Mihail Şolohov kitaplarından Ve Durgun Akardı Don – 1. Cilt kitap alıntıları sizlerle…
Ve Durgun Akardı Don – 1. Cilt Kitap Alıntıları
Yaşam ana yatağından çıktı mı, birçok kola ayrılır. Aldatıcı, dolambaçlı gidişi içinde bir daha hangi yatağa yerleşeceğini önceden kestirmek güçtür. Bugün kumlu bir yatak üzerinde, dibi görünecek kadar sığ, minicik bir dere halinde akar, yarın kabarır, yatağını doldurur.
Mektup bitmez tükenmez selamlarla son buluyordu; çarpık çurpuk, yağmur damlalarından lekeler taşıyan satırlar arasında buruk bir duyguyu, acı bir ifadeyi sezmek hiç de zor değildi.
Bir kadının geç kalmış aşkı ne gök mavisi ne de gelincik kırmızısıdır, yol kenarlarındaki banotu gibi azgındır.
Gazetelerdeki haberlere inanmıyorum, geçmişteki tecrübelerimle biliyorum ki, gazetelerin yazdıkları baştan aşağı yalandır.
Bütün ömrüm cephede geçiyor; dövüşmekten, ölümü sırtında taşımaktan gına geldi
Her yarası olan yarasını kendi usulünce iyileştirdi.
Albay, ulusal gururu okşayacak kelimeler seçmeye çalışarak daha bir sürü laf etti. Ne var ki kazakların gözleri önünde canlanan tablo, ayaklarının dibine devrilen hışır hışır ipek düşman sancakları değil, karmakarışık olan kendi hayatları, karıları, çocukları, sevgilileri, toplanmamış ürünleri ve başı dertli bıraktıkları yetim köyleri ile ilgiliydi.
Efendiler kavga eder, uşakların kâkülleri titrer.
Her aptalın kendine göre bir deliliği vardır.
Bela geldi mi, hiçbir vakit tek başına gelmez.
Yaşam, yazılı olmayan yasalarını ister istemez insanoğluna kabul ettirir.
İnsanın ne kadar çok parası olursa o kadar gözü doymaz oluyor.
Kadınlar kedi gibidir, dedi Saşka. Kim okşarsa ona yanaşır. Hiç güvenmeyeceksin kadınlara, asla güvenmeyeceksin.
‘İşte şimdi başka bir adamın karısının yanına gidiyorum; kendime ait ne odun, ne ocağım ne de bir yuvam var; tıpkı bir kurt gibi.’
“Dağ dağa kavuşmaz, ama ”
Peki, yeni hükümet geldiği vakit savaş ne olacak? Yine de dövüşmeye devam edeceğiz, biz etmezsek çocuklarımız edecek. Savaşın kökünü nasıl kazıyacaksın; yüzyıllardan beri alışmışken insanlar savaşmaya?
Yüreğin ne diyor sana bakalım?
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Fırtına gök gürültüsünden sonra gelir.
Kadın kalbi merhamete ve şefkate açıktır; hemen yumuşar.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Sevgili oğlum, ilk savaş yaranı almana sevindim. Soyluların yeri savaş alanıdır, saray değil. Vicdanı rahatsız olmadan yaltaklık edebilecek biri değilsin sen. Sen bunu yapamayacak kadar namuslu ve akıllı bir çocuksun. Ailemizde hiç kimse böyle bir şey yapmamıştır.
ORDU KOMUTANLIĞI, düşman hatlarını yarıp gerilerinden baskınlar yaparak, düşmanın ulaşım yollarını kesmek ve kuvvetlerini dağıtmak amacıyla, güneydoğu cephesinde büyük bir süvari taarruzuna girişmeye karar verdi. Komutanlık bir taarruz planına bel bağlayarak bölgeye büyük süvari kuvvetleri yığdı; Yevgeni Listnitski’nin alayı da bunların arasındaydı. Taarruz 28 Ağustosta başlayacakken, sağanak halinde yağan yağmur yüzünden ertesi güne bırakıldı.
Soyun!
Neden?
Siz insan mısınız yoksa iblis mi?
Grişa! Nereden çıktın?
Öbür dünyadan!
Sen ne dürüst insansın be delikanlı!”
Eh işte, yaşıyoruz sayılır.
‘Kendimi öldüreceğim. Artık benim için her şey bitti, düşüncesi ateş gibi oymuştu kafasını.
Ne var ki günler geçiyor ve her geçen günün sonunda karmakarışık, yakıcı bir duygu Aksinya’nın göğsüne çörekleniyordu. Sevgilisinin hayatı için duyduğu kaygı, sivri bir iğne gibi beyninin içini oyuyor, bu korku Aksinya’yı gece gündüz bırakmıyordu.
Oku hadi!
Sen nasıl dayanabiliyorsun buna şekerim; bu kadar uzun zaman erkeksiz kalmaya?”
YAŞAM ANA YATAĞINDAN ÇIKTI MI, birçok kola ayrılır. Aldatıcı, dolambaçlı gidişi içinde bir daha hangi yatağa yerleşeceğini önceden kestirmek güçtür. Bugün kumlu bir yatak üzerinde, dibi görünecek kadar sığ, minicik bir dere halinde akar, yarın kabarır, yatağını doldurur.
Güzel bir eylül günü, Tatarski köyünün üzerinde pamuk gibi beyaz, incecik bürümcükler uçuşuyordu. Kanı çekilmiş güneş, yaslı yaslı gülümsüyor ve haşin, el değmemiş maviliği içinde gökyüzü
nefret uyandıracak kadar duru, mağrurdu. Don’un ötesinde orman sarılık olmuştu, kavakların benzi solmuştu; arada bir meşelerden resim gibi yaprak düşüyordu.
nefret uyandıracak kadar duru, mağrurdu. Don’un ötesinde orman sarılık olmuştu, kavakların benzi solmuştu; arada bir meşelerden resim gibi yaprak düşüyordu.
Gün bitiyordu. Uyuşuk, tatlı, tarifsiz bir eylül sükûneti sarmıştı her yanı. Gök
Rüzgâr eken fırtına biçer, diye bir atasözü vardır bilir misiniz?
Kalmikov, Listnitski’ye dönerek, Eski zamanlarda, o ilkel tarzda dövüşenlere imreniyorum, diye devam etti. Erkekçe bir çarpışmada, göğüs göğüse vuruştuğun hasmına kılıç çalıp, ikiye biçmek, işte benim anladığım savaş budur. Ama şimdi savaşlar, savaştan başka her şeye benziyor.
Bazı insanlar ektiklerini biçer
Evet, uyusak iyi olacak, dedi.
Bu savaş bana göre değil! Ben dünyaya dört yüz yıl geç gelmişim. Zaten bu savaşın sonunu görecek kadar yaşayacak da değilim.
Rus halkı imansız dövüşemez.
Saygı duymadığım kişilerle çalışamam ben.
Gregor onun yüzüne dikkatle bakarak, Garip bir adamsın, vahşisin, dedi.
Korkuyorsun sen! Seni korkutan ölüm mü?
Mülteciler, mülteciler, mülteciler
Bıktım bu gürültü patırtılardan. Eski hasretim tepti yine. Bebek emziğe nasıl sarılırsa, ben de bu hasrete sarılmışım öylece.
Bir tek üzüntü içimi yiyor yalnız kaybolan cennet ime duyduğum özlem.
Onun istediği bir aygır! Hem de esaslı bir aygır!
Her şey bir anda ortaya çıkıverdi. Bugün onunla çok içten bir konuşma yaptık; kendisini vücutça doyuramadığımı söyledi bana. Ayrılmamız henüz resmi nitelik almış değil, ama birkaç güne kadar
olacak galiba.
olacak galiba.
Her gün biraz daha çekilmez hale geliyor. Dün bir histeri krizine tutuldu. Böyle bir kadınla yaşamak çok zor.
Her şeye rağmen gitgide daha çok bağlanıyorum ona. Kelimenin tam anlamıyla şımarık. Ama üzerindeki etkimin, karakterinde köklü bir değişiklik yaratabilecek kadar güçlü olmadığından korkuyorum. Sevimli, şımarık bir küçük kız. Küçük kız, ama benim sadece kulaktan duyduğum şeyleri o çok iyi biliyor.
ruhuma ka ranlık bir bulut çöktü
Bundan daha basiti olamaz. Sizi seviyorum.
Duygularınızın içtenliğinden kuşkuluyum.
Zamanımızın en mükemmel insanlarının en mükemmel niteliklerini, en mükemmel bir şekilde kendimde birleştirmişim. Ben âdeta yumuşak ama ateşli bir ihtirasla, sağduyu karışımının simgesiyim. Bir sürü başka beğenilecek niteliklerin yanı sıra, erdemlerden meydana gelmiş bir Rus salatasıyım bendeniz.
Bir sinir illetine mi tutuldum nedir!
İnsan her yaşta âşık olabilir
Artık beni sorma!
Her neyse geçmişe mazi derler
Vicdanım beni öldürüyor.
Ne yana baksan nefret.
Piyotr, bittim artık ben. Ölmek için bir tek darbe bekleyen bir insana döndüm. Sanki değirmen taşları arasına sıkışmışım da taşlar beni eze eze suyumu çıkarıp posamı atmış dışarıya.
Demek hâlâ yaşıyorsun?
Şimdilik öyle.
Kazaklar geliyor, Don Kazakları!
Ağustos sona ermek üzereydi. Meyve bahçelerinde yapraklar sararmış, saplarından kederli mor bir renk fışkırmıştı. Uzaktan sanki ağaçlar yaralanmış da yaralarından kan akıyormuş gibi görünüyordu.
CEPHE HENÜZ KOSKOCA, insan yutan bir yılan halini almamıştı; ama yakında alacaktı. Cephe boyunca ufak tefek süvari çatışmaları, yer yer muharebeler devam ediyordu. Savaş ilanının hemen ardından gelen günlerde Alman Komutanlığı kuvvetli süvari müfrezeleri şeklinde yoklama birlikleri çıkardı; bunlar Rus birliklerine dehşet salıp, Rus süvari keşif kollarının arasından içerilere kayarak Rus birliklerinin durumlarını ve miktarlarını öğrendi.
Aslında olanlar neydi? Henüz hemcinslerini öldürmekte ustalık kazanamamış insanlar, ölüm meydanlarına itilmiş ve bu insancıklar, çevrelerini saran ölüm korkusu içinde hücuma kalkmış, gözleri dönmüş bir halde ve ne yaptıklarının farkında bile olmaksızın birbirlerini vurmuş, birbirlerini kesmiş biçmiş, atıyla birlikte sakatlanmış ve içlerinden birinin vurulup ölmesi üzerine de dönüp kaçmıştı. Maneviyatları kırılmış olarak, ruhen çökmüş olarak kaçmışlardı.
İşte, kahramanlık destanı denilen şey!
Ölümün soğuk elinin sırtını tırmaladığını neredeyse fiziksel acısıyla birlikte duydu. Hiç sesini çıkarmadan atının başını çevirdiği gibi arkadaşlarına doğru sürdü.
Eğer senin inancın yoksa hiç değilse dilini tut delikanlı! dedi. Ne başkalarının işine karış ne de başkalarının inançlarıyla alay et. Günahtır.
Türk Savaşına benzemeyecek bu galiba, hiç sanmıyorum benzeyeceğini. Şimdiki silahlar başka!
Hepsi bir. Hepsi de aynı bokun soyu. O zamanki silahlar nasıl adam öldürdüyse, bu seferkiler de öldürecek, diye, kime karşı olduğu bilinmeyen bir öfkeyle homurdandı Tomilin.
Hepsi bir. Hepsi de aynı bokun soyu. O zamanki silahlar nasıl adam öldürdüyse, bu seferkiler de öldürecek, diye, kime karşı olduğu bilinmeyen bir öfkeyle homurdandı Tomilin.
Tiksinti ve şaşkınlık ruhunu ezmişti Gregor’un.
İnsana ne yapacağını şaşırtan bir sessizlik vardı.
Don, uyanmış kaynıyor,
Uslu, sakin Don,
Hükümdarın emrine uymuş,
Gidiyor, ileri, marş.
Uslu, sakin Don,
Hükümdarın emrine uymuş,
Gidiyor, ileri, marş.
Biz Kazakların alın terini çalıyorsun, şişko salyangoz!
BOZKIRIN üstüne temmuz sıcağının çiğ ışıkları içinde yüzen nemli, boğucu bir hava çökmüştü. Olgunlaşmış buğday başakları henüz biçilmemiş, altın tozuna bulanmış bir buğu denizinde yüzüyordu. Biçerbağlarların bıçakları el değmeyecek kadar kızmıştı. Mavimtırak sarı bir alevle tutuşan gökyüzü, bakınca gözleri acıtıyordu. Buğday tarlalarının bittiği yerde safran sarısı yonca tarlaları başlıyordu.
Korkunç, monoton hayat genç Kazakların maneviyatını berbat ediyordu.