İçeriğe geç

Ve İnsan Tanrıyı Yarattı Kitap Alıntıları – Selina O’Grady

Selina O’Grady kitaplarından Ve İnsan Tanrıyı Yarattı kitap alıntıları sizlerle…

Ve İnsan Tanrıyı Yarattı Kitap Alıntıları

Roma İmparatorluğu’nun çöküşü, Constantinus’un din değiştirmesiyle hızlanmıştır.
Ruhban sınıfı başarılı şekilde sabır ve pısırıklık üzerine öğretileri vaaz etti, toplumun etkin erdemleri teşvik edilmedi ve askeri ruhun son kalıntıları manastıra gömüldü .
Gibbon
Pavlusçuluk aynı zamanda onu eleştirenler ve bilhassa Nietzsche tarafından insanlığı ölümcül derecede aşağılayan bir şey olarak görüldü.
MS 391 yılında İmparator Theodosius bütün pagan kültlerini yasakladı ve Hıristiyanlığı tek bir din olarak yerleştirdi. Evrensel tektanrıcılık resmi olarak Roma İmparatorluğuyla ittifak kurmuştu.
Öbür yanağınızı uzatın sözü, Stoacı İmparator Marcus Aurelius’un Eğer bir kimse kendisinin hatalı olduğuna inanmıyorsa, bu durumda hata diye bir şey yoktur sözünün bir versiyonuydu. Stoacı, aşağılanma sorununu aşağılanmış olma duygusunu reddederek çözmekteydi; Hıristiyan ise bu aşağılanmayı kutlayarak.
Her Hıristiyan bir hizmetkardı ve bir imparatorluk yöneticisine Hıristiyanlığı böyle cazip kılan ve sonraları Gibbon ve Nietzsche gibi seçkinlere iğrenç gelen de işte buydu.
Pavlus ve onun Hıristiyanları köleliği ortadan kaldırmak için hiçbir cabada bulunmadılar.
Herkes ne durumda çağrıldıysa, o durumda kalsın sözü de Pavlus’un devrimci olmayan mesajıydı.
Romalılar, diyordu Pavlus, Tanrı’nın bakanlarıdırlar.
Hıristiyanlığın ayakta kalmasının sağlama alınmasına katkıda bulunan şey, Yahudi isyanı veya Romalılara karşı yürütülen savaş oldu.
Roma yurttaşlarına işkence yapılmazdı, kırbaçlanmaz ve çarmıha gerilmezlerdi.
Yahudiler, Romalılarla işbirliği yapan Yahudileri öldürüyorlardı.
Stoacılık seçkinler için bir dindi. Güçsüz olana pek az rahatlık sunmaktaydı.
Stoacı tanrı logos idi, yani Akıl.
Elbette Stoacılık da insanların kardeşliği çağrısı yapıyordu. Seneca, Stoacı arkadaşlarını şöyle uyarmıştı: Sizden daha iyi olanların size nasıl davranmasını istiyorsanız sizden aşağı olanlara da öyle davranın.
şeriat Yahudi olmayanlarla yemek yemeyi ve onların kirli yiyeceklerini paylaşmayı yasaklamıştı.
Ötekilere (Yahudi olmayanlara) ulaşabilmek için, Pavlus Tanrı’nın şeriatının önemini bilinçli şekilde azaltmaktaydı; Pavlus Hıristiyanları, sünnet olmak veya Tanrı’nın diğer zahmetli isteklerini yerine getirmek zorunda değildiler;
Antakya üç yüzyıl boyunca, Yakındoğu ve Mısır ile Kuzey Afrika’nın Hıristiyan toprakları yeni bir imparatorluk tarafından fethedilip İslamiyet’e dönüştürülene dek, Hıristiyanlığın can damarı oldu.
Pavlus’un ısrarlı misyonerlik çalışmasından 300 yıl sonra, Hıristiyanlar Antakya ve Iskenderiye gibi bazı önemli şehirlerde çoğunluğu geçtiler ve Hıristiyanlık imparatorluğun resmi dini oldu. Pavlus ufak bir kültü, Batı dünyasını hem yansıtan hem dönüştüren evrensel bir dine dönüştürmüştü. İsa, o Yahudi adam, sıradan suçlu gibi idam edilen Yahudi halkının potansiyel ilahi kurtarıcısı, tüm insanlığın ilahi kurtarıcısı yeniden doğmuş İsa Mesih haline gelmişti. Bunu da Pavlus Yahudilerin tektanrıcı dinin de yer alan aşırı sadakat ve bağlılık emrediciliği şeklindeki içkin avantajlardan, yararlanarak yine bu din üzerinde inşa etmişti; ancak onu etnik temelli dışlayıcı bir din olmaktan çıkarıp evrensel bir din haline getirmişti. Yahudilerin Tanrı’sı onları seçmişti, seçilmiş olmak için bir Yahudi olmanız gerekirdi.
ölümden sonra bir nevi hayat vaat eden yüce tanrıça İsis, Galya’dan Mısır’a imparatorluğun birçok şehirlerinde tapınak sahibiydi.
Pavlus vaazlarına başladığında İsa müritlerinin toplam sayısı muhtemelen yüzden biraz fazlaydı. Başlarında İsa’nın kardeşi Yakup [James] bulunuyordu ve kendilerini iyi ibadet eden Yahudiler olarak görüyorlardı, hareketleri de sadece Yahudilere ve dinden dönmüş olanlara açıktı. İsa’nın tanrısal olduğuna inanmazlardı; Pavlus’un da buna inandığı açık değildir, çünkü böyle bir şey tek tanrıcılar bakımından kafirce bir düşünceydi; Pavlus İsa Mesih’i Tanrı tarafından gönderilmiş olarak tasvir eder. MS 2. yüzyıl başlarından sonra yazılmış olan Yuhannes İncili, İsa Mesih’in tanrısallığını açıkça beyan eden ilk Hıristiyan metnidir. Ancak İsa’nın müritleri hakikaten Tanrı’nın İsa’yı Mesih edilmiş kimse , yani Christos [Hıristos] Mesih olarak tayin ettiğine inanmaktaydılar; gerçi onların Mesih’i, suçlulara uygulanan tarzda bir ölüme maruz kalmış sıradan bir adamdı, şaşırtıcı şekilde geleneksel Yahudi Mesih kavramından farklılaşmıştı. Yahudi Mesih’i asildi ve muzafferdi, ölmezdi ve dolayısıyla yeniden canlanmasına gerek yoktu
Ameller de bütünüyle güvenilir değildir. Muhtemelen Ameller’in yazarı olan ve bazı misyonerlik seyahatlerinde Pavlus’a eşlik eden Luka, bunları Roma’ya karşı Yahudi isyanının kötü sonuçları sonrasında yazmaktaydı. Ameller, karma Rumca diliyle, Hıristiyanlar ile Yahudiler arasındaki mesafeyi mümkün olduğunca artırma çabasıyla renklendirilmişti.
Pavlus’a tarihsel [yaşamış olan] İsa ile bağları koparma ve onu kendi vizyonuna göre yeniden şekillendirme imkanı da sağlamıştı. Öteki Havarilerden farklı olarak Pavlus hiçbir zaman İsa’yı konuşurken dinlememiş, ona dokunmamış ve birlikte yemek yememişti. Ancak Pavlus’un tarihsel [yaşamış olan] İsa’ya ihtiyacı yoktu; aslında İsa’nın hayatındaki olaylara pek az değinmekteydi. Pavlus’un İsa’sı Şam yolundayken ve sonraki vizyonlarında karşılaştığı insan olan değil de ruh olan İsa’ydı. Onun İsa’sı öteki Havarilerin bildiği İsa’dan çok farklıydı ve bu durum da pavlus ile onlar arasındaki sürekli gerilimin kaynağı oldu.
MS 38 yılında İskenderiye’nin son derece antisemitik sakinleri Yahudi cemaatine saldırıya geçtiler.
( )
Öfkeli Yunan kalabalıkları sinagogları yakıp yıktılar veya bunlara İmparator Caligula’nın resimlerini asarak kutsallıklarını bozdular. İskenderiyeli Yunanların yönlendirmesiyle Romalı vali Aulus Avillius Flacccus, Yahudileri şehrin istedikleri yerinde yaşama ayrıcalığından mahrum bıraktı ve yaşayacakları yeri tek bir bölgeyle sınırlı tuttu. Erkekler, kadınlar ve çocuklar evlerinden sürüklenerek çıkarıldılar ve yakılarak öldürüldüler, dükkanları yağmalandı ve yıkıldı, Antik dünyadaki ilk getto olan bu yerden kaçmaya çalışırken yakalananlara işkence edildi ve öldürüldü.
Filistin’de doğmuş ve orada kalmış köylü İsa’dan farklı olarak, Pavlus bir Diaspora Yahudisi’di; Türkiye’nin güneyindeki büyük ve çok kültürlü liman şehri Tarsus’ta doğmuştu. Kutsal adam Apollonius’a göre burası şarlatanlar ve zorbalar sehriydi, şehrin sakinleri lüksten hoşlanırlar, Berdan Nehri kenarında su kuşları gibi tembelce otururlardı ; Apollonius Part diyarına ve Kuşan İmparatorluğu’na manevi hakikat arayışıyla seyahat etmişti ve ölümden sonra dirildiğine inanılırdı
Çarpık bacaklı, elektrik çarpmışa benzeyen, saldırmaya hazır, parlak bir örgütçü ve mükemmel mektup yazıcı -mektupları, ilk İncil’den yaklaşık yirmi yıl öncesindeki ilk Hıristiyan metinleridir- pavlus,, kültü ikiye bölecek ve İsa’yı [Jesus] çarmıhta bir suçlu olarak ölen birisi olmaktan çıkarıp ilahi bir kurtarıcıya, ölümü ve yeniden doğuşu, Yahudiler kadar Yahudi olmayanlara [ötekilere], kadın ve erkek, köle ve özgür tüm insanlığa ilahi kurtuluş ve ebedi hayat vaad eden İsa Mesih’e [Christ] dönüştürecekti.
Bu bulaşıcı batıl inanç [Hıristiyanlık] sadece şehirlere değil köylere ve hatta çiftliklere bile yayılmaktaydı. Ne var ki, bunun durdurulması ve tedavi edilmesi mümkün görünüyor.
Bithynia-Pontus Valisi
Ve Pavlus İsa Mesih’i Yarattı
Bütün ulus yok olacağına, halk uğruna bir tek adamın ölmesi bizim için daha uygun.
Matta İncili İsa’nın soyağacını Yahudilerin babası İbrahim’e dek uzatır, daha evrenselci olan Luka İncili’nin soyağacı ise tüm insanlığın babası Adem’e kadar gider.
Matta İncili, misyonu özellikle Yahudilere yönelik olan İsa ile tüm kavimlere yönelik evrensel misyonu olan İsa’yı asla tamamen uzlaştırmaz. O dönemin İsa kültünün tam ortasında duran bir gerilimin tanıklığını yapar.
Yahudi niteliğinin önemli bir konu olduğu dönemde yazılan Matta İncili ise oldukça Yahudi bir İsa sunmaktadır.
Romalılara göre Kelt rahiplerinin insanları kurban etmesi barbarca bir şeydi, oysa gladyatör dövüşlerindeki kesip biçme ve arenalarda suçluların eğlence için idam ediliş tarzları öyle değildi.
Romalılar özellikle insanların kurban edilmesini yasaklamıştı.
Aman tanrım, sanırım ben bir tanrıya dönüşüyorum!
Vespasianus
Arkana bak! Sadece bir insan olduğunu unutma!
Halkı gönüllü tebaa olarak şekillendirmek asla kolay olmamıştır.
Ey Romalılar, kendinizden utanmalısınız; çünkü sürelerinizi korusun diye köpekleri ve çobanları değil kurtları gönderdiniz.
Her ne kadar Konfüçyüsçülük halka değil seçkinlere hitap etmiş olsa da, her ne kadar huzur ve tatmin bakımından bireyin ihtiyaçlarını karşılamaya çabalamış olmasa da, başka hiç bir imparatorluk ve ideoloji çifti bu denli uzun sürmedi, hatta Hıristiyanlık ve ondan önceki imparatorluk kültü bile.
kuraklıklar ve seller kıtlığa yol açmazlar: Kıtlığa yol açan şey köylülerin zaten hayatta kalma sınırında bir mücadele içinde olmaları ve hükümetin onların maruz kaldığı sıkıntıları çözmedeki başarısızlığıdır.
Nobel ödülü kazanmış ekonomist
Xun Qing, MÖ 3. yüzyılda büyük Konfüçyüsçü usta, Gökler’in alametler göndermesi ve ona kurban sunarak cevap verilmesi fikrini devre dışı bırakmıştı. Ona göre ve birçok Konfüçyüsçü’ye göre böyle bir şey katıksız hurafeydi: Kitleler için iyiydi ama seçkinleri yanlış yönlere sevk ederdi.
Konfüçyüsçülük bir bütün olarak doğaüstü olanlarla hiçbir şekilde ilgilenmezdi.
Konfüçyüsçüler lüksün erdem yoksunluğunun bir nişanesi olduğunu düşünmekteydiler ve bu da dolaylı şekilde köylülerin yoksulluğunun sebebiydi.
Kraliçe Ana kendisine bağlananlara umut, rahatlık, heyecan ve hatta ölümsüzlük sunuyordu. Onlar da, hayati yağmur, sıkıntılı vakitlerinde yardım ve ölümsüzlük olmasa bile uzun bir ömür için ona dua ediyorlardı.
Han hanedanlığı da bir köylü ayaklanmasının lideri tarafından kurulmuştu.
Konfüçyüsçülük ise, Hindistan’daki Brahmanizm kadar muhafazakar ve otoriter bir dünya görüşüne sahipti.
Konfüçyüsçülük’ün istikrar ve iyi yönetim önermesi, güçlü olanı denetlemeye ve onların iktidar taleplerini istikrarsızlaştırmaya dayanıyordu, bunlar arasında bizzat imparator da yer alıyordu.
Hsiao, yani anne babaya saygı, Çin halkının kadim ataya tapınma geleneğinin merkezinde yer alan bir kavramdı
İmparatorluk at sırtında kazanılmış olabilir, ancak at sırtında yönetilemezdi .
Konfüçyüsçü bilgin Lu Jia
MÖ 26 yılında bir araya getirilen Çinli felsefe yazılarının bir derlemesi olan Guanzi’de bir ideal şöyle tanımlanıyor: Tahıl ambarları dolu olduğunda, sıradan insanlar kibarliğın ve kendini kontrol etmenin farkına varacaklar; giyecek ve yiyecek yeterli olduğunda sıradan insanlar onurun ve utanmanın ne olduğunu bilecekler.
Hıristiyanlık esaslı standartlara göre Konfüçyüsçülük bir din olarak bile değerlendirilemez. Bu seçkinler tarafından ve seçkinler için yaratılan rasyonel, muhafazakar bir yönetim felsefesiydi.
Wang Mang kısa yoldan Han tahtını gaspetti. Pörtlek gözlü Wang Mang, Hanshu’ya göre topuklu ayakkabılar da gidiyordu, böylece Romalı benzeri Augustus gibi boyunu yüksek gözteriyordu; Wang Mang tahtı gaspederken, Konfüçyüsçülük ü de dünyanın bilebildiği en güçlü devlet ideolojisi haline de getirmişti. Konfüçyüsçülük, 1912 yılında yıkılmasına dek imparatorluğun teorik temellerini sağlayacaktı. Hatta günümüzde bile Çin komünist yöneticileri kendilerine meşruiyet kazandırmak için Konfüçyüsçülüğe başvurmaktadırlar. Başka hiçbir devlet ve devlet ideolojisi bu kadar uzun süre ortaklık etmemiştir.
Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma.
Konfüçyüs
Veda’nın eski bir güneş tanrısı olan Vişnu, insanlığın kurtarısıcı Vişnu-Krişna’ya dönüşmüştü.
Taliban 2001 yılında kralın bilinen öteki heykelini de parçalamıştı, onun da başı yoktu; ayrıca dünyanın en büyük Buda heykellerini, Bamyan Budalarını da tahrip etmişlerdi, bu heykeller MS 3. Ve 4. yüzyıllarda Orta Afganistan’daki kayalıkların oyulmasıyla yapılmıştı. 17. yüzyıldaki İngiliz Püriten ikon düşmanları gibi, Taliban da temsili sanata hoşgörülü olmamıştı.
Budizm ve Jainizm’in, dünyaya ve insanlarına yardım etmeye müdahale edecek, ibadet ve duaların nesnesi olabilecek türden tapındıkları tanrıları yoktu. İlahi kurtuluş tanrının veya rahibin katkısı olmadan sağlanmalıydı.
nirvana kelime anlamıyla bir alevi üfleyip söndürmek demekti.
tıpkı Çinli kadınlarının ayaklarının bağlanması gibi, Kuşan elitinin cocuklarının kafatasları da doğdukları andan itibaren, gereken şekli alana dek iki yıl boyunca sıkıştırılırdı.
Aziz Pavlus, gelmiş geçmiş en büyük din pazarlamacısı.
Budizm, hangi kasttan ve cinsiyetten olursa olsun herkesin aydınlanmaya ulaşabileceğini öğretmekteydi.
* Yehuda’nın Meryem’i ve çocukları Lazar ile Marta’yı ziyaret ettiğinde dehşete düşmesinin bir nedeni vardı. Meryem savurgan şekilde İsa’nın ayaklarına bu merhemi sürmüştü; Meryem’in satın aldığı merhem miktarı bir çiftlik işçisinin bir yıllık ücretine denkti.
Arap gemileri köle getirirlerdi, bunların çoğu da kadınlardı, Hindistan krallarının haremlerine alınırlar veya bunlara muhafızlık eden kadın askerler arasına katılırlardı.
Tıpkı ileride Hıristiyanlığın da yapacağı gibi, Budizm ve Jainizm de kendilerine en büyük desteği şehrin zengin tüccarları arasında ve ihtiraslı imparatorluk kurucuları arasında buldular.
Budizm ve onun daha katı kız kardeşi Jainizm Hindistan’da zirve dönemindeydiler. MÖ 6. Ve 5. yüzyıllarda Brahmanizm’in kast hakimiyetine bir tepki olarak gelişmişlerdi. Brahmanizm’in esas aldığı kast sistemi kaçınılmaz şekilde insanları hem manevi hem gündelik hayatı belirleyerek, üstünlük düzenine göre sıralanmış bir dizi grup şeklinde birbirinden ayırmaktaydı. Her kast kendi farklı sosyal ve ahlaki görevlere ve ilahi kurtuluşu sağlayacak imkanlara sahipti. Brahmanizm insanları grup kimliklerine, kastlarına göre tanımlardı. İnsanlığın bu kolektifçi hirerşik bakış açısından tüm insanlar benzer veya eşit değildi.
MS 7. yüzyılda Arap göçebeleri Sasani İmparatorluğu’nu fethedince, Zerdüştlük çok daha güçlü bir din karşısında tepetakla oldu. İmparatorluğun seçkinleri din değiştirerek İslamiyet’e geçtiler veya Hindistan’a kaçtılar. Zerdüştlük dünyayı ele geçirmeyi amaçlamamıştı; bir misyonerlik dini değildi.
Zerdüştlük İran ve Orta Asya’da popüler bir din oldu, Ortadoğu’dan başlayıp Çin’in batı kıyılarına dek yayıldı.
Apollonius secde etmeyi reddetti.
Apollonius sorgulandı. Kral için hediyeler getirmiş miydi? 25 yaşındaki Apollonius, cesaret ve adalet diye cevap verdi.
Babilliler, Babil kulesinin güneyindeki tapınaklarında hala kendi yüce Marduk tanrısına veya genellikle anıldığı ismiyle Bel (Lord ) tanrısına tapınıyorlardı.
Babil Fırat Nehri’nin iki yakasına kurulmuştu.
Biyografi yazarına göre Apollonius’un doğumu, bir rüyada Apollonius’un annesine görünen Mısır tanrısı Proteus tarafından söylenmişti. Çocukken eğitimiyle ün kazanmıştı. 18 yaşından itibaren, MÖ 6. yüzyıl Yunan felsefecisi, matematikçisi ve gizemcisi pisagor’un öğretilerinin ve katı disiplinlerinin ateşli bir takipçisi oldu. Apollonius, kadınlardan ve şaraptan uzak duruyor, hayvan derisinden yapılmış hiçbir şey giymiyordu. Beyaz ketenden giyisileri vardı, saçını ve sakalını kesmezdi, ayakları çıplak Roma İmparatorluğu’nun şehirlerini ve köylerini gezerdi, oralarda yüce tanrı, ruhun ölümsüzlüğü ve reenkarnasyon hakkında mesajlarını vaaz ederdi, bunlar bir bakıma gizem kültlerinin ve Pavlus Hıristiyanlığının mesajının benzeriydi,
Apollonius’un hayatını aziz mertebesinde kaleme alan 3. yüzyıl Sofisti Philostratus, evrensel iyiliklere esin kaynağı olan sevgiyi, şeytan kovmalarını ve mucizelerini kayıtlara geçirir. MS 100 yılında fiziksel olarak dünyadan yok oluşunun ardından Philostratus onun hakikaten öldüğünü söylemekte teredütlüdür, Apollonius güvenilmez bir müridine görünmüştür. Belki de Apollonius doğru bir mesaja sahip değildi. Elbette Philostratus da Pavlus’un zekasına sahip değildi, çünkü Pavlus birçok kutsal adam arasından birisini milyarların sevdiği bir insanlık kurtarıcısına dönüştürebilmişti.
4. yüzyılda paganlar ve Hıristiyanlar hala kendi aralarında İsa Mesih’in mi yoksa Apollonius’un mu daha kutsal olduğunu tartışıyorlardı. Tartışma 8. yüzyıla dek devam etti.
Hıristiyanların en ateşli zalimlerinden birisi olan Stoacı Hierocles, Apollonius’un çok daha büyük bir mucize ustası olduğunu ileri sürmekteydi.
Apollonius İsa’nın çağdaşıydı ama o dönem ondan daha ünlüyü. Birçok karizmatik Helen erkeği gibi ona da tanrının oğlu veya Zeus’un oğlu denirdi. MÖ 3. yüzyıldan itibaren müritleri onun pagan (putperest) bir İsa Mesih olduğuna inandılar, ama daha kutsal olduğuna da.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir