İçeriğe geç

Vahiyden Kültüre Kitap Alıntıları – Celaleddin Vatandaş

Celaleddin Vatandaş kitaplarından Vahiyden Kültüre kitap alıntıları sizlerle…

Vahiyden Kültüre Kitap Alıntıları

Biz Kur’an’ın özünü, ruhunu, içini ve cevherini aldık. Postunu köpeklerin önüne artık.
Hakikat bir denizdir, şeriattır gemisi
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar.

Yunus Emre

İlâhi bilginin hiçbir fıtrata ters düşmesi tasavvur edilemez.
Tercümenin altın çağında Yunan, İran, Mısır, Hint kültürüne, felsefesine, inancına ait sayısız kitap Arapçaya çevirilir. Entelektüel konularla ilgilenmeyi gerekli şart olarak gören ilgililer tarafından bu kitaplar büyük bir iştah ve arzuyla elde edilir, okunur, ezberlenir, tartışılır Sonuçta müslümanların kafası İslâm’dan başka her türlü kültür ve ideolojinin harmanlandığı bir yapıya sahip olmaya başlar.
Türkler, vahiy islâm’ını değil, Farslılar’ın ve bazı mutasavvıfların İslâm’ını tanıyıp, ona iman etmişlerdi. Bunların İslam’ı ile ilgili olarak en genel biçimiyle şunu söylemek hiç yanlış olmayacaktır: Onlar (Farslılar ve Türkler’e İslam’ı ulaştıran Sufilerin büyük çoğunluğu) 7. Yüzyılda Resulullah ‘ın getirdiği İslam’ı değil, çeşitli kültürel kalıplardan, düşüncelerden, felsefelerden, ideolojilerden etkilenmiş ve ton değiştirmiş bir islam’ın temsilcileriydiler. Bu islamı türklere ulaştırdılar. Türkler ise eski zamanların iyi islamı zannettikleri bu inançlar bütününü kabul edip, kendi kültürel özellikleriyle rengini daha da değiştirmekten geri kalmamışlardır.
Birçok kişi samimi niyetlerle müslüman olma amacı taşımakla birlikte, yıllardır inanıp yaşadıkları eski inançlarını tamamıyla terk edemezler. Dünden bugüne aktardıkları birçok inanç ve yaşantı biçimini de İslâm örtüsü altında devam ettirirler. Bunlar, çoğu zamanda bilinçsiz şekilde gerçekleşir.
İbn Teymiye’nin çok güzel ifade ettiği gibi;
delâlet sahiplerinin yanında hidayet aramak ,en büyük zulümdür
Halkın itikadinin gevşeme ve imamlarının zayıflığı sebeplerini araştırdım. Karşıma dört sebep çıktı: Biri felsefe ile meşgul olanlardan , ikincisi tasavvuf yoluna girenlerden, üçüncüsu Talim davasına bağlananlar dan , dördüncüsü de halk arasında ilimle tanınmış kimselerin davranışlarından gelmekteydi. İmam GAZZALİ
“İnsanın mürşidi Kuran’dır.”
İslam’ın siyasi yönde bozulması diğer bozulmalara motor vazifesi görür.
İslam’ın siyasal yönü, saltanata geçişle birlikte terkedilince, onun oluşturduğu kontrol mekanizmasındaki zayıflama problemleri yataklık yapmış ve İslam adı, görüntüsü altında her türlü inanç ve yaşantı biçiminin, halkın inanç ve yaşantısını hakim olmasına engel olunamamıştır. Bu itibarla bozulmanın sorumlusu, İslam’ı siyasal sistem olarak hayattan uzaklaştıran, bu değişime ses çıkarmayan ve İslami sistemi tesis etmek için çalışmayanlardır.
İslam ne sadece inanç ne de sadece devlet sistemidir. Onu sadece en mükemmel toplumsal sistem olarak görüp, başka özelliklerini görmemek veya sadece inanç sistemi olarak değerlendirip, bu özelliğinin de bireysel yaşantıda ahlak sistemi olarak açığa çıktığını düşünmek yanlış olur. Aynı şekilde düşünceye itibarıyla onun her yönünü dikkate alıp, sosyal yönlü sosyal bir sistem oluşunu göz ardı etmek de aynı oranda yanlıştır. O, birey ve toplum hayatının her anını ve özelliğini kapsayıp yöneten, bir şekle sokan, Evrensel anlamda bütüncül bir sistemdir.
Delalet sahiplerinin yanında hidayet aramak, en büyük zulümdür.
Günümüzde ne yazık ki naslar düşüncelere uydurulur, düşünceler naslara değil.
işe gelmeyen naslar tevil edildikçe edilir olmuş günümüzde
RABBİMİZ, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma!
RABBİMİZ, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi aşırı yük yükleme!
RABBİMİZ, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme,
Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!
Sen bizim mevlamızsın!
Kafirler toplumuna karşı bize yardım eyle..
(BAKARA-286)
Cahiller alim, alimler de zelil hale geldi.
İran kültüründe takkiyye haddini aşmıştır.
Fars inancının temel özelliklerinden birisi Şah’ın yarı tanrısal özeliklere sahip olduğu inancıdır.
Görünen düşmanın tehlikesi olmaz.
müslüman tarihinin, İslama mal edilmez.
(Şehit Seyyid Kutup)
İslam hiç bir şekilde değişmiyor, dünü ile bugünü ayrı değil ki tarih olsun.
Bilgilerimi tedkik ettim ve kendimde bu sıfatla muttasıf herhangi bir ilmin olmadığı, sadece hissiyat ve zaruriyatın bulunduğunu anladım.
#Gazzali
Kitap ve sünnetin şehadet etmediği her türlü vecd batıldır.
Tasavvufta belirtildiği gibi mutlaka her şeye rağmen bir mürşide itaat şartsa, buna Resullah’ın sevgili arkadaşları olan seçkin sahabelerden başkası daha lâyık değildir.
“İnsanın mürşidi Kuran’dır.”
Cahiller âlim, âlimler zelil hâle geldi.
Şunu bil ki, iki cihan saadeti, yalnız ve yalnız Resulullah (s.a.v)’a ittibâ’ya( O’nun Yolunda gitmeğe ) bağlıdır. O’na ittibâ’da ancak şunlarla olur: İslâmî vazife ve hükümleri yerine getirmek, onları halk arasında yürürlükte kılmak, küfrün kaide ve merasimlerini her tabakadaki insandan gidermek ve onları çürütüp ortadan kaldırmak.
Aşk imandır bize, gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzü, daimdir salât
Dost yüzün göricek şirk yağmalandı
Anınçin kapı kaldı şeriat.
Hakiykat bir denizdir, şeriattır gemisi
Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar
Kuran hiç bir fonksiyona sahip görülmeden kuru kuruya okunup durulmuştur sadece
Farklı inanç ve toplumlar, savaşlar nedeniyle İslamı kabul etmiş ve bunun sonucunda kendi inanç ve yaşantılarıyla farklı bir İslam anlayışını ortaya çıkarmıştır.
Elbetteki bir insanın yıllarca benimsediği inancı bir anda tamamıyla terketmesi beklenemez.
Yunus Emre ise yazmış olduğu birçok güzel şiirinin yanısıra, sayıları az da olsa şeriatı aşağılayan bir tavır ve düşünceyle de bazı şiirler yazmış batınî yönünü bu şiirlerinde açığa vurmuştur.
Şeriat alimlerini (fakihleri) eskiler olarak niteleyip, eskinin modasının geçtiğini ve rağbetin yeniye (kendilerine) olduğunu söyleyen Celâleddin Rûmi şeriatı ve onun yanısıra tek hakikat kabul ettiği bâtını ifade eden sözleriyle konuyu ortaya koyar: Şeriat muma benzer, yol gösterir. Fakat mumu ele almakla yol aşılmış olmaz. Yola düzeldin mi o gidişin tarikattır, maksadına ulaştın mı o da hakikat. Bunun için Hakikatlar meydana çıksaydı şeriatlar, yollar bâtıl olurdu denmiştir.
Farslı’nın düşmanlık ve saldırılarının hedefini, düşman oldukları dinin merkezi oluşturur; Yani Kur’an ve Sünnet. Kur’an’ı değiştirmeye, ona alternatif Kur’an’lar(!) oluşturmaya çalışanlar bile olur. Ancak ilahi kanun gereği bunu başaramazlar. Bu sefer çalışmalarının yönünü biraz değiştirip, Kur’an’ın insanlar tarafından görünen-dış (zahir), gizli-görünmeyen (batın) anlamları olduğu anlayışını temel alarak, konunun boyutunu değiştirip, yaygınlaştırırlar. Bu alanda yalnız da değildirler. Yahudiler birinci derecede yardımcıları olurlar. Her türlü sapık, yanlış, batıl bilgiyi Kur’an’ın bâtın anlamı diye cahil insanlara sunmaya başlarlar. Çalışmaları öylesi boyutlara ulaşır ki, Müslüman kimliği altında Allah’ın varlığı ve sıfatlarını bile tartışma konusu haline getirirler. Bunun sonucunda oluşan inanç kaosu içerisinde, bütün boyutlarıyla Zerdüşt olanlar bile kendilerini Müslüman olarak lanse etmeyi başarılar. Varlıklarını da uzun süre devam ettirirler. Bunların gerçek kemiklerini bilen Müslümanlar, Müslüman olmadıklarını belirtmek için onlara Zındık ismini verirler.
İnsan psikolojik yapısı gereği genellikle güçlü olana karşı ilgi duyar. Güçlü olanın doğru ve haklı olduğu anlayışı, düşüncede yer etmiştir. Elbette ki yanlış bir düşüncedir bu. Ancak pratikle gerçek her zaman birleşmez. Bu özellik nedeniyle Kasidiye Savaşı’nın yenilgisinden sonra, Farslıların bazıları, güçlü, galip müslümanlara meyleder ve bu fatih insanların dini olduğu için İslâm’ı benimserler. Ancak bunların yanısıra, İslâm’ı garip tarafın dini olduğu için değil de, hak din olduğu için iman edip benimseyenler de vardır. Fakat bu sonuncular azınlıkta kalırlar. Çoğunluğu, İslam’ı galip tarafın dini olduğu için benimseyenler oluşturur. Bunlar yeni mensubu oldukları dinin özelliklerinden inanmakta ve yaşamakta zorlandıkları özellikleri değiştirip, kendilerini İslam’a değil, İslam’ı kendilerine uydururlar. Böylelikle Farslının kafasına özgü bir İslam oluşur.
Müslümanlar Resûlüllah (sav)’ın vefatından 10 yıl sonra Fars ülkesinin sınırlarına dayanırlar. Bir müddet sonra da Fars ülkesi İslâm devletinin hakimiyetine geçer. Ancak bu değişimde mağlûp taraf, askeri yönüyle Fars’tır. Kültür ve medeniyet açısından durum bambaşka bir niteliğe sahiptir. Savaş alanlarında askeri gücünün son nefesini veren Fars, düşünce, inanç ve felsefede varlığını bütün gücüyle devam ettirir; hatta daha da gelişerek. Ancak bu gelişme, aslından farklı bir yapı içerisinde; müslüman toplumunda ve müslümanım diyen insanların kafasında gerçekleşir.
Zira eğlenceli ve hiç bir sorumluluk yüklemeyen kıssacılar İslam âlimlerine oranla, halka daha cazip gelirler.
Büyük İslam alimi Dehlevî ise Emevî ve sonraki sultanların yönetimleri hakkında şunları söyler:Onların hükümeti, mecusîlerin hükümeti gibidir. Yalnız şu farkla ki, bunlar namaz kılıyorlar, dilleriyle şehadette bulunuyorlar.
İslâmî özelliklerin yönetim alanından uzaklaştırılmaya başlandığı ve olumsuz özelliklerin yer aldığı yönetim ve yönetici tipinin ilk basamağını Muaviye oluşturur. Genelde tarihçilerin ortak bir kanaat olarak belirttikleri gibi, Muaviye siyasi özelliklerinin parlaklığı ve başarısıyla ün yapmıştır. Bu parlaklık ve başarısının sınırlarını ise, bazen kişisel çıkarlar ve hanedanın menfaatleri belirleyebiliyordu.
Varolanların varoluş nedeni nedir? Gelenekçi tarafından hemen cevap verilir: Varolanların varoluş nedeni .dir cevabın doğruluğundan nasıl emin olunabileceği sorulursa cevap hazırdır: Babalarımızın üzerinde bulduğumuz yol bize yeter. (Maide; 104) Atalarının cevaplarının doğru olup olmadığının nereden bilinecegi ya ataları birşey düşünmeyen, doğru yol bulamayan kimseler (Bakara; 170) ise, o zaman tam bir aldanmışlık içinde cevap hazırdır: Derler ki Sen bizi, babalarımızın üzerinde bulunduğumuz şeyden çeviresin diye mi geldin? (Yunus; 78).
Yahudilerin ve Hristiyanlarin sözlerini nakl ediyoruz..ama cehmiyyenin sözlerini nakil edemiyoruz
–ibni teymiyye–
Şiire, müziğe ve şarkıya düşkünlüğü ile tanınan Abdülmelik oğlu Velid, içi şarapla doldurulmuş havuzda yıkanmayı ve bu esnada havuzdaki şaraptan içmeyi çok seven birisidir.
Ey insanlar ben sizlerin en hayırlınız olmadığım halde başınıza geçmiş bulunuyorum. İyilik yaparsam bana yardımcı olunuz. Kötülük yaparsam beni doğrultunuz Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettikçe siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah’a ve Resulüne karşı gelip isyan edersem o zaman benim sizden itaat beklemek hakkım yoktur.
İbn-i Sina ve Farabi’yre göre haşr hadisesi yalnızca seçkin insanlara has olacaktır. Onlar, diriliş mitingin Peygamber’in kitleleri kontrol altına almak için oluşturduğunu söylerler.
Peygambere vahyedilenle, filozofun elde ettiği bilginin aynılığı iddiasını her fırsatta yinelerler.
Ebu Hanife kelamı gereksiz bulur ve sesinin ulaştığı her yere bunu anlatmaya çalışır.
Bir kimse devletin devletin huzuruna girince, dinini de beraberinde götürür, fakat oradan onsuz çıkar.
Bundan dolayı yazdıklarını kendi iradesiyle değil, vasıtasız bilgiye ulaşmanın sonucu olarak elinde olmadan, ilahî iradenin zorlamasıyla yazmaktadır.
Uydukları yolların yanlış olabileceği, doğru olup olmadığını anlamak için vahyi ölçü almaları gerektiği, o durumda da asıl ölçünün sadece vahiy bilgisi olduğu gerçeği karşısında bir anda kendilerini boşlukta hissedenler, korkularının oranında tepkide bulunur Bundan dolayıdır ki Peygambere en büyük tepkiler zenginlerden ve yöneticilerden gelir.
Bu açıdan eke alındığında 9-10. yüzyıllar İslam düşüncesinin zirvesini mi yoksa İslam dininin kafalarda her türlü inanç ve düşünceyle karıştırılıp, sadeliğinin ve saflığının bozulduğu dönem olarak mı değerlendirilmesi gerektiği konusu gündeme gelir.
Bunlardan Dımaşklı St. John, Yezid’in yakın arkadaşı idi. Çocuklukları beraber geçer. Ayrıca Muaviye’nin doktoru ibn Usal’da bir Hıristiyandır ve bu şahıs daha sonra maliyenin önemli görevlilerinden biri olur.
Devlet hükümdara, şeriat kadılara aittir.
Görünen düşmanın ise tehlikesi pek olmaz
İnsanlardan güven kayboldu. Söylenir yapılmaz, bilinir sabredilmez.
Pasifize olmuş bir tavır ve yaşantı tarzının İslam’la ilgisi yoktur.
Tasavvufun inanç ve ibadet anlayışında ki yardım dileme mercii böylelikle saptırılıp, Allah’tan kullara yönelir.
İslâm dışı inançların Müslüman halka İslam örtüsü altında geçmesine de vesile olan tasavvuf, bu fonksiyonunu hiç bir zaman bırakmamış görünmektedir.
Rabb,imiz, unutur, yada yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabb’imiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi aşırı yük yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!( Bakara,286)
Bu ümmetin ruhani gelişimi dünyayı terketmekle değil, Allah yolunda cihad etmekle mümkündür.
İslam’ın en önemli özelliklerinden birisi, kuralların Allah tarafından belirlenmiş olmasıdır. Sınırları belirleyen ve insana hareket alanı tayin eden bu hükümler hiçbir kişi, grup veya toplum tarafından değiştirilemez.
Vecd haline geçerek duyular ötesi alemle irtibat kurmak, vecd haline geçmek için müzik aletleri çalmak, muskalarla kötülükten korunmak şeyhe kayıtsız şartsız itaatin gerekliliği gibi inanç ve uygulamalar da ŞAMANİZM’in tasavvuftaki etkileri arasında yer alır.
Söz konusu tasavvuf, zühd eğilimi olarak başlayan bir yaşantı biçiminin oluşturduğu temel üzerinde, çok farklı etkenlerden beslenerek gelişip büyümüş ve başlı başına inanç, yaşantı sistemi haline gelmiş bir olgudur.
Şeyhsiz kurtuluşun olamayacağına inanılmaya başlanır. Çünkü bu anlayışa göre, Allah’ın rızası, şeyhin rızasına bağlıdır.
Artık Veli’nin en önemli özelliği olarak insanları Allah’ın dostu sıfatıyla, Allah’ın azabından emin kılan kişi olduğuna inanılmasıdır.
Şeyhlerinden aldıkları izinle namaz kılmayan veya şarap içen kişilere rastlamak mümkün olabilmektedir ki, bu son duruma bu satırın yazarları bizzat şahit olmuştur.
İbn Arabi ve Celâleddin Rumi Allah’tan doğrudan bilgi alabildiklerini ifade ederler.
Bilginin kaynağı ve niteliği konusunda belirtildiği gibi, tasavvufta bilginin doğrudan Allah’tan alınabileceği inancı vardır.
Sufiler arasında Vahdet-i Vücud inancının yanısıra dinlerin birliğine inananlar da sıklıkla görülür.
Gerçekte, temsil ettikleri kitlelerden daha fazla İslamı bilmeyen şeyh, eren, derviş vs sıfatlı çoğu kişiler, 7. yüzyıl Anadolusunda Yesevi tarikatının onayını almış olmanın rahatlığıyla faaliyetlerini sürdürdüler.
Genel kurallarını oluşturmuş, sistemleşmiş, teşekkülünü tamamlamış ilk tarikat 7. yüzyıl sonlarında Bağdat’ta açığa çıkar. Bu Abdulkadir el-Cilani(Geylani) adına kurulan Kadiri tarikatıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir