İçeriğe geç

Ve’l – Asr Kitap Alıntıları – İsmet Özel

İsmet Özel kitaplarından Ve’l – Asr kitap alıntıları sizlerle…

Ve’l – Asr Kitap Alıntıları

Para zekayı var gücüyle kullanıyor. Peki, tersi de olamaz mı? Zekâ parayı kullansa daha iyi değil mi ?
Her nesnenin bir kendi yeri olmalı, her nesne o kendi yerinde olmalı .
Düşmanını öğren, dostunu anla
Terör kurbanlarının ölenlerden ziyade hayatta kalanlar olduğunu söylemek doğru olur.
Eğer gücün kendi yapımızdan doğduğunu, bağımsız karar verme yetimizin her şeyi düzene sokabileceğini, olayların istediğimiz yönde biçimleneceğini vehmedersek atacağımız adımların bizi bize aczimizi hatırlatacak sonuçlara sürükleyeceğini söyleyebiliriz.
insan olarak, İslâm olarak canlı kalmanın bir karşılığı, bir bedeli olsa gerek.
Robotlaşmamız bütün hareketlerimizi sistemin programına uyarlı hale getirmemizle vaki olacak. Nebatlaşmamız mensubu olduğumuz toplum öbeğinin uyduğu akıntıyı sorgulamadığımız, bu akıntıyla sürüklenmeyi olağan saydığımız zaman başımıza gelecek. Hayvanlaşmamız da sorgulamadan kapıldığımız akıntının zevk temin eden yönlerini öne çıkardığımız ölçüde, akış hızını artıran çabalar gösterdiğimiz zaman gerçekleşecek.
Madem ona bilinç kazanma yeterliliği verilmiştir, madem her insan dua edebilir, o halde her insan insanlığın bizatihî kendisidir.
Robotlaşmamız bütün hareketlerimizi sistemin programına uyarlı hale getirmemizle vaki olacak. Nebatlaşmamız mensubu olduğumuz toplum öbeğinin uyduğu akıntıyı sorgulamadığımız, bu akıntıyla sürüklenmeyi olağan saydığımız zaman başımıza gelecek. Hayvanlaşmamız da sorgulamadan kapıldığımız akıntının zevk temin eden yönlerini öne çıkardığımız ölçüde, akış hızını artıran çabalar gösterdiğimiz zaman gerçekleşecek.

Her üç halde de insan oluşumuza mahsus özellikleri askıya alacağız. Yaşayacağız yaşamasına, ama canlı kaldığımızı söylemek kolay olmayacak.

benim yazdıklarıma şaşırmamak elde değil. bir yandan yalnızca birlikte yaşadığım insanlar için hayati önrm taşıdığına inandığım konuları ele alıyorum, ama öte yandan yazılarımda ifade ettiğim mana ile ilgilenen sadece dar bir çevre bulunduğunu sarahaten biliyorum.
insanlık tarihi her insanda teker teker mündemiçtir. madem ona bilinç kazanma yeterliği verilmiştir, madem her insan dua edebilir; o halde her insan insanlığın bizatihi kendisidir.
Toplum hasta ise biz neyiz?
Dünya sistemi küfür sistemiyle ne ölçüde örtüşmüşse karşısındaki Müslüman zihniyeti o ölçüde tehlike olarak görüyor. Daha doğrusu şartların zarureti dolayısıyla sistem karşıtlığı artık evleviyetle bizim maneviyatımızın bir parçasıdır.
Kendi başına bir şey yapamıyorsan başkasıyla hiçbir şey yapamazsın. Herkes başkasını yetiştirmeye kalkışmak yerine, kendi sorumluluğunu yüklensin.
İslam birliğini bulma onu keşfetmek anlamına mı, yoksa onu icat etmek anlamına mı geliyordu ? Eğer onu icat etmeye kalkışmak gibi bir haddini bilmezlik peşinde değilsek, onu keşfedeceğiz. Demek ki halen mevcut, fakat bizim yararlanamadığımız bir birliği işler kılacağız.
Ahiret yurdunun daha hayırlı olduğunu kavramış olmak bu dünyadaki hayatımızı umursamadan yaşamamızı bize yasaklıyor ise de günlerimizi nihaî faydanın dünyada sağlanamayacağını bilerek geçirmemizi öğretiyor. Dünya ahiretin tarlası olduğuna göre burada yapılacak işler var.
İşte olan oldu, korktuğum başıma geldi dedim. Kayboldum ben. Daha doğrusu ben kayboldu.
Bunca çeşitli nesne arasında, bu telaşlı insan kalabalığında, böylesine karmaşık ilişkiler içinde insan kendini kaybedebilir diye düşünüyorum. Sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya.
Hayatımızdaki tamirat mensubiyet sûretiyle başarılacak. Bir ailemiz, bir şehrimiz, bir milletimiz, bir devletimiz, bir ülkemiz, bir kültürümüz, bir medeniyetimiz, bir dinimiz, bir mesleğimiz var. Ama biz bu saydıklarımıza mensup muyuz acaba? Hatta bir insanlığa mensup muyuz?
Kötü ber durumda, her yerde ve her zaman dilimi içinde kötüdür; ama iyi bilinip bulunmadıkça ona iyi denemez!
Bağları tesis edenin Allah olduğunu bileydi kendisine verilen yanabilir mülkün içinde hastaların, yolcuların, yetimlerin hissesi bulunduğunu da bilecekti.
Benim iyiliğimi istiyorsan iyileşmek de sana düşüyor. Sen iyilik gösterdikçe ben iyileşeceğim.
Ben ne kadar kötü isem sen de o kadar kötüsün.
Kendi kıymetlerinin birer kıymet olduğundan şüpheye düşmüş bir yığın insan, bundan böyle kendilerine kıymetli diye sunulan bazı şeyleri elde etmenin telaşında.
Çünkü kitaplar insanı kitaplara götürür. Kitaplar kendileri zenginlikliklerini ve yetersizliklerini ele verirler.
Okumanın rehberi okumaktır.
İnsanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu fark ederek varır. Ama iş burada bitmez, burada başlar.
Vahim olan, bir şeyin eksik olduğunu bilmek, bir şeyi aramak; lâkin neyin eksik olduğundan, arayacağı şeyin ne olduğundan habersiz kalmaktır.
Herkes neyi düzelteceğini, neyin düzeltilmesi gerektiğini biliyor: ama bu düzelecekler arasında kendisi yok.
Eğer katıksız Türkçe konuşacağım diye tutturursanız “hiçbir şey” diyemezsiniz. Çünkü “hiç” Farsça, “şey” Arapçadır.
Yazmak da, okumak da birer sorumluluktur. Çünkü insan hayatı baştan sona ve başlıbaşına sorumluluktur.
Okumayı ciddiye alan kişiler neden “Ne okumamı tavsiye edersiniz?” sorusunu sormazlar? Çünkü kitaplar insanı kitaplara götürür. Kitapların kendileri zenginliklerini ve yetersizliklerini ele verirler. Okumanın rehberi okumaktır.
Değerin -adı üstünde- değmesi gereklidir. Demek ki değer yaşamaya ve ölmeye değer şeyin adıdır.
Ahlâki zaafımızı giderici aklî tedbirleri bir türlü almıyoruz.
Herkes kapısının önünü süpürse sokak temiz olur mu?
Osmanlı Devleti ömrünü uzatabilmek için topraklarını kaybede kaybede yaşama yolunu seçmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin kaybedecek toprağı kalmamıştı. Eğer bundan fazlasını kaybederse devlet olarak varlığının izahı pek kolay olmayacaktı. Toprak feda edemediği için kültürel değerlerini feda etti. Müslümanlığını pazara çıkardı.
Russell paradoksu şöyle ifade edilebilir: “Bir şey ne ise o değildir; ne değilse odur.” Biz de millet ve ülke olarak ne isek o değiliz, ne değilsek oyuz.
Arabistan’a giden Anadolu köylüsü şöyle demiş: “Bu Araplar da pek tuhaf! Adamların ezanı Türkçe, Kur’ân’ı Türkçe; fakat konuşmaya gelince karıştırıyorlar işi!” Anadolu köylüsünün söylediklerine nükte deyip geçmeyin, milletimizin İslâm’la olan bağlantısının can damarı bu.
Bunca çeşitli nesne arasında bu telaşlı insan kalabalığında, böylesine karmaşık ilişkiler içinde, insan kendini kaybedebilir diye düşünüyorum. Sıkıca tutuyorum kendimi şehre karışmaktan alıkoymaya
Hangi şekli almış olursa olsun, insan teki bir gün kendinden bağımsız olarak şekillenmiş bir dünyaya bırakıldığını farkeder.
Sözün özü ; anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız. Artık anlayamadığımız dostlarımızı kaybederiz. Düşmanlarımızı ise anlamamız mümkün değildir. Onlar anlamadığımız kadar düşmanımızdır. Oysa onları öğrenebiliriz. Onları çok iyi öğrenerek bize verecekleri zararı en aza indirebiliriz.
Yaşıyoruz yaşamasına ama canlı kaldığımızı söylemek kolay değil.
Ne kadar değişiyorsa, o kadar aynı kalıyor
||Alphonse Karr
Bir şey ne ise o değildir; ne değilse odur.
Yaşama ritmimiz ve tarzımız âdeta bizim için acımasız bir kıskaç.
Sakın ola iç dünyanızdaki derinden gelen şarkıyı dindirmeyin. Bırakın musiki çağlasın sizin de içerinizde.
Sözün özü; anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız. Artık anlayamadığımız dostlarımızı kaybederiz.
Kapitalist toplumda her birey küçük bir diktatör.
Mecburen yaptıklarınız, isteyerek yaptıklarınız değil. Yapmak istediklerinize mecbur olmadığınızı kabullenerek yaşıyorsunuz. Neden böyle?
Yaşıyoruz yaşamasına, ama canlı kaldığımızı söylemek kolay değil.
Toplumsal güvenlik kurumları ne kadar sağlamsa, insanın diğer insanlara olan güveni o kadar zayıflıyor.
Anladıklarımızla dost oluruz, ancak dostlarımızı anlarız.
Kimse eğlence olsun diye düşünce özgürlüğü istemiyor. Başka bir şey istediği için düşünce özgürlüğünü bahane ediyor.
Herkes neyi düzelteceğini neyin düzeltilmesi gerektiğini biliyor; ama bu düzelecekler, düzeltilecekler arasında kendisi yok.
Kafirlerin bütün korkusu bu ülkeyi üzerinde yaşayan insanların sahiplenmesi olsa gerek.
Bir musibet bin nasihatten yeğdir, derler. Oysa insan haysiyetine yaraşan tavır öncelikle nasihatin etkisini hissetmede yatıyor. Musibet gelip çattığında, birçok şeyin anlaşılması kolaylaşır, ama gücünü onarmak için çok geç kalınmış olabilir.
Okumayı ciddiye alan kişiler neden Ne okumamı tavsiye edersiniz? sorusunu sormazlar? Çünkü kitaplar insanı kitaplara götürür. Kitapların kendileri zenginliklerini ve yetersizliklerini ele verirler. Okumanın rehberi okumaktır.
Eskiler ya devlet başa, ya kuzgun leşe demişler. Günümüzde hiç kimsenin başına iş düşmüyor. Yani meselelerin çözümü için hiç kimsenin başına iş düşmüyor. Çünkü devletin konacağı, işin düşeceği “baş yok. Yaşayış düzenimiz insanların erişkin, yetişkin, olgun olmalarını gerektirecek tarzda değil. İş bizim başımıza düşmedi diye sevinmeyelim, eğer başımıza iş düşmediyse bunun sebebi bizim bir başımız olmayışındandır.
Fiilen bir Türkiye varsa bunun dayanağının devletin ve milletin aynı hamurdan oluşunda bulunduğunu anlamalı artık. Şimdiye kadar milletin fedakârlığına gerekçe sağlamak üzere devreye sokulan din; şimdiden sonra hem hayatın öngörüsünü teşkil ettiği kabulünü görmeli ve hem de toplu bir atılım için gücü oradan devşirmeli.
Biz Müslümanlar yerküre üzerinde insan oluşun tek gerekçesiyiz. İnsanlığın bir parçası değiliz
İnsanlığın mihveriyiz. Kâbe yalnızca dünyanın değil kâinatın merkezidir. Her namaz kılan ezelî ve ebedi gerçekliğin tek mümkün ifadesine ulaşan davranışı göstermiş oluyor. Her oruç tutan yaratılmış yaratıkların tek mümkün konumunun ne olduğunu belirtmiş oluyor. Her zekât veren dünya hapishanesinden kurtuluşun tek mümkün yolunu genişletiyor. Her kelime-i şahadet getiren Alfa ve Omega arasındaki, ilk ve son arasındaki hakikati ikrar ediyor.
Demek ki biz dediğimiz bir varlık sahibi olacağız. Bu da lâfla olmaz. İşle olur. İşimiz ise vakit kaybetmeden bir seferberliğe girişmektir. Ülkenin her ferdinin günlük ekmeğinden başlayıp ulaşım yollarına, toprakta ve her alandaki üretimin verimliliğinin artmasına, üniversitelerin düzeyinin yükselmesine kadar varan bir seferberlik. Bunun Türkiye’nin bir İslâmî dönüşüm geçirmesiyle aynı anlama geldiğini ifade ediyoruz. Yani İslâmî dönüşüm sağlanamadığı ülke lehine hiçbir gelişmenin gerçekleşemeyeceğini söylüyoruz. Bu alanda Türkiye’nin önünü tıkayanlarla pazarlık yapmaya da hiç gerek duymuyoruz. Çünkü doğrultumuzu haklılığımızın tebarüz ettiği bir çizgi sebebiyle tespit ettik. Bu da ülke insanının ülke meselelerinin hallindeki katılımıdır. Yani tarihin siyasi gerçeğinin açıklıkla kavranılması yolun yürünmesini kolaylaştıracaktır. Açıklıkla kavramayı teyakkuzla, uyanıklık içinde gerçekleştirebiliriz. Uyurgezerlikle değil.
Bir davanın gerçek salikleri göze aldıkları çabaların devam edebilir şartlarını korumayı gözetirler. O çabaların semeresiyle daha az ilgilidirler. Açıkçası bir koy beş al hesabını yapanlar dava adamı olmadıklarını bu tutumlarıyla belli etmiş olurlar. Belli olan ancak oynanılan kumarda kazanılıp kaybedilen olabilir. Dava adamının oynadığı ise kumar değildir. O korumayı gözettiği değerlerin kendisine yüklediği görevin gereği payına düşen rolü oynar. Görevini yerine getirip getirmediği en azından bu dünyada belli değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir