İçeriğe geç

Unutulmuş Düşler Kitap Alıntıları – Stefan Zweig

Stefan Zweig kitaplarından Unutulmuş Düşler kitap alıntıları sizlerle…

Unutulmuş Düşler Kitap Alıntıları

Çünkü dünya tarihi davetsiz misafirlerden hoşlanmaz; o kendi kahramanlarını seçer ve ne kadar çabalasalar da, istenmeden gelenleri bir kenara bırakır. Giden kader arabasından düşen bir insan bir daha asla yakalayamaz onu.
Aşk, belki de sessizlik içinde geçen güzel anlarda değil,en mükemmel haliyle ancak bu solgun, düşlerin alacakaranlığında yaşanabilirdi.
Hayallerinizi, göğsünüzü parçalarcasına söküp alarak çamura fırlattıktan sonra ayaklarının altında çiğnemediler mi ya da üzerinden binlerce tekerleği geçirerek ezmediler mi?
Bu ölümlü dünyada insanları birbirinden ayıran duvarlar kimi zaman gelir ki ortadan kalkıverir. Üşürken, uyurken, yorgunken, ıstırap çekerken insanlar hep aynıdır. İnsan denen hayvan, dünyevi yaratık, sen ve ben, açlık ve susuzluk hisseder, yorulur ve uyumak ister.
Hiç bir şey insanı mutluluktan daha sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
İnsan kalbi denilen şey ne garip; bir zamanlar tüm düşüncelerime hakim olan, ruhumu ele geçiren adamı yıllar boyu bir kez olsun düşünmedim. Onun ne hale geldiğini bilmeden ölebilirdim; ya da ölebilirdi, bense bunu hiç öğrenemeyebilirdim.
Ama kalp,her zaman kendisine yalan söylemeyi sever.
Ah, şu canlılığa bir girebilsem, başkalarının bu titreyen, gülen, soluk alan arzulayışlarına bir akabilsem, onların damarlarına dökülebilsem! Kargaşanın arasında küçücük ve adsız olarak yaşasam; şu dünyanın çamurunda görünmez bir hayvancık, on binlerce gürültüsü arasında arzuyla titreyen ışıltılı bir varlık olsam!
Hiçbir şey bir insanın mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
Ama kalp, her zaman kendisine yalan söylemeyi sever
Arzulayan ama istemeye cesaret edemeyen, gençlik aşkının o güzelim düşü sözler verir ve o sözleri tutmaz.
Ama kalp her zaman kendisine yalan söylemeyi sever.
Ama kalp her zaman kendisine yalan söylemeyi sever.
Yaşadıklarımızdan dolayı utanç duymak zorunda değiliz.
Bu büyük şehirlerdeki hayatlarımızda gerçekten nelere sahip olduğumuzu hala bilemiyoruz.
“Hayallerim bana aitti.”
“Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.”
“…gece anlatılan hikâyeler hüznün o hassas yolundan geçerler.”

“…renkli sözcükler kalplerin derinliklerinden geliyormuşçasına yoğun ve ağır bir sesle çıkar.”
“…gözleri kapatınca yatağa yanaşan hassas düş yansımaları ile rahatlamak çok zevklidir.”
“…sessizliğe gömülünce saat, zamanı kaygılı bir biçimde yüz küçük parçaya ayırıyor ve soluklarımız tıpkı hasta bir adamın solukları kadar sesli çıkıyor.”
Onu hâlâ sevdiğini hissediyor, belki de sadece ulaşılamaz olanı arzuluyor.
Gün bitmek tükenmek bilmeyen geceye doğru uzanıyor.
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz.
yalnızca dileyen ve talep etmeye cesaret edemeyen ve sadece söz veren ancak sözünü yerine getirmeyen bir yarım kalmışlığın güzel rüyasıydı.
Ama sen şu an sessizlik istemediğini söylüyorsun,çünkü sessizliğe gömülünce saat,zamanı kaygılı bir biçimde yüz küçük parçaya ayırıyor ve soluklarımız tıpkı hasta bir adamın solukları kadar sesli çıkıyor.
Gençlik aşkının güzel düşü yarım yamalak riskler alır, arzuları istemeye cesaret edemez, sözler vermez.
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
Ama kalp her zaman kendisine yalan söylemeyi sever.
Tek damla gözyaşı dökmedim, bunun için fazlasıyla çaresizdim.
İnsan kalbi denilen şey ne garip; bir zamanlar tüm düşüncelerime hakim olan, ruhumu ele geçiren adamı yıllar boyu bir kez olsun düşünmedim. Onun ne hale geldiğini bilmeden ölebilirdim; ya da ölebilirdi, bense bunu hiç öğrenemeyebilirdim.
Alacakaranlık, bir perde gibi düşer; geceye yaslanan keder, yıldızsız bir kemer gibi tepelerinde durur.
Aşkın en sükunetli güzel anları bu soluk alacakaranlık düşlerinde var olur.
Karanlıktan bir parça koparmak zorundaymışım gibi hissediyorum.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Gençlik aşkının güzel düşü yarım yamalak riskler alır, arzuları istemeye cesaret edemez, sözler vermez.
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
İnsan kalbi denilen şey ne garip; bir zamanlar tüm düşüncelerime hâkim olan, ruhumu ele geçiren adamı yıllar boyu bir kez olsun düşünmedim.
Yalnızca bir saat hatta birkaç dakika bile olsa onu görse, sonra yeniden kızın hayali ile baş başa kalsa; rahatsız edilmeden, kesintiye uğramadan sessiz bir mutlulukla dolsa, bulutların üzerindeymişçesine bütünüyle aşkının avutucu hayallerine dalsa
Eğer sevdiğiniz insanı hayal etmek istiyorsanız böyle gürültünün ve kalabalığın olmadığı aydınlık, yüksek tavanlı bir odada, dışarıda ağaç dalları hışırdarken uzun süre yalnız başına yatmak harika bir şeydir.
Saçlarındaki parıltıyı görmüyor; ağzından çıkan tek bir sözcüğü duymuyor ama içinden çıkılamaz bir biçimde ruhu onun ruhuna karışıyor ve gece genç adam için çekilmez bir ıstıraba dönüşüyor.
Hayır, gelmeyecek, bunu en başından beri biliyor ama inanmak istemiyor çünkü inanırsa bir daha asla gelmez, asla!
Yalan söyledikleri zaman bile insanlara inanmıştı. Çünkü gücünün sırrı kendi gücüne inanması ve güvenmesiydi.
Akşam oldu, odanın içi yavaşça karardı ama Madam De Prie hissetmedi bunu. Çünkü akşam sessizce gelir. Akşam karanlığı- gündüz ışığı gibi cesurca pencereden içeriye bakmaz. Duvarlardan içeriye karanlık ‘sular’ gibi süzülür ve tavanı bir boşluğa yükseltir.
Adam alçak bir ses tonuyla:
‘Ee aşkın hiç mi önemi yok dedi?’

Kadın onu duydu ve dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi.
‘Sen hala o ideallerin peşinde misin?’
‘Onlar senden zorla koparılıp çöplüğe atılmadılar mı?’
‘Arabaların tekerleri altında ezilip, parçalanmadılar mı?

Adam içini çekerek, üzgün bir ifadeyle başını salladı ama konuşmadı.

Benim hayallerim sadece bana aitti.
Yalnızlık boğuyordu onu, insanlara ne kadar ihtiyacı olduğunu ancak şimdi idrak ediyordu.
Benim ruhum, gelecek günlerin sisleri içinde gizlenmiş başka hayaller peşinde koşuyordu.
”Aşk, belki de sessizlik içinde geçen güzel anlarda değil, en mükemmel hâliyle ancak bu solgun, düşlerin alacakaranlığında yaşanabilirdi. ”
Ancak akşam saatlerinde anlatılan hikayelerin hepsi bu şekilde hüznün sessiz sokağına girer. Alacakaranlık onun üzerine perdelerini örter, akşama kadar yas tutan bütün acıların üzerine yıldızlar uzanır, kanlarına bir karanlık çöker ve bütün aydınlık ve renkli kelimeler o kadar dolu ve o kadar ağır olur ki, sanki hepsi bizim hayatımızdan çıkıp gelmiş gibi görünür.
Sadece konuşmuş olmak için konuşuyordu.
Arzulayan ama istemeye cesaret edemeyen, gençlik aşkının o güzelim düşü sözler verir ve sözlerini tutmaz.
Benim ruhum, gelecek günlerin sisleri içinde gizlenmiş başka hayaller peşinde koşuyordu. Benim hayallerim sadece bana aitti.
Çünkü kadınlar, gerçeklikle karşılaştıklarında küçük narin çiçekler gibi sağa sola savrulan hayalleriyle mucizelere inanan genç kız kalpleri hakkında hâlâ ne hatırlayabilirler ki?
Ama kalp her zaman kendisine yalan söylemeyi sever
Eminim, trende gidiyorken ya da yürüyüş yapıyorken aniden bir ev görüp, ”Ah keşke burada ben yaşasaydım, çok mutlu olabilirdim, ” diye iç geçirmenin nasıl bir şey olduğunu biliyorsundur.
Fakat gece anlatılan hikâyeler hüznün o hassas yolundan geçerler.
Eğer sevdiğiniz insanı hayal etmek istiyorsanız böyle gürültünün ve kalabalığın olmadığı aydınlık, yüksek tavanlı bir odada, dışarıda ağaç dalları hışırdarken uzun süre yalnız başına yatmak harika bir şeydir.
Aşk, belki de sessizlik içinde geçen güzel anlarda değil, en mükemmel haliyle ancak bu solgun, düşlerin alacakaranlığında yaşanabilirdi.
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
Şaşkın bir güvercin sürüsü gibi düşünceleri karmakarışık olmuş, çırpınıyordu.
Peki, ama ya aşk?
Hiçbir şey bir insanı mutluluktan daha fazla sağlıklı kılamaz ve başka bir insanı mutlu etmekten daha yüce bir mutluluk da olamaz.
Onu sonsuza dek kaybettiğini biliyor ama onu hala sevdiğini hissediyor, belki de sadece ulaşılamaz olanı arzuluyor.
Bir insanın bir başkası için neler ifade edebileceğini şimdiye kadar bilememiş, çünkü daha önce hiçbir zaman yalnız kalmamıştı.
Ne yapacağını bilemiyordu, içinde her şey susmuştu, sessizdi, kalbinin neşeli müziği, anahtarı kaybolan müzikli saat gibi yok olmuştu.
Gençlerin takdirini kazanmak benim için her zaman ayrı bir memnuniyet olmuştur.
Ah, öyle çok delilik yaptık ki şu an içlerinden binde birini anımsayabiliyorum!
Derinden sarsılmıştım, içimde bir sancı hissettim.
Schiller tiyatro için manevi bir kurum der ama artık böyle görülmüyor. Para dışında hiçbir şey önemsenmiyor, o kirli para ve kendi görüntüleri dışında hiçbir şey!
Oysa benim tek dileğim on dört gün boyunca tek başıma kalıp kitaplara gömülmek, yürüyüşlere çıkmak, hayal kurmak ve rahatsız edilmeden uyumaktı.
Ve gördüğün gibi, geç de olsa sözüme sadık kalıyorum.
Duygularını gizlemeye çalıştığını fark ettim , paltosunun cebinden çıkardığı geniş ve oldukça pis bir mendille iki ya da üç kere burnunu siler gibi yaptı ama aslında kırışmış yanaklarından süzülen gözyaşlarını siliyordu.
Orada kasvetli bir biçimde dirsekleri masaya dayalı , kafası ellerinin arasında oturuyor , yorgunluğunu gizliyordu. Bu uykusuzluk yüzünden oluşan bir yorgunluk değildi , hayat onu yormuştu. Kimse onunla konuşmuyor , kimse onu umursamıyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir