Georges Perec’in en güzel kitaplarından bir tanesi olan Uyuyan Adam kitap alıntıları sizlerle…
Uyuyan Adam kitap alıntıları
Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu.
Çatlak aynanda hangi sırları , yüzünde hangi hakikati arıyorsun ?
Sabırlısın ama beklemiyorsun, özgürsün ama seçmiyorsun, müsaitsin ama hiçbir şey seni harekete geçirmiyor.
Bir gölge olmayı ve insanlara sanki hepsi birer taşmış gibi bakmayı öğreniyorsun.
İnsan ne harikulade bir buluş! Isınsın diye ellerine, soğusun diye de çorbasına üfleyebilir.
Yalnızsın. Yalnız bir adam gibi yürümeyi, aylak aylak dolaşmayı, sürmeyi, bakmadan görmeyi, görmeden bakmayı öğreniyorsun.
Yararlı öğütleri dinlemeyeceksin artık. Çare nedir diye sormayacaksın. Kendi yolunda yürüyüp gidecek, ağaçlara, taşlara, suya, göğe, çehrene, bulutlara, tavanlara, boşluğa bakacaksın.
Bazen saatlerce bir ağaca bakarak öylece duruyorsun, onu betimliyor, didik didik inceliyorsun; kökleri, gövdeyi, dalları, yaprakları, her bir yaprağı, yapraktaki her bir damarı, sonra yeniden her bir dalı inceliyorsun, ve böylece, aç bakışının ısrarla görmek istediği ya da yarattığı ilgisiz biçimlerin sonsuz oyunu sürüp gidiyor: surat, şehir, labirent ya da yol, armalar ve atlı seferler. Algıların geliştikçe, giderek daha sabırlı ve daha esnek oldukça, ağaç paramparça oluyor ve yeniden doğuyor, yeşilin binbir çeşidi, aynı ama yine de farklı binlerce yaprak. Tüm yaşamını bir ağacın karşısında geçirebilirmişsin gibine geliyor, onu tüketmeden.
“Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey; yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik.
Sen bulanık bir gölgeden, sert bir kayıtsızlık çekirdeğinden, bakışlardan kaçan nötr bir bakıştan başka birşey değilsin.
En yüksek tepelerin doruğuna ne diye tırmanasın ki, sonradan inmek zorunda kalacak olduktan sonra.
Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek.
Ama sen bir hiçsin, dünya ise öyle kocaman bir sözcük ki.
Senin için önemli olan tek şey zamanın geçmesi ve hiçbir şeyin sana erişmemesi.
Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. Büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi.
Kayıtsızlık, dili geçersiz kılıyor, işaretleri anlaşılmaz hale getiriyor.
Ne var ki hiçbir şey olmadı: hiçbir mucize, hiçbir patlama.
Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi.
Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti.
Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.
Çatlak aynanda hangi sırları, yüzünde hangi hakikati arıyorsun?
Dünyanın karşısında, kayıtsız kişi ne cahildir ne de düşman.
Ne kimseyi görme, ne de konuşma, düşünme, dışarı çıkma, yerinden kımıldama isteği duyuyorsun.
geçenlerde bir alıntı görüp merak ettim ve bugün bir seferde bitirdim. bir zihin bu kadar iyi anlatılabilirdi herhalde.