İçeriğe geç

Ütopyadan Bilime Sosyalizm Kitap Alıntıları – Friedrich Engels

Friedrich Engels kitaplarından Ütopyadan Bilime Sosyalizm kitap alıntıları sizlerle…

Ütopyadan Bilime Sosyalizm Kitap Alıntıları

Darwin, bütün organik varlıkların, bitkilerin, hayvanların ve insanın kendisinin, milyonlarca yıldır olagelen bir evrim sürecinin ürünleri olduğunu kanıtlayarak, metafizik doğa görüşüne en ağır darbeyi indirdi.
Ve metafizik düşünce tarzı, genişliği, özel araştırma konusunun niteliğine göre değişen birtakım alanlarda yetkili ve gerekli ise de, eninde sonunda, daha ötesinde tek yanlı, yetersiz, soyut kaldığı, ve çözülmez çelişkiler içinde yittiği bir sınıra ulaşır. Nesneleri tek tek incelerken, onlar arasındaki ilişkileri unutur; onların varlığını incelerken, o varlığın başlangıcını ve sonunu; onların durgunluğunu incelerken, hareketini unutur. Ağaçlar yüzünden ormanı göremez.
Doğa, metafizik olarak değil, diyalektik olarak işlemektedir.
Sanayinin kapitalist bir tabana dayanan gelişimi, çalışan insanların yoksulluğunu ve sıkıntısını, toplumun varlık koşulu yaptı.
Her şey hem kendisidir hem de kendisi değildir, çünkü her şey akar, hep değişir, hep oluş ve yok oluş halindedir..
Sosyalizmden bir bilim çıkarmak için, önce onu gerçek bir zemine yerleştirmek gerekiyordu..
“Uygarlıkta, yoksulluk, aşırı bolluğun kendisinden kaynaklanır..”
Fourier
Sadece sınıf ayrıcalıkları değil, doğrudan doğruya sınıf ayrımları ortadan kaldırılmalıydı..
En az tanıdığımız insan, kendimiz değil miyiz?
Sonsuz sözcüğü anlamsızdır. Güç ile özgürlük özdeştir..
Düşünceyi, düşünen bir maddeden ayırmak mümkün değildir..
Ve biz, doğaüstü vahye inanmadığımız sürece, sallanan bir toplumu, hiçbir dinî öğretinin yıkılmaktan kurtaramayacağını kabul etmek zorundayız.
Bütün doğal âlem, yasalara bağımlıdır, ve bir dış etkinin işe karışmasını kesinlikle reddeder.
Fransız ve Alman burjuvaları için son çare, tıpkı bir geminin güvertesinde çalımla tüttürdüğü purosunu, deniz tutunca, usulcacık denize bırakıveren delikanlı gibi, özgür düşüncelerini sessizce bırakıvermekti; alaycı kişiler, birbiri ardına, görünüşte sofulaştılar, kiliseden, onun dogmalarından ve ayinlerinden saygıyla sözettiler, ve hatta sonunculara, kaçınamadıkları ölçüde, uydular.
krala ve feodal beylere karşı altında savaştığı sancağı, ona, dini vermişti; efendilerini başlarına geçirmeyi tanrının dilediğini onların kafasına sokmak ve onları efendilerinin buyruklarına başeğdirmek için aynı dinin kendisine sunduğu fırsatları görmekte gecikmedi. Sözün kısası, İngiliz burjuvazisi şimdi, aşağı sınıfların başkaldırmaması için kendisine düşeni yapmalıydı; ve bu amaç için kullanılan araçlardan biri de dinin etkisiydi.
Alman lüterciliği, prenslerin elinde uysal bir araç olurken, kalvencilik, Hollanda’da bir cumhuriyet, İngiltere’de ve özellikle İskoçya’da etkin cumhuriyetçi partiler kurdu.
Bilim, o zamana kadar, kilisenin horgörülen beslemesi olmuştu, imanın koyduğu sınırları aşmasına izin verilmemişti, ve bu yüzden hiç bilim olmamıştı.
Başlangıçta eylem vardı (Goethe, Faust.)
Laplace, Mécanique céleste32 adlı yapıtında, Tanrının adını bile neden anmadığını kendisine soran Napoléon’a, kıvançla, Je n’avais pas besoin de cette hypothèse. karşılığını verdiği çağda, bunun bir anlamı olabilirdi.

Bu varsayımı hiç gereksinmedim.

acaba madde düşünemez mi?
Devlet, tüm toplumun resmî temsilcisi, onun gözle görülür bir kurumdaki özetiydi; ama bu özellikleri, sadece, kendi döneminde tüm toplumu temsil eden sınıfın devleti olması ölçüsünde taşıyordu: Eski Çağ’da köle sahibi yurttaşların, Orta Çağ’da feodal soyluların, çağımızda burjuvazinin devleti. Sonunda gerçekten de tüm toplumun temsilcisi olduğunda, kendi kendisini gereksiz kılar.
Gerçek aklın ve gerçek adaletin bugüne kadar dünyada hüküm sürmemiş olmasının tek nedeni, doğru bir şekilde anlaşılmamış olmalarıdır.
Bir insanın uzun zaman yakınında bulunmuş olmanın onu tanımak için elverişli bir koşul olup olmadığı tarrışılmaya değer. En az tanıdığımız insan kendimiz değil miyiz?
Halkı ahlaki araçlarla zapt ve idare etmek şimdi her zamankinden daha gerekliydi; kitleleri etkilemenin ilk ve en önemli aracı ise dindi. Eğitim komisyonlarında papazların çoğunlukta olması bundandır, ritüalizmden
Selamet Ordusu’na kadar her türlü bağnaz demagojiyi desteklemek için burjuvazinin kendi kendini vergilendirmesinin durmadan artması bundandır.
Sosyalizm tarih tarafından oluşturulan iki sınıfın ,prolterya ile burjuvazinin savaşımlarının zorunlu ürünü olarak görünüyordu.
Toplumsal üretim ile kapitalist sahiplenme arasındaki çelişki kendini prolterya – burjuvazi ,karşıtlığı olarak gösterir.
Eski materyalizm, bütün eski tarihi usa-aykırılığın ve zorbalığın kaba bir yığını olarak gördü; modern materyalizm, onda, insanlığın evrim sürecini görür, ve amacı bunun yasalarını bulmaktır.
Onların hepsine göre, sosyalizm, salt gerçeğin, sağduyunun ve adaletin dışavurumudur. Ve kendi gücüyle dünyayı fethetmesi için yalnızca bulunmuş olması gerekir.
Heraklitos’tur: her şey vardır ve yoktur, çünkü her şey akıcıdır, durmadan değişmektedir, durmadan var ve yok olmaktadır.
Biz ise o incelikten yoksun insanların görmediği, etkileyici bir biçimde büyük düşünceler ve olağanüstü kabuklarından fışkıran düşünce filizlerinden keyif alırız.
Toplumsal üretimdeki anarşi kayboldukça devletin siyasi otoritesi yok olur. Kendi toplumsal örgütlenmesinin en sonunda efendisi olan insan, aynı zamanda doğanın da kendisinin de özgür efendisi haline gelir.
Toplumsallaşmış üretim ve kapitalist el koyma biçimi arasındaki çelişki, kendini burjuvazi ve işçi sınıfının çatışması olarak ortaya koydu.
Devletin kendini tüm toplumun temsilcisi olarak kurmasının sonucu olarak ilk eylem, toplum adına üretim araçlarını mülk edinme, aynı zamanda devlet olarak onun son bağımsız eylemidir.
Bu yeni servet, makinelerle yaratılmasaydı, Napoleon’a karşı Avrupa savaşları eksiksiz yürütülemez, ve toplumun aristokrat temelleri ayakta tutulamazdı. Bununla birlikte, bu yeni güç, işçi sınıfının yaratmış olduğu bir güçtü. Onun için, bu yeni gücün meyveleri, işçi sınıfınındı.
Ortadan kaldırılması gereken, yalnız sınıf
ayrıcalıkları değildi, tersine, sınıf ayrılıklarının kendileriydi.
Bugün biliyoruz ki, sağduyunun egemenliği, burjuvazinin idealleştirilmiş egemenliğinden başka bir şey değildi; kalımlı hak, burjuva adaletinde gerçekleşti; eşitlik, yasa karşısında burjuva eşitliğine indirgendi; burjuva mülkiyeti, insanın özlük haklarından biri ilan edildi; ve sağduyunun eğemenliği, Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi,
demokratik bir burjuva cumhuriyeti oldu,
ve yalnız öyle olabilirdi. 18. yüzyılın büyük düşünürleri, kendi çağlannın çektiği sınırları, öncellerinden (seleflerinden) daha çok aşamadılar.
Bir nesnenin bütün niteliklerini biliyorsanız, nesnenin kendisini de biliyorsunuz demektir; geriye, söz konusu nesnenin bizim dışımızda varolmasından başka hiçbir şey kalmaz; ve duyularınız size bu olguyu öğrettiği zaman, kendinde varlığın, Kant’ın o ünlü Ding an sich bilinmezinin üst yanını da kavramış olursunuz.
İngiltere’de devrim-öncesi ve devrim-sonrası kurumların kalımı ve büyük toprak sahipleriyle kapitalistler arasındaki uzlaşma, adli teamüllerin kalımında ve hukukun feodal biçimlerinin bağnazlıkla korunmasında kendisini gösterir.
İnsanın bütün bilgisi duyularla sağlanıyorsa, bizim kavram ve idealarımız, ancak gerçek alemin duyumsal biçimlerinden soyutlanmış görüntüleridir. Felsefe, bu görüntülere ancak ad koyabilir. Bir ad, onların birden çoğuna verilebilir. Adların bile adları olabilir.
Demuth’un mezarı başında da Engels şunları söylemiştir:
Marx, Partinin güç anlarında, ondan sık sık öğüt alırdı. Ve bana gelince, Marx’ın ölümünden sonra yaptığım bütün çalışmaları, büyük ölçüde, Marx’ın ölümünden sonra gelme şerefini bahşettiği evimde varlığının bana sağladığı güneş ışığına, yardıma borçluyum.
Engels’in bir başka özelliği de vardır (bu belki de en önemli özelliğidir): çıkarını düşünmemesi. O, Marx sağken şöyle demeyi adet edinmişti: Ben hep ikinci keman oldum ve öyle sanıyorum ki bir ölçüde ustalaştım; Marx gibi bir birinci kemana sahip olmaktan büyük mutluluk duydum! Bugün orkestrayı yöneten Engels’tir ve o sanki kendi deyimiyle hala ikinci keman imiş gibi sade ve alçakgönüllüdür.
Friedrich, ailesi için korkunç bir ördek yavrusu olacaktı. Belki şimdi bile, ailesi, bu ördek yavrusunun gerçekte bir kuğu kuşu olduğunu anlamış değildir.
ELİNİZDEKİ küçük kitap, aslında, daha büyük bir bütünün[²³] bir parçasıdır.
Pazara kendi malından ne kadar geleceğini hatta o maldan ne kadar gerekeceğini kimse bilmez; kendi bireysel ürününün pazarda gerçek bir gereksinmeyle karşılaşıp karşılaşmayacağını, giderlerini kurtarıp kurtarmayacağını, hatta malın satılıp satımayacağını kimse bilmez. Toplumsal üretim anarşiğinin egemenliğidir bu.
Toplumsal üretim ile kapitalist sahiplenme arasındaki çelişki, kendini proletarya-burjuvazi karşıtlığı olarak gösterir.
Sonuç olarak, bütün toplumsal değişikliklerin ve bütün siyasal altüst oluşların son nedenlerini insanların kafasında, ölümsüz doğruluk ve ölümsüz adalet üzerindeki artan kavrayışlarında değil, üretim ve değişim biçiminin değişikliklerinde aramak gerekir; onları, ilgili dönemin felsefesinde değil ama iktisadında aramak gerekir.
Materyalist tarih görüşü, üretimin ve üretimden sonra üretilen ürünlerin değişiminin her toplumsal rejimin temelini oluşturduğu; tarihte görülen her toplumda ürünlerin bölüşümü ile birlikte sınıflar ya da zümreler biçimindeki toplumsal eklemlenmenin üretilen şeye, bunun üretiliş biçimine ve üretilen şeylerin değişim tarzına göre düzenlendiği tezinden yola çıkar.
İçeriği bakımından, modern sosyalizm, her şeyden önce bir yandan modern toplumda varlıklılar ile varlıklı olmayanlar, ücretliler ile burjuvalar arasında egemen olan sınıf karşıtlıklarının, öte yandan da üretime egemen olan anarşinin bilincine varmanın ürünüdür.
Şimdi her zamankinden daha çok, halkı, manevi yollarla dizginlemek gerektiği zaman din, yığınlar üstünde, ilk ve başlıca etkileme aracı olmuş ve hala da olmaya devam etmektedirler.
Gerçekte, bilinemezcilik, utangaç bir materyalizm değilse nedir? Bilinmezci doğa kavrayışı, tamamen materyalisttir. Doğal dünya tümüyle yasalar tarafından yönetilir ve bir dış etkenin karışmasını dışlar; ama bilinemezci önlemini alır “Biz, bilinen evrenin ötesinde bir yüce varlığın varolduğunu doğrulayacak ya da yanlışlayacak herhangi bir araca sahip değiliz.”
Bu dünyayı kurtarma işinin üstesinden gelmek: İşte modern proletaryanın tarihsel görevi.
Bugün egemen olan sınıfların ve onların siyasal temsilcilerinin lüksü tarafından gerçekleştirilen budalaca savurganlığı ortadan kaldırarak, bir üretim araçları ve ürünler yığınını topluluk yararına özgür bırakır.
Toplumun sömüren bir sınıf ile sömürülen bir sınıf, egemen bir sınıf ile ezilen bir sınıf olarak bölünmesi, üretimin geçmişteki güçsüz gelişmesinin zorunlu bir sonucuydu.
Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özü bakımından kapitalist bir makinedir.
Uygarlıkta yoksulluk, bolluğun kendinden doğar.
ücretliler olmadan kapitalistler varolamazdı
Halkı, manevi yollarla dizginlemek gerektiği zaman, din, yığınlar üstünde, ilk ve başlıca etkileme aracı olmuş ve hâlâ da olmaya devam etmektedir.
Güç ve özgürlük, özdeştirler.
Duyular yanılmazdır ve tüm bilginin kaynağıdır.
Belirli bir toplumda, kadının kurtulma derecesinin, genel kurtuluşun doğal ölçüsü olduğunu ilk o söylemiştir.
Din de uzun vadede kapitalist toplumu koruyamayacaktır. Hukuki, felsefi ve dinsel düşüncelerimiz, belirli bir toplumdaki egemen iktisadi ilişkilerin daha yakın ya da daha uzak filizleri olduklarına göre, iktisadi ilişkilerin köklü bir şekilde değişmesi sonrasında bu düşünceler uzun vadede ayakta kalamaz. Ya doğaüstü vahye inanmak ya da hiçbir dinsel vaazın yıkılmakta olan bir topluma payanda olamayacağını kabul etmek zorundayız.
Fransız devrim yasası o kadar ustaca hazırlanmıştı ki günümüzde hala İngiltere dahil bütün ülkelerde mülkiyet hukuku reformlarında bir model olarak kullanılmaktadır.
Etkin toplumsal güçler, kendilerini bilmediğimiz ve hesaba katmadığımız sürece, tıpkı doğal güçler gibi, körü körüne zorla,yıkıcılıkla işler.
Materyalist tarih görüşünü ve artı değer yoluyla kapitalist üretimin sırrının çözümünü Marx’a borçluyuz.
Sosyalizm bu buluşlarla bir bilim oldu.
Bundan sonraki iş, onun bütün ayrıntılarını ve ilişkilerini işlemekti.
Bütün geçmiş tarih ilkel aşaması ayrı tutulursa, sınıf mücadelelerinin tarihidir; toplumun birbirleriyle çatışan sınıfları, her zaman üretim ve değişim tarzlarının, kısaca kendi çağlarının iktisadi koşullarının ürünleridir.
Bir şey ya vardır ya da yoktur; bir şey aynı zamanda hem kendisi ve hem de kendisinden başka bir şey olamaz.
Olumlu ile olumsuz kesinlikle uyuşmaz;neden ile sonuç,birbirine göre kaskatı bir antitez durumundadır.
Her şey vardır ve yoktur,çünkü her şeyi akıcıdır, durmadan değişmektedir, durmadan var ve yok olmaktadır.
İnsanın kişiliği, bir yandan soyaçekimin; ve öte yandan da bireyin ömrü boyunca ve özellikle gelişim dönemi boyunca yaşadığı çevrenin ürünüdür.
Bugün biliyoruz ki, sağduyunun egemenliği burjuvazinin idealleştirilmiş egemenliğinden başka bir şey değildi.
Kalımlı hak,burjuva eşitliğine indirgendi.
Burjuva mülkiyeti, insanın özlük haklarından biri ilan edildi; ve sağduyunun egemenliği, Rousseau’nun toplum sözleşmesi,demokratik bir burjuva cumhuriyeti oldu ve yalnız öyle olabilirdi.
Ve biz, doğaüstü vahye inanmadığımız sürece, sallanan bir toplumu, hiçbir dini öğretimin yıkılmaktan kurtaramayacağını kabul etmek zorundayız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir