İçeriğe geç

Viva La Muerte! – Yaşasın Ölüm! Kitap Alıntıları – Alev Alatlı

Alev Alatlı kitaplarından Viva La Muerte! – Yaşasın Ölüm! kitap alıntıları sizlerle…

Viva La Muerte! – Yaşasın Ölüm! Kitap Alıntıları

Herkes o yana giderken, ben eve döndüm..
Bir milyondan fazla yüksekokul öğrencimiz var, eğitimimiz yalan; yüzbinlerce camimiz var, Müslüman olduğumuz yalan; milyarlarca liralık matbaalarımız var, gazeteciliğimiz yalan; hükümetimiz var, iktidar olduğu yalan; Türkçe konuşuruz, birbirimizi anladığımız yalan; konukseverliğimiz ünlüdür, birbirimizi sevdiğimiz yalan..
“İnsan nasıl da her gün gördüğünü görmez oluyor!”
“Öyle çocuksuyuz ki cehenneme giden yolun, iyi niyet taşları ile örüldüğünü bilemiyoruz.”
Yabancılaşma, insanın kendisini ‘el’ gibi , ‘yabancı’ gibi algıladığı patolojidir, diye başladı.
Bireyin kendi adına biçimlendiremediği, kendisini ‘kendisine el’ gibi gördüğü, eylemlerini kendi dışında dayatılan bir düzenin normlarına göre sürgit ayarladığı durumdur.
“Hakikati bulan, başkaları farklı düşünüyorlar diye, onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır.”
“Her zar atışta tesadüf vardır ama her atış, oyunu başka bir sonuca sürükler.”
“Kuşkusuz, kimse vazgeçilmez değildir.”
“Cinnet bu. Topluca cinnet geçiriyoruz.”
“Hep ‘…’ miş gibi, rencide olmuş gibi, bıçak kemiğe dayanmış gibi, isyan edermiş gibi, inanırmış gibi, hatta eğlenirmiş gibi yaptığımız doğruydu…
Kim daha iyi …miş gibi yaparsa o kazanıyordu.”
“Türkiye korkunç bir yalan yaşıyor” diye sürdürüyordu Günay. “Bu, o kadar büyük bir yalan ve bu yalanı o kadar çok insan paylaşıyor ki bir sapığın mide bulandıran tehdidi ya da mahalle delisinin sayıklamaları gibi algılanır oldu! Hiçbirimizin işine gelmiyor! Ne hazin! Elli değil, yirmi yıl sonra bu dönemi yazmaya kalkan bir tarihçinin elinde bu kalpazanların düzenledikleri sahte belgelerden başka bir şey olmayacak! Tıpkı 27 Mayıs gibi tıpkı daha neler neler gibi 12 Eylül’ün de içinden çıkılmayacak.
“Türkiye’de insanın bu sahtekârlıkları, acıyı paylaşırmış gibi yapan ziyaretçileri, duasını Allah rızası için okurmuş gibi yapan din görevlilerini toptan defedip kendi yakınının cenazesini bir başına kaldıracağı günlerin yakın olduğunu düşünmüştük.”
“Dünyanın kötüye gittiğini gören ama gidişatı durduramayan insanların hüzünlü ifadesiydi bu.”
Zeka, cesaret ve iyi niyetin birleştiği noktaya erişmek istiyorum. Bir şeyden korkacaksam, parasızlıktan değil, kendi gerçeğimi bulamamaktan korkmak istiyorum. Parça başı doğrularla avunmak yerine, bütünü kucaklamak istiyorum. Ağzımdan çıkan her sözün, her kelimenin doğru olmasını istiyorum. Ayağı yere basmayan bir malumat istifçisi, bir akademisyen olmak istemiyorum. Kişiliğimin temelini içtenlik oluştursun istiyorum. Gevezelik etmektense yapmayı, yaptığımla söylediğimin bir olmasını istiyorum. Kusuru başkasında aramaktansa kendimde aramak istiyorum. Eğer bir şeyden sıkılacaksam, ünlü olmamaktan değil, yeteneksiz olmaktan sıkılmak istiyorum. Ölümümden sonra adımın anılmayacağını bilmek hoşuma gitmiyor. Alçakgönüllü ama yapıcı olmak istiyorum. Az ve öz konuşmak istiyorum. En zorlu kazanımlarımın tanıksız kalmasına üzülmemek istiyorum. Davranışlarım, bütün ulusun/ulusların gelecek kuşaklarına örnek olacakmışçasına yaşamak, ağzımdan çıkan her kelime dünyayı etkileyecekmişçesine özenle konuşmak istiyorum. Bana yapılmasını istemediğim şeyleri başkasına yapmak istemiyorum. Ama karşılıklılık istiyorum. Kötülüğü iyilikle karşılamak istemiyorum. Çünkü o zaman iyiye vereceğim bir şey kalmıyor. İyiliği iyilik, kötülüğü adalet karşılasın istiyorum. Bayağılığı değil yüceliği ululamak istiyorum. Herkese karşı nazik olmak, herkesin hatırını saymak, sadık ama kimsenin yardakçısı olmamak istiyorum. Hepsinden öte, hayatın her anını ciddiyetle, saygıyla karşılamak istiyorum.
Parça başı doğrularla avunmak yerine, bütünü kucaklamak istiyorum. ağzımdan çıkan her sözün, her kelimenin doğru olmasını istiyorum .
ayağı yere basmayan bir malumat istifçisi, bir akademisyen olmak istemiyorum.
Davranışlarım, bütün ulusların gelecek kuşaklarına örnek olacakmışçasına yaşamak, ağzımdan çıkan her kelime dünyayı etkileyecekmişçesine özenle konuşmak istiyorum.
Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir.Bu bilimsel bir deney veya herhangi bir kuram içinde geçerlidir.Mesela bir proton normalde bize sadece yükü ve kütlesi hakkında bilgi verir.Ama herhangi bir hızlandırıcıda çarpıştırılıp parçalara ayrılan bir proton ,bize bu yükü veya kütleyi nasıl kazandığı hakkında daha detaylı bilgi verir.Yada nöroloji için konuşucak olursak sağlam bir insan beyni bize içindeki hangi kısmın ne işe yaradığı konusunda pek az bilgi verir.Ama nezaman ki bu beynin bir kısmı hasar görür ve bu hasar sonucu kişi bazı duyuşsal yeteneklerini kaybeder.İşte o zaman beynin yapısına dair daha detaylı bilgiye sahip oluruz.Yada biyoloji içinde durum farklı değildir.Mesela tasarımlarında belli hatalara sahip canlılar görmemiz onların varoluşlarını oluşturan mekanizmalar hakkında daha detaylı bilgi sahibi olmamıza yararlar.Aynısı bilimsel kuramlar içinde geçerlidir.Mesela eski insanlar ısıyı,maddenin hareketi olarak değilde maddeden dışarı çıkan birşey olarak düşünüyorlardı.Ve sonra birgün kalayı ısıttıklarında yanan kalay, metal kirecine dönüşüyordu.Ama ilginç bir şekilde yanmadan önceki halinden daha ağır oluyordu.Ve o dönemin bilim insanları bu nasıl olabilir diye düşündüler.Eğer ısı maddenin yanınca dışarıya attığı bir fazlalıksa o zaman bu maddenin yanınca daha hafif olması lazım.Yani bu tarz deneysel bir çatlak o dönemin bilim insanlarına sahip oldukları ısı kuramının yanlışlığı hakkında daha detaylı bilgi verdi.Sosyoloji içinde durum pek farklı değildir.Mesela bir sistemin kendi içindeki çatlakları o sistemin işleyişi hakkında daha detaylı bilgi verir.Aynı bunun gibi insan ilişkilerinde de durum benzerdir.Mesela nezaman ki bir ilişki bozulur ozaman insanlar sahip oldukları gerçek kişilikler hakkında daha detaylı bilgi verirler.Yada konuya dair son bir örnek verecek olursak: Psikolojideki anormal insanlar olmasaydı bugün normal insanın psikolojisinin işleyişi hakkında bukadar detaylı bilgiye sahip olmazdık.Yani demem o ki örnekleri çoğaltmak mümkündür ama bu konunun ana fikrinin önemini arttırmayacaktır.Bu yüzden yazının başında dediğim şeyi tekrarlamakta fayda var:Kırılan herşey sağlamından daha çok şey öğretir!
Reklam cıngılları, sloganlar o kadar albenilidirler, o kadar bağırırlar ki, ‘gerçekler’ sinek vızıltısına indirgenir, duyulmazlar.
Teklifsizlik, küçümseme getirir.
Bilimi ihtiyaç doğurur.
kazılar gösteriyor ki, örneğin 1907’de Pumpelli’nin Başkara yakınındaki Anav’da yaptığı kazı, İsa doğmadan dokuz bin yıl önce, Güney Türkistan’da bakır kullanan, eken biçen, hayvanları ıslah edebilmiş bir medeniyet vardı.Yani, Mısır piramitlerinin kurulduğu 5000 yılında bile, Türkistan kültürü çok eskiydi.
Bu yüzyılda önemli olan tek şey kabul görmektir.Hal böyle olunca birey, kimliğini, insanca kazanımlarını unutur, kendisini ‘satışa çıkarır’!
Hatırlıyor musun, Hintli kahin tacını terk edip evrenin sırlarını öğrenmek için yollara düşen racaya ne demişti?
Sör, demişti ‘bu kötü kokulu ,kemik, deri,kas,ilik,et,meni,kan,sümük,gözyaşı,dışkı,sidik,safra ve balgamdan oluşan; tutku ,öfke, tamah ,vehim,korku,kıskançlık,yeis,açlık,bunaklık,ölüm hastalık ve acı çeken naçiz beden, haz alsa ne, almasa ne? Baksanıza şu tatarcıklar , sinekler, çimenler, ağaçlar gibi çürüyor dünya Okyanuslar kurur, kutup yıldızı kayar, uçurumlar açılırken haz alsa ne, almasa ne?
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Unutmak, özgürleştirici bir duygu olmalıydı.Unutmak ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmek.
Farkında mısınız, ‘o senin sorunun!’ diye bir anlayış peydah oldu.
Bu ülkede artık kimsenin yüzü kızarmıyor. Türk erkeğinin sahici tepki gösterdiği tek şey karısının kendisini aldatması.Namus, bu kadar ucuzladı!
Kuralsızlığı baskıdan kurtulmak, özgürleşmek sanır olduk.
Türkiye’nin en iddialı üniversitesinin mezunu, Amerikalı akranından otuz yıl gerideyse, buna eğitim denmez! Bırak bilgisayarı, Osmanlıca bile öğretemeyip Başbakanlık arşivlerini yabancılara teslim ediyorsan, buna eğitim denmez!
Murphy kanunudur, bir şeyde bir aksaklık ihtimali varsa, mutlaka aksayacaktır.
Daha nasılsın derken, cevabını da kendimiz veriyoruz, ‘iyisin, iyi!’. Bu ülkede geçiştirmekten ibaret oldu hayatımız. Her şeyi, ama her şeyi geçiştiriyoruz.
Sayımız az ama bir avuç maya bütün hamuru kabartmaya yeter.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Dilediklerini yapsalardı âşıklar, neler demezlerdi komşular!
haklı olduğumdan emin de olsam, çatıştığım zaman sanki suçlanıyorum, kirleniyorum.
Pizzayı lahmacundan daha saygın kılan ne?
Her zar atışta tesadüf vardır; ama her atış, oyunu başka bir sonuca sürükler.
Zabıta, rüşvet almayanı barındırmaz; politika, yalan söylemeyeni; piyasa, sözüne sadık tüccarı.Bu kıyım böyle gider.
konukseverliğimiz ünlüdür, birbirimizi sevdiğimiz yalan
dünyanın en yürekli kitaplarının ağır baskı dönemlerinde yazıldığını biliyorum.
‘Kelam, bütünüyle namustur!’
O kadar çok insan, o kadar çok konuda, bilmeden konuşuyor ki, sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak için referans vermek gerekliliğini hissediyorum.
Sanat insanlara üstünlük taslamak demek değildir.Sanat ibadet gibi, dua gibi, doğruya biat etmek olmalıdır.
En mükemmel sanat eseri, bir kadının tek bir gözyaşına değmez.
Boynuz kulağı geçtiği zaman rasyonel otorite ortadan kalkar. Amaçladığı da odur zaten.
Kötülüğü iyilikle karşılamak istemiyorum, çünkü o zaman iyiye vereceğim şey kalmıyor. İyiliği iyilik, kötülüğü adalet karşılasın istiyorum.
Yeryüzünde özgürlüğe rastlanmaz. Yeryüzünde rastlanılan tek şey, özgürlük uğruna verilen savaştır.
Eşitlik fiilen mümkün olmayan bir kandırmacadır. İnsanlar kardeştirler ama eşit değil!
..insancı ideolojiler vatanı Asya’dır, Çin’dir. Akdeniz değil.
.
Hem insancıl, hem de süper devlet olunmaz.
Devrimcinin ölümü umutların ölümüdür..
Narsistik şişirilme olmadan yaşayamayacağını gördüm, çünkü insani çekirdeği, yani inanç, vicdan, sevgi ve güven duyguları gelişmemişti.
İnsanoğlu yaşayacaksa adaletin hatırı için yaşamalı.
Batı ancak görmek istediği Doğu’yu anlatana sıcak bakar.
Dostluk kolay değil, zordur. Dostluktan maksat da vefadır. Sonunda vefa göstermeyeceksen eğer, sen sen ol, göze alma o cefalı işi.
Doğa’dan doğal olmayanı talep ettik, insan olduk.
Güçsüzün, yetersizin, yerinde kalabilmesi için, çevresinde kendisinden de yetersiz olanları toplaması gerekir.
Bir milyondan fazla yüksekokul öğrencimiz var, eğitimimiz yalan; yüzbinlerce camimiz var, Müslüman olduğumuz yalan; Milyarlarca liralık matbaalarımız var, gazeteciliğimiz yalan .
Önce doğaüstü, yani hıristiyanlık, sonra da burjuva yasalarını tepen Batı insanı, kendisini kabul gören bir değer sistemi olmadan yaşamaya , yani bunalmaya mahkum etmiştir.
İhanet, taammüden cinayetin öteki adı.
En mükemmel sanat eseri, bir kadının tek bir gözyaşına değmez.
Söyler misin, ne işe yara sanat? Hangi görevi üstlenir? Sorumluluğu nedir? Hiç. Oysa, bir görevi olmalı, bir misyon yüklenmeli. Değilse, sanat lükstür.
Havarilerini yaratamayan İsa’nın yeri tımarhanedir, tarih değil!
..kısa yoldan dönülemeyecek bir köşe varsa, o da şiir köşesidir.
Bu hayat yalnızca iki büyük hayalin :para ve Tanrı’nın boy ölçüşebileceği bir fabl
Yirminci yüzyılın ikinci büyük kazığı tüketim patolojisidir, dedim. Türkiyeli, somut bir şeyi tüketen somut insan değil artık. Tükettiğine yabancı! Kendi gereksinimlerine yabancı! Anlıyor musun? Bu nedenledir ki, tüketim bir amaç haline geldi! Türk, sonu gelmez bir ihtiyaç listesi üretir oldu. Geleneksel tavırda insanla sahip olduğu şeyler arasında sevecen bir ilişki vardı; özenle korunan, bakımı aksatılmayan evler gibi! Bu kayboldu, yerine eşyalara karşı geliştirilen bir sevgi-nefret ilişkisi aldı.
Kadının, Thatcher’ın, çok haklı olduğu bir sözü var, diyor ki, ‘ Bir şeyin sahibi devlet ise, o şey kimseye ait değildir, demektir. Kimseye ait olmayan bir şey de, kimsenin umrunda değildir!’
Büyük Yalan dediğim bu işte! Herkesin -mış gibi yapıyor olması. Kuralsızlığı baskıdan kurtulmak, özgürleşmek sanır olduk. İş öyle bir hale geliyor ki, hangi örneği versem, ‘o da bir şey mi? deyip daha kötü bir örnek verebilirsiniz. Verebilirsiniz ama, örnekler doyum noktasına ulaştığında, kitle duyarlılığı yalama olur. Nitekim, bu oldu. Bu ülkede artık kimsenin yüzü kızarmıyor. Türk erkeğinin sahici tepki gösterdiği tek şey karısının kendisini aldatması. Namus, bu kadar ucuzladı!
Bir Marx’ın nasılsa bir Lenin’i olur, diyordu, önemli olan hangisi olursa olsun, teorinin, ideolojinin, hatta dinin özüne sadakat, yani uygulamadaki başarı. Bu bağlamda, efendim, ‘ tek parti, bazılarının söylediği gibi, demokrasiyi dışlamak şöyle dursun, işçi ve emekçi sınıflarla birlikte, sosyalizmi ilerletmede demokrasiyi de en iyi biçimde işletebilmenin tek yoludur. Yeter ki parti, Marksist-Leninist çizgisinden sapmasın, sınıfsız toplum yolunu şaşırmasın, bürokratlaşıp hantallaşarak kitlelerle olan canlı bağı kopması ,’ demek iş değil.
Kopuyor çünkü. Sezar ya da Lükres Borjia, İsa’ya ne kadar yakınsa, Jivkof da Marx’a o kadar yakın olabiliyor. Ya da, Halife Deli İbrahim, Hazreti Muhammed’e! ‘Yeter ki ‘ ‘ olmasın,’ demek zorunda kalıyorsan, o ‘ ‘ olacak demektir. Murphy kanunudur, bir şeyde bir aksaklık ihtimali varsa, mutlaka aksayacaktır. O ‘ ‘ ortadan kaldırılmadığı sürece, şu ya da bu sisteme bağlılık bir seçim ya da sübjektif şartlar meselesidir. Ne ki, insanoğlu teori üzerinde kavgaya bayılır da, ‘ ‘ların irdelenmesine bir türlü yanaşmaz nedense.
Bazen, tüyler ürpertici bir Türkiye tablosu çiziveriyordu,
Bir milyondan fazla yüksekokul öğrencimiz var, eğitimimiz yalan; yüzbinlerce camimiz var, Müslüman olduğumuz yalan; milyarlarca liralık matbaalarımız var, gazeteciliğimiz yalan; hükümetimiz var, iktidar olduğu yalan; Türkçe konuşuruz, birbirimizi anladığımız yalan; metrelik cetvelimiz var, yüz santim olduğu yalan; kilogram kullanırız, bin gramı doğru tartabildiğimiz yalan; dünyanım en eski uluslarındanız, tarihimiz yalan; NATO’ nun en büyüğü ordumuz var, ülkemizi savunabileceğimiz yalan; Cumhuriyetiz, demokrat olduğumuz yalan; konukseverliğimiz ünlüdür, birbirimizi sevdiğimiz yalan daha sayayım mı?
Ritüeller ülkesi olduğumuza katılıyordum. Hep miş gibi, rencide olmuş gibi, bıçak kemiğe dayanmış gibi, isyan edermiş gibi, inanırmış gibi, hatta eğlenirmiş gibi yaptığımız doğruydu.. Kim daha iyi miş gibi, yaparsa, o kazanıyordu.
Malumat istifçilerinin haşır neşir oldukları dışkı, yaşanan gerçekle hiçbir ilişkisi olmayan, yaşayan insanın gerçeği ile çakışmayan, ona hizmet etmeyen bilgi kırıntılarıdır, diyordu Günay, Anal-istifçi karakterin dünya ile ilişkisi mülkiyet ve denetim üzerine kurulur, çevresi ile sevgiyle bütünleşmesi söz konusu değildir. Sanki enerjisi, akli kapasitesi çok sınırlı olduğu için o güne kadar biriktirdiklerini saklaması, elindekini kaçırmaması gerektiğini düşünüyor gibidir. Canlıların kendini tekrar tekrar yenileme kapasitelerinin farkında değildir. Kendisini güvencede hissedebilmek için elinde olana sarılır. Bu bağlamda, ister solcu, ister sağcı olsun statükocudur. Böyleleri -yani, Türkiye entelijensiyasının yüzde doksan dokuzu- cezaevleri adam almazken, ‘Komüntern’in beşinci kongresi ‘ ya da ‘ Abdulhamid efendimiz ‘ diye başlayan ‘malumat’a sarılmazlarsa yok olacaklarını sanırlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir