Eckhart Tolle kitaplarından Var Olmanın Gücü kitap alıntıları sizlerle…
Var Olmanın Gücü Kitap Alıntıları
İnsanların pek çoğu, ölüm döşeğinde yatana ve dış dünyada olup bitenlerle olan bağları kopmaya başlayana kadar, sahip oldukları hiçbir şeyin onların kim olduklarıyla her hangi bir bağlantısı olmadığını anlayamazlar.
Ego kişisel değildir.O siz değilsiniz.
“Shakespeare’in dediği gibi, İyi ya da kötü diye bir şey yoktur; sadece düşünce onu isimlendirir.”
İnsanlar doğal felaketlerden çok ,
birbirlerinden çektiler.
birbirlerinden çektiler.
Ne vakit kendinizi başkalarına göre daha aşağıda ve ya daha üstün görürseniz, bilin ki egonuz devreye girmiştir.
“Kendinizi düşüncelerle tanımlamaya çalışmak, kendinizi sınırlamaktır.”
“Hiçbir şey egoyu haklı olmak kadar besleyemez. Haklı olmak, zihinsel bir pozisyonu tanımlamaktır; bir bakış açısı, bir görüş, bir yargı, bir hikâye gibi. Haklı olmanız için, elbette ki başka birinin haksız olması gerekir ve ego da haklı olmak için başkalarını haksız çıkarmaya bayılır. Diğer bir deyişle: Daha güçlü bir benlik duygusuna sahip olabilmek için, başkalarını haksız çıkarmanız gerekir.”
“Geçmiş, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyma gücüne sahip değildir. Bunu sadece geçmişe dayalı nefret ve kin yapabilir. Peki kin ya da nefret nedir? Sadece eski düşünce ve duygulardan oluşan bir yük.”
“Neden kardeşinizin gözündeki çapağı görürsünüz de, kendi gözünüzdeki merteği görmezden gelirsiniz?”
Tüm şeylerin geçici olduğunu ve değişimin kaçınılmazlığını görür ve kabul ederseniz, sürdükleri müddetçe dünyanın tüm güzelliklerinin tadını gelecek hakkında endişe duymadan veya kaybetme korkusu yaşamadan çıkarabilirsiniz. Hayatınızda olan bitene bağımlı olmazsanız, onların içinde sıkışıp kalmaz ve onları daha yüksek bir konumdan izleyebilirsiniz.
İçsel boşluk bilinci sadece egodan değil, bu dünyanın ‘şeyleri’ne olan bağımlılıktan, materyalizmden ve maddesellikten de arınmış olmayı temsil eder. Bu dünyaya, üstün ve gerçek anlamını sadece manevi(spiritüel) boyut getirebilir.
Biçimden arınmış bir bakış açısıyla bakmadığınız takdirde, dünya tehtidlerle dolu bir yer haline gelir ve sonunda umutsuzluk her yeri kaplar.
Sadece olup bitene direndiğiniz vakit, onun merhametine kalırsınız ve sizin mutlu olup olmadığınıza da dünya karar verir.
Bolluk sadece ona sahip olanlara gelir. Bu size haksızlık gibi gelebilir ama aslında değildir. Bu, evrensel bi kanundur. Bolluk da, kıtlık da sizin realiteniz olarak ifade bulan içsel durumlardır.
Gerçek şudur: Dünyanın sizden esirgediğini sandığınız ne varsa, aslında onlar sizin dünyadan esirgediklerinizdir.
Çünkü bir başkasını tenkit ettiğim veya onu kınadığım vakit, kendimi daha büyük ve daha üstün hissediyorum.
Kafamdaki o ses in ben olmadığımı anlamak, ne kadar inanılmaz bir özgürlük! Öyleyse ben kimim? Ben bunu görebilenim. Ben, düşünceden önce gelen farkındalık ve düşüncenin ( veya duygunun ya da duyusal algilamanin) gerçekleştiği alanım.
“Birçok durumda, mutluluk insanların oynadığı bir roldür ve gülümseyen bir yüzün ardında aslında büyük bir acı vardır.”
Sahte olanın tanımlanması, gerçeğe yaklaşmanın ilk adımıdır.
Savaştığınız şey güçlenir;direndiğiniz şey direnir.
Tepkisizlik zayıflık değildir, gerçek güçtür. Tepkisizliğin diğer bir adı da bağışlamadır. Bağışlamak, bir şeyi görmezden gelmek, daha doğrusu onun içinden bakarak diğer tarafını görmektir.
“Van Gogh asla şöyle demedi: “Bu sadece eski bir sandalye.” Bunun yerine, sandalyeye baktı, baktı, baktı. Sandalyenin varlığını hissetti. Sonra da tuvalinin karşısına geçip boyalarını eline aldı. Sandalyenin kendisi muhtemelen birkaç, dolardan fazla etmezdi ama aynı sandalyeyi duyguyla yansıtan tablonun fiyatı bugün 25 milyon dolardan fazla.”
Diğer daha ciddi neden, sürekli düşüncedir. Sürekli bir düşünce akıntısına kapıldığımızda, var olan her şey arasındaki bağlantıları ve iç içe geçmişliği göremeyiz. Düşünce, gerçekliği cansız parçacıklara dönüştürür. Son derece aptalca ve yıkıcı eylemler, böyle parçalanmış gerçeklik görüşlerinden doğar.
Kim olduğunuzu unutarak yaşadığınızda, her başarı sadece geçici bir illüzyon olarak kalır. Ne başarırsanız başarın, çok geçmeden yine mutsuz olursunuz veya yeni bir sorun ya da ikilem dikkatinizi tamamen kendi üzerine çeker.
Bu da geçer sözü, aslında gerçekliği gösteren bir işarettir. Bütün biçimlerin geçici olduğunu gösterirken, aynı zamanda sonsuzluğa da işaret ederler. Sadece içinizdeki sonsuzluk geçici olanı geçici olarak algılayabilir.
Hayata alışkanlık olarak söylediğiniz hayır, bir evet haline geldiğinde, şu anın olduğu gibi olmasına izin verdiğinizde, egoyla birlikte zamanı da ortadan kaldırırsınız. Egonun hayatta kalabilmesi için, zamana ihtiyacı vardır ve şu andan nefret eder. Ego, şu anla dost olmaya tahammül edemez. Ama hiçbir şey egoyu uzun süre tatmin edemez. Hayatınızı ego yönettiği sürece, mutsuz olmanın iki yolu vardır: İstediğinizi elde edememek ve istediğinizi elde etmek.
Zamanı ortadan kaldırmaktan söz ederken, elbette ki saatlerden söz etmiyoruz. Saatler olmadan bu dünyada hareket etmek neredeyse imkansız olurdu. Asıl sözünü ettiğimiz, psikolojik zamanı ortadan kaldırmaktır; yani egonun geçmiş ve gelecekle sürekli uğraşmasına son vermek.
Her şey zamandan payını alacaktır ama her şey şu anda olur. İşte paradoks budur. Nereye baksanız, zamanın gerçekliğini gösteren bir sürü kanıtla karşılaşırsınız; çürümüş bir elma, aynada baktığınız yüzle otuz yıl önce çekilmiş bir fotoğrafınızdaki yüzünüz Ama zamanın kendisini asla deneyimleyemezsiniz. Sadece şimdiyi deneyimleyebilirsiniz; ya da diğer bir deyişle, şimdide, şu anda olanları. Sadece somut kanıtlara bakarsanız, zamanı göremezsiniz. Somut olan tek şey şu andır!
Şu anla sürdürdüğünüz bozuk ilişkinin ötesine nasıl geçebilirsiniz? En önemli şey, onu kendi içinizde, düşüncelerinizde ve eylemlerinizde görmektir. Görme anında, şimdi ile ilişkinizin bozuk olduğunu fark etme anında, şu andasınızdır. Görmek, Varlığın yükselişidir. Bozukluğu gördüğünüz anda, çözülmeye başlar. Bazı insanlar bunu gördüklerinde yüksek sesle gülerler. Çünkü bunu görmekle birlikte bir seçenek gücü gelir; şu ana evet deme ve onu dostunuz kılma seçeneği.
Kendinize sürekli olarak sormanız gereken en önemli sorulardan biri şudur: Şu anla ilişkim nasıl? Cevaba karşı uyanık olun. Şu ana bir amaç gözüyle mi bakıyorum? Bir engel gözüyle mi bakıyorum? Onu bir düşman olarak mı görüyorum? Şu andan başka bir şeyiniz olmadığına ve olamayacağına göre, Hayat şu andan ayrılamayacağına göre, aslında sorunun anlamı şudur: Hayat ile ilişkim nasıl? Bu soru, içinizdeki egonun maskesini indirmek ve kendinizi şu ana getirmek için mükemmel bir yoldur. Soru mutlak gerçeği içermese de, doğru yönü gösteren yararlı bir işarettir. Artık ihtiyacınız kalmayana kadar kendinize bu soruyu sormaya devam edin.
En kötüsü ve oldukça yaygın görülen bir durum olarak, şu ana düşmanmış gibi yaklaşılır. Yaptığınız şeyden nefret ettiğinizde, bulunduğunuz ortamla ilgili şikayet ettiğinizde, olan ya da olmuş olan şeylere sövüp durduğunuzda, içsel konuşmalarınız olmalı ve olmamalı gibi ifadelerle dolduğunda, onu bunu suçlamaya devam ettiğinizde, zaten var olan bir şeyle tartışıyorsunuz demektir. Hayat’ı düşman edindiğinizde, o da size şöyle der: İstediğin şey savaşsa, alacağın da savaş olacak. İçsel durumunuza sürekli yansımaya devam eden harici gerçeklik, düşman olarak algılanır.
Sorun şudur: Çözdüğünüz her sorunun ardından bir diğeri gelecektir. Şu an bir sorun olarak görüldüğü sürece, sorunlarınız asla bitmez. Ne olmamı istiyorsan o olacağım, der Hayat ya da Şimdi. Bana nasıl davranırsan sana öyle davranacağım. Beni bir sorun olarak görürsen, senin için bir sorun olacağım. Beni bir engel olarak görürsen, senin için bir engel olacağım.
Sadece başınıza gelenlere direndiğiniz zaman olanların merhametine kalırsınız ve o zaman mutlu ya da mutsuz olacağınıza dünya karar verir.
Acı bedenin mutsuzluğu, görünürdeki nedenle daima orantısızdır. Diğer bir deyişle, aşırı tepkidir. Ağır acı bedenlere sahip insanlar, genellikle üzgün, öfkeli, kırgın veya korkulu olmak için kolayca neden bulabilirler. Başka birinin gülümseyerek omuz silkeceği ve hatta fark etmeyebileceği şeyler, yoğun mutsuzluk nedeni olabilir. Ama elbette ki onlar asıl nedenler değil, sadece tetikleyicidir. Eski birikmiş duyguları geri getirirler. Sonrasında duygu zihne hareket eder ve egosal zihin yapısını abartarak enerji yükler.
Ebeveynler sık sık çocuklarının acı bedenleriyle nasıl başa çıkacaklarını merak ederler. Asıl soru elbette ki kendi acı bedenleriyle başa çıkmayı bilip bilmedikleridir. Onu kendi içlerinde tanımlayabiliyorlar mıdır?
Bazı çocuklar, son derece bilinçsiz ebeveynlerle yaşayarak ego ve acı beden hakkında farkında olmadan bir şeyler öğrenebilirler.
Ama çocuk aynı zamanda ebeveynlerinin acı bedenlerinden de etkilenmiş olabilir. Dolayısıyla, ebeveynler çocuklarına bakarak kendi durumlarını anlayabilirler. Aşırı duyarlı çocuklar, ebeveynlerinin acı bedenlerinden daha da fazla etkilenirler. Ebeveynlerinin delice bir tartışmasına tanık olmak, çocukta dayanılmaz bir duygusal acıya neden olur ve bu aşırı duyarlı çocuklar yetişkinliğe ulaştıklarında, ağır bir acı bedene sahip olurlar. Çocuklar, birbirlerine Çocukların önünde kavga etmemeliyiz, diyerek kendi acı bedenlerini gizlemeye çalışan ebeveynler tarafından kandırılamazlar. Bu genellikle ebeveynler kibarca konuşmaya çalışırken, evin negatif enerjiyle dolu olduğu anlamına gelir. Bastırılmış acı bedenler fazlasıyla kirlidir hatta açıkça aktif olanlardan bile daha fazla ve bu psişik kirlilik, çocuklar tarafından emilerek kendi acı bedenlerinin gelişimini destekler.
Çocukların acı bedenleri, bazen kendilerini dalgınlık ya da içine kapanıklık olarak belli eder. Çocuğun yüzü asılır, diğerleriyle oynamak istemez ve bir köşede elinde oyuncak bebeğiyle ya da parmağını emerek oturur. Ağlama ya da öfke krizlerine de girebilirler. Çocuk çığlık çığlığa bağırarak kendini oradan oraya atabilir veya etrafını kırıp dökmeye başlayabilir. Küçük melekleri birkaç saniye içinde küçük bir canavara dönüşürken, ebeveynleri şaşkınlık ve çaresizlikle oldukları yerde kalakalırlar. Bütün bu mutsuzluk nereden kaynaklanıyor? diye merak ederler. Aslında bu, az ya da çok, insan egosunun kökeninden kaynaklanan kolektif insanlık acı bedeninden çocuğun aldığı payın eseridir.
Şimdi, şu anın farklı olmasını istemek yerine çünkü zaten var olan acına daha fazlasını ekleyecektir şimdi hissettiğin şeyin bu olduğunu tamamen kabullenmen mümkün mü?
Acı bedeninizin yüzde kaçının kolektif ve yüzde kaçının size ait olduğu önemli değildir. Her iki durumda da, sadece içsel durumunuzun sorumluluğunu ele alarak bunu aşabilirsiniz. Başkalarım suçlamakta haklı gibi görünseniz bile, düşüncelerinizle acı bedeninizi beslemeye devam eder ve egonuzun tutsağı olarak kalırsınız. Gezegende kötücül tek güç vardır: İnsan bilinçsizliği. Bunu anlamak, gerçek bağışlayıcılıktır. Bağışlamayla, kurban kimliğiniz çözülür ve gerçek gücünüz ortaya çıkar; Varlığın gücü. Böylece, karanlığı suçlamak yerine, bulunduğunuz yere ışığı getirirsiniz.
Bazen böylesine yoğun acı bedenlere sahip insanlar bir dava için savaşan aktivistler olabilirler. Dava gerçekten değerli olabilir ve bazen başlangıçta bazı başarılar kaydedebilirler; ama söyledikleri ve yaptıkları şeylere akan olumsuz enerji ve kendi bilinçsiz düşman ihtiyaçları, giderek davalarına karşı dönmeye başlar. Genellikle sonunda kendi organizasyonlarının içinde de düşman edinmeyi başarırlar, çünkü gittikleri her yerde kendilerini kötü hissetmek için bir neden bulabilirler ve böylelikle acı bedenleri aradıkları şeyi sürekli bulmaya devam eder.
Eğer etrafınızda başka insanlar, tercihen eşiniz ya da ailenizden biri varsa, acı beden oluşacak dramdan beslenmek için onları kışkırtmaya çalışır. Acı bedenler yakın ilişkileri ve aileleri severler, çünkü yiyeceklerini büyük ölçüde böyle ortamlardan alırlar. Karşınızdaki kişinin acı bedeni sizi tepki vermeye zorlarken, buna direnmek çok zordur. Güdüsel olarak en zayıf ve en kırılgan noktalarınızı bilir ilk seferinde başarılı olamazsa, tekrar tekrar denemeye devam edecektir. Karşınızdaki kişinin acı bedeni, karşılıklı beslenebilmek için sizinkini uyandırmaya çalışır.
Şu anda tam olarak yüzleşilmeyen ve içeriği görünmeyen herhangi bir olumsuz duygu, tamamen çözülemez. Arkasında mutlaka bir acı kalıntısı bırakır.
Geçmişte, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyabilecek hiçbir şey olmadı; eğer geçmişin sizi şimdide yaşamaktan alıkoyacak gücü yoksa, başka ne gücü olabilir ki?
Geçmiş, anılar olarak içinizde yaşar ama anıların kendileri sorun değildir. Aslını söylemek gerekirse, geçmişten ve geçmiş hatalarımızdan ancak anılarımızı hatırlayarak ders alabiliriz. Ancak anılar, yani geçmişle ilgili düşünceler sizi tamamen ele geçirdikleri ve benlik duygunuzun bir parçası haline geldikleri zaman bir sorun, bir yük oluştururlar. Bu olduğunda, geçmişle şartlanmış olan kişiliğiniz, hapishaneniz haline gelir. Anılarınızda bir benlik duygusu vardır ve hikâyeniz kendinizi algılama biçiminiz haline gelir. Bu küçük ben aslında zamana ve biçime bağlı olmayan varlığınız olarak gerçek kimliğinizi gölgeler.
Kişinin kendi sorununu açıkça tanımlayabilmesi, onu aşmak için atabileceği ilk adımdır.
Paranoya dediğimiz zihinsel hastalık, aynı zamanda kendini her egoda bulunan başka bir semptom olarak da ifade eder ama paranoyada daha aşırı bir biçime bürünür. Bu rahatsızlığa yakalanmış olan kişi ne kadar zulme uğradığını, insanların arkasından işler çevirdiğini ya da tehdit edildiğini düşünürse, kendi benlik duygusunu o ölçüde evrenin merkezi olarak görür ve başka insanlar açısından kendini o denli özel ve önemli hisseder. Kurban olma duygusu, başka insanlar tarafından haksızlığa uğramış olma hissi, ona kendini çok özel hissettirir. Kendini kandırma sisteminin temelini oluşturan hikâyede, genellikle kendisini hem kurban hem de dünyayı kötü güçlerden kurtaran potansiyel kahraman olarak görür.
İçinizdeki ego ne kadar güçlüyse, o kadar büyük olasılıkla hayatınızdaki sorunlar için başka insanları suçlarsınız. Sizin de başkaları için hayatı zorlaştırma olasılığınız yüksek olur. Ama elbette ki bunu kendiniz göremezsiniz. Durum daima başkalarının size bir şeyler yapması şeklindedir.
Şu anla barış yaparak. Unutmayın, hayat oyununu sadece şimdi de oynayabilirsiniz. Başka bir zaman ya da yer olamaz. Şu anla barış yaptığınız anda, neler olduğunu görün, neler yapabildiğinizi veya ne yapmayı seçebildiğinizi ya da hayatın sizin sayenizde neler yaptığını görün. Yaşam sanatını özetleyen, bütün başarıların ve mutluluğun sırrını veren sadece üç kelime var: Yaşamla Bir Olun. İnsanın yaşamla bir olması, şimdiyle bir olmasıdır. O zaman aslında hayatı yaşamadığınızı, hayatın sizin sayenizde yaşadığım görürsünüz. Hayat dansçıdır ve siz de danssınız.
Sevgi, kendinizi başka birinde görmektir.
Bir ilişkide ne kadar çok ortak geçmiş varsa, o kadar şimdide yaşamanız gerekir; aksi takdirde, geçmişi tekrar tekrar yaşamak zorunda kalırsınız.
Birçok durumda, mutluluk insanların oynadığı bir roldür ve gülümseyen bir yüzün ardında aslında büyük bir acı vardır. Mutsuzluk dışarıdan parlak bir gülümseme ve bembeyaz dişler arkasına gizlendiğinde, reddedildiğinde, depresyon, yıkım ve aşırı tepkiler sık gözlemlenen şeyler olur.
Birçok kişi, içinde bulundukları durum ya da karşılaştıkları insanlara bağlı olarak üstünlük ve aşağılık duyguları arasında gidip gelir. Kendi içinizde bütün bilmeniz ve gözlemlemeniz gereken şudur: Kendinizi herhangi birinden üstün ya da aşağı hissettiğinizde, bu egodur.
Samimi bir ilişkide, karşınızdaki kişiyle aranızda açık, ilgili, samimi bir paylaşım vardır. Bu, paylaşılan Varlık olarak adlandırılabilir ve her gerçek ilişkide mutlaka bulunmak zorundadır. Ego daima bir şey ister ve eğer karşısındakinden alabileceği bir şey olmadığına inanırsa, tamamen ilgisiz kalır: Sizi umursamaz. Dolayısıyla, egosal ilişkilerin üç baskın durumu vardır: İstek, çarpık istek (öfke, kırgınlık, suçlama, şikayet etme) ve ilgisizlik.
Egodan kurtulmak için gereken tek şey, onun farkında olmaktır, çünkü farkındalık ve ego bir arada var olamaz. Farkındalık, şimdiki anın içinde gizli olan güçtür. Ona aynı zamanda Varlık adını vermemizin nedeni budur. İnsan varlığının nihai amacı ya da diğer bir deyişle sizin var oluş amacınız, o gücü bu dünyaya getirmektir. Egodan kurtulmanın gelecekte ulaşılması amaçlanan bir hedef haline getirilemeyecek olmasının nedeni de budur. Sadece Varlık sizi egodan kurtarabilir ve ancak Şimdi’de var olabilirsiniz; geçmişte ya da yarında değil. Sadece Varlık içinizdeki geçmişi silerek sizi bilinç durumuna taşıyabilir.
Geçmiş, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyma gücüne sahip değildir. Bunu sadece geçmişe dayalı nefret ve kin yapabilir. Peki kin ya da nefret nedir? Sadece eski düşünce ve duygulardan oluşan bir yük.
Kin, bazen uzak geçmişte yaşanmış ama takıntılı düşünceler sayesinde canlı tutulmuş bir olaydan kaynaklanan güçlü bir olumsuz duygudur. Böyle bir durumda insanlar sürekli biri bana şunu yapmıştı ya da biri bize şunu yapmıştı deyip dururlar. Diğer yandan, kin aynı zamanda hayatınızın diğer alanlarını da kirletir. Örneğin, kin duyduğunuz kişi hakkında düşünürken ve nefretinizi hissederken, şu anda olan bir şeyi, şu anda konuştuğunuz bir kişiyi ya da size yapılan bir şeyi algılamanızı tamamen çarpıtacak olan olumsuz bir duygusal enerjiyle karşılaşırsınız. Güçlü bir kin, hayatın büyük bölümünü kirletmeye ve sizi egonun tutsağı konumunda tutmaya yeter.
Kırgınlık, şikayet etme ve insanlara zihinsel etiket yapıştırmayla ilgili bir duygudur ve egoya daha fazla enerji yükler. Kırgınlık, kendini kızgın, saldırıya uğramış, gücenmiş, haksızlığa uğramış ya da aşağılanmış hissetmektir. Başka insanlara açgözlülükleri, yalancılıkları, sahtekarlıkları, yaptıkları şeyler, geçmişte yaptıkları şeyler, söyledikleri şeyler, yapamadıkları şeyler, yapmaları ya da yapmamaları gereken şeyler için kırılırsınız. Ego buna bayılır. Başkalarındaki bilinçsizliği görmek yerine, bunu kendi kimliğinize geçirirsiniz. Bunu kim yapıyor? İçinizdeki bilinçsizlik, yani ego. Bazen başkalarında gördüğünüz hata gerçekte var olmayabilir bile. Tam bir yanlış anlama, başkalarını düşman olarak görmeye ve kendini haklı ya da üstün çıkarmaya şartlanmış bir zihnin yansımaları olabilir. Bazı zamanlarda ise hata var olabilir ama ona odaklandığınızda bazen başka hiçbir şeyi görmeyeceğiniz derecede onu abartırsınız. Başkalarında gördüğünüz şeyi kendinizde güçlendirirsiniz.
Şikayet etmek, egonun kendini güçlendirmek için en sık başvurduğu yollardan biridir. Her şikayet, zihnin ürettiği ve sizin tamamen inandığınız bir hikâyedir. Yüksek sesle ya da düşüncelerinizde şikayet etmeniz arasında hiçbir fark yoktur. Kendini tanımlayacak başka bir şey bulamasa bile, birçok ego sadece şikayet ederek bile varlığını sürdürebilir. Böyle bir egonun etkisinde olduğunuzda, özellikle başka insanlar hakkında hiç farkında olmadan, alışkanlık olarak sürekli şikayet ettiğinizde, ne yaptığınızı bilmiyorsunuz demektir. İnsanlara olumsuz etiketler yapıştırmak, yüzlerine ya da arkalarından başka insanlarla konuştuğunuzda veya sadece düşündüğünüzde, genellikle bu kalıpta yer alırsınız.
Eğer panjurlarınızı kapatırsanız, güneş ışığı içeri giremez.
Bazı durumlarda, bu ihtiyaç o kadar güçlenir ki ego fiziksel boyutta kendini var eder ve yatıştırılması imkansız bir açlığa dönüşür. Buna bir örnek olarak, daha fazla yiyerek daha fazla damak zevki alabilmek için kendilerini kusturan insanları verebiliriz. Aslında aç olan vücutları değil, zihinleridir. Bu hastalığa yakalanan insanlar zihinlerindeki açlığı bir kenara atıp vücutlarını dinlemeyi öğrenebilirlerse, rahatsızlıklarından kurtulabilirler.
Hiçbir ego, daha fazlasını istemeden yapamaz. Dolayısıyla, sürekli daha fazlasını istemek, egoyu en çok canlı tutan etkendir. Ego sahip olmayı istemekten çok daha fazlasını istemeyi ister. Dolayısıyla, sahip olmanın sağladığı sığ tatmin duygusunun yerini daima daha fazlasını istemek alır. Bu, kendini birlikte tanımlayacağı daha fazla şeye ihtiyaç duymaktır. Ama gerçek bir psikolojik ihtiyaç değil, bağımlılık türünden bir ihtiyaçtır.
Eşyalara bağımlılığınızdan nasıl vazgeçebilirsiniz? Bunu denemeyin bile. İmkansızdır. Eşyalara bağlanmaktan vazgeçmek, ancak kendinizi onlarda aramayı bıraktığınız zaman mümkün olabilir, bu arada, sadece eşyalara bağımlı olduğunuzun farkına varın. Bazen bir şeyi kaybedene ya da kaybetme tehlikesiyle karşılaşana kadar, ona bağlı olduğunuzu fark etmeyebilirsiniz. Eğer kendinizi bir şeyle tanımladığınızın farkına varırsanız, kendinizi onunla tanımlamanız tam anlamıyla gerçekleşmez. Yani diğer bir deyişle, bir şeye bağlı olduğunuzun farkına varmak, kendinizi onunla tanımlamanın ötesine geçmeye başlamaktır. O zaman şunu hissedersiniz: Ben bağımlılığın farkında olan farkındalığın kendisiyim. İşte bu, bilinç değişiminin başlangıcıdır.
Van Gogh asla şöyle demedi: Bu sadece eski bir sandalye. Bunun yerine, sandalyeye baktı, baktı, baktı. Sandalyenin varlığını hissetti. Sonra da tuvalinin karşısına geçip boyalarını eline aldı. Sandalyenin kendisi muhtemelen birkaç, dolardan fazla etmezdi ama aynı sandalyeyi duyguyla yansıtan tablonun fiyatı bugün 25 milyon dolardan fazla.
Ama sorun şu ki tüketim toplumunun devam etmesini sağlayan şey, insanların kendi kimliklerini nesneler aracılığıyla bulmaya çalışmalarıdır ve bu da hiçbir işe yaramaz; ego sadece geçici bir süre için tatmin olur ve bu yüzden sürekli daha fazlasını arar, bir şeyler satın almaya devam eder, sürekli tüketirsiniz.
Üzerine bazı harfler kazınmıştı ve şöyle yazıyordu : Bu da geçer.
Bir imaja uyarak yaşamak, özgün bir yaşam değildir; sadece egonun oynadığı başka bir bilinçsiz roldür.
Yani Nietzsche’nin deyimiyle, en büyükmutluluğun kaynağı olan en küçük şey. Nefes
Aslında hiçbir yere gitmemişlerdir. Sadece vücutları yolculuk yapıyordur ama kendileri hep oldukları yerdedirler: Kendi zihinlerinde.
Çoğu insanın gerçekliği budur: Bir şey algılandığı anda, ego tarafından isimlendirilir, yorumlanır, başka bir şeyle karşılaştırılır, sevilir ya da sevilmez, iyi ya da kötü diye tanımlanır. Düşünce biçimlerinde, nesne bilincinde sıkışıp kalmışlardır.
Hiç şüphesiz: İnsan son derece zeki bir yaratık. Ama bu zekası, aynı zamanda delilikle gölgelenmiş durumdadır.
İlk çiçeğin ömrü muhtemelen pek uzun olmadı çünkü doğa ve iklim şartları henüz çiçeklerin her tarafa yayılmasına izin verecek kadar iyi değildi. Yine de, bir gün önemli bir eşik noktasına ulaşıldı ve aniden, bütün gezegen kokulara ve renklere boğuldu; tabii orada buna tanık olacak bir bilinç olsaydı.
“Mutluluğu aramayın. Ararsanız bulamazsınız, çünkü arayış, mutluluğun antitezidir.”