcaklığı hoşuma gitti. Kan ve is kokuyordu, uzun zamandır da yıkanmamıştı ama ince elbisem akşam ayazına karşı koyamıyordu ve en azından sırtımı ona dayamış olmaktan çok mutluydum.
İşin aslında hareket eden, değişen ya da olmuş gibi gördüğüm şeylerin hiçbiri olmuyordu ama ben doğanın terörünü sonuna kadar hissediyordum, kim olduğumu ve nerede ne yaptığımı unutmuştum. Bir keşmekeşin ortasındaydım, ne akıl ne de fiziksel gücüm bundan kurtulmama yardımcı olamazdı.
Beni saran sıcaklığının içinde kaybolmuştum. Mabedimi bulmuştum.
“Yaşamım sana ait. Bundan sonra ne yapacağımıza nereye gideceğimize sen karar vereceksin. Fransa, İtalya ya da yeniden İskoçya… Kalbim seni ilk gördüğüm günden beri sana ait, ruhumu ve kalbimi senin ellerine teslim ettim, onların orada güvende olduklarını biliyorum. Senin söylediğin yere gideceğiz.”
“Sana anlattığım içimdeki kaleyi hatırlıyor musun?”
“Hatırlıyorum.”
Gözlerini açmadan gülümsedi. Bu arada elini bana uzatmıştı.
“Onu yeniden inşa etmeye başladım. Yağmurdan korunacak derme çatma bir çatısı bile var.”
Bazen en pişmanlık duyacağımız hareketler en iyi sonuçları doğururlar.
Eğer sonsuz zamana sahip olsaydık, yaşadığımız anlar çok daha hafif yükler verirdi bize. Şunu da anlayabiliyordum aslında, insan hayatın ve sonsuz varlığın getirdiği bitmez düşüncelere bazen ara vermek istiyordu, varlığının doğası nasıl planlanmış olursa olsun, oradan kaçmak istiyordu.
Sonsuzluğun yanında günler ve haftaların ne kadar anlamı olabilirdi ki?
“Sanki her şey mümkündür ve hiçbir şey gerekli değildir.”
Bir İskoç’un sarhoş olduğunu kabul etmesi onun ne kadar incinmiş olduğunun baş göstergesiydi
“Bu… Bunu anlatmak çok zor. Herkesin içinde sadece kendine ait küçük bir bölge vardır. Orası onun kalesidir, hayatının en özel ve gizli yeridir oraya senden başkası giremez ve seni sen yapan yer zaten orasıdır.”
“Doğuştan İngiliz, evlendikten sonra İskoç,” dedim güvenli bir sesle.
“Oyunda kazanmak için şans, kaybetmek içinse zekâ gerekir.”
“Acıya dayanabilirim ama senin canının acımasına dayanamam. Benden bu dayanıklılığı göstermemi bekleme.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir