İçeriğe geç

Vampirin Kültür Tarihi Kitap Alıntıları – Gülay Er Pasin

Gülay Er Pasin kitaplarından Vampirin Kültür Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Vampirin Kültür Tarihi Kitap Alıntıları

❝Batıda dua eden, duasını bitirirken ‘Amen’ der- bu, ismi tamamlamayla ilişkili olan bir Mısır tanrısıdır. Yani hala onların tanrılarına dua ediyoruz.❞
❝Kimse kaderin önüne geçemez.❞
❝Bu güzel çiçekleri niçin öldürdün?❞
❝Tanrı’nın yasalarının da insanların koydukları yasaların da geçerliği kalmamıştı.❞
Vlad Tepeş’in yaşamına bakıldığında Osmanlı’ya karşı tüm Avrupa’nın onu ne kadar yalnız bıraktığı görülecektir.
[ ] göz göre göre ve diri diri yakarak öldürdük masumları,
İnsanoğlunun doğası böyledir işte, kendi rahatı için bir başkasının günah keçisi ilan edilmesine göz yumar,
[ ] gerçekleri insanoğlunun yüzüne çarpar.
❝[ ] korkum dünyanın anlamsız olduğu ve yanılmış, aldatılmış olduğum, kaybettiğim kişileri bir daha hiç göremeyecek olmak,❞
❝Tanrının gerçekten bizimle olup olmadığı [ ]❞
Dracula, vampir edebiyatına hizmet ettiği gibi, sayısız filme uyarlanmıştır. Ülkemizde de Alirıza Seyfi, İncil ve haçın yerini Kuran’ın alması gibi değişikliklerle, romanın özüne ve ruhuna sadık kalmayı başararak, yapısal özelliklerini de koruyarak Dracula İstanbul’da adlı kitabında Dracula’yı uyarlamıştır. Romanın önsözünde Giovanni Scognamillo’dan 1930’lu yılların başında yazılmış olan bu romanın o zaman iki baskı yaptığını ve Kazıklı voyvoda adıyla yayınlanmış olduğunu öğrenmekteyiz. Alirıza Seyfi, romanın kişilerini Türk yapmış, haçın yerine Kuran’ı koymuştur, Dracula ise tarihi kişiliği baskın olarak sabit kalmıştır. Bu kez Jonathan Harker yerine Azmi Bey Karpatlara yolculuk yapar. Yapı olarak Stoker’a sadık kalmıştır, Doktor Resuhi Bey, Doktor Afif, Şadan, Güzin Hanım, Azmi Bey arasındaki yazışmalar ve bu kişilerin hatıra defterlerine yazdıklarıyla ilerlemektedir roman. Belirtmek gerekir ki Bram Stoker’ın eserinin özünü 170 sayfalık bir uyarlamada yansıtmıştır yazar.
❝Hiç kuşku yok ki özeleştiri ötekinin eleştirisini reddetmekten başka bir şey değildir, yetersizlik hakkını kendine saklayarak kendine yetmenin bir biçimidir.❞ ~ S.350-351 ~
❝[ ] beni çevremdeki dünyadan alıp ideal ülkeye götür [ ]❞
❝[ ] elimde değil, sana doğru çekildiğimi hissediyorum, ileride sen de başkalarınca çekildiğini hissedeceksin ve aşk denen o zalim duyguyu tadacaksın;❞
❝Her şeyi onu kaybettikten sonra anladım ama çok geç kalmıştım.❞
[ ] kültürel farklılıklar önemli rol oynamaktadır.
❝Gotik, salt marazi ya da dehşet verici bir kaçış edebiyatı değildir, kişisel ve giderek sınıfsal sancıları fantastik imgelere, metafizik yaklaşım ve savlarla ortaya koyan bir başka büyülü ayna’dır.❞
❝Gerçek örtbas edilmiş, haya bitmiş, kanunun kontrolü gevşemiş kimsenin hakkını gözetmeyen güçlü irade ve kontrolsüz şiddet; nefret, vatan hainliği ve en sert baskı serbesttir.❞
1453 yılında 2. Mehmed Konstantinopolis’i almıştır. Avrupa’da ciddi bir korku yaratmış olan bu durum, 1456 yılına gelindiğinde Fatih Sultan Mehmed’in bundan sonra yöneleceği yerin Belgrad olduğu tahminlerine ve savunma oluşturulmasına yol açmıştır.
Edirne’de Osmanlı’ya bağlılık yeminini İncil’e ve Kuran’a el basarak tekrarlayan Vlad Dracul serbest bırakılmıştır. Osmanlı’ya bağlı kalacağının güvencesi olarak da Vlad’ı ve Radu’yu rehin olarak bırakmıştır. Böylece o sırada on bir ya da on iki yaşında olan Vlad Dracula ile yedi yaşındaki kardeşi güzel Radu’nun Osmanlı topraklarındaki yaşamı başlamıştır. İki kardeş bir süre Kütahya’daki Eğrigöz Kalesi’nde tutuklu kaldıktan sonra önce Tokat’a, ardından başkent Edirne’ye götürülmüştür. Vlad 1448, Radu 1462 yılına dek Osmanlı topraklarında yaşamıştır. Edirne’den diğer rehinelerle birlikte sultanın maiyetinde Bursa’ya, oradan da Manisa’daki yazlık saraya götürülürler. Osmanlı’nın bu uygulaması, geleceğin Avrupa prenslerinin kendilerine bağlılığını sağlamak amacıyladır. Burada 2. Murad’ın oğlu, Vlad’dan bir yaş büyük ve gelecekte Fatih Sultan Mehmed ismiyle anılacak olan 2. Mehmed’in de içlerinde bulunduğu bir grup olarak 15. yüzyıl Osmanlı’sının en önde gelen öğretmenlerinden, bilim insanlarından eğitim almışlardır. 1443 yılında bir Haçlı ordusu toplanarak Osmanlı’yla savaşa girer ve seferin kışa uzaması ve Bulgaristan’ın coğrafi koşulları nedeniyle sonunda çekilseler de Osmanlı’ya karşı başarılı bir sefer gerçekleştirmişlerdir. Bunun sonucu olarak Lehistan Kralı ile Osmanlı Sultanı arasında imzalanan anlaşma Hıristiyanlara ayrıcalıklar kazandırırken rehinelerin de serbest bırakılmasını öngörmektedir, beş yıl boyunca birbirleriyle savaşmamak koşuluyla. Ne var ki sadece Sırbistan Despotu Brankoviç sözünü tutmuş ve oğulları evlerine dönebilmiştir.
Vlad Tepeş 1431 yılında, Erdel’in Sighişoara kentinde doğmuştur. Vlad Dracul’un meşru olan çocukları 1428’de doğan Mircea, 1431’de doğan Vlad Dracula ve 1435’te doğan Radu’dur. İlerleyen yıllarda ağabeyi Mircea ve babasının öldürülmesinin intikamını alacak, kardeşi Radu ise kendisinin de kardeş gibi birlikte büyüdüğü Fatih Sultan Mehmed’in yanında Vlad’ın rakibi olarak yer alacaktır. ~ S.279-280 ~
Antik Roma’da doktorlar hasta, zayıf kişilere ve özellikle epilepsi hastalarına kuvvet kazanmaları için gladyatör kanı içmelerini tavsiye etmiş, Rönesans döneminde Marsilio Ficino kanı ilaçtan ziyade yaşam iksiri olarak önermiştir ve 17. yüzyılda bir keşiş kan reçeliyle ünlüdür.
❝Yaşamın olağan akışı içinde karşılaşılan ufak tefek mutsuzluklar ölümün kaçınılmazlığını bilge kişilere bile benimsetemezken, karşılaşılan yıkımın büyüklüğü, herkesin acımasız ölüme boyun eğmesini sağlamıştı.❞
Hristiyanlığın düşmanı olarak görülen Yahudilerdi. Yahudiler Avrupa’da ritüellerinde çocukları kurban etmekle, Komünyona saygısızlıkla, kuyuları zehirlemekle suçlandılar ve cezalandırıldılar, öldürüldüler, yakıldılar, sürüldüler. Hayvanlardan ve öldürülenlerin kalplerinden kara büyü yoluyla hastalığa sebep olan zehiri aldıkları öne sürüldü. Havayı zehirli gazla da bozdukları öne sürüldü, kuyuları zehirlemekle suçlandılar ve ‘şeytanın çocukları’ olarak adlandırıldılar. 1290’da İngiltere’den resmi olarak sürüldüler, 1306’da da Fransa’nın çoğu bölgesinden. 1348’de, Paskalya’dan önceki Pazar günü Fransa’ da, Toulon’da kırk Yahudi yataklarında uyurken öldürüldü, öfkeli kalabalık sokağa sürüklenen cesetlerine saldırdı. Barcelona’da 20, Tarrega’da 300 Yahudi öldürüldü Zürih Yahudilere sonsuza dek yasaklandı. 1349 Ocak’ında Basel’deki tüm Yahudiler yakın bir adaya götürülerek ahşap bir ambara hapsedilip yakıldı. Strassburg’un 1884 olan Yahudi nüfusunun 900’ü canlı canlı yakıldı ve kalanlar da günbatımına kadar süre verilerek sürüldü Henry Gigas, birkaç yer dışında Almanya’nın tamamında Yahudilerin yakıldığını yazmıştır. Sürgün edilen, kaçan Yahudiler 15. yüzyılda Macaristan’daki Yahudi nüfusunu dörde, Polanya’dakini beşe katlamıştır. Sadece lordların değil çalışan sınıfın ve fakir kesimin de Yahudilere ciddi miktarlarda borçlu olmaları onlara yönelik katliamın nedenidir ve Yahudilerle birlikte borçların evrakları da yok edilmiştir. ~ S.269-270 ~
İntihar eden kişi mezarındayken kalbine kazık çakılması, Hıristiyanlıkta bu kişilerin dirilmelerini önlemenin bir yöntemi olarak kullanılmıştır.
İngiltere’de 4. George zamanına dek intihar edenlerin, kalbine kazık çakılarak kavşaklara gömülmesi gelenektir; 1823 tarihinde dini tören yapılmadan ve saat dokuz ila on iki arasında gömülmesi gerektiğine dair yasa çıkarılmıştır.
İngiltere’nin kuzeyinde ve İskoçya’da ölünün üzerinden geçen kedi ya da köpek derhal öldürülmüştür, cenaze töreni bitene dek hayvanların kapalı tutulması da geleneklerindendir.
Vampir, başkalarının yaşam gücüyle beslenir, bu yaşam ilkesi çoğunlukla kandır.
1700’lerde akademisyenlerin, düşünürlerin yazılarına konu olan vampir vakalarını anlatan ve sorgulayan Dom Calmet, aforoz edilmiş huzursuz kişilerin bedenlerinin mezarda çürümediğine de örnek verir. Bremen’in başrahibi 1013’te ölmüş olan St. Libentius’un aforoz ettiği korsan çetesinin bir üyesi ölür ve Norveç’e gömülür. Yetmiş yıl sonra cesedi bozulmamış halde bulunur ve piskopos Alvareda tarafından günahlarının affolunduğunun ilanına kadar da cesedi kül olmaz.
Slav kökenli dillere geçmiş olan ve yaygın modern kullanımı, vrykolakas olan kelime İngiliz werewolf, İskoçya warwulf, Alman werwolf, Fransız loup-garounun eşdeğerlisidir ve bunların karşılığı kurt adamdır.
Hakas Türklerinde ölüm gerçekleştikten sonra kırk gün süreyle ölünün varlığını sürdüren canına süne ya da sürnü denir. Bu kültürde de Şaman süneyi öteki dünyaya götürür, öteki dünyada varolan ruha üzüt denir.
Altaylarda da öldürülen ya da intihar eden kişilerin ruhlarının hortlağa dönüşerek bu dünyada insanlara, özellikle de kendi yakınlarına zarar vermesi söz konusudur.
❝Hangi kadın onu içine daldığı derinliklerden çekip çıkarabilir?❞
❝Vatan toprağına gömülme isteği kendi toprağına duyulan bu mistik aşkın, bu kendi yuvasına dönme ihtiyacının kutsal olmayan biçimidir.❞
❝Ölülerin, yeniden doğuncaya, yeniden gün ışığına çıkıncaya kadar toprağın altında kaldıkları inancı, çocukların dünyaya geldiği ölüler krallığı düşüncesiyle özdeşleşebilir.❞
❝[ ] ruh uçar gider kanatlanan düş gibi.❞
Odysseus yurduna dönmek için gerekli bilgiyi Kirke’nin yol göstericiliğiyle ölüler diyarındaki tek bilinçli insan olan Theresias’tan öğrenmek için yeraltı diyarına gittiğinde karşılaştığı kişilerin durumundan öğrenmekteyiz.
❝Bütün dünyevi yücelikler uçup gitti [ ]❞
Kabile reisinin ya da kralın, sorumlu tutuldukları konulardaki başarısızlığından ötürü öldürülmesi dünyanın hemen her yerinde uygulanmıştır.
Epifiz bezi: Diansefaldeki Pineal aygıt iki bölümden oluşur; retinası, ilk göz billuru, pigmanter ve periferik hücreleriyle küçük bir gözü andıran bölüm ve diansefalden yukarı çıkan tüp şeklindeki epifiz guddesi. Bu aygıt özellikle bazı sürüngenlerde çok bellidir. Prosaurienler de denilen bu ilk bölüm çok eski sürüngenlere benzer. 45 cm. boyundaki bir kertenkeleyi andıran ve Yeni Zelanda’nın kuzeyinde, Plenty Körfezi’ndeki birkaç adacıkta yaşayan Hateria (Sphenodon punctatus) bu türün tek örneği olup nesli tükenmek üzeredir.
❝Şamanizm, milattan önceki yıllardan bu yana Türklerin ve çevrelerindeki toplulukların, İç Asya ve Orta Asya’da yaşadıkları bölgelerde uyguladıkları ve Şaman ya da kam adı verilen din adamları aracılığıyla gerçekleştirilen bir inanç ve uygulamalar bütünüdür.

Bazılarına göre bir dini ifade eden bu terimin karşılık geldiği inanç sistemi, aslında İslâmiyet, Hıristiyanlık, Budizm gibi tam anlamıyla teşekkül etmiş bir din değil tanrılar, ruhlar ve insanlar arasında ilişki sağlayan bir sistem ve tekniktir. Başka bir görüşe göre ise bir din olmakla birlikte bu, onu tümüyle kavrayabilecek yeterli bilgiye sahip almadığımızdan açıkça ortaya konulamamaktadır.

Şamanizm sözcüğü Tunguzca’daki Şaman isminden gelmektedir. Bu sözcük Rus bilim adamları aracılığıyla bilim terminolojisine girmiştir. Türk topluluklarında Şaman teriminden çok kam sözcüğü kullanılmıştır; bu yüzden söz konusu inançlar bütününe Kamcılık demek de mümkündür ya da Orta Asya’nın bazı bölgelerinde kullanıldığı gibi tanrıcılık veya tengircilik de denilebilir.

Şamanizm, erken devir Türkleri ve onların komşuları arasında çok daha eski çağlardan itibaren totemist inançlar, ata kültleri, hayvan kültleri, doğa kültleriyle birlikte görülmektedir.❞

❝Doğrusunu söylemek gerekirse Şamanizm, bir din değildir. O ancak, gayesi, benzer olmakla birlikte görünmeyen ruhlar alemiyle irtibat kurmak ve beşeri faaliyetleri yönetmede bu ruhların desteğini elde etmek olan vecdi ve tedaviyle ilgili metotlar bütünüdür. Orta ve Kuzey Asya’ya ait bir olgu olmasına rağmen Şamanizmin, bütün kıtaların dinlerinde ve tüm kültürel alanlarda uygulandığı görülür. Şaman terimi, Tunguzca’dır ve ‘büyücü’ manasına gelir. Türkler’de ortak olarak kullanılan kam kelimesi, Şaman’ı gösterir. Yakutlar, Kırgızlar, Kazaklar, Özbekler ve Moğollar Şaman için başka terimler de kullanırlar. Moğol istilaları çağındaki büyük Şaman beki’dir. Muhtemelen bu, Türkçe’deki beg’den gelir ki daha sonra bey olmuştur. Müslüman tarihçiler bizzat Cengiz Han’a Şamanik güçler atfederler.❞
❝Şamanizm. (Türk) Türk-Moğol-Sibirya dini Şamanizm {Fr. Chamanisme}, insanlığın en eski dinlerinden biridir ve bu yüzden de hemen tümüyle sihir ve büyüye dayanır. Evren gök, yer ve yeraltı olmak üzere üç bölüm olarak tasarımlanmıştır. Gökte iyi ruhlar, yerde insanlar, yeraltında da kötü ruhlar otururlar. İyi ruhların başkanı Ülgen (Ulu, bir çeşit Tanrı) ve kötü ruhların başkanı Erlik’tir (Güçlü, bir çeşit şeytan). Her ikisinin de karıları, çocukları ve yardımcıları vardır. Orta yerde yaşayan insanlar bu iyi ve kötü ruhlar arasında denge kurmak zorundadırlar. İşte Şaman adı verilen din adamı bu dengeyi sağlamakla görevlidir. Şaman, çağdaş medyumlar gibi, ruhlarla insanlar arasında aracılık eder. Şamanlığın aşırı kendinden geçmeye dayanan çok ilginç büyüsel törenleri vardır. Bu törenlerde Şaman, bir çeşit ölüp dirilme geçirir, vücudu parçalanır ve yeniden bütünlenir. Birçok bilim adamı gözlemcilerin anlattıklarına göre Şaman, kendinden geçtiği sırada, vücudunun parça parça edilip etinin yendiğine ve kemiklerinin kırıldığına gerçekten inanmaktadır. Bilim adamları buna Şaman hastalığı demekte ve psiko-patolojik bir hastalık olduğu kanısını ileri sürmektedirler. Şaman hastalığına tutulan Şamanlar, ki bu hastalığa tutulmayanlar Şaman olamazmış, mistik parçalanma adı verilen bir ruh durumu içine girmektedirler.❞ ~ S.120-121 ~
Zamanla bizim toplumumuzda da Yahudilerde olduğu gibi sünnet, çocuk doğduktan hemen sonra yapılmaya başlanmıştır; ancak bu gelenek ya da inançtan çok toplumsal yapılanmanın pratiği belirlemesiyle ilgilidir. Özgün uygulamada erkekliğe girişle ilintili olan ve çocuğun kendi cesaretini görerek özgüvenini de sağlayan sünnet zaman içinde Freudyen yaklaşımların da büyük etkisiyle hatırlanınası psikolojik etkilere yol açan bir sakatlama olarak görülerek ve Yahudilerdeki sekizinci gün uygulaması da göz ardı edilerek bedensel hijyen amaçlı bir pratik olarak çocuğun hatırlayamayacağı kadar erken, hatta doğumun hemen ardından yapılan operasyon haline gelmiştir.
❝Tanrılar da senin benliğinden başka bir yerden gelmezler ve senin kendi zekânın bölümlerinde ezelden beri vardırlar.❞
❝Artık toprağın suya batına zamanı geldi.❞

☆☆☆ Bardo Thödol ☆☆☆

Sınırsız ve bozulmaz nitelikteki kozmik sular, aynı anda hem her şeyin kusursuz kaynağı hem de korkunç mezardır. Bir öz dönüşüm aracılığıyla derinliklerin enerjisi açığa çıkar ya da geçici yaşam ve sınırlı ego bilinciyle donanmış bireyselleşmiş biçimler alır. Bir süreliğine bunları canlandırıcı bir özsuyla besler ve yaşatır. Daha sonra bunları acımasızca ve ayrım gözetmeksizin, doğdukları anonim enerjiye geri döndürmek üzere yok eder.
❝Su, yaradılışın öncülüdür ve su, yarattığı her şeyi, yeniden yaratabilmek için düzenli olarak yutar böylece bunları ‘arındırır’ ve yeni gizil yönler katarak yaradılışı her defasında zenginleştirir, yeniden yaratır.❞
Hristiyanlıktaki teslis inancında İsa ölümsüz kabul edilirken Hristiyanlık içindeki kimi farklı görüşlerin yanında İslâm inancında diğer tüm peygamberler gibi insan ve ölümlü olarak görülmüştür. Peygamberler içinde İsa üzerine teolojik tartışmalar sürüp giderken kutlu kişi kabul edilen ve halk arasında ölümsüz olduğuna ya da kıyamete kadar yaşayacağına inanılan başka karakterler de olmuştur, Hızır’a duyulan inanç gibi.
Ölümsüzlük, tanrılara atfedilen bir özelliktir. Tanrıların dışında, özü tanrıdan olan ruh ölümsüzdür ancak bedenen ve ebediyen ölümsüz olan sadece tanrılardır.
İnsan, korkularını olduğu kadar arzularını da söylencelere yansıtmış, inanmak istediğinin şiirini yazmıştır.
‘Soma içtik, ölümsüz olduk; ışığa varınca, tanrıları bulduk. Ey ölümsüz, ölümlülerin acımasızlığı veya kötülüğü ne zarar verebilir bize artık?’
[ ] makrokozmos evren, mikrokozmos insan bedenidir,
❝Unutmayın ki tüm simyacılar, ruhu Tanrı benzeri parametrelere kadar esneten kutsal bilgeliği amaçlamaktaydı.❞
Simyacı da maddeye uyguladığı farklı yöntemlerle onu değiştirmek, altına dönüştürmekle bu süreçte kendisinin değişimini amaçlayan kişidir, yani simya işlemlerini yaparken erginlenen, erginlenmeyle insanüstü yeteneklere ve hatta ölümsüzlüğe kavuşmayı uman kişidir. Ruhunu özgürleştirmek ve bedenen de ölümsüz olmak ister.
Altın, felsefe taşı, yeşim taşı ölümsüzlük sağlayan unsurlar olarak itibar görmüştür.
Elysion için Mutlular Adası denir. Mutlular Adası’nda seçilmiş kişiler yaşar. Yunan düşüncesine göre tanrılar seçtikleri insanları, bedenen de yaşamaya devam edecekleri Elysion’a yollayarak onlara ölümsüzlük bahsetmiştir.
[ ] cennet ve cehennem anlayışı olmaksızın öldükten sonra ruhun gittiği yer olan öte dünya, ölen kişinin bundan sonra ait olduğu yer olarak anlaşılmalıdır. ~ S.62-63 ~
İslâmî versiyonunda ölümsüzlük veren, ab-ı hayatı içen Hızır’dır.
Örneğin Altaylarda bir yer tanrısı (orta dünya) olan Yo Kan ❝Dünyanın merkezinde olduğu varsayılan ve ucu Ülgen’in evine kadar ulaşan bir çamın (dünya ağacı) bulunduğu yerde oturur.❞ Burada hayat ağacı, yapraklarını dökmeyen, yaz kış yeşil olan ve bu yönüyle dayanıklılığı, ölümsüzlüğü çağrıştıran çamdır. ~ S.60-61 ~
Bilgi ağacı, ölümsüzlük ağacıdır ve insan meyvesinden yediği için cezalandırılmış, cennet bahçesinden sürülmüştür.
RAB, Allah onu Aden bahçesinden, kendisinin içinden alındığı toprağı işlemek için çıkardı. Ve adamı kovdu; ve hayat ağacının yolunu korumak için, Aden bahçesinin şarkına Kerubileri ve her tarafa dönen kılıcın alevini koydu.
Hayat ağacı ve bilgi ağacı olarak bahsi geçen, bahçenin ortasındaki ağaç [ ] Ve insanın, meyvesinden yemekle cennet bahçesinden kovulmak suretiyle ölümsüzlüğü yitirdiği ağaç budur [ ]
Gökyüzüne çıkılan merdiven unsuru Şamanizmde geç dönemlere dek korunmuştur.
Zaman içinde inanç sistemlerindeki ortak kabuller yoluyla öte dünya inancı ve ruhun ölümsüzlüğü umudu yaygınlık kazanmıştır.
İnsanoğlu ölümü anlayamayacağını kabullenmek istememekle, ölümlülüğüne bir anlamda karşı çıkmak istemiş [ ]
Fakat demokrasiyle başlayıp despotizmle son bulan bu büyük toplumsal devrime hem krallık kavramını hem de işlevini etkileyen bir entelektüel devrim eşlik etmektedir.
Tanrılar, yaşayanların ve ölülerin dünyasına hükmeder, yeraltına, yeryüzüne ve gökyüzüne; cennete, cehenneme ve arafa
Ölmek, insanın kendisinin gerçekleştirdiği bir edim değildir, kişinin başına gelen bir durumdur.
❝Cenaze dediğin neşeli olmaz, ama yağmur da yağdı mı iyice kederli oluyor.❞
Genel olarak görülen başka bir düşünce de uyku sırasında ya da rüya görürken ruhun bedenden ayrıldığıdır. Ancak bedene geri dönmeyeceği bir ayrılma olmamalıdır bu, ruh bedene dönemediğinde uyuyan kişi ölür.
Cesedi suya yakın bir yere gömmek ya da mezarı sıklıkla sulamak da bu amaçla başvurulan yöntemlerden biridir. Böylelikle cesetteki etin çürümesi hızlandırılmaktadır ve kemikler etten rahatlıkla sıyrılarak alına bilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir