İçeriğe geç

Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer Kitap Alıntıları – Hüsnü Arkan

Hüsnü Arkan kitaplarından Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer kitap alıntıları sizlerle…

Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer Kitap Alıntıları

‘Harp bir sanatsa, harpten kaçmak da bir sanattır, kumandan!’
Elleri battaniyenin altından çıkmış. Küçücük elleri.
Hayattan şikayetçiyim sayın melek!
Uçamıyorum,
İmza: Kırlangıç
Not: Bu ülke mağdurdur. Mağrur ve emperyalist olmak gerekiyor.
Bir teklifim var. Kaldırın perçeminizi, yaranız görünsün. Gösterebilir misiniz?
Köpek kadar adımız yok! Adımız andımızdır!
Sabahı bekleyenler, ey sabahı bekleyenler!
Gelmeyecek!
Oyuncak gibi oynayın onunla! Yönlendirin, hizaya sokun, törpüleyin! Sağından, solundan, altından, üstünden, bıçakla, eğeyle, ıskarpelayla kazıyın, yontun! Tanrınız kendinize benzeyene dek çalışmanızı sürdürün!
Dünya ki kahramandır.
Artık ona inanmıyor.
Alo! Çocuklarınız size güveniyor! Çocuklarınız size güveniyor!
Neymiş? İyimsermiş!
Büyüyünce geçiyor.
Korku, korku! Düşünmek korkudur! Bir ağabey karanlıkta uyuyorsa, karnabahar kaynıyorsa, kokusu varsa, korkudur. Olacakların ve olmamanın korkusudur. Gününüz aydın, kulaklarınız tünaydın! Hiç düşündünüz mü? Çocuklarınız size güveniyor!
Yaşlandığında yalnız kalmaktan korkmuyor mi bu adam? Korkuyordur Demek ki benden daha iyisiyle karşlaşmayı bekliyor.
Ne yapacaksın? İyi soru Aşkım sizi rahatsız mı etti Abdülhalim Bey? Ben aşkı böyle yaşıyorum, böylesini tercih ediyorum. Dilediğim zaman paylaşıyorum, istemezsem reddediyorum. Ben özgürüm ve bu olanağı yaşamımın sonuna dek koruyacağım! Evet, pek tutkulu olduğum söylenemez. Ama tutkulu olmak için genç ve acemi olmak gerekmez mi?
Bir acının içinden, bir ölüye
Bir masalın, bir rüyanın içinde yaşamaktansa, hakikati ve onun hükümranlığını tercih ederim,
Ama sevgi, bir milletin namusu için silaha sarılmanın yanında küçük kalıyordu
Haydarpaşa’da kalanların sessiz bekleyişleri, gidenlerin sırtına yapışıyordu
O günden sonra duvar saatine hiç dokunmadı. Bir daha hiçbir şey utandırmadı onu; annesinin yaralayıcı sözleri bile.
Külotlarını her gün yıkadı; ellerini, ayaklarını, bacaklarını, her gün.
Uzaklarda şehrin uğultusu başlamış, hırsız gibi sokak sokak yaklaşıyor. Neyi çaldığının kimse farkına varmıyor. Aydınlık her gün bir şeyleri alıp götürüyor, kimsenin ruhu duymuyor.
Kader bu işte! Dışında kaldıkları, dışlarında kalan her şey.
yüzüne bakınca ölümü gördüm.
Ben bir akasyayım.
Dünya uyurken ben de dinlenirim. Başımı karanlığa yaslarım, gözlerimi yumarım. Düşümde, birdenbire söylenivermiş sözcüklerin boşlulta zıplayıp dans ettiklerini görürüm. Hanımellerinin alımlı sözleri, fesleğenlerin cilveleri, komşu apartmanın bahçesindeki küçük şakayığın çığlığı birbirine karışır.
Ne zaman avucumdaki gülü sana vermek istesem ağzını açıyorsun, baba. Gülü yiyeceksin diye korkuyorum.
Sen istenmeyen bir çocuk değildin ki! Kedi gibiydin, seni evimr aldım, şimdi de kuyruğuna dokunmak istiyorum; hepsi bu.
Gri, gri, herşey gri. İnsan da gri. İnsan da zamanla mazot kokuyor, uyum sağlıyor. Sesi gitgide klakson sesine dönüşüyor, kalp atışları uğultu oluyor.
Ben hayatımdan memnunum, baba, dedi. Yalnızım ve mutluyum, tahmin edemeyeceğin kadar iyi bir şey bu!
o rüzgâr dört bir cihetten esmiş de zenginliği dört bir cihete savurmuş. Zenginlik buralarda harp etmiş, mağlup olmuş, şehit düşmüş de dönmemiş.
Zaten başka bir yerde değil de İstanbul’da yaşıyor olmak, daima daha şaşırtıcı birşeylere tesadüf etme imkânına sahip olmak manasına gelmez mi? İstanbul bir mucizedir.
Bu ne hain bir gece ki tütün de kâr etmiyor.
Ben bir akasya ağacıyım; herşeyi anımsıyorum.
O kadar hakikatsin ki, dudakların bir an kadar yakın, uzansam öpeceğim.
Dünyanın sesini beraber dinleyelim mi? dedi. Şaşırdım. Düşüncelerimi okumuştu. Olur, dedim.
Üzülen ya da korkan birinin canı kapkara olur. Sevinen ve iyi şeyler düşünenlerin canları hoş kokar.
Ben, ruhumu bahar esintisine bırakmış kıpırdanıyordum. Issız bir ovada tek başına kalmış ince bir buğday sapı gibi hışırdayıp duruyordum. Dünyayı dinliyordum.
Ölüm bu çeşit bir yalnızlık olmalı herhalde! Bir sabah bir bakıyorsun; herkes gitmiş Etrafımda otlar, çiçekler, ağaçlar. Kökleriyle vücuduma sarılmışlar.
Seyahatleri eskiden beri severim. Zamanın içinden geçmek gibi bir şeydir.
Hayat bir demirci; körüğüyle üstümüze üflüyor.
Ölüm yalnızca tek bir sorunu çözmüş; artık yüzlerinde endişe yok; şaşkınlığa benzeyen, dokunaklı bir ifade var.
Bozkır kasabaları hep inler. Çok acı çekmiş, acısını hiç dile getirmemiş, geleceği olmayan aç cocuklar gibi inler. Düşlerle gerçek arasındaki uçurumun içinden, bir göz gibi bakarlar ve zamanın sonuna dek öyle kalırlar.
Bir yaraya bakar gibi bakıyordu Tevfik Bey ona. Bir acının içinden, bir ölüye
Abdülhalim dinledi ve sustu. Oysa söylemek istediği çok şey vardı. Sözlerinin babasını incitmeyeceğini bilse, hayat insana büyük bir şeyler yapmak için çok az fırsat tanır; ben bu fırsatlar kaçırmak istemiyorum, diyecekti. Bir masalın, bir rüyanın içinde yaşamaktansa, hakikati ve onun hükümranlığını tercih ederim, diyecekti.
Deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki, insanoğlunun mutluluğu uzun sürmez.
Kader bu işte! Dışında kaldıkları, dışlarında kalan her şey.
Dünyanın sesi vardı. Hep vardır. Kokusu, rengi vardı. Hep vardır. Havada düşünceler, sözler, davranışların anlamları uçuşur; kimse bilmez. Üzülen ya da korkan birinin canı kapkara olur. Sevinen ve iyi şeyler düşünenlerin canları hoş kokar.
Sokaklar bomboştu. Öyle boş ki, neredeyse ıhlamur kokacak, deniz kokacak, bahar kokacak.
Uzaklarda şehrin uğultusu başlamış, hırsız gibi sokak sokak yaklaşıyor. Neyi çaldığının kimse farkına varmıyor. Aydınlık her gün bir şeyleri alıp götürüyor, kimsenin ruhu duymuyor.
Kader işte! Dışında kaldıkları, dışlarında kalan herşey.
Dünyanın sesi vardı. Hep vardır. Kokusu, rengi vardı. Havada düşünceler, sözler, davranışların anlamları uçuşur; kimse bilmez. Üzülen ya da korkan birinin canı kapkara olur. Sevilen ve iyi şeyler düşünenlerin canı hoş kokar.
Ben, ruhumu bahar esintisine bırakmış kıpırdanıyorum. Issız bir ovada tek başına kalmış ince bir buğday sapı gibi hışırdayıp duruyordum. Dünyayı dinliyordum.
İnsan zarafetini kaybetmeye görsün!
Nereye bakıyorsun? diye sordum.
Yanıtlamadı.
Geçmişe bakıyor olmalı.
Önce hayal gücü gelir! Anla! Gerçek hayat hayal gücünün eşiğinde durur. İçeri al!
Ben bir çınar ağacıyım.
Bugün hüzünlüyüm.
Artık kendisi gibi davranamıyor.
Yalnızca, yaşamın daha önce tanımadığı bir başka yüzüne, gerçeğin arkasında duran karanlık zemine birdenbire alışıvermiş olmaktan kaynaklanan derin bir huzursuzluğun ve yoksunluğun içine gömüldüğünü hissediyor.
Ne yapabilirim? Hayat, irademize tabi olmayacak kadar uzağımızda cereyan ediyor.
O kadar hakikatsin ki, dudakların bir an kadar yakın, uzansam öpeceğim.
Ben bir çınar ağacıyım.
Evvelsi gün, haddim olmayarak bir insanın düşüne ve düşüncelerine girdim.
Bozkır denen şey bir dev! Ne bulduysa yemiş bitirmiş.
Sokaklar bomboştu. Öyle boştu ki neredeyse ıhlamur kokacak, deniz kokacak, bahar kokacak.
İnsan tutarsız bir model; hep ölçüyorlar, durmadan ölçüyorlar.
İnsan boş kaldıkça hatıralarına gömülüyor.
Bazen yokluğunu unutuyorum ve bu unutuş ruhuma iyi geliyor.
Sabahın olmamasını temenni ediyorum. Sabah, elim bir hakikati ortaya dökecek çünkü.
Duruşu, dalgınlığı hangi zamandan kalmış, hangi dünyadan?
Kader bu işte! Dışında kaldıkları, dışlarında kalan her şey.
Gemilerin hızı, makinelerin uğultusu, kapıların arkasında konuşulanlar, birkaç yeni yetmenin dinlemeye dayanamayacağı kadar gerçek!
Ben bir akasya ağacıyım.
Bir zamanlar zeytinyağı tenekesine sığıyordum.
Kırlangıç’ın sallanan bir beşiği vardı,o da ona sığıyordu.
Şimdi dünyalara sığamıyoruz.
“Yarın memleketime dönüyorum Seyahatleri eskiden beri severim. Zamanın içinden geçmek gibi bir şeydir. Bir pencere bulursun, oradan bakarsın. Dışarda eski günler koşuşturur, hatırladığın simalar uçuşur; sen öyle bakarsın Bazen biri el sallar, gülümser,; bakarsın Ben artık bir masal gibiyim, biliyor musun? Ağaçların anlattığı bir masal gibiyim. Onlarla konuşa konuşa ben de ağaç oldum. Masal ağacı ”
Şoşenin kiyisina birakilmis,cariği kaputu yagmalanmis ağizlari,gozleri acik kalmis erler.Atistiran kar kagnilarin ezgisi,moraran ayaklar,bacaklar gunden gune yakinlasan gokyuzu
Beyaz ,beyaz,beyaz
Bazen sislere gomulen,baxende tipiyle uguldayan ova palandoken.
Sonra, uzun bir yolculuğun bittiği yerde, ağır demir kapıların siren seslerini andıran gıcırtıları, bir çelik çekmecenin açılışı, soğuk bir beden, soğuk bir yüz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir