İçeriğe geç

Uygarlık Tarihi Kitap Alıntıları – İvar Lissner

İvar Lissner kitaplarından Uygarlık Tarihi kitap alıntıları sizlerle…

Uygarlık Tarihi Kitap Alıntıları

Artık kimse tanrılara ve yasaklara saygı duymuyordu. Nasıl olsa, kaderin ölümlülük darbesi yiyen insanlar daha büyük bir cezaya çarptırılamazdı.
Ölümü nasıl karşılar şair? Ölümün geldiğini görür ve ona kapılarını açar. Belki de karşılamaya gitmiştir. Bir gece yelkenli gemidedir. Ay ışığı sularda yansımaktadır. Li Tai-Pe son defa şarap bardağını diker. Sonra ancak Çin’in en büyük şairinin alabileceği kararı alır: geminin kaplamasından sarkıtır kendisini, ayın görüntüsünü öpmek ister ve boğulur sularda
Ey ananda! Yaşlıyım ve yılların verdiği sarhoşluğun içindeyim. yolculuğun sonuna yaklaşıyor; çünkü kısa bir süre sonra seksen yaşına basacağım. Günleri tamamlamış bulunuyorum artık. Kayışları dağılmamış çok eski bir arabaya benziyor bedenim, ananda! Sende yalnız kendi kendine danış, ananda! Lambaya sarılır gibi gerçeğe sımsıkı sarıl. Ben öldükten sonra herkes kendi kendinin ışığı olsun. Herkes kendi kendine danışsın. Öyle ki dıştan bir yardıma ihtiyaçları olmasın. Lambaya sarılır gibi gerçeğe sımsıkı sarılanlar, evet onlar, kardeşlerim, en yüksek yere ulaşacaklar.
Sümerlilerin tari hiç bilmiyoruz. Bu cümle, 1913 yılında Helmolt’un, Leipzig’de yayımlanan dokuz ciltlik Dünya Tarih adlı eserinden alıntır. O zamandan bu yana, son kırk-elli yıl içinde elde edilen arkeolojik bilgiler, tarihsel bilgilerimizi üç kat artırdı. En zen­gin uygarlık kalıntıları Irak topraklarından, Dicle ile Fırat’ın alüvyonlarından çıkarılmıştır. Uzun süre gömülü kaldığından unutulmuş ve gerçek dışıymış gibi görünmüş olan çekici bir dünya, böylece gözlerimizin önüne serildi.
Gücün en yüksek noktasına ulaşan insan ölçü kavramını yitirir.
Kır zambağı gibi doğdum, kır zambağı gibi büyüdüm. Sonra zaman geçti, yaşlılık geldi, kurudum ve öldüm.

İnka kralı Yupanki Paşakutek

Bir gün Thales’e en zor şeyin ne olduğunu sordukları zaman şu cevabı vermiş: Kendi kendini tanımak. Peki en kolayı nedir? Öğüt vermek .
Yoksulluk ve çok sıkı çalışmayla bunun önüne geçme kararlılığı kadar insanı eğitim ve öğrenime zorlayan hiçbir şey yoktur.

Heinrich Schliemann

İktidarın memurlarına karşı insanın kendisini savunması güçlü düşmanları yenmekten ve krallıkları fethetmekten daha zordur.
Şu noktayı belirtmek ilginçtir: Avrupalı uluslar, arkeolojiye karşı doğu uluslarından daha çok ilgi duyarlar. Avrupalı öğrenmek ister, Doğulu yaşamak. Cennet elmasını ısıran herhalde bir Doğulu değil Avrupalıydı. Avrupalı arar, karıştırır ve yaşatır. Doğulu gelsin diye bekler
Tarih sonsuz bir tekerrürdür: İki güçlü devlet, ortak bir rakiple savaşmak için birleşir, sonra zafer kazanılınca bu sefer onlar kendi aralarında savaşırlar. Roma ile Kartaca için de bu böyle oldu.
Gemiye binerek İtalya yarımadasından ayrılırken Pirüs şu peygamberce sözü söyledi: Kartaca ile Roma’ya ne müthiş bir savaş alanı bırakıyorum! Yüz yıl süreyle iki rakibi karşı karşıya getirecek olan savaşı Pirüs daha o zaman görnüştü. Bütün amaç Akdeniz dünyasını ele geçirmekti.
Bir gün Thales’e en zor şeyin ne olduğunu sordukları zaman şu cevabı vermiş: Kendi kendini tanımak. Peki en kolayı nedir? Öğüt vermek.
Maden, sanayi, mimarlık, taş işleme sanatı Mısırlılarca geliştirildi. Mısırlılara borçlu olduğumuz şeyler arasında şunları sayabiliriz; Mimarlıkta sütun yapımı, daha sonraları Romalıların da benimsediği biçimde din adamlarıyla sivillerin örgütlenmesi, memur örgütünün kuruluşu, camın icadı; takvimin, su saatinin geometrinin, bezin bulunuşu, posta işlerinin yönetimi ve astronomi ile tıp alanında önemli gelişmeler. Bütün bunlar, insanların büyük bir bölümünün hâlâ ormanlarda ve steplerde dolaşıp durdukları bir çağda olmuştu.
(Okuyucu yorumu : Bütün bu yargılara, bu günkü arkeoloji ve tarih bilgisi ile varılıyor. Bilinmeyenler öğrenildikçe çok daha farklı sonuçlara da varılabilir elbette. Örneğin; en eski sütunlara Mısırda rastlanmış olunması, Mısırlıların da bunu bir başka uygarlıktan öğrenmediklerini kesinlikle yalanlamaz. Veya arkeologlar daha sıkı çalışırlarsa belki daha eski cam işçiliği örneklerine veya bu konuda yazılı bilgilere başka uygarlıklarda da ulaşabilirler. Bu çok eski uygarlıkların halklarının bile, çok daha eski efsanelere sahip olmaları, hep daha eskiyi gösteren bir tabela gibi. Sümerlerin kral listelerini dahi net çözebilmiş değiliz henüz. Ve bunları da düşününce bu tabela sanki hep Nuh tufanı öncesini gösteriyor gibi!)
Tarih öncesi çağlarda Mısır, şimdiki gibi dünyanın en kurak ve ormansız ülkesi değildi. Özellikle aşağı Mısır’da, orman hala geniş alanları kaplıyordu.
En yüksek noktasına ulaşan bir uygarlık, savaşma erdemlerini unutunca, insanlar kendilerine daha kolay yaşama şartları sağlamaktan başka bir şey düşünemez olurlar. Barış içinde yaşadıklarından, barışın sağladığı nimetlerden daha çok yararlanmak isterler. Ama her seferinde de bir yerlerden gelen yağmacı ya da saldırgan yığınlar üzerlerine çullanır ve önüne çıkan her şeyi yerle bir ederek bu bolluğa son verir. İnsanın yer yüzünde belirmesinden beri böyle ola gelmiştir.
Babillilerin kil tabletler üzerine yazı yazmaları çok yerinde olmuştur; gerçekten de 4000 yıl sonra, bizim kağıt üzerine yazılı edebiyatımızdan hiçbir şey kalmayacaktır.
Sümerlilerde kralların ya da prenslerin gömülme törenleri yapılırken törene sarayın ileri gelenleri, askerler, hizmetçiler ve uşaklar katılırdı. Renk renk elbiseler içindeki kadınlar altın taçlar, altın küpeler, lacivert taşları ile süslenmiş taçlar, altından yapılmış yapraklar, kırmızı akikler, gümüş saç iğneleri, taraklar, kolyeler ve kopçalar takarlardı. Alaya katılanlar mezara girerler, onları da arabacıların yönettiği ve öküzlerle eşeklerin çektiği arabalar, yer altı yapısına kadar izlerdi.
Ellerindeki kil vazolar, taştan, madenden yapılmış bardaklar tutan erkekler ve kadınlar, mezarın orta yerine yerleştirilmiş içinde zehir bulunan, bakırdan bir şarap çanağına yaklaşırlar, bardakları bu şarapla doldurarak içerlerdi. Uşaklar ise mezara kapatılan hayvanları öldürdükten sonra çekilirlerdi. Daha sonra giriş koridoru toprak ve taşlarla doldurularak kapatılırdı. Profesör Woolley’e göre herkes bu duruma kendi isteğiyle uyardı. Ortaya çıkarılan mezarların hiçbir yerinde şiddet izine rastlanmamıştır. Ölüm bir kurtuluş gibi benimsenmiş, daha iyi bir dünyaya gitmek için mutlu bir yaşantının başlangıcı sayılmıştır. Taçlar, mücevherler ve eşyalar yerli yerinde dururdu. Müzikçiler bile son soluklarıyla çalgılarını çalar durumdaydılar
Her mezarda görünüm aynıydı: Kralın ya da prensin alayındaki her üyenin elinde bir zehir bardağı vardı her mezarın orta yerinde de bir zehir çanağı bulunuyordu. Bu kolektif intihar olayını herkes kendi isteğiyle benimsemişti.
Bununla birlikte kesinlikle bilinen bir şey vardır; Bu kurbanlar, bazı bilginlerin sandığı gibi, tanrılara adanan kurbanlık bakireler değildir. Gerçekten de erkek kurbanlar çoğunluktadır.
(Okuyucu Değerlendirmesi : Ben bu tür, soylu ve yüksek mevkili kişilerin maiyeti ile birlikte gömülmesi hadisesini, dinsellikten çok sadakatin garantiye alınma çabası olarak yorumluyorum. Hizmet ettiği veya korumakla yükümlü olduğu, yüksek mevkili efendisi ile birlikte gömülecek olan maiyeti böylece, ihanet etmeyi düşünmeyecek, dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı da son derecek uyanık olacaktır. Özellikle eski zamanlarda devlet ileri gelenlerine karşı yapılan zehirleme vakalarını düşününce, bu devlet bürokrasisi tarafından geliştirilmiş bir prosedür olabilir. Tabi kaynağı bu olmakla birlikte, zamanla dinsel törenlere dönüşmüş olma olasılığı da yüksek. Böylece devlet prosedürüne bir dini görünüm kazandırılmış olabilir.)
Ey ananda! Yaşlıyım ve yılların verdiği sarhoşluğun içindeyim. yolculuğun sonuna yaklaşıyor; çünkü kısa bir süre sonra seksen yaşına basacağım. Günleri tamamlamış bulunuyorum artık. Kayışları dağılmamış çok eski bir arabaya benziyor bedenim, ananda! Sende yalnız kendi kendine danış, ananda! Lambaya sarılır gibi gerçeğe sımsıkı sarıl. Ben öldükten sonra herkes kendi kendinin ışığı olsun. Herkes kendi kendine danışsın. Öyle ki dıştan bir yardıma ihtiyaçları olmasın. Lambaya sarılır gibi gerçeğe sımsıkı sarılanlar, evet onlar, kardeşlerim, en yüksek yere ulaşacaklar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir