Orhan Pamuk kitaplarından Veba Geceleri kitap alıntıları sizlerle…
Veba Geceleri Kitap Alıntıları
Sevmek gönül işidir..
“Yaşasın Minger! Yaşasın Mingerliler! Yaşasın Hürriyet!”
Bir karantinacının işi yalnızca asker zoruyla yasakları dayatmak değil, halkı bu yasaklara kendi gönlüyle katılmaya da ikna etmektir.
Günün bu en renkli, kalabalık saatinde palmiye ve çınar ağaçları, güneşli sokaklar, dost bakışlı insanlar arasında hayat aslında güzeldi.
Yasakları faydasız kılan onları ciddiye almayanlardır.Sonunda kendileri de ölürler.
Cehaletten bu kadar kişi ölürken bir şey yapamamak da en çok bendenizi kahrediyor.
Tarihi hikayeler ne kadar romantik iseler, o kadar doğru değillerdir ve ne kadar doğruysalar – ne yazık ki- o kadar romantik değillerdir.
Hayatım boyunca ilk defa bir padişah kızının, bir Sultan’ın İstanbul dışına çıkmasına izin verildiğini görüyorum! dedi abartılı bir hayretle. Osmanlı Devleti kadınlara özgürlük vererek Avrupalılaşmaktadır!
Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.
Tarihi hikâyeler ne kadar romantik iseler, o kadar doğru değildirler ve ne kadar “doğruysalar -ne yazık ki- o kadar da romantik değildirler.
Kıyamet günü ana oğulu, kız babayı, karı kocayı tanımaz, Kuran’ı Kerim böyle der.
Bütün bu tedbirler büsbütün faydasız değildir ve doktora ve hastaya umut da verir. Bir umudun kalmadığı yere kaç tabur asker getirirseniz getiriniz, yasakları hem uygulayamazsınız hem de uygulamanın faydalı olacağına ahaliyi inandıramadığınız için karantinayı sürdüremezsiniz. Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.
Yani hiçbir şikayeti, ağrısı, sızısı olmayan bulaşık bir kişi, kimse ondan kaçmayacağı için hastalığı pek çok kişiye bulaştırabilirdi. Bazıları bunun en korkutucu şey olduğunu hemen söylediler. Çünkü mikrobu alan da, veren de dikkat etmediği için salgın süratle katlanarak sessizce yayılacaktı.
1900’lerin ilk çeyreği, karşılaştırmalı olarak söylersek, insanoğlunun birbirini en çok kurşun sıkıp yaraladığı vahşi bir dönemdir.
Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.
Her zaman yapacak son bir şey daha oluyor da kişinin ya gücü yetmiyor ya da artık boş veriyor.
Yaşanacak asıl hayat hapsolduğu odada değil, gemiye binip gideceği başka bir âlemdeydi.
Mazide bugünü görmenin aslında istikbali hayal etmek olduğunu anladı
Ama hiçbir kurşun bizim millet için yapmamız gereken şeye mani olamaz.
Tahammül edebilmek için Allah’a sığınmaktan başka çare yoktur.
İnsanlar korkulu bir rüyadaki gibi, gördükleri dehşet verici şeyi adlandırırlarsa durumun sanki daha da kötüleşeceğini hissettikleri için ya susuyor ya da kendilerine durumu hafifleten yalanlar söylüyorlardı.
“Umudun kalmadığı yere kaç tabur asker getirseniz getiriniz, yasakları uygulayamazsınız.”
Vali ve memurlar karantina önlemleri almaya çalışırken halk Müslüman doktor isteriz diye itiraza başlayınca şaşırmış ama yılmamış. Bilimin, tıbbın bugün artık Hristiyanı, Müslümanı yoktur! diye nutuklar atarak, dersler vererek hasta kadınları muayenede ısrar etmiş..
On gün burada karantinada tutulan yorgun hacılara sağlık memurları, yiyecek, temizlik malzemesi ve su yetiştirmeye çalışıyordu..
Bütün cinayetler bir fayda olsun diye işlenmez. Bazı cinayetler adaletsizlikten, çaresizlikten işlenir, bazan da insanlar hiç planlamadıkları halde, bir anda tesadüf sonucu katil olabilirler..
Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir
Dini, itikadi, tarihi olmayan milletin ne hayatı olur ne de istikbali.
Veba geceleri pek çok kişinin uykuları yalnızca baş ağrıları, hıyarcık acıları ve ölüm korkusu yüzünden değil, bunun gibi sınırsız bir karmaşa ve mutsuzlukla iç içe geçtiği için de korkunçtu.
İnsanın salgının daha da şiddetlendiği gerçeğini kafasında sürekli tutup hayata devam etmesi çok zor olduğu için kişi kendiliğinden bir yalan uyduruyor ve geçici de olsa biraz umutlanabiliyordu.
Önyargılar bir yana bırakılır ve mantıklı olunursa, aslında bütün insanların eşit olduğu ve temel olarak benzer duygu ve inançlara sahip olduğu anlaşılacaktır.
Akılsız insanları, şaşkınları uyarma içgüdüsü onlarla ağız dalaşına girmeye, yüzleşmeye ve sonunda sesini yükseltmeye sürüklüyordu onu.
“Sevmek gönül işidir…”
Senin benim onun hayatı işte bu , oldukça tanıdık..Şimdi önünde başka bir hayat vardı ama onun ne olduğunu kestiremiyordu.
Hastanelerde doktorların çabalamaları çoğu zaman can kurtarmaz, ölecek olan kişinin acısını biraz azaltır.
Şimdi sanki kendisine dışarıdan bakıyor ve yüz yetmiş altı gündür (saymıştı) dünyaya baktığı açının ne kadar da dar ve sınırlı olduğunu keşfediyordu.
Sevmek gönül işidir
Vali paşa, ekmek çalan fakir mahkumlar nemli mahzenlerde çürürken, daha büyük suçlar işlemiş bu kodamanların sokaklarda gezinmelerinin adalet duygusunu zedelediğini söylerdi.
60 yıl önce Tanzimat’tan sonra hıristiyanlara kubbe yapma izni verilince(1841) inşa edilmiş bütün Osmanlı kiliselerinde olduğu gibi kubbe aşırı büyüktü. Bu büyüklük ve Çan kulesi limana girişte burasının bir Rum Adası olduğu fikrini verdiği için valileri rahatsız ederdi .
Tarihte karakter ne kadar önemlidir? Bazıları hiç önemsemez
bu konuyu. Tarih onlar için tek tek kişilerden çok daha büyük bir
tekerlektir. Bazı tarihçiler ise tarihteki bazı vakaları önemli kişilerin
ve kahramanların karakterleriyle açıklarlar. Biz de tarihi bir kişinin
karakter ve huylarının zaman zaman tarihi etkileyebileceğine inanıyoruz. Ama bu kişisel özelliği belirleyen de yine tarihin kendisidir.
bu konuyu. Tarih onlar için tek tek kişilerden çok daha büyük bir
tekerlektir. Bazı tarihçiler ise tarihteki bazı vakaları önemli kişilerin
ve kahramanların karakterleriyle açıklarlar. Biz de tarihi bir kişinin
karakter ve huylarının zaman zaman tarihi etkileyebileceğine inanıyoruz. Ama bu kişisel özelliği belirleyen de yine tarihin kendisidir.
“Onları asıl mutlu eden şey birbirlerinden ayrılmamaları ve az sonra yukarıda odada yalnız kalıp uzun uzun sevişeceklerini bilmeleriydi.”
Bütün cinayetler bir fayda olsun diye işlenmez. Bazen cinayetler adaletsizlikten, çaresizlikten işlenir, bazan da insanlar hiç planlamadıkları halde, bir anda, tesadüf sonucu katil olabilirler.
“Veba sanki sokakları boşalttığı gibi geceyi de karartmıştı. Ağaçların rüzgârda hafif hışırtısını dinleyerek ara sokaklardan, boş ve karanlık yollardan hayaletler gibi ilerlediler. Pek çok bahçe kapısının kilitli olduğunu, evlerde gaz lambası ya da mum yanmadığını, hiçbir ışık olmadığını gördüler. Ama ikisinin de aklına salgın değil, ayrılık korkusu hâkimdi.”
Ben salgına kapılıp genç yaşta ölmekten çok, hiç yaşayamamaktan bu adada ihtiyarlamaktan korkuyorum.
Dört kadınla evlenen Hacı ağalardan, genç kızlarla evlenen yaşlı zenginlerden de nefret ederdi. Osmanlı’ nın yüzyıllarca zafer kazandıktan sonra Batı karşısında hızla zayıf düşmesinin nedeninin kötü ve geri gelenekler olduğunu düşünüyordu.
”Vebayla baş başa kaldık! ”
Karantina gayretini baltalayacak yorumlara yol açmasın diye ölüm nedeninin zehirlenme olduğu doktorlar dışında bütün adadan gizlendi ve muavin doktor da vebalılarla birlikte gömüldü.
Veba, cesedi yiyen köpekbalıklarını da öldürür müydü?
Her şeyi çocukluğun diliyle yeniden adlandıralım
Buraya her girişinde Vali Paşa’nın burnuna nemli, küflü bir mutfak ve ıslak taş kokusu çarpardı. Ama aslında aşk ve suçluluk duygusunun kokusuydu bu.
”Artık krallar ve padişahlar çağının kapandığını bilmemiz lazım. ”
Mustafa Kemal’in Yunan ordularını Batı Anadolu’dan kovalaması üzerine 1922’de son padişah da bir İngiliz zırhlısıyla sarayını ve İstanbul’u terk etti.
”Sevmek gönül işidir ”
”Dini, itikadı, tarihi olmayan milletin ne hayatı olur ne de istikbali. ”
Yaşanacak asıl hayat hapsolduğu odada değil, gemiye binip gideceği bir başka âlemdeydi.
Bilakis efendim, ben kraliçe koltuğuna kimse beni bir odaya hapsedemesin ve istediğim zaman evden sokaklara çıkabileyim diye oturacağım.
Bu adada, bu şehirde yaşamanın en güzel yanı en kötü günde, en berbat zamanda bile insanın içini açan, onu hayata bağlayan bir deniz manzarası ve kokusuyla karşılaşabilme imkânıydı.
İçki içmeden sarhoş olmuştu
Ölenleri istanbul’a kolera diye yazarsan ‘salgin’ olur konsoloslar elçiler karışır ‘yaz ishali’ yazarsan unutulur ,kimse birşey farketmez
Her zaman yapacak son bir şey daha oluyor da kişinin ya gücü yetmiyor ya da artık boş veriyor.
Osmanlı’nın Doğu Akdeniz deki en büyük limanı izmir de Bonkowski Paşa altı hafta da veba salgınını durdurmuştu. Halkın eve kapatmalara boyun eğmesi,kordonlara uyması,yasakları istekle dinlemesi ve belediye ve polislerle birlikte fare avlamasiyla olmuştu
Dini kullanarak iktidarı ele geçirenlerle görüşmeye gittiğini düşünerek en kapalı kıyafetlerini giydi, boynuna çenesine kadar her yerini örten bir eşarp, başına da bir örtü taktı.
Akdeniz her zamankinden canlıydı ama şehir mezar gibi sessiz ve hareketsizdi.
Mesele Padişah’ın taklit ve heves ederek Avrupai olması değil, taklit ettiğini milletin de hevesle, istekle kabul etmesidir.
Çansız, ezansız yerde ölüm büyüyor Paşam.
Bizi burada millet yapan cami, kilise değil, bu adada olmamızdır. Biz bu adanın milletiyiz.
Elbette bir gün bu salgın bitecek, ada canlanacak, renklenecek, güzelleşecekti.
Şehrin sokaklarındaki kural tanımaz yeni kalabalık karantina yasaklarına itaatsizliği sıradan bir şey haline getirmişti.
Kıyamet günü ne zamanmış ?
”Ben salgına kapılıp genç yaşta ölmekten çok, hiç yaşayamamaktan bu adada ihtiyarlamaktan korkuyorum. ”
Artık krallar ve padişahlar çağının kapandığını bilmeniz lazım.