İçeriğe geç

Vitrinde Olmak Kitap Alıntıları – Mustafa Kutlu

Mustafa Kutlu kitaplarından Vitrinde Olmak kitap alıntıları sizlerle…

Vitrinde Olmak Kitap Alıntıları

Görüntü,görsellik, göze hitap etme çağında yaşıyoruz. Sözün değeri düştü. Söze itibar kalmadı. Sözün şahikası olan şiir in durumu ortada. Görsel medya bütün hayatı kuşatmış durumda.
“Af adaletten üstündür.”
Vakti daralan kim? Kim bana ayaküstü yemek yemeği öğütlüyor. Ninem derdi ki, Bir kadın pişirdiği yemek ile beraber pişerse o yemeğin tadı, tuzu, bereketi olur. Ninelerimizin ve dedelerimizin dünyası ne çabuk bir masala dönüştü.
Şahsiyet ve haysiyet sahibi olmak şart.
Modern teknolojinin icadı olan aletler masum değildir. Bu aletler sayesinde vücut bulan sistem bir Frankeştayn’dır. İdeoloji teknolojiyi ;teknoloji ideolojiyi besliyor.
Zulüm hiçbir zaman payidar olmaz.
“Paris’e git hey efendi akl u fikrin var ise
Aleme gelmiş sayılmaz gitmeyenler Paris’e”
Hoca Tahsin Efendi
Tarihini tam hatırlamıyorum epeyce zaman önce Erzincanda bir elim baka meydana gelmişti. Şehrin gece bekçilerinden ikisi herhalde çok arzu ettikleri halde bir türlü binemedikleri lunaparkın uçan sandalyelerine binmek istemişlerdir. Bunun için gece yarısının geçmesini ortalıktan el ayak çekilmesini beklemişler. Etrafta kimse kalmayınca gizlice lunaparka girip sandalyelere atlamışlar. Galiba o gece parkın bekçisi de izinli mi bir yere mi gitmiş bunların parka girdiğini kimse görmemiş. Biri binmiş öteki motoru çalıştırıp sandalyeler hızlanmadan gelip atlamış az sonra hız artmış sandalyeler havalanmış bekçiler birer çocuk gibi sevinerek bir zaman dönüp durmuşlar.
Neden sonra mideleri bulanmaya, başları dönmeye başlamış. Ancak sandalyeler durmuyor ve etrafta kimsecikler yok. Sandalye dönmüş, bunlar bağırmış. Sandalye dönmüş, bunlar bağırmış.
Dedim ya olayın ayrıntısını bilmiyorum. Sabah lunaparka giden görevliler sandalyelerin hala dönmekte olduğunu görmüşler.
Bekçilerin ikisi de ölmüştü.
Bu olayı her hatırladığımda modern hayatın durdurulamaz, insafsız hızını düşünüyorum. Hepimiz bir sandalyede uçuyoruz şimdilik, ve dönme dolap dönüyor.
‘Öteki’nin olması için kişinin öncelikle ‘ben’ demesi gerekir. Oysa bizim ahlak ve itikadımızda ben demek terki edeptir. Terki edeptir, çünkü bunu diyen benlik davası güdüyordur.
‘Benlik davası’nın aslı kişinin hakkı inkar ile kendini (insanı) dünyanın merkezine koymasıdır. O tanrının varlığını özgürlüğe maniye görür. Aklınca Tanrı’dan kurtulunca özgür olacaktır. Bunun bir adı da ‘kibir’dir. Kibrin en üst makamı, nefsin ihtirası, şeytanın saptırmasıdır.
Oysa inancımıza göre kişi ancak Allah’a kul olursa hürriyetine kavuşur.
Süleyman Uludağ Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’nde ‘hürriyeti’ şöyle tarif ediyor:
‘Nurların nuru’nun tecellisinde mahv ve yok olanlar her çeşit kayıt ve eserlere kul olmaktan kurtuldukları zaman hür olurlar (Kaşani,Ta’rifat).
En yüksek seviyede Allah’a kul olma haline ‘hürriyet’ denir. Hakk’a tam kul olan tam hür olur. Arif’in son makamı hürriyettir. (Lima, 450,513).
Açıkçası ‘benlik’ ki bu sonunda ‘birey’ denilen şeyin aslını teşkil eder; kibir, gurur ve egoizimdir. Benlik sadece Allah’a mahsustur. İnsanın varoluş gayesi Cenabı Hakk’a hakkıyla kul olmaktır. Bu sebeple benliği (nefsi) ortadan kaldırmak icap eder. Yunus Emre şöyle diyor:
“İlahi bir aşk ver bana kandalığım bilmeyeyim
Yavu kılayım ben beni, isteyu ben bulmayayım
Al gider benden benliği, doldur içime senliği
Bu dünyada öldür beni, varıp anda ölmeyeyim.”
‘Ölmeden önce ölünüz buyruğu’ nefsin yok edilmesi, bu yok olma kibirden, gururdan kurtulmaktır.
Yine Yunus Hakk’a vasıl olunca vecd hali ile şunları söylüyor:
“Canlar canını buldum, bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim, dükkanım yağma olsun
Ben benliğimden geçtim, gözüm hicabın açtım
Dost vaslına iriştim gumanım yağma olsun.”
Benliğin diğer bir adı da ‘enaniyet’tir. Enaniyet tasavvufta kişinin ‘ben’ demesidir (İbni Arabi-ıslahat). Sâlik ile Mevlası arasındaki en kalın perde ben ve benliktir.
Burada meseleyi şahsiyetten vazgeçmek olarak anlamamalı. Lügatta şahsiyete şöyle mana veriliyor: Bir kimsenin şahsına ve nefsine ait özelliklerin, ruhi ve manevi niteliklerin bütünü. Ayrıca yüksek ahlaklı değerli kişi de şahsiyet sahibidir. Şahsiyet sahibi kişiliğinden taviz vermez.
Peki son zamanlarda çok sık kullanılan ‘öteki’, ‘ötekileştirmek’ nereden çıktı? Kelimeyi (kavramı) ilk kullanan bir Yahudidir: Emmanuel Levinas.
Adam kendi açısından haklı. Çünkü onun bakışı ile insanlık iki ayrılır: 1-Yahudiler 2-Ötekiler.
Yahudi seçilmiş kişidir. Tanrı ona âleme nizam vermeyi bahsetmiştir. O üstündür, geride kalanların kıymeti yoktur, onlar ‘öteki’dir.
Rahmetli Nurettin Topçu “Benlik” adlı yazısında şunları söylüyor:
“İnsan olan benlik sayesinde, yani şuur ve hürriyetimizin birlikte çalışmalar ile bir büyük kapının tâ eşiğine ulaşıyoruz. Bu kapıyı açabilen orada bir başka benlik buluyor. Sonsuzluktan bize sunulan bu ilahi emanet sayesinde azaptan kurtulmak, murada ermek, varlığı sevmek kabil oluyor. Sonu olan varlıkların aleminde sonsuzun muradına erdiren bu ilahi emanet elde edildikten sonra insanın sanatı, eski hayati benliğini teşkil eden hırsların, tahakküm zevklerinin, heveslerin ve iştihaların birer birer terki oluyor. Var olmak iradesi ile uzanarak kucakladığı alemin varlıklarını terk eden insanın bu sanatı, zamanla tabii hal oluyor. Bu olgunluk halinde kıskançlıkları ve hevesleri, tahakkümleri ve hasetleri terk ediyoruz. Lüksten ve iştihalardan uzaklaşıyoruz. Neşeyi ve kederi unutuyoruz. Yalnız ilahi neşeden haz duyuyoruz. Bize ben dedirten ne varsa, şehvet, servet, şöhret diye ne varsa hepsini terk ediyoruz. Sade göğsümüzdeki kalbin çarpıntısına minnetle ve varlık karşısında duyduğumuz hayretle başbaşa kalıyoruz. Benlikten kurtulup bütün varlıklara hizmetkar olarak yaşamak, bizde şevk oluyor. Kalbimize sık sık soruyoruz: Daha bende ne varsa söyle, terkedeyim?“
Yetmiş iki milleti bir gören ahlakımız kimseyi kendinden ayırt edip (küçümseyip, yabancı sayıp, yabancılaştırıp) öteki demez, diyemez. Bu batıcı aydın söylemidir. Olur-olmaz yerde kullanmayalım. Böyle kavramlara da sazan gibi dalmayalım.
İşte ilerleme, İşte kalkınma, İşte medeni hayat. Mutlu olun, mutlu kalın.
Çekiç örse mütemadiyen iniyor.
Zulüm hiçbir vakit payidar olmaz.
Korku üzerine bir şey bina edilemez.
Sevmek , İşte çare bu.
Ne demek sevmek ?
Kendinden birşey vermek. Çok sevdiğin birşeyi başkası ile paylaşabilmek. Güvenlik budur. DÜNYAYA İLAN OLUNUR.
Ülke küresel sermayenin ırmağında sürükleniyor. Bu ırmaktan kendini sıyırmak, kıyıya çıkmak, salim kafa ile düşünmek kolay değil. Kolay olan kendini akıntıya kaptırmak !
Şu anda dünyada muhalifler ,
Başka bir dünya mümkün ” sloganını atıyor, gösteriler yapıyor ama, sloganın içi boş.
Bakalım kim dolduracak?
Bakalım kim insanlığa yeni bir yaşam tarzı sunabilecek.
Kötülerin gölgesi olmaz.
Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür.
Bir kez Allah dese aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misl-i hazan.
Daha sonraki yıllarda Milli Eğitim âdeta ‘deneme tahtası’na çevrildi. Her gelen Milli Eğitim Bakanı kendini dahi saydığı için yeni bir düzen icat etti.
Evrensel değerleri baş tacı ederek kurulan BM İsrail’in yüzlerce defa Filistinli çocuklar üzerine bomba yağdırması karşısında kınama kararı bile alamıyor. Nerede o kutsal insan hakları, nerde demokrasi havarileri. Bosna’yı seyrettiler şimdi de Suriye’yi seyrediyorlar.
Kanaat en tükenmez hazinedir.
Niçin daralıyoruz? İşte her şeyimiz var, daha ne istiyoruz? Yeni, alışılmadık, bizi bir süre oyalayacak bir şey. Bu mu?
Demek ki güzellik in temelinde aşk ile bakmak , aşk ile görmek var.
Maneviyat eksikliği hayatın mânasını meçhul bir mekâna fırlatır.
Sadakat kayboluyor, yalan alelade hale geliyor. Gerçek parmaklarımız arasından kum gibi kayıyor.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Elitlerin yerli milli ve bağımsız olması şarttır. Şahsiyet ve haysiyet sahibi olmak şarttır. Ahlaklı olmak, faziletli olmak şarttır. Ancak bu adamlar menfaatin kara lekesini silip atabilir.
Kanaat en tükenmek hazinedir. Kanaat sahibi olan sabrı ve şükrü bilir. Bu ölçüleri, değerleri benimsersek yoksulluğun ne olduğunu anlarız. Tüketim toplumu bize naylon dolmalar yutturamaz. Başka bir dünya mümkün sloganının altı ancak bu zihniyet ile dolar.
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
Biz şimdi tatile çıkamayan, arabası olmayan insanlara yoksul diyoruz.
Yoksullukla konforu ayırmalı.
At izi, it izine karışmamalı.
Karnı tok, sırtı pek toplumun lükse ihtiyacı yoktur. Son moda mobilyalar, beyaz eşyalar ile döşenmiş bir rezidansta oturmasa da yoksul sayılmaz.
Bir yer turistik hale gelmişse onun işi bitmiştir. Ancak fotoğraf çekmeye yarar.
Aslı güzel olana makyaj yapılmaz.
Zenginlik dediğin nedir ki; gönül zengin olmayınca?
Neyi bekliyoruz? Herhalde yeniliğin bitmeyen büyüsünü .
Niçin daralıyoruz? İşte her şeyimiz var, daha ne istiyoruz? Yeni, alışılmadık, bizi bir süre oyalayacak bir şey. Bu mu?
Belki de etrafımızı saran bu ses, bu görüntü, bu bina, bu araba, bu bilgisayar, bu marka, iki yüz çeşit açık büfe, elli bin çeşit AVM ürününün çekip gitmesini, bizi rahat bırakmasını istiyoruz.
Hayat bütün parıltısı, şaşaası, zevki, hızı, hazzı ile geçse bile sonunda sası bir sıkıntı bırakır. Sebebi meçhul bir boşluk ki çaresi yoktur. Her nerede olursak olalım, hangi işi tutarsak tutalım bu boşluğu ancak mânalı bir hayat doldurabilir.
Mâna aramayan, maddeyle beslenenlere şifa dilemekten başka yapacak bir şey yok.
Çocuk sokakta büyümeli, balkonda değil. Sokakta koşup oynamalı, bahçe duvarından atlamalı; çocuk odasında bilgisayar başında değil. Toprağa basmalı, asfalta değil.
Çocuğun tabiatı sevmesi onu tanımasına bağlı. Ayakları toprağa değecek, eliyle fidan dikecek, çiçek dikecek, ona bakacak, sulayacak, dibini çapalayacak, büyüdüğünü fidanın meyve verdiğini görecek. İşte o zaman toprağa ve tabiata bağlanır. Ağacın, kuşun, böceğin kıymetini bilir. Kalbi yumuşar, sevgisi artar, insanlara karşı daha müşfik davranır.
Peki ne istiyoruz? Cevap: Adalet.
Zengin ile fakirin gelir farkının bu kadar açıldığı olmamıştı.
‘Bugün insan bedeni kapitalizmin vitrini haline gelmiştir.’
Fert cemaata hükmetmeye kalkışmayacak; cemaat da ferdi ezmeyecek.
Zenginlik dediğin nedir ki; gönül zengin olmayınca.
Az ye, az uyu, az konuş. Sana bir şey olmaz. Olursa nane-limon kaynatırsın bir şeyin kalmaz. Ne depresyon, ne obezite, ne diyet, ne kozmetik, ne moda, ne otomobil, ne yat, ne kat.
‘Al gider benden benliği, doldur içime senliği
Bu dünyada öldür beni, varıp anda ölmeyeyim.’
En yüksek seviyede Allah’a kul olma haline ‘hürriyet’ denir. Hakk’a tam kul olan tam hür olur. Ârifin son makamı hürriyettir.
‘Nurların nurunun tecellisinde mahv ve yok olanlar her çeşit kayıt ve eserlere kul olmaktan kurtuldukları zaman hür olurlar.’
Bizi kurtaracak ruh bu sonsuzluğun sevgisine susamış ruhtur. Sonsuzluğu sonu olan varlıklara irca eden değil fanileri sonsuzluğa yüceltendir.*
Geçti ama delip de geçti. Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür. Şairin yarası kanamaktadır.
Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur.
Tövbe ya Rabbi hata râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime.
Ne şemm et bülbülün verdini, ne hârdan incin
Ne gayrın yârine meyl et, ne sen ağyardan incin
Ne sen kimseden âh al, ne âh u zârdan incin
Ne sen bir kimseden incin, ne senden kimse incinsin.
Nefis dokuz canlıdır. Sekizinin başını kesersin, o tek kalan baştan bir dokuz kol daha çıkar.
nihayet anladık ki dünyada belki her şeyi bulmak kolay, kendini bulmak zormuş.
Yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür.
Neler çekti bu gönül söylesem şikâyet olur.
Allah’a teslim olan kimseye teslim olmaz.
Nefisten kurtulmak kölelikten, kula kul olmaktan kurtulmaktır. Gerçek özgürlük Cenab-ı Hakk’a kul olmakla gerçekleşir.
Bir kez Allah dese aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misl-i hazan.
Ne mutlu papatyaları görenlere
‘İnsanı menzile âlet değil ahlak ulaştırır ‘
‘Ama tehlike ne kadar büyükse umut da o kadar büyük. Buna inanalım ‘
‘Şunu aklımızda tutmalıyız: Hemen her işte ‘kaliteye prim’ esastır. Makam ve mevki için ‘ehliyet ve liyakata’ bakılmalıdır ‘
‘Yoksullukla konforu ayırmalı ‘
‘Aslolan imanın, inancın muhafazasıdır, dünyevî olan işlerde muhafazakârlık gerekmez ‘
Rüzgâr bizi sürükleyecek!
Yeniden eski muhabbetleri tecdîd edelim
Gel benim kaşı hilâlim bize bir îd edelim
‘Cennet gibi bir vatanımız var, her yanından bereket fışkırıyor. İnkar edenin dili tutulur ‘
‘İncecik yoldan, iniş aşağı akıp gidişine, bunca zamandır hasretini çektiğim sesine daldım ‘
‘İnsan sevdiğini, niçin sevdiğini anlatabilir mi?.
Anlatır, ama hep eksik bir şeyler kalır ‘
‘Yavaşlamak lazım. Mutasavvıfların üç kaidesi vardır. Az ye, az konuş, az uyu ‘
‘Peki insanoğlu gittiği yolun çıkmaz olduğunu görmüyor mu?.’
‘ yalnızlık bahsinde ferdin şikâyete hakkı yok. Sen putunu yap, sonra ona tap; put su koyuverince ağlamaya başla, bir dert ortağı, bir dost, bir yuva ara. Olmadı işte. Bu olmadı ‘
‘Saatimiz çalışıyor ama kalbimiz durmuş. Çalışmıyor. Kalbin sesini duyamıyoruz ‘
‘Çalışmadan kazanmak, her hususta lakayt olmak, söz ve kaide dinlememek özgürlük değil, serseriliktir ‘
‘Benimle gelecek olan nedir?.
Önce iman.
Amelim yoksa da, imanım çoktur ‘

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir