İçeriğe geç

Uzun Beyaz Bulut Gelibolu Kitap Alıntıları – Buket Uzuner

Buket Uzuner kitaplarından Uzun Beyaz Bulut Gelibolu kitap alıntıları sizlerle…

Uzun Beyaz Bulut Gelibolu Kitap Alıntıları

Birbirini gerçekten seven, gözeten, önemseyen insanların birbirleri üzerinde manevi bir hakkı oluşuyordu ve bu yalnızca sevgi hakkıydı.
Şimdi siz bu kanaatime iştirak edecek misiniz bilmiyorum ama, artık bir Türk zabiti olan mahdumunuz Ali Osman, geçen sene bu vakitler Hukuk Fakültesi talebesi olan mazideki kendi suretine, sanki acemi ve saf başka bir çocuğa bakar gibi şefkatle gülümsemektedir. Bir sene içinde bu kadar büyümek doğru mudur? Bunun cevabını ben bilmiyorum; ama hayat verecektir. Fakat edindiğim kanaate göre, beşer(insan) denen varlık, zannettiğimden de zayıf, çaresiz ve yalnızmış meğer Valideciğim.
Dünyada büsbütün Darülfünunlulardan (üniversiteli) mürekkep (oluşan) bir asker ordusu bulundu mu hiç? Bizimkisi böyle işte.O zaman aramızda bizim ordunun adı olsa olsa ‘İrfan ordusu’ (kültür ordusu) olur diye bir nükte doğdu ve hepimiz bunu sevdik. Allah göstermesin bu ordu yok olursa, memleketin istikbalini düşünebiliyor musunuz? Memlekette münevver kalmaz Alimallah! Aman Allah o ihtimali hiçbirimize göstermesin İnşallah!
Yeni istikamet Kanal Cephesi. Sonrası meçhul. Bu saatten sonra adres değil, vatan ve hürriyet daha mühimdir.
Sanırım buradaki aşırı sıcak hava, yabancı bir kültür ve aslında en çok da ne zaman ve nereye gönderileceğimize dair o berbat belirsizlik duygusu hepimizin huyunu suyunu değiştirdi. Yeni Zelanda’dan yola çıkan saf ve idealist çocuklar değişti. Daha savaşı görmeden vahşileştik, hoyratlaştık sanki Yoksa içimizde saklanan şiddet mi uyandı? Bir de şunu merak ediyorum: Acaba İngilizlerin ortalığı yatıştırmak için açtığı ateşte yanlışlıkla ölen Yeni Zelandalı ve Avustralyalı askerlerin ailelerine, çocuklarının savaşırken öldüğü mü söylenecek? Yoksa İngilizler kendi yavru vatan evlatlarını öldürdüklerini açıklasalar buna inanan bir tek Yeni Zelandalı olur mu?
Fakat bu kadar çirkin bir ticaretin serbest olduğu ve polisin buna hiç ses çıkartmadığı bu memlekette, aynı polis hoşuna gitmeyen birini sokak ortasında kırbaçlayabiliyor. Buna kimse engel olmuyor. Yani Arap polisi istediğini dövebiliyor. Düşünebiliyor musunuz, 1915 yılında geldik ve dünyada neler olabiliyor!
İnsanı başkalarından daha fazla kendi yüzleşmeleri dehşete düşürür. Bu öyle derin bir dehşettir ki,en büyük düşmanınız bile üzerinizde bu kadar derin dehşet izleri bırakmayı başaramaz.Çünkü ortada ne suçlayacak bir başkası,ne de kaçacak bir gölge vardır. Gölgeyi yaratan tek şey insanın kendi bedeni ve bedeninin içinde taşıdıklarıdır.
Birbirini gerçekten seven, gözeten birbirini önemseyen insanların birbirleri üzerinde manevi bir hakkı oluşuyordu ve bu yalnızca sevgi hakkıydı. Doğal olarak ve kendiliğinden.
Gerçek hepimize akıl ve cesaret kapasitemizin alacağı kadar kendini gösterir. Çünkü gerçek hak edilmelidir.
Sistemler kendi vatandaşlarını kendilerine benzemeyenlere karşı düşman veya kibirli yetiştirebilmek için milliyetçilik ve dincilik gibi göz boyaması ya da körleşme yöntemleri uygularlar. Çünkü kör vatandaşları kullanmak daha kolaydır.
“Bizim tarih bilincimiz hâlâ zayıf Viki. Ve tarih, ancak geçmişinden ders almayı öğrenen toplumların bilincinde oldukları bir geçmiştir. Yokluğu, zayıflığı ya da yanlışlığı tehlike yaratır, anlıyorsun di mi?
”Bütün insan ilişkileri, bütün beraberliklerde iki insan yan yana gelir ve mutlaka bir çatışma başlar. İnsan doğasının karşıtlarından oluşan bir doğa kanunudur bu!”
Erkekler kadınların onları ne zaman kıskandıklarını anlamakta beceriksizdirler.
“Ahh siz kadınlar! diye güldü Ali Osman. “Ayrıntıları asla ama asla kaçırmazsınız değil mi?
aşık olmaktan, bağlanmaktan, aşkın ve beraberliğin, birini sevmenin getireceği sorumluluktan korktum, çok korktum ve kaçtım.
Acı bir gün geçecek, biliyorum ama yaramı kapatmak için atılan dikişin izini hayatım boyunca taşıyacağım.
“Bu gerçekler insanı öldürür zaten,”
“Gerçek hepimize akıl ve cesaret kapasitemizin alacağı kadar kendini gösterir. Çünkü gerçek hak edilmelidir,”
Bir kadın her şeyden önce bir insandır.
On yaşındayken İstanbul’a ayak bastım. Ülkenin en büyük şehrindeyim ve danışacak, sığınacak kimsem yoktu. Başkasının kâbusu olur ama benim için ucu nereye gideceği bilinmeyen bir macera
Birbirini gerçekten seven, gözeten, birbirini önemseyen insanların birbirleri üzerinde mânevi bir hakkı oluşuyordu ve bu yalnızca ‘sevgi hakkı’ydı.
“Böyük, gözel insanları tanımak lâzımdır kızım. İnsan ancak böyük, gözel insanları tanırsa dünyanın neden hâlâ tamamen namussuzlara teslim olmadığını annar. Amma onları bulmak zordur. Böyük ve gözel insanlar ööle ortalarda gezinmezler. Onlar kıyıda, kenarlarda bekler, zamanı gelince işlerini yapar, soona gene ortadan çekilirler. Bu insanları tanımak, bilmek için bazen taa dünyanın dibinden kalkıp buralara gelivermek, emek vermek ister kızım.”
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
“Bülbül, güle o kadar aşıkmış ki, onun solup çürüyeceğini bildiğinden feryat figan eder, acı acı öter, en gözel şarkılarını ona söylermiş. Gül goncası da bu sabahlara kadar uyumadan, aşkı için niyaz eden, yalvaran bülbül nağmelerini duyduğu için tan yeri ağarırken açıp, gül oluverirmiş. Amma her aşkın çilesi vardır. Mutlaka vardır. Gül pek güzeldir, velâkin diken doludur. Dikenler de bülbülün kalbine batar, onu kanatır durur. Bu hep bööle bööledir kızım, iyi bilesin.”
Takıntıları ve önyargıları onun gönül gözünü köreltmiş olabilir miydi?
”Bizim bu Türk kaavesi serttir, benzemez senin sulu kaavene, çarpar adamı çok içersen bak soona,”
Bazen ne kadar iyi top sürersen sür, topu sadece kendinde tutmaktan zarar gelir.
“Bilinç ki; farkına vardırır, bilinç ki; anımsatır, bilinç ki; acıtır!”
‘Kızım, âdil olmak dünyanın en büyük eziyetidir. Ama bi defa muvaffak olursan, gözündeki perde kalkar, vicdanında körlük biter, artık hür olursun fakat bundan soona bütün namussuzları çıplak görmek zorunda kalırsın.’
“Bizim sülalede inatçı insan boldur amma karı kısmının inatçı olanı heç makbul değildir. Herif milleti kuzu gibi uysal, çocuk kadar saf, köyün delisi kadar salak karıları severler. ”
“Allah’ın insanlığa en büyük lütfu akıldır Bu memleketin akla ihtiyacı vardır akıl
“Haa bak ne diycem sana Sen daha toysun, bilmezsin. Sen sen ol, erkeklerin askerden, hele harp meydanlarından yazdığı mektuplardaki her şeye sakın inanma emi! Aman ha, Viki Hanım! ”
”Bizler, İngilizler’in artık hiç çekinmeden yüzümüze karşı mağrurca söyledikleri gibi sadece ‘hevesli oğlan çocukları’yız. Asıl kahraman olan Türkler. Çünkü Mısır’dayken Araplar’a taktığımız Abdül adıyla önceleri kendileriyle dalga geçtiğimiz ama şimdi artık kendilerine ‘Johnny Türk’ dediğimiz Türkler vatanlarını savunmak için çok ağır şartlar altında bize karşı direniyorlar. Ve vatanlarını korumak için kahramanca ölen asıl onlar. ”
Bilmek bazen can acıtıcı olabiliyormuş, demek
Ah cehalet kadar büyük bir düşman yoktur!
Bir sene evvelinde kolalı beyaz örtüsüz, gümüş çatal-bıçaksız, Bohemiya porselensiz bir masaya oturmayı kendine yakıştırmayan oğlunuz, vatan müdafaası gibi mukaddes bir görev mevzu bahis olunca birçok i’tiyâd (alışkanlık) ve keyfinden gözünü kırpmadan vazgeçmiş bulunmaktadır.
Vatan müdafaası söz konusu olunca hepimiz askeriz.
Çanakkale’nin sesi, hiç şüphesiz ki bülbüldür.
“Hakikatleri değiştirmek imkansızdır Viki Hanım. Amma hakikatleri öğrenmek mutlaka şarttır, biliyon mu?
”Türk kaavesi aceleylen yapılmaz. Hafif ateşte, sabırlan, yavaaş yavaş olcek. Yak şu ateşi bakeyim.”
Hem zaten yaşlı kadınlar üzerine kim düşünürdü ki?
”Bunlar memleketlerinde feci steril yaşıyor, bizse burada her şeye karşı felaket bağışığız. Ne oluyor tabiii, bizim yiyecekler bunları takk vuruyor hemen.
”Bizim rahmetli Gazi Alican Çavuş’un soyadı Taylar’dı. Bununkisi Taylor’muş be marı. Hayydii gelin, çaylar benden ”
Mustafa Kemal Paşa, bir elini Gazi Alican Çavuş’un omzuna koymuş ve, Üç çocuğun olacak, adlarını sırayla Uzun, Beyaz ve Bulut koyacaksın. Tıpkı Gelibolu’nun bulutları gibi,” demişti.
Eceyaylası Köyü’nün gururu, Atatürk’ün bizzat elini omzuna koyup, “ Vatan, uğrunda savaşmak ve üzerinde yaşamak isteyeceğimiz topraktır,” dediği söylenen, cesur vatan evlâdı Gazi Alican Çavuş, Çanakkale Savaşları sırasında yarattığı kahramanlık efsaneleri kadar, barış yıllarında yörenin gelişmesi için gösterdiği çabayla da hemşehrilerinin takdirini kazanmış bir köylüydü.
Sık gülümsemiyordu, hatta pek gülümsemiyordu. Ama gülümsediğinde insan
seviniyordu onunla birlikte. Hani o çok şey bildiğini bir şekilde hissettiğiniz ama bildiklerinin hepsini kendisiyle birlikte götürecek kadar gizemli ve serin gülümseyen insanlardandı.
Gelibolu’nun ayazı serttir. Ege’den hiç beklenmeyecek kadar hırçındır, insafsızdır. Uğultulu seslerle ürkütücü bir hikâye anlatarak dolaşan rüzgâr insanı döver, hırpalar.
Gelibolu’nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı.
İnsan zor ve tehlikeli durumlarda kendisini daha iyi tanıyormuş desem, beğenir misiniz ?
Ah insan sahip olduğu güzellikleri neden kaybettiğinde fark ediyor Valideciğim
Bir kıyıda vatanın müdafaası için verilmeye hazır taze can, öbür kıyıda gençlik, yaşanacak bir ömür, hayaller ve ümitler
Başkalarıyla uğraşmak, kendinle uğraşmaktan daha kolaydır.
‘Gelibolu’nun ayazı yamandır. Hiç acımaz, çarpar insanı. Gelibolu’nun ayazı serttir. Ege’den hiç beklenmeyecek kadar hırçındır, insafsızdır. Uğultulu seslerle ürkütücü bir hikaye anlatarak dolaşan rüzgar insanı döver, hırpalar.’
Çocukluk şarkıları hepimizin içinde hayatımız boyunca taşıdığımız çok güçlü ağrı kesicilerdir.
Bu dünyayı yönetenler zalim işgalciler, sahtekar siyasetçiler,kalpazan zenginlerdir. Zenginin ve siyasetçinin iyisi pek azdır. Çünkü iyi olanları aralarında yaşatmazlar.Asla ve kat’a yaşatmazlar,bu bir.Çünkü zenginlik de, siyaset de hırs ve güç üzerine kurulmuştur. Hırs ve güç insanı değiştirir. bu iki.
Gerçek, kötülerin işine yarayacak ve başkalarını ezmekte kullanılacaksa,gerçek onu hak etmeyenleri teslim edilemeyecek kadar hak edilmiş,acılardan süzülmüş ve kanla sulanmışsa hala açıklanmalı mıdır?
İnsanı başkalarından daha fazla kendi yüzleşmeleri dehşete düsürür.Bu öyle derin bir dehşettir ki,en büyük düşmanınız bile üzerinizde bu kadar derin dehşet izleri bırakmayı başaramaz.Çünkü ortada ne suçlayacak bir başkası,ne de kaçacak bir gölge vardır.Gölgeyi yaratan tek şey insanın kendi bedeni ve bedenin içinde taşıdıklarıdır.
Bana bu fevkalade kötü şartlarda mücadele azmi veren,haksızlığa karşı ruhumun direnişidir.Haklı oluşumuzun ümididir.
Zaman zaman parlayan bir ümit ışığı,bir tek o ümit ışığı beni hayata bağlıyor.Bu ümit ışığı bir nur gibi doğup,beşeri ıstıraplar,yokluklar,hasretler ve kahırlar arasında içimi ısıtıyor Valideciğim.Bu nur,kurtuluşun,hürriyet ve istiklalin ümidine dair bir ışıktır ve burada vatan için ölmeye hazır bütün Türklerin güneşten daha fazla hissettiği bir aydınlıktır.Eğer Zaferi Nihayi ümidimiz olmasa topu ve tüfeği,aleti ve edavatı,ilacı ve yemeği bizden çok üstün olan birleşik bir dünya ordusuna karşı bir saat dayanamaz,yenilirdik.
İnsan denen aklı yüce mahlukat, maalesef şeytandan hain, akbabadan beter, cellattan acımasızdır.
Orada savaş meydanında etrafımız askerlerin cesetleriyle doluydu,biz düşmandık ve birbirimize gülüyorduk.Hayatımda bundan daha saçma,anlamsız ve feci bir şey daha yaşamamıştım ve o anda bir daha da yaşamamaya yemin ettim
Benim arzum,bu milletin çektiği çilelerin,Çanakkale’de pek çetin şartlar altında geçen bu muharebelerin gelecekteki Türk gençliğine ibret olmasıdır.Yoksa yazık olur!Çok yazık olur.
Biz bunun artık bir tatbikat,bir prova olmadığını kavramıştık.Bu savaştı.İşte savaş buydu!Oyun veya şaka değildi,savaş:Ölmek ya da öldürmekti.Çirkindi,mantıksızdı,ilkeldi.Bu güzel havada,bu güzel Ege Denizi’nde,bu güzel yaşımızda,tanımadığımız birilerinin memleketinde ölmek akıllıca bir şey değildi.
Böyük, gözel insanlar tanımak lazımdır kızım. İnsan ancak, gözel insanları tanırsa dünyanın neden hâlâ tamamen namussuzlara teslim olmadığını annar.
Gerçekliğinden şüphe duyulmayacak şeyler vardır. Onlar hiç sorgulanmadan olduğu gibi alınır, öylece korunur, onlara dokunulmaz. Hayatta yaşanan en büyük düşkırıklıkları ve depresyonlar da bu sorgulamadan kabul edilen, ‘doğuştan gerçek’lerin yıkılmasıyla oluşur.
,
düşünceler ruhuma acı veriyor..
~
Zor zamanlarda hem kendini hem de dostlarını hakiki karakterleriyle tanıyor..
~
,
Kalpten s e v m e y i öğrendim.
~
Çünkü ancak akıllı ve dirayetli milletler, büyük idareciler ve şefler yetiştirirler.
~
Biz Türk Milleti’nin dahili ve harici kabuslardan ancak kendi iradesiyle, şaşalı hayallere kapılmak yerine kesin hedefler tesbit etmekle kurtulacağına kanaat etmekteyiz.
~
Kimbilir kendi ara sokaklarının hangi karanlık çıkmazında dolaşmaktaydılar..
~
Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar, burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyanasınız Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa yollayan analar, gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarımız bizim bağrımızda, huzur içindedirler ve huzur içinde uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
Sarıkamış’ta binlerce memleket evladının yine Enver Paşa’ nın kipri ve tecrübesizliği sebebiyle donarak şehit olduğu rivayetleri geliyor kulağımıza. Fakat bütün hataları ve yıkımları tek bir şahsiyet üzerine yıkmak ne kadar doğruysa, böyle şahsiyetleri (kahraman) yapmak da o kadar yanılgıya düşmek sayılmaz mı?
Her ihtilal imha etmek için kan döktüğü zorbaların yerine en evvel kendi ihtilalcilerini oturtur. Bu bir hakikat değilse, bir göz dağımıdır. Hakikaten, hürriyet için mücadele edenlerin kendileri sonunda bizzat birer despot mu oluyor? Büyük bir heyacanla okuyup, tesirinde kaldığımız Fransız ihtilali de böyle neticelenmedi mi?
İktidar zaferiyle sarhoş olan hayalperest İhtiyatçılar artık birer despot kesilmişlerdir.
~
Cihânı cehennem, hayatlarımızı bedbaht kılan bizzat bizleriz. Biz kendi kendimizin düşmanıyız.
~

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir