İçeriğe geç

Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi Kitap Alıntıları – Zülal Kalkandelen

Zülal Kalkandelen kitaplarından Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi kitap alıntıları sizlerle…

Veganizm: Ahlakı, Siyaseti ve Mücadelesi Kitap Alıntıları

eğer mezbahaların duvarları camdan olsaydı, herkes vejetaryen olurdu.
150 yıl önce köleliğin biteceğini savunsaydın saçmaladığını söylerlerdi. 100 yıl önce kadınların oy verme hakkının olduğunu söylediğinde sana gülerlerdi. 50 yıl önce Afrika kökenli Amerikalıların kanunlar önünde eşit olma fikrine itiraz ederlerdi. 25 yıl önce eşcinsel haklarını savunduğunda sana sapık derlerdi. Bugün de hayvan köleliğinin sona ereceğini iddia ettiğimizde bize gülüyorlar ama bir gün gülemeyecekler.
19.yüzyılda dünyada kölelik vardı ama zaman içinde yıkılıp gitti. Bugünün köleleri ise hayvanlar; insanlar tarafından katledilen, alınıp satılan, her türlü işkenceye maruz bırakılan hayvanlar
Türkiye’de vegan olmak yalnızlıktır.
Veganlar, hayattan elini ayağını çekmiş, eğlenmeyi de bilmeyen insanlar değildir. Sadece içinde/arkasında zulüm olan hiçbir şeyden zevk almamayı biliriz.
Vegan felsefesinde hayvan algısı eşitlikçilikten geçer, hayvan kelimesinin hakaret yerine kullanımını da reddeder. En nihayetinde, hepimiz hayvanız Homo Sapiens olduğumuz için.
“Çalışmak, egemenlerin son on bin yıldır insanlığa dozu devamlı artan bir şekilde dayattıkları bir zordur. 19. yüzyıla kadar angarya ve kölelik gibi metotlarla baskıya dayanan yaptırımlar, 20. yüzyılda yerlerini teşviklere ve çok çalışmanın faziletlerini yücelten ahlaki propagandalara bıraktı. ( ) Çalışmamak ayıp oldu. ( ) Eskiden insanları zorla köle yapardık. Şimdi seve seve geliyorlar. Kapitalizmin en göz kamaştırıcı başarısı budur.”
“Doğrudur, Kuran’da kurban meselesi çok açık değil. Ama dinlerin çoğundaki hikaye açık. İbrahim oğul ister, adak adar, sonra da oğlunu kurban etmek isteyince, Tanrı oğlunun yerine bir hayvan öldürmesini söyler.”
“Kurban kesmek, Kuran’ın açık beyanıyla; ‘infak’ (yoksula yardım, sahip olunandan başkalarına pay çıkarma) denen paylaşmanın geniş çerçevesi içindeki bir yardımlaşma şeklidir. Bu aracın yerine başka araçlar da konabilir. (..) Yoksulun korunması, ona et vermek yerine başka birşey vermekle daha iyi sağlanacaksa, o şeyi kurbana tercih etmek gerekir. (..) Örneğin ameliyat parası bulamayan bir yoksula kurban eti yerine o parayı vermek, Kuran’a göre daha üstün bir ‘kurban’ olacaktır. Kısacası kurban bayramı, yoksulun ve yoksunun imkan sahiplerinin varlıklarından pay aldığı bayramdır; hayvan kesimi bayramı değil ”
“150 yıl önce köleliğin biteceğini savunsaydın saçmaladığını söylerlerdi. 100 yıl önce kadınların oy verme hakkının olduğunu söylediğinde sana gülerlerdi. 50 yıl önce Afrika kökenli Amerikalıların kanunlar önünde eşit haklara sahip olması fikrine itiraz ederlerdi. 25 yıl önce eşcinsel haklarını savunduğunda sana sapık derlerdi. Bugün de hayvan köleliğinin sona ereceğini iddia ettiğimizde bize gülüyorlar ama bir gün gülemeyecekler.”
“Veganlara hep  ‘İyi de neden bal yemiyorsun? Sen yemezsen ziyan olacak, hem bitkisel kökenli,’ sorusu gelir. İnsanlar bir konuyu derinliğine araştırmayınca yüzeysel bilgilerle doluyor. Balın elde edilme sürecini incelemedikleri için bilgileri de yetersiz çoğunlukla. Balın üretimi için arıların doğal yaşam koşullarından koparıldığını, suni döllenmeye maruz bırakıldıklarını, kraliçe arının hapsedilip öldürüldüğünü bilmiyorlar. Bal üretim sürecinde de zulüm var. Kedi, köpek gibi arı da bir hayvan. Bu durum sadece sağlık nedeniyle vegan besleneni rahatsız etmeyebilir ama etik veganı eder.”
“İkinci el deri kıyafet giyen vegan arkadaşlarım vardı. İkinci el kıyafet dükkanlarından deri ceket alıp giyiyorlardı. Gerekçeleri de basit. İlave bir hayvan zulmüne yol açmadıkları için, zaten var olan ikinci el deri kıyafeti giymekte sorun görmüyorlardı. Bu bence oldukça benmerkezcil ve bencil bir yaklaşım açıkcası. Ancak, bu arkadaş örneğinde, politik doğruculuğu nereye kadar götürmem gerektiğini kestirememiştim.”
İnsanoğlundan ne çok çekti hayvanlar ve hala da çekmeye devam ediyorlar.
İnsanın insana, doğaya ve hayvana zulmünün sonu gelmiyor.
İnsanların içine doğdukları toplumların değerlerini sorgulaması özgürlüğe giden yolu da açıyor. Bunun sonuncunda etik değerlerimizi oluşturabilir, hayatımızı şekillendirebiliriz. Ama tersine genel olarak çoğu kişi, toplum tarafından kucaklanma isteği ile dolu.
Dışlanma duygusundan kurtulmak için insanlar daima çoğunluğun arasına katılma eğiliminde; ayrıksı durmak herkesin kaldırabileceği bir duruş değil. Ben birçok insanın bu yüzden veganizme yaklaşmadığını düşünüyorum.
Sistem insanı öyle bir kalıba sokmuş ki, kendini devrimci sanan bile o kalıptan çıkmanın olanaksız olduğunu düşünüyor.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünyanın düzeni diye bir şey yok; şu andaki sistem insan ürünü. Korkunç haksızlıkları da içinde barındıran bu sistemi tutup sarsmak, bazen ‘Bu yanlış!’ diye haykırmak gerekir.
Vicdan ve sorgulama cesareti el ele olmadıkça, toplumların
ileriye gitmesi de olanaklı değil.
Hayvan özgürlüğünün önündeki asıl engel, duyarlılığı gelişmemiş, türcü insan.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Keşke bir anda yarın uyansak ve devrim olsa, hayvanlar özgür kalsa, kapitalizmin sonu gelse, daha adil başka bir dünyada yaşasak
Bir hayvanın düşebileceği en feci yer pet shop. Satılık bir mal olarak orada son derece kötü koşullarda tutuluyor ve uzun süre alıcısı çıkmazsa uyutulup öldürülüyor. Çoğu koşulların korkunçluğu yüzünden kısa sürede hastalanıyor zaten.
Bir kuşu kafese kapatmak, bu dünyada bir insanın yapabileceği en büyük kötülüklerden biri.
Uçabilen bir varlığın uçmasını engellemek nasıl masum olabilir?
İnsanın hep özendiği bir yetenek değil midir uçmak? Hatta özgürlüğün simgelerinden biridir insan algısında… Ancak gel gör ki kuşu kafese kapatıp eve tıkarak o özgürlüğü yok ediyorlar.
Bu, bence inanılmaz bir çelişki ve insan bencilliğinin de göstergesi.
Veganizm, bir yaşam felsefesi olarak, insanlara ve insan olmayan hayvanlara uygulanan her türlü şiddet ve zulme karşıdır.
Türkiye gibi dinin etkisinin muazzam olduğu bir toplumda veganlığı din karşıtı olarak düşünmek, hareketi temelden baltalar.
Gerçekten de bu dünyada alınabilecek en politik tavır vegan olmak. Kapitalizmin dayattığı sisteme karşı atılmış demir bir yumruktur veganlık.
150 yıl önce köleliğin biteceğini savunsaydın saçmaladığını söylerlerdi.
100 yıl önce kadınların oy verme hakkının olduğunu söylediğinde sana gülerlerdi.
50 yıl önce Afrika kökenli Amerikalıların kanunlar önünde eşit haklara sahip olması fikrine itiraz ederlerdi.
25 yıl önce eşcinsel haklarını savunduğunda sana sapık derlerdi.
Bugün de hayvan köleliğinin sona ereceğini iddia ettiğimizde bize gülüyorlar ama bir gün gülemeyecekler.
Veganlık, insanın kalbinde ve aklında başlayıp neticelenen bir felsefe.
Nerden bakarsak bakalım, toplumun ezici çoğunluğunu etkileyip değiştirmenin tek yolu, aşama aşama, yavaş yavaş, alıştıra alıştıra değişimler sunmak.
Hükümetler halkı obezlikten patlayacak hale getiren fast food sanayisini bu şekilde desteklemiş oluyor, arkasından obezlikten kurtulmak isteyenler çareyi ilaçlarda arıyor ve böylece o da desteklenmiş oluyor.
Yanlışı başlatan hükümet politikası ve onun çözümünü engelleyen de yine o.
Aynen sigaranın bir zamanlar reklamlarla teşvik edilmesi gibi.( )
Oysa artık iş tersine döndü;
sigaranın zararları tartışılamaz hale gelince, bu kez
bakanlıklar sigara karşıtı reklamları kendileri yayınlatıyor.
( )Bir mekanizma (toplum ve devlet çarkı), yetişen nesilleri etle, sütle büyütüyor ve onları hayvansal ürün müptelası haline getiriyor. Nasıl on yıllar önce sigaranın mübah ve zararsız bir şey olduğu mantığı için de aynı mekanizma çalıştıysa, benzer mekanizma şimdi de et/hayvan tüketimi için işliyor.
Hayvan deneyleri ile ilgili internette biraz araştırma yaptığımızda şu bilgiler çıkıyor karşımıza: İnsanlarda görülen hastalıkların yalnızca % 1.16’sı hayvanlarda görülüyor. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde elde edilen bilgilerin % 92’si insanlar için geçerli değil, ama hiçbir canlıya zararı olmayan hücre kültürü toksikoloji testi % 85 oranında doğru.
Bütün bunlar ortadayken dünyada her saniyede 33 hayvan test laboratuvarlarında can veriyor.
Gelişen teknolojiyle birlikte hayvan deneylerinin yerine yeni alternatifler bulundu. Bunlar gelişmiş ülkelerde uygulamaya konulan yöntemler. Mesela Alternatif Yöntemleri Onaylayan Kurumlararası Koordinasyon Komitesi’nin (ICCVAM) onaylayıp tavsiye ettiği bazı yöntemler var.
( )In vitro denilen bu deneylerde, deri testlerinde kullanılmak üzere laboratuvarlarda geliştirilen hücre ve doku kültürlerinden, bakteri kültürlerinden, bilgisayar üzerindeki simülasyonlardan faydalanılıyor, DNA çipleri kullanılıyor, otopsi de çeşitli bulgular elde etmeye yarıyor, ayrıca mezbahalardan elde edilen hayvan dokusu artıkları kullanılıyor.
Yaşadığımız dünya ideal olsaydı, herkes vegan olurdu ama bu dünya ideal olmaktan ÇOK uzak.
Bir vegan, dünyadaki bütün yanlışlıkları düzeltmeye muktedir değil ki Veganım diyorsan ve o düşünce sistemini hayatının her anına yaydıysan, yapacağın şey, hayvan zulmüne engel olmak için elinden geleni yapmak ve o zulümden doğrudan faydalanmamak.
Bir etoburun ortalama kolesterolü 210, vejetaryenin 161, veganınki 133.
Neden veganlığın doğurabileceği B12 eksikliği gerekçe gösterilerek veganizmin iyi olmadığı savunulurken, etobur beslenmenin zararları göz önüne alınıp ondan vazgeçilmiyor?
Sürekli et ağırlıklı beslenen bir insanın yakalanabileceği hastalıklar, vegan beslenen bir insanın yaşayabileceği sorunlardan daha mı az önemli?
insanları veya hayvanları,
illa ki sevmek mi gerekir onların haklarını korumak için?
Oysa gerçek sevgi, sevdiğin varlığı özlemine ya da yokluğuna dayanma pahasına özgür bırakmayı gerektirir.
Beyazların da siyah harekette yeri olabilir. Onlara yüzyıllardır uygulanan zulme, ayrımcılığa ben de karşıyım. Bunların hepsinin arkasında şu mantık var: uygar insan, doğuştan gelen özellikleri nedeniyle doğrudan içinde yer aldığı düşünülen grupların dışındakilerin haklarına da sahip çıkar.
Veganizme etik yaklaşıyorsanız, onu hayatınızın her aşamasına sokmanız gerekir, aksi halde kendinizle fena halde çelişiyorsunuz. Sigara içen birisi vegan besleniyorsa, belli ki veganlığı bir felsefe olarak benimsememiştir. Çünkü eğer dert ettiği, hayvana yapılan zulme karşı durmaksa, sigara deneylerini de reddetmesi beklenir.
19. yüzyılda dünyada kölelik vardı ama zaman içinde yıkılıp gitti. Bugünün
köleleri ise hayvanlar; insanlar tarafından katledilen, alınıp satılan, her türlü
işkenceye maruz bırakılan hayvanlar
Toplumlarda çok yerleşmiş gelenekler var. İnsanlar bazı konularda öylesine şartlanmış ki, farklı açıdan bakmayı akıllarından bile geçirmiyor. İnsan-hayvan ilişkisi bunların başında geliyor. Gerçekler ortada, hayvanlara yapılan tüm eziyetlere karşın hala direniyor insanlar.
Kandırabildiğimiz yere kadar gider diye düşünüyorlar herhalde. Beni en sinirlendiren tavır da bu. Politikada da aynısı var. Bir şey söylüyorlar, o söylenenin doğru olmadığı ortaya çıkana kadar yalanı sürdürüyorlar ve sonra da ‘Yanlış anlaşıldı canım’ diyerek insanı aptal yerine koyuyorlar. Kimse aptal değil. Sürekli aldatılmışlık duygusu yaratılıyor toplumda.
Et yiyerek aslana dönüşmek isteyen erkeklerin, leş yiyen sırtlanlara dönüşmesinin öyküsüdür aslında bu.
Kültürlerde sebze/meyveler hep feminen enerjilerle sembolleştirilir. Erkekler, etobur saldırgan hayvanlarla, kadınlar da otobur uysal hayvanlarla özdeşleştirilir. İşin tuhafı, örneğin, etobur deyince aklımıza aslan, kaplan gelir, ama örneğin, sırtlan ve akbaba gelmez. Otobur deyince, inek, koyun gelir de, atik ve seri olan ceylan ve tavşan gelmez.
Bu tip görüşleri kadınların savunması iyice acayip geliyor bana. Kendilerinin de doğuran bir canlı olarak hayvan katliamına bu derece duyarsız kalmaları inanılır gibi değil. Hayvanın yavrusuna içireceği süte binbir işkence ile el konulması ya da kürk için yavru hayvanların canlı canlı katledilmesi, en çok onları etkilemeli diye akıl yürütüyor insan ama bir de bakıyorsun en şiddetli şekilde onlar savunuyor zulmü.
Damien Hirst, İngiltere’de sergisi için 9000 kelebeği elektrik vererek öldürmüş, bir cam vitrine koyduğu köpekbalığını 25 milyon dolara satmıştı. Ne hakkı var bunu yapmaya? O hayvanlar onun malı mı? Hayvanlar sesini çıkaramıyor diye bunu yapma hakkını nereden buluyor? Öyle sanatı ben ne yapayım? Nasıl sanat için insan öldürülemezse, aynı şekilde sanat için hayvan da öldürülemez, öldürülmemeli.
Vahşeti bir kere haklı çıkarmaya kalkarsak sonu gelmez.
Benim karşı çıktığım, acıyı insan gibi hissedip yaşayan, doğuran, yavrusu olan, sosyal ilişkiler geliştirebilen, gözü, kulağı olan, koşan, yürüyen, yüzen, uçan varlıkların hayatlarının insan eliyle bilinçli olarak alınması. Bunu etik bulmuyorum ve o nedenle de vegan oldum. Beni bu yüzden damgalayacak olan varsa hiç durmasın.
Markete gittiğimde ölü hayvan reyonundan geçerken, pazarda alışveriş yaparken ölü balıklarıyla gurur duyan balıkçıyla gözgöze geldiğimde kaçınılmaz realitenin bıktırıcılığıyla karşılaşıyorum.
Ana amacı kâr maksimizasyonu olan bir sistemde ne yaparsanız yapın, hırs yarışında bir piyon olacaktır insanoğlu
Artık kabul etmeliyiz, ciddi bir ekonomik modele ihtiyacımız var. Hem insanların, hem ekolojinin, hem hayvanların ve dahası kalbimizin ve aklımızın buna ihtiyacı var. Biz bu modeli yaratamadıysak, suçu kapitalizme atmak istemiyorum artık. Suç bizimdir. Gecesini gündüzüne katarak çalışan, hatta bunu para için bile yapmayan, kapitalist ekonomiyi ayakta tutmak için ciddi fedakarlıklar yapanların yanında bizim iddialarımız cidden sönük kalıyor.
“Eskiden insanları zorla köle yapardık. Şimdi seve seve geliyorlar. Kapitalizmin en göz kamaştırıcı başarısı budur.”
Marxist teorinin öngördüğü aşamalar, zamanla insanlardaki ahlak duygusunun olgunlaşmasını sağlıyor elbette. Ama içinde yaşadığımız dönemde kapitalizm, neo-kapitalist politikalarla iyice azmış olduğundan, çoğunluk henüz bencilce faydacılık ve bireycilik sarmalına sıkışmış durumda. Bunu aşmayı sağlayacak politik devrimin çok önemli bir parçasıdır veganizm.
Tabağınızdaki et, gerçekte mezbahada katledilmiş bir hayvandır. ‘O katliamı ben yapmıyorum,’ diyerek zulümde payı olduğunu inkar edebilir mi insan?
Bir hayvanın düşebileceği en feci yer pet shop. Satılık bir mal olarak orada son derece kötü koşullarda tutuluyor ve uzun süre alıcısı çıkmazsa uyutulup öldürülüyor. Çoğu koşulların korkunçluğu yüzünden kısa sürede hastalanıyor zaten.
Müslüman birisi vegan olabilir mi?
Çoğu insan, televizyonda gördüğü için ya da ucuz olduğu için et yemiyor bence. Tastamam, annesinden gördüğü için et yiyor. Etin kutsanmasının da en başat ritüeli de toplumumuzda Kurban Bayramı.
Gerçekten de bu dünyada alınabilecek en politik tavır vegan olmak. Kapitalizmin dayattığı sisteme karşı atılmış demir bir yumruktur veganlık.
Bu noktada yine Prof. Gary L. Francione’nin bir sözünü hatırlatacağım. ‘Bazı hayvanları sevip onlara ailemizin birer üyesi gibi muamele ederken, onların hissetme yetilerinden, duygusal kapasitelerinden, kendilerinin farkında olan birer kisi olduklarından asla şüphe duymazken, onlardan hiç de farklı olmayan başka hayvanların ölü bedenlerine çatal bıçal saplamamıza neden olan ahlaki şizofrenimize son vermemiz gerekir!’ Ben ahlaki şizofren tanımını çok yerinde buluyorum. Bence türcü solcular, ahlaki bir şizofren içinde ve en kötüsü de bunun farkında da değiller. Durum o kadar vahim. 
İnsanlar arasındaki eşitliğe inanmayan bazı düşüncelerin, mesela ırkçı sağ görüşlerin insan-hayvan arasında bugün var olan sahip-köle ilişkisini doğal bulması kendi içinde daha tutarlı. Ancak solcuyum, ilericiyim diyen insanın buna sessiz kalması, bana göre daha anlaşılmaz. Barışı, eşitliği savunduğunu iddia edeceksin, sonra da hayvanlara uygulanan işkenceyi, katliamı umursamayacaksın İşte o zaman türcüsündür ve eşitlik anlayışın insan türüyle sınırlı demektir.
Tamam, belki verem ve difteri gibi kimi hastalıklar artık neredeyse silindi; ama unutmayalım, bu hastalıklar, yaygın ve zorunlu aşı politikalarıyla sayesinde bu kadar nadir hastalıklar haline geldi (çiçek hastalığı gibi) Bu mesele bana, nefsi müdafanın bir şekli olarak görünüyor. Kendimi ve yakınlarımı çocuk felcinden korumak için aşı olmak bana yanlış gelmiyor. Benzer şekilde, aslanın yediği ceylan için de üzülecek değilim. Sorun, veganlığın karşı çıktığı, gereksiz acı yaratılmasıdır. Aşı meselesinde, bu acı gerekli olabilir. Farkındayım, suistimale çok açık bir nokta bu. İyimserleşirsek, çözüm önerim aşı üretiminin daha insani ve ahlaki hale getirilmesini dilemek olur. Hayvan kobaylarda üretilmek zorunda mı aşılar, bilmiyorum. Acaba, bu antikorları üretmenin başka yolu yok mu? Emin olamıyorum. Yahut, madem zamanında hayvan deneyini yaptın, aşını icat ettin, acaba hala bu deneyleri aynı amaçlar için tekrarlamak lazım mı? Madem bir bedel ödedik bu aşılar için zamanında, günümüzde bari bu aşıları kullanalım ki, tüm bu acılara değsin.
Kafamı kurcalayan sorulardan birisi geldi şu an aklıma. İlaç şirketlerinden ve dönen dolaplardan söz ettik biraz önce. Aşıların çoğu hayvandan elde ediliyor. Bu durumda çocukların aşılanması konusuna nasıl bakıyorsun? Benim bir tanıdığım var. Kendisi vegan ve çocuğunu da öyle yetiştiriyor. Çocuk şu anda 2 yaş civarında ve hiç aşı olmadı, herhangi bir hastalığa da yakalanmadı. Annesi, doktor kontrolünde herhangi bir sorun yaşanmadığını söylüyor. Bugüne kadar okuduğum bazı makalelerde de hayvan deneylerinden ve dokularından elde edilen bazı aşıların insanlarda riskli durumlar yarattığı, mesela çocuk felci aşısının maymun modellere dayandırılmasının büyük yanlışlar ortaya çıkardığı anlatılıyordu. O nedenle artık o aşı, insan diploid hücre kültüründe yetiştiriliyor. Aşıların her durumda etkili olduğuna dair bir bulgu yok, sadece belli oranlar var elimizde. Yapılan araştırmalarda bazı aşıların yan etkilerinin de tehlikeli olduğu belirlendi. Yine de aşının faydalarını savunan bilim insanı da az değil. Çok tartışılan bir konu. Bu durumda sanırım verileri değerlendirip karar verme yetkisi ailelere ait. Benim bu aşamada ‘şu doğrudur, bu yanlıştır’ deme yetkim yok. Ama aşıların ilaç şirketlerine büyük rant sağladığının da farkındayım. Bu kadar büyük rantın olduğu yerde acaba gerçekler ortaya çıkabilir mi? 
Balın elde edilme sürecini incelemedikleri için bilgileri de yetersiz çoğunlukla. Balın üretimi için arıların doğal yaşam koşullarından koparıldığını, suni döllenmeye maruz bırakıldıklarını, kraliçe arının hapsedilip öldürüldüğünü bilmiyorlar. Bal üretim sürecinde de zulüm var. Kedi, köpek gibi arı da bir hayvan. Bu durum sadece sağlık nedeniyle vegan besleneni rahatsız etmeyebilir ama etik veganı eder.
Biliyorsun, bir ara ‘yumurtanın fazlası kolesterol yapar, zararlıdır,’ dendi, herkes çok yememeye özen gösteriyordu. Sonra ‘haftada 2-3 tane yemek lazım,’ dendi, birden satışlar arttı. Son durum nedir bilmiyorum. Bana göre insanlar, yemeyi çok sevdikleri hayvansal ürünleri aklamak için sürekli çaresizce çaba içinde.
Sigarada işin ucu hayvan zulmüne varıyor.
Aslında insanların içine doğdukları toplumların değerlerini sorgulaması özgürlüğe giden yolu da açıyor. Bunun sonuncunda etik değerlerimizi oluşturabilir, hayatımızı şekillendirebiliriz. Ama tersine genel olarak çoğu kişi, toplum tarafından kucaklanma isteği ile dolu. Öyle olunca da pikniğe gidip mangal yapmanın güzel bir şey olduğu düşüncesini derhal benimsiyor. Pikniğe gitmek, çimenler üzerinde yiyip içmek, insana hoş bir duygu veriyor elbette ama o mangalda kızartılan et, bir zamanlar o çimenlerde gezinen hayvanlara ait. Bunu düşünen yok. Bunu biliyorlar ama yanlış demek işlerine gelmiyor; gerekçeler de hep daha önce konuştuğumuz gibi sağlık, tat, düzen böyle vs. Düzene karşı çıkmak değil, onunla bütünleşmek isteyen insanın sorgulayıcı olmasını bekleyemeyiz.
Etin tadını sevdiğini iddia eden, damak zevkleri kokoreçle şiş kebap arasına sıkışmış, hatta ve hatta kendi damak zevkinin içinde yaşadığı toplum tarafından dayatıldığını göremeyen kitlenin zevkini neden ciddiye alayım? Dahası, kitlesel zevkin kendi kişisel zevki olduğunu sanan, annesi ve babasından gördüğü dışında yemek yemeyi akıl edemeyenin ‘zevk’ olarak öne sürdüğünü, neden bu aymaza Oscar Wilde muamelesi yaparak ciddiye alayım? Elitistçe mi geliyor kulağa, eh, et yemek kadar büyük elitistlik var mı, önce bunu düşünmeleri gerekir.
Tatları için et yiyenlerin ukala bir şekilde gurmeciliğe soyunmalarını tahammül edilir bulmuyorum. Mutfakbilminde yanmış et ve karbonhidrat tadını oluşturan kimyasal reaksiyondan, Maillard Reaksiyonu, çok bahsedilir. İnsanların tat olarak tercih ettikleri bu reaksiyon, etlerin yanık bir şekilde pişmesi sırasında oluşuyor. Hatta, kızarmış ekmekler, patates kızartması, kavrulmuş soğan gibi birçok diğer yiyecek de Maillard reaksiyonu nedeniyle bize lezzetli geliyor.
Ahlaki olarak bakıldığında et yemenin gerekçesinin tat zevki olduğuna inanmıyorum, bu gerekçenin samimi olduğuna da inanmıyorum. Evvela, bu argüman, et dışındaki yiyeceklerin tatsız ve banal olduğunu kabul etmem anlamına gelir. Kuşkusuz, birçok kişi sebzeleri çok banal ve zevksizce pişiriyor olabilir. Kerevizi onyıllardır aynı kötü şekilde pişiren bir sürü eşim dostum var. Eh, öyle kötü pişirilmiş kerevizi ben de yemem. Haliyle, özensiz ve zevksizce ortaya sürülen sebze yemekleri, vegan gıdanın önünde de bir engel.
Kendilerine bir şekilde dokunmayan haksızlık/zulüm konusunda bazı insanları harekete geçirmek olanaklı değil. Bu durum, hayvanlara yapılan zulüm konusunda insanların seyirci kalmasının ardındaki nedeni de açıklıyor. Hayvanların, etinden, sütünden, yumurtasından, yününden faydalanılması gerekli ve doğru olduğu öğretilmiş insanlara. Farklı bir tür canlı olarak gördüğü hayvan ile empati yapmayı aklından bile geçirmiyor. Vicdan meselesinin arkasında bence bu empati kurma gücünün de payı var. Vicdan, kendimiz yaşamasak bile başka bir varlığın yaşadığı acılara duyarlı olmakla ilintili. Bir bu bir de; doğduğumuz günden bu yana bize doğru olarak sunulanları sorgulamakla ilgili. Hayvan haklarından söz açınca, en iddialı solcunun bile, ‘Ne yapalım dünyanın düzeni bu,’ diye yanıt vermesi beni o nedenle hayrete düşürüyor. Dünyanın düzeni diye bir şey yok; şu andaki sistem insan ürünü. Korkunç haksızlıkları da içinde barındıran bu sistemi tutup sarsmak, bazen ‘Bu yanlış!’ diye haykırmak gerekir. Vicdan ve sorgulama cesareti el ele olmadıkça, toplumların ileriye gitmesi de olanaklı değil.
Bir zulme karşı çıkmak için illa onun bir yakınımıza mı uygulanması gerekir?
Artvin’in Hopa ilçesinde HES karşıtı eylemlerde çıkan olaylarda emekli öğretmen Metin Lokumcu yine gaz bombalarına maruz kalmış ve astım hastası olduğundan yaşamını kaybetmişti.
Ahlak/vicdan meselesine sonradan kazanılabilecek bir özellik olarak bakmak doğru mu bilemiyorum. İnsanların hem doğuştan getirdikleri hem de sonradan eğitimle kazandıkları özellikler var. Bir insana ahlaklı davranmanın ne olduğu evde, okulda öğretilebilir ama aynı ailenin iki çocuğu birbirinden tamamen farklı olabiliyor. Eğitimin rolünü azımsamıyorum elbette ama demek ki tek belirleyici değil. Kişilerin duyarlılıkları çok farklı. Mesela son Emek Sineması olayında bunu bir kez daha düşündüm. Olayları izlediysen, toplumun çok geniş bir kesiminin Emek Sineması’nın yerine bir AVM yapılacak olmasına gösterdiği güçlü tepkiyi görmüşsündür. Bu çok iyi bir şey; kapitalist çarkın vahşi işleyişine isyan ediyor insanlar.
Sinop’un Türkeli ilçesine bağlı Güzelkent beldesinde olanlar kamuoyuna yansıdı. Köpekler zehirlenip sonra da çöp arabalarında preslenmiş! Belediye Başkanı da ‘İnsanlar bu köpeklerden şikayetçiydi. Kuduz olsalar daha mı iyiydi?’ diyerek kendisini savunuyor. Şimdi bu tür bir olayda bu vahşeti gerçekleştiren insanda vicdan, ahlak aramak boşuna. Belli ki hayvanları ‘eşya’ olarak gören korkunç bir zihniyete sahip. O insana ne dersen de, kafası almayacaktır. Bundan umudum yok.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir