İçeriğe geç

Ustaca Sevmek Kitap Alıntıları – Don Miguel Ruiz

Don Miguel Ruiz kitaplarından Ustaca Sevmek kitap alıntıları sizlerle…

Ustaca Sevmek Kitap Alıntıları

Sevgi yolunda eğer yoktur, koşul koyma yoktur. Sizi herhangi bir nedene dayanmadan sever, sevgimi doğrulamaya çalışmam. Yaşama biçiminiz hoşuma gitmiyorsa hoşuma giden birisiyle birlikte olurum. Ne bizim kimseyi değiştirmeye hakkımız vardır ne de kimsenin bizi. Değişirsek bu değişmeyi istediğimiz, daha fazla acı çekmeyi istemediğimiz içindir.
Sevgi hiçbir zorunluluk barındırmaz.
Bir bilgeye dönüştüğümüzde yaşam kolaylaşır. Çünkü bilgeleşince, gerçekte kimseniz o hale gelirsiniz. Olmadığınızı olmak; kendiniz ve başkalarını, olmadığınız gibi olduğunuza inandırmak zordur. Ve olmadığınızı olmaya çalışmak, bütün enerjinizi tüketir.
Ne iyiyiz ne kötü, ne haklıyız ne de haksız. Neysek oyuz.
Duygusal yaraları iyileştirmenin yegane yolu bağışlamaktan geçer. Zihninizde affedilmez bile olsa sizi yaralayanı bağışlamalısınız. Hak ettiği için değil, siz acı çekmek, size yapılanı her hatırlayışınızda kendinizi bir kez daha yaralamak istemediğiniz için bağışlayacaksınız.
Başkaları size ne yapmış olursa olsun, kendinizi sürekli hastalıklı hissetmek istemediğiniz için affedeceksiniz. Kendinize karşı beslediğiniz şefkatten ötürü bağışlayacaksınız
Yaralarımızı birkez temizlediğimizde iyileşme sürecini hızlandıracak güçlü bir ilacı kullanmaya başlayacağız. Bu ilaç sevgidir. Koşulsuz sevgiden başka ilaç yoktur. Kendinizi sevin, komşunuzu sevin, düşmanlarınızı sevin.
İyileşme budur: Gerçek, bağışlayıcılık, öz sevgi
İnsanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor. İnsanların birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz. Seni seviyorum demek bile korkutucu olabiliyor. Duygusal iletişim acı ve korku dolu olsa da ilişkiye giriyor, evlenip çocuk sahibi oluyoruz .
Yaratma gücü sizin elinizde. Gücünüz öylesine büyük ki inandığınız her şeyi gerçekleştiriyor. Ne olduğunuza inanıyorsanız kendinizi buna göre yaratıyor, gerçekleştiriyorsunuz. Şimdi olduğunuz gibisiniz, çünkü kendinize ilişkin inancınız bu.
Yaşam bir düşten ibarettir. Eğer sanatçıysak bizler sevgi ile yaratırız yaşamımızı ve düşümüz bir başyapıta dönüşür
Yaratma gücü sizin elinizde
Siz bir bütünsünüz. Sevgi içinizden geldiğinde sevgi arayışınızın nedeni yalnızlık korkunuz olmaz. Kendinize karşı duyduğunuz onca sevgi içinde yalnız da olursunuz, sorun değildir. Yalnız olmaktan mutluluk duyar ama paylaşmaktan da zevk alırsınız.
Her şeyi yaratan sevgidir , yaşamdır . Korku bile sevginin bir yansımasıdır . Ama korku zihinde var olur ve insan zihnini kontrol eden de korkudur . Her şeyi zihnimizdekilere göre değerlendiririz . Korkuyorsak algıladıklarımızı korkuyla yorumlarız . Ama gözleriniz sevginin gözleri olduğunda nereye giderseniz gidin sevgiyi görürsünüz . Ağaçlar sevgiden yaratılmıştır . Hayvanları , suyu yaratan aynı sevgidir . Sevgiyle baktığınızda kuşlarla , doğayla , bir insanla , herşeyle bir olursunuz . Ama bunun için zihninizi korkudan arındırmanız , sevginin gözleriyle görmeniz gerekir
Adamın mutluluğunun kaynağı içinden gelen sevgiydi. Kadının mutlulu­ ğunun kaynağı da kendi içinden gelen sevgiydi. Ama adam ka­ dını mutluluğundan sorumlu kıldığı an kadın yıldızı parçaladı, çünkü onun mutluluğunun sorumlusu olamazdı. Kadın adamı ne kadar severse sevsin onu hiçbir zaman mutlu edemezdi, çünkü içinden geçenleri asla bilemezdi. Düşlerini bilmediği için bek­ lentilerini de bilemezdi.
Mutluluk asla dışımızdan gelmez.
Belki de, diye geçirmiş içinden, ona karşı hissettiğim sevgidir. Ama şimdiye kadar hissettiklerimden o kadar fark­ lı ki. Şairlerin olduğunu söylediği şey değil bu, dinin dediği de değil, çünkü ondan sorumlu değilim. Hiçbir şey almıyorum on­ dan. Beni kollamasına gereksinmiyorum. Sorunlarundan ötürü onu suçlamıyorum, dramlarımı ona aktarmıyorum. Birlikte çok güzel vakit geçiriyor, birbirimizin varlığından zevk alıyoruz. Onun düşünme, hissetme biçimine saygı duyuyorum. Beni utan­ dırmıyor, canımı sıkmıyor. Başkalarıyla birlikte olduğunda kıs­ kanmıyorum. Başarılarına gıpta etmiyorum. Belki de sevgi var­ dır, ama bu herkesin sevgi olduğunu sandığı şey değil.
Belki de sevgi var­ dır, ama bu herkesin sevgi olduğunu sandığı şey değil.
Haklısın, demiş, sevgi diye bir şey yok. Sevgi arıyoruz, yüreğimizi açıyor, yara­ lanabilir hale geliyoruz. Ama bütün bulduğumuz bencillik olu· yor. İncindiğimize inanmasak bile yaralıyor bu bizi. Kaç ilişki kurduğumuzun önemi yok.
O bana, ben ona duyduğumuz saygıyı yitirdik. Birbirimizi yaralamaya başladık. Bir an geldi, onu sevmediğimi, onun da beni sevmediğini keşfettim.
Adam konuştukça konuşur, sevgiye inanmama nedenlerini sayıp dökermiş. Ben bütün bu yollardan geçtim. Artık hiç kim­ seye sevgi adına beni parmağında oynatma, yaşamımı denetle­ me izni vermeyeceğim.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sonsuza kadar birlikte yaşama, iyi zamanda kötü za­ manda birbirlerinin yanında olma, birbirlerini sevip sayma ve
böylece uzayıp giden sözler bunlar. İşin şaşırtıcı yanı verdikleri sözlere inanmaları. Ama evlendikten bir hafta, bir ay ya da bir­ kaç ay sonra bu sözlerin hiçbirinin tutulmadığını görebilirsiniz.
Bütün göreceğiniz, kimin kimi yöneteceğinin ortaya çıkaca­ ğı bir güç savaşıdır.
Adam nereye gitse sevginin insanların zaytf zihninin dizgin­ lerini ele geçirmek için şairlerle dinlerin uydurduğu bir masal olduğunu anlatırmış. Sevginin gerçek olmadığını, bu nedenle insanın ne kadar ararsa arasın sevgi filan bulamayacağını söy­ lermiş.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Kötüye kullanılma­ yı kabulünüzün bir sınırı vardır ama dünyada da başka hiç kim­ se sizi sizin kendinizi kullandığınızdan daha kötüye kullanmaz.
insanlığımızı reddederiz, mutlu olmayı hiçbir zaman hak etmeyiz, bizi kullanacak. cezalandıracak biri­ lerini arar dururuz.
Haklı olmayı. bizden başka herkesi haksız çıkarmayı öğreniriz.
İnsan zihni hastadır, çünkü yaşam enerjisini çalıp sevinci­ ni yağmalayan bir Parazit vardır içinde. Çocukluğunuzda edin­ diğiniz inançlar öylesine güçlüdür ki yıllar sonra yeni kavramlar öğrenip kendi kararlarınızı almaya çalıştığınızda da yaşamınızı denetlemeyi sürdürür.
İnançları­ mıza, hak ve haksızlığa ilişkin sezgilerimize dayanarak kendi­ miz ve başkalarını her an yargılarız. Kendimizi elbette suçlu bu­ lur, cezalandırılmaya gereksiniriz.
Kimi yaralar iyileşir, kimisi dozu giderek artan zehirle iltihaplanır
Haksızlık duygusu duygusal bedenimizde yara açan bıçaktır.
Du­ yarlı bir hale geliyorsunuz; canınız yanıyor, sizi ağlatıyor yaşa­ dığınız şey. Ama gözyaşlarınızın nedeni yediğiniz sille değil yalnızca. Sizi yaralayan fiziksel şiddet değil; haksız olduğunu hissettiğiniz duygusal şiddet. Hiçbir şey yapmıyordunuz ki.
Böylesi bir haksızlık zihninizde bir yara açar. Duygusal be­ deniniz yara alır ve o anda saflığınızın küçük bir parçasını yiti­ rirsiniz. Babanıza her zaman güvenemeyeceğinizi öğrenirsiniz.
Çocukları izlediğinizde sevgi ve özgürlüğün gerçekten de yok edildiğini görebilirsiniz. İki üç yaşlarında parkta oradan oraya koşturarak eğlenen bir çocuk düşünün. Annesinin gözü küçüğün üzerinde, düşüp yaralanmasından korkmakta. Bir nok­ tada çocuğu durdurmak istiyor, küçükse bunun da oyunun bir parçası olduğunu sanıp daha da hızlı koşturmaya başlıyor. Ya­ kındaki yoldan arabalar geçiyor. Annenin korkusu daha da bü­ yüyor. Sonunda yetişip yakalıyor yavrusunu. Çocuk annenin oyuna katılmasını beklerken yüzüne bir tokat yiyiveriyor. Çocuk altüst oluyor. Çocuğun mutluluğu içinden yayılan sevginin ifa­ desiydi, annenin neden bu şekilde davranmış olduğunu anlamı­ yor. Yaşadığı böylesine şoklar zaman içinde sevgiyi parça parça öldürür. Çocuk sözcükleri anlamıyor ama o halinde bile Ne­ den? diye sorabiliyor.
Birisinin gerçek bile olmayan basit bir düşüncesi bizi cehennemin derinliklerine itme­ ye yetebilir;
Sahtedirler ama o bunu göremez.
Bizi değişmeye, maske takmaya iten, başka birisinin gözün­ de yeterince iyi olmama korkusu.
Çocukken masumuz, sevgiyi ifade etmek bizim için doğal. Ama sonra ne oluyor bize? Bütün dünyaya?
Olan, biz çocukken çevremizdeki yetişkinlerin çok da bula­ şıcı bu zihinsel hastalığa yakalanmış olmaları. Hastalığı bize na­ sıl bulaştırıyorlar? Aklımızı çeliyor, bize de kendileri gibi olma­ yı öğretiyorlar. Hastalığı biz çocuklarımıza, anne babamız, öğ­ retmenlerimiz, büyük kardeşlerimiz, mikrobun içine girdiği bü­ tün bir toplum da bize işte böyle aktarıyor. Dikkatimizi çekiyor, yineleme yoluyla bilgiyi zihinlerimize yerleştiriyorlar. İnsan zihnini böylece programlıyoruz.
Küçük çocuklar hissettiklerini ifade eder, sevmekten korkmaz.
Küçük çocuklar anda yaşarlar. Geçmi­
şin utancını duymaz, gelecek konusunda tasalanmazlar.
İnsanla­ rın önemsiz, gerçek bile olmayan bir şey uğruna acı çektiklerini görürsünüz.
Cehennemin her­ hangi bir dinsel tanımına bakacak olursanız bu, düşlediğimiz şekliyle insan toplumudur. Cehennem acı çekilen, korku duyu­ lan, savaş ve şiddetin sergilendiği, yargılama ve adaletsizliğin kol gezdiği, sonu gelmez cezalandırmaların sürüp gittiği yerdir.
. Bu engelleri, korunmak, başkalarını kendimiz­ den uzak tutmak için koyuyoruz ama engeller özgürlüğümüzü sınırlayarak bizi de kendi içimizde tutsak ediyor. İnsanlar kendi­ lerini saklıyor, koruyor.
Kendimizi görmek ya da başkalarına gerçekte ne oldu­ ğumuzu göstermek çok fazla acı vereceği için yüzümüze top­ lumsal bir maske geçiriyoruz
Seni seviyorum demek bile korkutucu olabiliyor.
İnsanların birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz Seni seviyorum demek bile korkutucu olabiliyor.
insanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor.
Duygusal beden tıpkı mikrop kapmış cilt gibi yara dolu­ dur. Bu yaralar da duygusal zehirle iltihaplanmıştır. Korku has­ talığının belirtileri öfke, nefret, kıskançlık ve ikiyüzlülüktür. So­ nucu ise insana acı çektiren bütün duygular.
Baş­ kalarıyla karşılaştığımızda hemen kafamızda ait oldukları sınıf­ lara yerleştiriyor, yaşamlarımızda bir rol veriyoruz onlara.
Belki hiç böyle düşünmemişsinizdir ama içimizdeki bir düz­ lemde hepimiz birer üstadız. Üstadız, çünkü kendi yaşamlarımı­ zı yaratma ve yönetme gücüne sahibiz.
Yaşam bir düşten ibarettir, eğer sanatçıysak bizler, Sevgi ile yaratırız yaşamımızı ve düşümüz bir başyapıta dönüşür.
Sonsuzluğun ötesi içinizdedir.
Bir insanın güzelliği ile diğerinin güzelliği arasındaki yegane fark insanların güzellik anlayışıdır.
Varolan her şey avcı ve avdır. Nedir avladığımız? Gereksinimlerimizin karşılığı. Bedenin ihtiyaçlarına karşı zihnin ihtiyaçlarından söz etmiştim. Zihin beden olduğuna inanırsa gereksinimleri yanılsamadan ibarettir; karşılanamaz, Zihnin gerçek dışı gereksinimlerinin peşinde avlandığımızda vahşi hayvanlara dönüşür, gereksinmediğimizi avlarız. İnsanlar sevgi avlar. Kendimizi sevmediğimiz için sevgiden yoksun olduğumuza, sevgiye gereksindiğimize inanırız. Sevgiyi bizim gibi olan başka insanlarda avlarız. Onlar da kendilerini sevmezken bulabileceğimiz sevgi ne olacaktır ki? Bütün yaptığımız, gerçek olmayan daha da büyük bir gereksinim yaratmak olur. Gereksindiğimiz sevgi başkalarında olmadığı için yanlış yerde durur, avlanır da avlanırız.
Gerçekten, körlüğümüzün bedelini ödüyoruz. Gözümüzü açar yaşamı olduğu gibi görürsek büyük bir duygusal acının önüne geçeriz. Bu risk almayacağımız anlamına gelmez. Yaşayan varlıklarız, riskleri göze almamız gerekiyor. Başarısızlığa uğrasak ne çıkar ki? Kim aldırır? Önemli değildir. Dersimizi alır yargılamaksızın yolumuza devam ederiz.
Gerçeği olduğu gibi görürseniz tepki göstermezsiniz.
Ustaca sevmenin yegane yolu sevgiyi eyleme dökmektir Sevginizi doğrulamanız, açıklamanız gerekmez. Gereken, sevgiyi yaşamaktır. Ustayı yaratan uygulamadır.
Öfke, yüzüne maske geçirmiş korkudan başka bir şey değildir.
Sevgide beklenti yoktur. Korku ise beklenti doludur.
Çünkü yaralıyız, baş edemediğimiz duygusal zehirle doluyuz. Bunun da nedeni gerçek dışı, varolmayan ve zihnimizde haksızlık olarak algıladığımız bir kusursuzluk imgesi ile büyümüş olmamız.
İnsan zihni hastadır, çünkü yaşam enerjisini çalıp sevincini yağmalayan bir Parazit vardır içinde.
Dikkatin çekilmesiyle enerji bir insandan diğerine geçer. Dikkat insan zihninin çok güçlü bir yönüdür. Dünyadaki herkes sürekli olarak başkalarının dikkatini çekmenin ardındadır. Dikkati yakaladığımızda iletişim yolları açmaya başlarız. Bu yollardan Düş ve güç aktarıldığı gibi duygusal zehir de aktarılır.
İnsan insanı evcilleştirmek için korkuyu kullanır.
Cehenneme hoş geldiniz, insanların yarattığı, Gezegenin Düşü olan cehenneme. Kendimizi bu cehennem de buluruz ama kişisel olarak onu yaratan biz değilizdir. Doğumumuzdan önce oradadır bu cehennem.
Yaşamımızdaki en mutlu anlar tıpkı çocuklar gibi yalnızca eğlenmek için oyun oynadığımız, şarkı söyleyip dans ettiğimiz, keşfedip yarattığımız anlardır. Bir çocuk gibi davranmak hariku ladedir, çünkü budur insan zihninin olağan durumu, insanın ola ğan eğilimi. Çocukken masumuz, sevgiyi ifade etmek bizim için doğal. Ama sonra ne oluyor bize? Bütün dünyaya?
Zihnimizde saklı bütün bu bilgi kafamızın içinde aynı anda konuşan bin bir ses gibidir. Toltekler buna mitote adını verir. Gerçek biz saf sevgidir; biz Yaşamız. Gerçek bizin düşle hiçbir ilgisi yoktur. Ancak mitote bizi gerçekte ne olduğumuzu görmekten alıkoyar. Düşe bu açıdan baktığınızda, ne olduğunuzun da ayırdındaysanız insanların davranışı ardındaki anlamsızlığı görürsünüz. Gözünüzde gülünçleşir bu saçmalık. Başkaları için büyük bir dram olan sizin için güldürüye dönüşür. İnsanların önemsiz, gerçek bile olmayan bir şey uğruna acı çektiklerini görürsünüz. Ama seçeneğiniz yoktur. Bu toplumda doğuyor, bü- yüyor, sürekli saçma bir oyun oynayıp daha da saçma şeylerle savaşarak başkaları gibi olmayı öğreniyoruz. Herkesin farklı bir duygusal zekaya sahip olduğu bir gezegende konuk olduğunuzu canlandırın. Birbirleriyle ilişki kurma biçimleri her zaman mutluluk, sevgi ve barış dolu. Günün birinde bu gezegende uyandığınızı, duygusal bedeninizdeki yaraların geçmiş olduğunu hayal edin. Kim olduğunuzdan artık korkmuyorsunuz. Başkalarının söyledikleri, yaptıkları ne olursa olsun canınızı yakmaz oluyor, üzerinize alnmıyorsunuz. Kendinizi savunmaya gerek kalmamış. Sevmekten, paylaşmaktan, yüreğinizi açmaktan korkmuyorsunuz artık. Ama tek başınasınız. Duygusal olarak yaralı, korkunun hasta ettiği insanlarla nasıl ilişki kurabilirsiniz?
Duygusal yaralarını savunmak amacıyla ve yaralanmaktan korktukları için insanlar zihinlerinde son derece ince işlenmiş bir şey yaratıyor. Büyük bir yadsıma sistemi bu. Geliştirdiğimiz bu sistemle kusursuz birer yalancıya dönüşüyoruz. Öylesine ya lan söyler oluyoruz ki bunu kendimize karşı da yapmaya, hatta kendi yalanlarımıza inanmaya başlıyoruz. Yalan söylemekte ol duğumuzu fark etmiyoruz. Yalan söylediğimizi bildiğimiz kimi zamanlar da kendimizi yaralarımızın acısına karşı korumak için yalanı aklayıp bağışlıyoruz.
İnsanlar sürekli bir yaralanma korkusu içinde yaşıyor. Bu da nereye gidersek gidelim büyük bir dram yaratıyor. İnsanların birbirleriyle ilişki kurması duygusal olarak öylesine acı verici ki görünürde hiçbir neden yokken öfkeye, kıskançlığa, üzüntüye kapılıyoruz. Seni seviyorum demek bile korkutucu olabiliyor.
Korku hastalığının belirtileri öfke, nefret, kıskançlık ve ikiyüzlülüktür.
Kimse görmeyi reddeden birisinden daha fazla kör olamaz. İşitmek istemeyen insandan daha sağırı yoktur. Anlamak istemeyenden çılgını bulunmaz.
Ustaca sevmenin yegane yolu sevgiyi eyleme dökmektir. Sevginizi doğrulamanız, açıklamanız gerekmez. Gereken, sevgiyi yaşamaktır.
Kişisel mitolojimiz kahramanlar ve kötü insanlar, melek ve şeytanlar, krallar ve halklarıyla dolu.
Sonsuzluğun ötesi içinizdedir.
“Sevginin temeli saygıdır.”
Sevginin temeli saygıdır.
Sevginin temeli saygıdır.
Eşinizin özgürlüğünü kısıtladığınızda kendi özgürlüğünüzü de kısıtlamış olursunuz, çünkü ne yapıp yapmadığını denetlemeniz gerekir. Eğer kendinizi seviyorsanız kişisel özgürlüğünüzden vazgeçmezsiniz.
Ben söylediklerimden sorumluyum.Ama sizin ne anladığınızdan sorumlu değilim..!
Birisi sizi değiştirmek istiyorsa, bu onun istediği kişi değilsiniz demektir.
Ne bizim kimseyi değiştirmeye hakkımız vardır ne de kimsenin bizi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir