İçeriğe geç

Uyandığında Kitap Alıntıları – Hillary Jordan

Hillary Jordan kitaplarından Uyandığında kitap alıntıları sizlerle…

Uyandığında Kitap Alıntıları

Acının başı üstünde yeri vardı, hissizliği uzak tutuyordu çünkü.
Sevginin sonsuz çeşidi vardır, derdi, ama en saf olanı merhamettir çünkü bir tek o benim için ne var diye sormaz.
Tanrı’nın inayetiyle, dedi, sana bir gün, içindeki kötülüğe karşı aşikâr bir zafer elde edebilesin diye aşikâr bir utanç bahşedildi.
Uyandı, artık kendisiydi.
Övgüler O’nundur ! O’nun dediği olur !
Tanrıya inanmak için düşünmeyi ve soru sormayı bırakmak zorunda değilsin, çocuğun.Sekiz milyar koyundan Oluşan bir sürü isteseydi, bırak özgür iradeyi, bize kavrama yeteneği veren baş parmakları bahşetmezdi
Bagaj kapağı açıldığında ve adam onu çekip çıkardığında duyularının kaydettiği ilk şey denizin tuzlu kokusu oldu, ışığın ani baskınından gözleri kısılıp sulandı. Algıladığı ikinci şey kollarıyla bacaklarına zonklatan acıydı. Ayakta durmaya çalışınca, kasılmış bacakları ağırlığının altında Çöktü ve onu tutan adam, kolunun üst kısmına sımsıkı sarmış eliyle onu sertçe yukarıya doğru çekti. Üçüncü ve dördüncü şeyler de yüzüne vuran soğuk, nemli deniz rüzgârı ve kapalı yerde kaldıktan sonra baş döndüren bir ferahlık hissiydi. Şimdi denizin fısıltıyı andıran sesini duyabiliyordu, ki Bu da beşinciydı, ve aydan denizin karanlığı enginliğine vuran ışıltılı altın yolu görebiliyordu, ki bu da altıncısıydı. Yedincisi onu tutan adamın iriliğiydi. Adeta dev bir heykel, nefes alan bir dağdı. Sekizincisi adamın tutmadığı kolunun üst kısmındaki keskin acıyıdı, gerisi ise bir Kaleydoskopu andıran bir bunaklıktı: Bir kol dizlerinin, bir diğeri sırtının altından geçip onu kaldırırken dünya yan yattı. Geniş beyaz Bir yüzden aşağı çevrilip ona bakan aç bakışlı kahverengi gözler, kahvenin bastırdığı fırçalanmamış dişlerin kokusu, Şişman, dışbükey bir ayın sönükleştirdiği yıldızlar. Büyük beyaz bir kütleye doğru incelen tahta bir iskele, tahtanın üstünde güm güm yürüyen ayaklar, Kayla’nın gevşek, arkaya düşmüş, inip kalkarak iskelede Hannah’dan uzaklaşan başı. Göğsüne atılıp memesinin ucunu sertçe çimdikleyen el, acıyla içine çektiğin nefesi yutan motorun öksürüğü.
Denizin tuzlu kokusu, boşluğa kaymadan önce hissettiği son şeydi
Ben yalnızca senin iyiliğini düşünüyorum
İstisnalardan biri olmana yardım edebiliriz
Meleklerin kaderinde tasalı ya da mutsuz olmak yoktu
Tanrı’nın önünde hepimiz çıplağız
Hayat bir Kırmızı için zordur
Benim Tanrım sonsuz bilgelik, sevgi ve merhamet tanrısıdır.
Yaratıcı Tanrı ise, Tanrı kâinattaki her şeyi kapsıyorsa, öyleyse Tanrı her şeydir ve her şey de Tanrı’dır. Tanrı yeryüzüdür, gökyüzüdür, göğün altında topraktan çıkan ağaçtır, kuşun gagasındaki solucandır, o solucanın karnındaki topraktır. Tanrı hem kadındır hem erkektir, düzcinseldir, eşcinseldir, siyah ve beyazdır
Ben onların tanrısına, Kitabı Mukaddes’teki o hiddetli, maço Tanrı’ya inanmıyorum ki. Öyle bir varlık nasıl var olabilir? Mümkün değil.
Seni nefret uyandıran biri olarak gören Tanrı’ya nasıl dua edebilirsin?
Birlikte geçireceğimiz hayatımız.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kendisiyle gurur duymayalı ne kadar zaman olmuştu?
Bazı insanlar başkalarının mutlu olduğunu görmeye tahammül edemiyorlar.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dünya bağışlaması olmayan bir yerdi, bunu anlayacak kadarını görmüştü.
Affedemeyeceğim bazı şeyler var. Bazı şeyler bağışlanmayı hak etmiyor.
Dua mı ediyorsunuz? Çözümün bu mu yani?
Ona bir kadın olarak, yaradılış sebebi olan en yüce amacının evlenmek, kocasına can yoldaşı olmak ve bir aile kurmak olduğunu öğretmişlerdi.
Anamın rahminden çıplak çıktım ve oraya dönüşüm de çıplak olacaktır.
Hakikat olmadan, kurtuluş olamaz.
Peygamberlik etme yeteneğim olsa, tüm gizlice bilgileri bilsem üstelik dağları yerinden oynatacak kadar büyük bir imanım olsa, ama merhametim olmasa, bir hiçim.
Neden kızlar açık giysiler giyemiyor da erkekler giyebiliyor?
Tanrı’ya inanmak için düşünmeyi ve soru sormayı bırakmak zorunda değilsin. Sekiz milyar koyundan oluşan bir sürü isteseydi eğer, bırak özgür iradeyi, bize kavrama yeteneği veren başparmaklar bahşetmezdi.
Mona Lisa’nın elleri daima çaprazlanmış olarak kalacaktı. Asla dönüp arkasındaki manzaraya bakmayacak, asla yüzüne düşen saç tutamını kaldırmayacak, asla esnemeyecek ya da ağzı kulaklarına varacak şekilde sırıtmayacaktı. Onu seyredebilirdin ama eline bir fırça alıp da beğenmediğin bir tarafını değiştirmek kesinlikle haddin değildi. Bunu yapmayı düşünmek bile inanca aykırıydı.
Ne zaman bir kadının zayıflığı onu Tanrı’nın emirlerine karşı gelmeye sürüklerse, Şeytan güler. Havva ağaçtan yasaklı elmayı kopardığında da gülüyordu Şeytan.
Yorgunluk ve unutkanlık itaatsizliğin mazereti değildir. Herhalde Sina Dağı’ndan indiğinde Musa da çok yorgundu, ama Tanrı’nın emirlerini unutmadı. Değil mi ?
Güzelliği tanrı yaratmamış mıydı, öyleyse güzelliği sevmek, O’nu sevmek değil miydi?
.. ‘İyiyim ben.’ Ezberlenmiş kelimelerdi ama Kayla’nın yüzündeki ifadeye bakılırsa pek inandırıcı olmamıştı. Bunu içinden gelerek söyleyebilecek miydi bir daha acaba?
..Daha şimdiden çok şey kaybetmişti, babasının sevgisi olmadan yaşamaya katlanabileceğini sanmıyordu.
Tanrı’ya inanmak için düşünmeyi ve soru sormayı bırakmak zorunda değilsin, çocuğum. Sekiz milyar koyundan oluşan bir sürü isteseydi eğer, bırak özgür iradeyi, bize kavrama yeteneği veren başparmaklar bahşetmezdi.
Dünya bağışlaması olmayan bir yerdi, bunu anlayacak kadarını görmüştü. Kafasında bir düşünce filizlendi. Kabul etmek istemediyse de düşünce kendini yeniden gösterdi: Kendimi affetmek zorundayım.
Peder Dale, sevginin sonsuz çeşidi vardır, derdi, ama en saf olanı merhamettir çünkü bir tek o benim için ne var diye sormaz.
Şüphen varsa , Kendini rüzgarın estiği yöne bırak.
Gelecek derin bir boşluktu, hayal edilemezdi.
Yolu belirginleşince, insan özgürleşiyor.
Yaratıcı Tanrı ise, Tanrı kainattaki her şeyi kapsıyorsa, öyleyse Tanrı her şeydir ve her şey de Tanrı’dır. Tanrı yeryüzüdür, gökyüzüdür, göğün altındaki topraktan çıkan ağaçtır, kuşun gagasındaki solucandır, o solucanın karnındaki topraktır. Tanrı hem erkektir, hem kadındır, düzcinseldir, eşcinseldir, siyah ve beyazdır, kırmızıdır, yeşildir, mavidir, diğer tüm renklerdir.
Artık içinde yaşadığı dünyada nefret ve şiddet sıradandı.
Zor olan, asla sahip olamayacağın bir erkeği sevmektir.
Sevginin sonsuz çeşidi vardır, ama en saf olanı merhamettir çünkü bir tek o benim için ne var diye sormaz.
İnsan, hayat kurtarmaya yemin edip de can almaya ya da alanları korumaya nasıl göz yumabilirdi, hele insan ırkının geleceği tehlikedeyken?
Neden kızlar açık giysiler giyemiyor da erkekler giyebiliyor? Tanrı masum insanların acı çekmelerine neden izin veriyor? İsa suyu şaraba dönüştürdüyse, insanların şarap içmeleri neden günah?
Güzelliği Tanrı yaratmamış mıydı, öyleyse güzelliği sevmek, O’nu sevmek değil miydi?
Dünya, bağışlaması olmayan bir yerdi, bunu anlayacak kadarını görmüştü.
Hannah şehir ışıklarının trenin kirli camından uçarak geçişini izlerken aniden bir hüzne kapıldı. Çocukken ona hep manzara hareket ediyor, o yerinde dururken hızla yanından geçiyor gibi gelirdi. Artık o aldanış geçmişti. Her şeyi geride bırakan kendisiydi.
Fakat yorgunluk ve unutkanlık itaatsizliğin mazereti değildir. Herhalde Sina Dağı’ndan indiğinde Musa da çok yorgundu, ama Tanrı’nın emirlerini unutmadı, değil mi?
“Kim insan kanı dökerse, kendi kanı da insan tarafından dökülecektir.”
Tanrı’nın kendisini sınadığının ve bu sınavı geçemediğinin farkındaydı ama sınav bu kadar hileliyken nasıl geçebilirdi ki?
Ama en çok da zihninde ısrarla beliren soruları dile getiriyordu: “Neden kızlar açık giysiler giyemiyor da erkekler giyebiliyor?” “Tanrı masum insanların acı çekmerine neden izin veriyor?” “İsa suyu şaraba dönüştürdüyse, insanların şarap içmeleri neden günah?” Bu sorular annesiyle babasını, özellikle de Hannah’yı saatlerce konuşmadan oturtup hadsizliği üzerinde düşünmeye zorlayan annesini kızdırıyordu. Hannah sonunda şunu anladı: İyi kızlar neden diye sormazlardı. Hatta en mahrem düşüncelerinde bile bunları merak etmezlerdi.
Sessizliğin, doğmamışlara karşı başka suçlar işlemeye teşvik etmekten başka ne yarar getirir onlara.
“Tanrı’ya inanmak için düşünmeyi ve soru sormayı bırakmak zorunda değilsin, çocuğum. Sekiz milyar koyundan oluşan bür sürü isteseydi eğer, bırak özgür iradeyi, bize kavrama yeteneği veren başparmaklar bahşetmezdi.”
Artık içinde yaşadığı dünyada nefret ve şiddet sıradandı ve tedirgin edici de olsa, yalnızca etrafındaki bütün insanların kalplerinden köpürüp taştığının değil, kendisinde de aynı kapasitenin bulunduğunun farkındaydı.
“Bence bir tanrı varsa, aşağıdaki vaziyetten dolayı kafası bayağı güzeldir.”
Aynada kendisine bakarken, bu çifte standart onu birden sinirlendirdi. Onun vücudu böyle yaratılmıştı. Güzel olması ve bir kot pantolonun içine sokması bir şeyi davet ettiği anlamına gelmiyordu.
Akkor gibi bir mucize anı, yalnızca bu insanlarla değil, hayatta olan herkesle ve her şeyle, atan her yürekle, çarpan her kanatla, topraktan fışkırıp tıpkı onun gibi güneşi arayan her yeşil filizle birleşme hissi yaşadı.
Yaşadığı için sana şükürler olsun. Ve yaşadığım için..
Eskiden gönüllü çalıştığım barınakta bize, bir adam karısına bir kez vurursa büyük olasılıkla bunu tekrarlar diye öğretmişlerdi. Ve ikinci seferden sonra asla durmaz. Tadını alır, gücünün yettiği herkesi -karısını, çocuklarını- döver.
Tanrı’ya inanmak için düşünmeyi ve soru sormayı bırakmak zorunda değilsin, çocuğum. Sekiz milyar koyundan oluşan bir sürü isteseydi eğer, bırak özgür iradeyi, bize kavrama yeteneği veren başparmaklar bahşetmezdi.
Yaratıcı Tanrı ise, Tanrı kâinattaki her şeyi kapsıyorsa, öyleyse Tanrı her şeydir ve her şey de Tanrı’dır. Tanrı yeryüzüdür, gökyüzüdür, göğün altındaki topraktan çıkan ağaçtır, kuşun gagasındaki solucandır, o solucanın karnındaki topraktır. Tanrı hem kadındır hem erkektir, düzcinseldir, eşcinseldir, siyah ve beyazdır.
Boşluğun içinde değildi, boşluğun kendisiydi.
Ve hiçbir hayat, son çare olmadıkça feda edilemez.
Hayatının ne kadar küçük ve dar olduğunu o zaman anladı: İçinde kar olmayan bir kar küresi gibi.
çünkü sen bu dünyadan gitmiş olsaydın, ruhum bunu bilirdi.
Bunu da atlatabiliriz.
Birbirimizden ayrılmazsak.
Güçlü olursak.
Ya olamazsak?
Mecburuz, yoksa onlar kazanır.
Benden istediğin buysa, sana dönmenin yolu buysa, bu yola gireceğim.
Sevginin sonsuz çeşidi vardır, ama en saf olanı merhamettir. Çünkü bir tek o benim için ne var diye sormaz.
Şüphen varsa kendini rüzgârın estiği yöne bırak.
Şüphen varsa kendini rüzgarın estiği yöne bırak.
Senin benim yanı başımda olduğun gibi.
Çocukken ona hep manzara hareket ediyor, o yerinde dururken hızla yanından geçiyor gibi gelirdi. Artık o aldanış geçmişti. Her şeyi geride bırakan kendisiydi.
Hayatının ne kadar küçük ve dar olduğunu o zaman anladı: İçinde kar olmayan bir kar küresi gibi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir