Georges Perec kitaplarından Uyuyan Adam kitap alıntıları sizlerle…
Uyuyan Adam Kitap Alıntıları
Sen bulanık bir gölgeden, sert bir kayıtsızlık çekirdeğinden, bakışlardan kaçan nötr bir bakıştan başka birşey değilsin.
Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor.
Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.
Ölmedin. Delirmedin.
bakışın iyi niyetliliği ise belki de silahların en kötüsüdür; nefret bir şey yapamazken o, senin elinden silahını alan bir silah olur.
Daha uzun bir süre kendine yalan söylemeyi, kendini sersemleştirmeyi, kendi oyununa gelmeyi sürdürebilirsin belki. Ama oyun bitti, büyük şenlik, ertelenmiş yaşamın yalancı sarhoşluğu bitti. Dünya yerinden kıpırdamadı ve sen değişmedin. Kayıtsızlık seni farklı kılmadı.
Ne var ki hiçbir şey olmadı: hiçbir mucize, hiçbir patlama.
Birbiri ardına sıralanan her gün, gülünç çabalarındaki ikiyüzlülüğü ortaya sermekten, sabrını aşındırmaktan başka işe yaramadı. Zamanın tamamen durması gerekirdi, ne var ki hiç kimse zamana karşı savaşacak kadar güçlü değil.
İnsan ne harikulade bir buluş! Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir.
Artık sığınağın kalmadı. Korkuyorsun; yağmurun, saatlerin, araba selinin, yaşamın, insanların, dünyanın, her şeyin durmasını bekliyorsun; her şeyin yıkılmasını bekliyorsun.
Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu. Ama bu sözcükler, boğazında takılıp kalan bu binlerce, milyonlarca sözcük, arkası gelmeyen sözcükler, sevinç çığlıkları, aşk sözcükleri, budalaca gülüşler, peki onları ne zaman bulacaksın yeniden?
Yalnızlığın büyülü çemberini kırmayacaksın. Yalnızsın ve kimseyi tanımıyorsun; kimseyi tanımıyorsun ve yalnızsın.
Biraz canını yakacaklar, sonra bıkacak ve seni rahat bırakacaklar. Evet, canını yakıyorlar, ama duyduğun ağrıya karşı, algıladığın tüm duyumlara, aklından geçen tüm düşüncelere, sende uyanan tüm duygulara karşı olduğu gibi, tam bir ilgisizlik içindesin. Hayret ettiğini hiç hayret etmeden, şaşakaldığını hiç şaşakalmadan, cellatlar tarafından hırpalandığını hiç acı çekmeden görüyorsun.
Dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman.
Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey; yalnızlık,kayıtsızlık,sabır,sessizlik.
Kayıtsızlık, dili geçersiz kılıyor, işaretleri anlaşılmaz hale getiriyor. Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor. Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun.
Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Öğrenilecek bir çok şeyin var: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik.
Ne diye yaşar gibi görünesin ki? Neden sürdüresin? Başına gelecekleri şimdiden bilmiyor musun sanki? Olman gereken her şeyi daha önce olmadın mı: anasına babasına lâyık bir oğul, küçük cesur izci, daha iyisini yapabilecek iyi bir öğrenci, çocukluk arkadaşı, uzak kuzen, yakışıklı asker, yoksul genç adam? Biraz daha gayret etsen, hatta buna bile gerek yok,birkaç yıl daha geçse, orta sınıftan, değerli bir meslektaş olacaksın. İyi koca, iyi baba, iyi yurttaş. Eski tüfek. Tıpkı kurbağalar gibi, toplumsal başarının küçük basamaklarını bir bir tırmanacaksın. Geniş ve çeşitlilik gösteren bir yelpaze içinden, arzularına en uygun düşen kişiliği seçebileceksin, tam senin ölçülerine göre titizlikle biçilmiş olacak. Nişan verilecek mi sana? Kültürlü mü olacaksın? Ağzının tadını iyi bilen biri mi? Böbrek ve kalp uzmanı mı? Hayvan dostu mu? Boş saatlerini akortsuz piyanonda, sana hiçbir zarar vermemiş olan sonatları katletmekle mi geçireceksin? Yoksa, sallanan bir koltukta, kendi kendine yaşamın iyi yanları da olduğunu tekrar ederek pipo mu içeceksin?
Hayır. Sen, yap-boz oyununun eksik parçası olmayı yeğliyorsun.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
En yüksek tepelerin doruğuna ne diye tırmanasın ki, sonradan inmek zorunda kalacak olduktan sonra
Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi.
Zamanla, duyarsızlığın inanılmayacak bir hal alıyor.
Ne ağaçların adını biliyorsun ne çiçeklerin ne bitkilerin ne de bulutların.
Kesilen kağıt elden çıkmadıkça kavalye kupadan üstün değildir.
İlerlemekten vazgeçtin ama zaten ilerlemiyordun ki yeniden yola çıkmıyorsun, vardın sen, daha uzağa gidip de ne yapacağını kestiremiyorsun.
Sen bir aylak, bir uyurgezersin, bir istiridyesin. Tanımlar saatlere, günlere göre değişiyor ama taşıdıkları anlam az çok belli: Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.
Bu senin yaşamın. Bu sana ait.
Bir türlü bitmek bilmeyen dostlukların sıkıcı suçortaklığında , yıpranan ilişkilerin ödlek ve oportünist kırgınlığında sürünmekten sıyrılmalısın.
Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini -nasıl demeli?- dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren -öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-, yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor.
Yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.
Kımıldamıyorsun. Kımıldamayacaksın. Bir başkası, bir benzerin, senin hayaletimsi, işine düşkün bir eşin artık yapmadığın hareketleri, senin yerine, bir bir yapıyor belki: Kalkıyor, yıkanıyor, traş oluyor, giyiniyor, çıkıyor. Onun merdivenlerde sekmesine, sokakta koşmasına, otobüse tam kalkarken yetişmesine, söylenen saatte nefes nefese, neşeyle salonun kapısına varmasına ses çıkarmıyorsun.
Gözlerini kaldırıyorsun, okumana ara veriyorsun ama uzun bir süredir zaten okumuyordun ki.
Evinden çıkman gerekmez. Masandan kalkma ve dinle. Hatta dinleme, yalnızca bekle. Hatta bekleme bile, kesinlikle sessiz ve yalnız ol. Dünya, maskesini düşüresin diye, gelip kendini sunacaktır sana, başka türlü olamaz; kendinden geçmiş bir halde eğilecektir önünde.
FRANZ KAFKA- Günah, Acı, Umut ve Doğru Yol Üzerine Düşünceler
Birbiri ardına sıralanan her gün, gülünç çabalarındaki ikiyüzlülüğü ortaya sermekten, sabrını aşındırmaktan başka işe yaramadı. Zamanın tamamen durması gerekirdi, ne var ki hiç kimse zamana karşı savaşacak kadar güçlü değil.
Kaldırımlardaki bu ayakların, taşıt yollarındaki bu tekerleklerin hepsi ne yapıyorlar? Hepsi nereye gidiyorlar? Kim çağırıyor onları? Kim geri getiriyor? Hangi güç ya da giz
Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik. Tüm alışkanlıklarından, onca zaman yanyana yürüdüğün kişileri görünce yanlarına gitmekten, başkalarının her gün senin için ayırdıkları, hatta bazen senin adına savundukları yerde kahveni içmekten, yemeğini yemekten, bir türlü bitmek bilmeyen dostlukların sıkıcı suçortaklığında, yıpranan ilişkilerin ödlek ve oportünist kırgınlığında sürünmekten sıyrılmalısın.
Kesin, mantıklı olmak gerek. Yöntemli hareket etmek. Belli bir anda, ne pahasına olursa olsun durmayı, düşünmeyi, durumu iyice tartmayı bilmek gerek. Eğer kafanın ortasında bir göl varsa, ki bu gerçeğe yakın olmakla kalmayıp aynı zamanda normaldir de -her ne kadar bunu çekinmeden doğrulamak henüz mümkün değilse bile- ona ulaşmak için belli bir süre gerekecek. Patika yok, hiçbir zaman patika olmaz, ve kıyılara yakın yerlerde, yılın bu döneminde daima tehlikeli olan otlara dikkat etmen gerekecek. Kayık da olmayacak tabii, hemen hemen hiçbir zaman kayık olmaz, ama yüzerek geçebilirsin.
Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini -nasıl demeli?- dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren -öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun-, yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor.
İlerlemekten vazgeçtin , ama zaten ilerlemiyordun ki , yeniden yola çıkmıyorsun , vardın sen , daha uzağa gidip de ne yapacağını kestiremiyorsun.
Bir şeyler kırılıyordu , bir şeyler kırıldı. Dayanıklı hissetmiyorsun artık.
Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.
Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek.
Odandaki sessizliğe zaman artık girmiyor, ama sürekli çevreliyor seni, bakmamazlık edebileceğin bir çalar saatin akrebiyle yelkovanından daha ısrarlı, daha mevcut ama yine de biraz çarpık, bozuk, şüpheli: Zaman geçiyor ama sen saati bilmiyorsun.
Ne diye yaşar gibi görünesin ki? Neden sürdüresin? Başına gelecekleri şimdiden bilmiyor musun sanki? Olman gereken her şeyi daha önce olmadın mı?
Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı!
Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin.
Bir şeyler kırılıyordu, bir şeyler kırıldı. Kendini dayanıklı hissetmiyorsun artık: Sana bugüne kadar güç veren -öyle sanıyordun, öyle sanıyorsun- yüreğini ısıtan şey, varoluş duygun, neredeyse önemli olduğun duygusu, dünyaya bağlanma, dünyada kalma duygusu eksikliğini hissettirmeye başlıyor.
Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, bir şeylerin yolunda gitmediğini, açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.
Kıyılar boyunca akan suyu izlemek. Rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. Zaman kaybetmek, tüm tasalardan, sabırsızlıktan kurtulmak. Arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.
”Çatlak aynanda hangi sırları, yüzünde hangi hakikati arıyorsun? ”
”kıyılar boyunca akan suyu izlemek. rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. zaman kaybetmek, tüm tasalardan, sabırsızlıktan kurtulmak. arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.”
Kayık da olmayacak tabii, hemen hemen hiçbir zaman kayık olmaz, ama yüzerek geçebilirsin.
”kıyılar boyunca akan suyu izlemek. rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. zaman kaybetmek, tüm tasalardan, sabırsızlıktan kurtulmak. arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.”
Umutsuzluk da değildi bu, vazgeçmekti.
Beklemekti belki de, ya da ölmekti içten içe.
Beklemekti belki de, ya da ölmekti içten içe.
”kıyılar boyunca akan suyu izlemek. rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. zaman kaybetmek, tüm tasalardan, sabırsızlıktan kurtulmak. arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.”
”kıyılar boyunca akan suyu izlemek. rıhtımlar boyunca gitmek, duvarların dibinden yürümek. zaman kaybetmek, tüm tasalardan, sabırsızlıktan kurtulmak. arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.”
,
Artık hiçbir şey istememek. Bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek. Avare dolaşmak, uyumak. Kalabalıkların, sokakların seni sürüklemesine seyirci kalmak ( ) Zaman kaybetmek. Tüm taşanlardan, sabırsızlıktan kurtulmak. Arzulamayan, gücenmeyen, isyan etmeyen biri olmak.
“Çatlak aynanda hangi sırları, yüzünde hangi hakikati arıyorsun?”
Kayıtsızlığın ne başlangıcı vardır, ne de sonu; değişmez bir durumdur kayıtsızlık; bir ağırlık, hiçbir şeyin sarsamayacağı bir kıpırtısızlık, bir cansızlıktır.
Sen artık dünyanın adsız efendisi, tarihin üzerinde hiçbir etki yapmadığı kişi, yağmurun yağışını hissetmeyen, gecenin gelişini görmeyen kişi değilsin. Sen artık ulaşılmaz, duru, saydam değilsin. Korkuyorsun. Bekliyorsun.
Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan yaratma makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet.
Şimdi sessizliğin dehşetinde yaşıyorsun. Ama sen herkesten daha sessiz değil misin?
..Artık sen dünyanın adsız efendisisin,
tarihin üzerinde artık etki yapmadığı kişisin,
yağmurun yağdığını artık hissetmeyen,
gecenin gelişini artık görmeyen kişisin.
tarihin üzerinde artık etki yapmadığı kişisin,
yağmurun yağdığını artık hissetmeyen,
gecenin gelişini artık görmeyen kişisin.
Ölmedin, delirmedin.
İnsan ne harikulade bir buluş! Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir.
Konuşmaktan vazgeçtin ve sana cevap veren tek şey sessizlik oldu.
Uyuyor, yiyor, yürüyor, yaşamayı sürdürüyorsun, tıpkı gamsız bir araştırmacının labirentinde unuttuğu bir laboratuvar faresi gibi; sabah akşam, hiç yanılmadan, hiç duraksamadan yemliğin yolunu tutan, önce sola, sonra sağa dönen, bulamaç halindeki günlük yem miktarını almak için kırmızı kenarlı bir pedala iki defa basan bir laboratuvar faresi gibi.
Hiçbir şey istemiyor, hiçbir şey talep etmiyor, hiçbir şeyi dayatmıyorsun.
Ekmeğin olduğu müddetçe, ekmeğin üzerine reçel sürüp yiyorsun, sonra varsa eğer, bisküvilerin üzerine sürüyorsun, daha da sonra kavanozun içinden kaşıkla yiyorsun.
Çok mutlu bir parantez içinde, hiçbir şey beklemediğin, vaatlerle dolu bir boşlukta yaşıyorsun.
Dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman.
Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti.
Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik.
Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey:yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik.