İçeriğe geç

Weight: The Myth of Atlas and Heracles Kitap Alıntıları – Jeanette Winterson

Jeanette Winterson kitaplarından Weight: The Myth of Atlas and Heracles kitap alıntıları sizlerle…

Weight: The Myth of Atlas and Heracles Kitap Alıntıları

Herkes kendi değer verdiği şeylere başkalarının imrendiğini varsayar. Altını seven insanlar, onu arzular ve canla başla saklarlar, oysa yaşam herhangi bir madenden daha değerlidir.
Geçmişle geleceğin çekimi öyle güçlüdür ki şimdiki zaman ikisinin arasında ezilir
İnsanın elinden gelenin en iyisini yaparak dünyayla boğuşmasıdır uygun olan. Alınyazısının meydan okumasını kabul etmesidir insana yakışan. Güneş, gün içerisinde en yüksek noktaya ulaştığında ne olur? Sabahların ikindiye dönüşmesi kusur mudur, ya da ikindilerin huzurlu bir akşama ve yıldızlı geceler dönüşmesi?
Vücut budur işte, sağ kalmak için gerekeni ihtiyatlı bir biçimde içine alan, mikrop türü istilacıların saldırısına kararlılıkla direnen kapalı kutu. Vücudun sınırları ancak vücut çürürken zayıflar, ama çürümeyle gelen özgürlük işe yaramaz. Sonunda dünyayla birleştiğimde ona çoktan gözlerimi yummuş olurum.
yaratmış olduğum bu dünyanın altından sıyrılmama izin verin. artık bana ihtiyacı yok. tuhaf ama benim de ona ihtiyacım yok. ağırlığını istemiyorum. bırakayım gitsin. duraksamalar ve pişmanlıklar olsa da gitsin.
“Atlas’ı ölümden kurtaran düşünceleriydi. Düşünceleri duygularına ket vuruyordu. Zaten hissedecek ne vardı, acı ve yükten başka?”
özgür olduğumuzu düşlediğimiz düşler.
oysa şimdi dünyanın yükünden başka hiçbir şey hissetmiyordu.
insanlar yaratılıştan sadakatsizdir.
bana zamanı anlat, dersiniz. aslında bana bir öykü anlat diyorsunuzdur.
Bilim bir öyküdür. Tarih de öyle. Bunlar kendimizi gerçekleştirmek için kendimize anlattığımız öykülerdir.
Hangimiz yapmayız ki bunu? Ya ciğerlerimizi o tehlikeli güzellikle doldurma korkusuyla oksijen almadan dilimiz dışarıda dolaşırız ya da ejderler gibi ateş püskürerek, sevdiğimiz dünyayı yakıp yıkarız.
Ben dünyamı öfkeyle yakmamaya çalışırım.
Bu hiç kolay değil.
Hayat bir armağan mıdır yoksa bir yük mü?
Şimdi anlıyorum geçmişin serap misali buharlaşıp gitmediğini. Gözle görülmese bile geleceğin bir ağırlığı olduğunu.
Bizler, geçmişle geleceğin çekiminde yaşarız.
Reddedilmek insana reddetmeyi öğretir.
Hayır değil, evet diyecek bir yerdi aradığım.
Hep sınırlar ve arzular..
İnsanın elinden gelenin en iyisini yaparak dünyayla boğuşmasıdır uygun olan.
Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz.
Ne varsa hepsi benimdi, gel gör ki hiçbiri benim denetimimde değildi. Bana yüklenen akıl almaz sorumluluk buydu. Varoluşumu çevreleyen sınır.
Ya arzularım?
Kaybedecek bir şeyi olmayan birini ne korkutabilir?
Hiçlik, olmayacak bir niteliğe sahiptir.
Ağırdır.
Bir liste yapın. Çevrenize bakın. Kaya, kum, toprak, meyve ağaçları, güller, örümcekler, sümüklüböcekler, kurbağalar, balıklar, sığırlar, atlar, yağan yağmur, günışığı, siz ve ben.
İşte, adına hayat dediğimiz büyük deney.
Özgür insan kaçmayı hiç aklına getirmez.
Yazgısından kaçacak kadar güçlü biri var mıdır? Kaderin istediği kişiye dönüşmekten kim kurtulabilir?
Herkes kendi değer verdiği şeylere başkalarının imrendiğini varsayar.
İnsan soyu cahil kalmayı sürdürür, çünkü bilgi onun sonudur. İnsanın icat ettiği her şey, döner dolaşır onu yok eder.
Güçlü biri çok şeyi fark etmez. Etmesi de gerekmez. Onun yerine fark edecek başkaları vardır.
“Özgürlük diye bir şey yok,” diye anlattı Atlas. “Özgürlük var olmayan bir ülke.” “Yuvadır özgürlük,” dedi Herakles. “Eğer olmak istediğin yer yuvansa.”
Dünyanın altında böyle iki büklüm dururken, insanların bütün sorunları gelir kulağıma, onlar kendi paylarına düşeni sorguladıkça, her şeyin boş olduğunu daha çok anlarım.
En az babam kadar çalkantılıyımdır. Annem gibi düşünür dururum. Birdenbire harekete geçerim. Hiç unutmam. Bazen bağışlayıcı olurum, merhamet belleğimi arındırır. Sevginin ne olduğunu bilirim. Sahtesini de anlarım. Öte yandan iyi niyetim yüzünden kolay aldanırım.
Eğer cehennem sevdiğimiz hayatın olmadığı yerse, orası cehennemdi.
Karar, evet deme anıdır, onu daha derin bir şey tetikler: tanıma. Seni tanıyorum; bir kez daha farkına varıyorum, yıllar önce gördüğüm bir düşten ya da bir başka yaşamdan, belkide yıllar önce rastlaştığımız bir kahveden.
Hayat bir armağan mıdır yoksa bir yük mü?
İçinizde neler barındırıyorsunuz? Ölüler. Zaman. İç dünyanıza yansıyan binyıllık ışık oyunları.
Derken tuhaf bir şey geldi Atlas’ın aklına.
Neden şunu indirmeyeyim?
Düşünceleri duygularına ket vuruyordu. Zaten hissedecek ne vardı, acı ve yükten başka? Şimdi bu ufacık dünyaya bakarken pek tanımadığı bir duygu sarmıştı içini. Adını bile koymaya çekindi.
Özgürlük diye bir şey yok, diye anlattı Atlas. Özgürlük var olmayan bir ülke.
Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz. Ben de kendime inanmayı bırakabilseydim keşke. Geceleri uyuyorum, sabah uyandığımda yok olmayı umut ediyorum. Bu hiç olmuyor. Bir dizim önde, bir dizim kıvrık, dünyayı sırtımda taşıyorum.
“Özgürlük diye bir şey yok,” diye anlattı Atlas.
“Özgürlük var olmayan bir ülke.”
“Yuvadır özgürlük,” dedi Herakles. “Eğer olmak istediğin yer yuvansa.”
Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz. Ben de kendime inanmayı bırakabilseydim keşke.
Bütün çocukların er geç çürütmesi gereken iki olgu bulunur; anne ve baba.Eğer kendi ana babanızın kurgusuna inanmaya devam ederseniz, kendinize air bir anlatı yaratmanız güç olur.
Kaçımız kendi yörüngemizden kurtulmuşuzdur? Özgür irade ve kendi kendine yetme gibi hayatımızı süslü kavramlarla kendimizi kandırırız. Kendi mucizemizi kendimizin yaratabileceğimize inanır, piyangodan çıkan bir ikramiye ya da Bay Doğru sayesinde yepyeni bir dünyaya kavuşacağız diye bekleriz.
Görülmez boşluklar bırakılarak sağlam örülmüş bir duvar, ona hiddetle çarpan rüzgarın içinden geçmesine izin verir. Altındaki toprak sarsıldığında, o boşluklar sayesinde taşlar hareket eder, yerine yerleşir. Duvar ayakta kalır. Duvarın sağlamlığı taşlardan değil, taşların arasındaki boşluklardan gelir.
İnsanın icat ettiği her şey, döner dolaşır onu yok eder.
Zaten hissedecek ne vardı, acı ve yükten başka?
Bütün çocukların er geç çürütmesi gereken iki olgu bulunur.; anne ve baba. Eğer kendi ana babanızın kurgusuna inanmaya devam edersiniz, kendinize ait bir anlatı yaratmanız güç olur.
Hiçbir kahramanı dünya yok etmez. Onun ödülü kendini yok etmektir.
Dinleyin, dünyayı omuzlarında taşıyan adamın öyküsünü anlatıyor biri. Herkes kahkahalarla gülüyor. Sarhoşlarla çocuklardan başka kim inanır ona.
Yarattığımız cehennemler, tanıştığımız cehennemlerdir.
Herkes kendi değer verdiği şeylere başkalarının imrendiğini varsayar.
Uzaklaşıp gitmekte ustayımdır. Reddedilmek insana reddetmeyi öğretir. Evimden ayrıldım, annemle babamdan, ha­yatımdan. Kendime başka yerde ev ve yaşam kurdum, hem de kaç kez. Kaçaktım hep. İyi de, şu yükü hissetmek neden bana dayanılmaz geldi peki? Taşıdığım neydi? Şimdi anlıyorum geçmişin ılgım misali eriyip gitmediği­ni. Geleceğin, gözle görülmese bile ağırlığı olduğunu. Bizler geçmişle geleceğin yerçekiminde yaşarız. Büyük bir enerji gerektirir bu, yerçekimine karşı koymak için ışık hızında güç tüketiriz. Kaçımız kendi yörüngemizden kurtulmuşuzdur? Hayatı­mızı yöneten özgür irade ve kendi kendine yetme gibi süslü kavramlarla kendimizi kandırırız. Kendi mucizemizi kendi­mizin yaratabileceğine inanır, piyangodan çıkan ikramiye ya da Bay Doğru sayesinde yepyeni bir dünyaya kavuşacağız diye bekleriz. Eskiler yazgıya inanırlardı, çünkü herhangi bir şeyi de­ğiştirmenin herkes için zor olduğunu anlamışlardı. Geçmiş­le geleceğin çekimi öyle güçlüdür ki, şimdiki zaman ikisinin arasında sıkışıp kalır. Ana babamızdan kalıtım yoluyla aldı­ğımız ve bizim davranışlarımızla yeniden sahneye çıkan ka­lıplar karşısında elimiz kolumuz bağlıdır. Bu yüke katlanıl­maz.
İnsan cahil ka­lır, çünkü bilgi onun sonudur. İnsanoğlunun her keşfi döner dolaşır onu yok eder. Kardeşin Prometheus ateşi çalmıştı, pe­ki insanlar bu armağanla ne yaptılar? Birbirlerinin ekinlerini, evlerini yakmayı öğrendiler. Kheiron size tıbbı öğretmişti, pe­ki siz ne yapmayı öğrendiniz? Zehir. Ares elinize silahları tu­tuşturmuştu, ama siz de birbirinizi öldürmekten başka ne yaptınız? Ya sen, Atlas, yarı-insan, yarı-tanrı olan sen bile dünyanın en güzel kentini yok ettin. Kendi çiftliğini başkası­nın ekip biçtiğini görmektense, yakıp yıkmayı yeğledin. Düş­manın eline geçmesinler diye kendi gemilerini batırdın.
Herakles Atlas’a söylüyor: Hepimizin sırtında yükler var. Senin cezan evreni yukarıda tutmak. Benim ce­zam beş para etmez birine hizmet etmek.
İnsanlar altını sever, onu arzular ve ona kendi canları gi­bi bakarlar, oysa yaşam herhangi bir madenden daha değer­lidir.
Özgür insan kaçmayı hiç aklına getirmez.
Katlandıkça taşıdıklarım da arttı. Kitaplar, evler, sevgililer, yaşamlar, hepsi sırtıma yığıldı, sırtım vücudumun en kuvvetli bölümü oldu her zaman. Kendi yükümü kaldırabilirim. Kendi yükümü kaldırabilirim. Kendi yükümü kaldırabilirim.
Öyküyü yeniden anlatmak istiyorum.
Kaçımız kendi yörüngemizden kurtulmuşuzdur? Özgür irade ve kendi kendine yetme gibi hayatımızı yöneten süslü kavramlarla kendimizi kandırırız.
Şimdi anlıyorum geçmişin serap misali buharlaşıp gitmediğini. Gözle görülmese bile geleceğin bir ağırlığı olduğunu. Bizler geçmişle geleceğin çekiminde yaşarız.
Reddedilmek insana reddetmeyi öğretir.
Geçmişle geleceğin çekimi öyle güçlüdür ki şimdiki zaman ikisinin arasında ezilir.
Eğer cehennem sevdiğimiz hayatın var olamadığı yerse, orası Cehennemdi.
İnsan soyu cahil kalmayı sürdürür, çünkü bilgi onun sonudur. İnsanın icat ettiği şey, döner dolaşır onu yok eder.
İnsanın elinden gelenin en iyisini yaparak dünyayla boğuşmasıdır uygun olan. Alınyazısının meydan okumasını kabul etmesidir insana yakışan.
Kimse doğru olduğunu hissetmediği bir şeye inanmaz.
Yalnızca bu dünyayı değil, bütün olası dünyaları omuzladığım dank ediyor kafama.
Onun bütün hatalarını ve zaferlerini sırtlamışım. Gerçekleşmiş olayların yanı sıra olası yaşanacakları da.
Yazgısından kaçacak kadar güçlü biri var mıdır? Kaderin istediği kişiye dönüşmekten kim kurtulabilir?
Her ne kadar farklı çıkış yollari buluyorsam da duvarlar hiç yıkılmıyor. Hayatımın sınırları belirlenmiş, şeklini değiştirebilirim ama ötesine geçemem.
Tünel kazar, bir çıkış yolu bulduğumu sanırım, ama sonu bir yere varmaz. Gerisingeri döner, kendi sınırlarıma dayanırım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir