Fakir Baykurt kitaplarından Unutulmaz Köy Enstitüleri kitap alıntıları sizlerle…
Unutulmaz Köy Enstitüleri Kitap Alıntıları
Yurttaşların devlete karşı görevleri ile birlikte devletin yurttaşlara karşı görevleri öğretiliyordu. (Bugün ikincisi öğretilmiyor!)
Karın altında kardelen çiçekleri gibi Türkiye toprağını delip çıkan Köy Enstitüleri, kendileri yaşamda olmadığı halde, son yıllarda, özellikle genç kuşaklar için daha çok merak konusu oluyor.
Eğitim ve öğretim insana yalnızca kuru bilgi kazandıran, salt söyleme, anlatma yoluyla birtakım sözleri ezberleten çabalar toplamı olmasın. Okul, yaparak , yaptırarak öğretsin. Öğrenme, elden geldiğince üretimle sonuçlansın.
İnsan gelişmeden yurt gelişir mi?
Ben üç şeyle övünmesini isterim Türkiye’nin: Atatürk’ün gerçekleştirdiği kendine dönüş ve bağımsızlık politikası, Hakkı Tonguç’un gerçekleştirdiği demokratik eğitim ve Nâzım Hikmet’in getirdiği insancıl, ulusal şiir.
– Yaşar Kemal
Türkiye’de Köy Enstitülerinin rahatsız ettiği insanlar, bütün devrimlerin rahatsız ettiği insanlardır: Hacılar, hocalar, ağalar, para babaları, eski bey paşa oğulları, medrese kalıntıları, ulema bozuntuları ve bunlara yaranan yada kananlar. Atatürk Anadolu halkıyla birlikte Kurtuluş Savaşını yalnız dış sömürgenlere karşı değil, bu iç sömürgenlere karşı da kazanmıştı. O sağken süt dökmüş kedi gibiydi hepsi. Sonradan yoksul ve bilgisiz yurttaşlarımızın dertleriyle güçlenip aslan kesilmeye başladılar. ‘Din iman gitti, ahlâk, Türklük gitti, Türkçe gitti!’ yaygaralarıyla oy avına çıktılar ve olanlar oldu.
Türk köylüsünün gerçek yaşamı ancak köylü ananın romanı yazıldığında anlaşılacaktır.
“enstitüleri yalnız duygularımla değil, aynı zamanda aklımla düşünüp sevmeye, anlatıp sevdirmeye özen gösteriyorum.. duyguların sevgili bulduğunu akıl değerli bulursa, o sevgili ölümsüzler katına çıkar..”
Kafasının içine eğitim ışığı giren bir halkın yurdunu sömürge olarak elde tutmak zorlaşır.
Tonguç’un eğitimbiliminde öğrenci salt iş yaparak yetişmez. Aynı zamanda bilgi de öğrenir. Örneğin bahçe yaparak , ekip dikerek geometri öğrenir. Yapı yaparak aritmetik öğrenir. İçme suyu getirerek, elektrik üreterek fizik , kireç yakarak kimya öğrenir. Bu ilke Köy Enstitülerinde çok canlı olarak uygulandı.
Türkiye’nin eğitim tarihinde Enstitüler sadece on bir yıl sürdü. Onun da yarısı cennet, yarısı cehennem. Aydınların ilgisiz, köylülerin bilgisiz olduğu bir dönemde, itici gücünü toprak ağalarının oluşturduğu zorba hükümetler, Enstitülerin güzel ilkelerini budayıp kapılarına kara kilit astı.
Eğer ilköğretim ve eğitim, bilim ilkelerine ve çağdaşlık ölçülerine uygun olarak verilebilirse, artık o halka baskı uygulanamaz. O halkı sömürmek olanaklı değildir. O halka demagoji de işlemez. O halka yukarıdan ya da aşağıdan temiz din duyguları ve inanç özgürlüğü adı altında yüzyılların köhne görüşleri dayatılamaz, o halkın kafası ortaçağın örümcek ağlarıyla örtülü kalamaz.
Kulluğu perçinleyici bir eğitimin ille de doğrudan uygulanması gerekmez. Bunu ders programlarından, kitaplardan uyuyanı uyandıracak konu ve kavramları kimseye çaktırmadan temizleyerek de başarabilirsiniz; örneğin reformları, devrimleri, devletin yurttaşlara karşı görevlerini çıkarır atarsınız; biyoloji derslerinden Darwin kuramını yasaklayıp ona karşılık Yaradılış söylencesinin belletilmesine yer verirsiniz; doğru dürüst mantık, felsefe, toplumbilim, tarih, ekonomi, politika okutmazsınız, sonuçta bir değil birkaç kuşak mışıl mışıl uyur.
Yeni müdür konuşurken, ben önceki dönemlerden kalma alışkanlıkla parmak kaldırdım: Siz yurtseverlikten söz ediyorsunuz, iyi, güzel! Ama çamurlu ayaklarınızla masaya basıyorsunuz! Bu yanlıştır! Ya o masadan ineceksiniz, ya bu sözleri etmeyeceksiniz! dedim. Sordu bana: Sen kim oluyorsun? Edepsize bak! İşte tam bir komünist kafası! Bana karşı çıkıyor! diye boyadı orda.
Kitap okuyorduk. Okuduğumuz kitapların tanıtılmasını, özetlerini, eleştirilerini yapıyorduk. Bunları dergilere veriyorduk. Okuduklarımızın çoğunun Rus klasikleri olduğu söylenmeye başlandı. Doğruydu. Arada Rus klasiklerini de okuyorduk. Bakanlığın yayımladığı kitaplardı bunlar. Ama Fransız, Alman, İngiliz, Amerikan klasiklerini de okuduğumuz hiç söylenmiyordu. Dillerinin tesbihi olmuştu: Rus klasiklerini okuyorlar! Öyleyse bunlar şudur budur
Köy Enstitüleri yerlidir. Ama dünya eğitbilim gelişmelerinden kopuk değildir. Normal olarak böyle olması da gerekir, kanımca. Sonradan Köy Enstitülerini başka uluslar aldı. Örneğin İran aldı. Uzakdoğu’da, Endonezya uyguladı. Peru alıyor. Geri kalmış, geri bıraktırılmış ülkelerin sorununu çözmede uygun bir modeldir diye UNESCO bütün dünyaya tavsiye etti. Böyle örnekler biliyoruz. Bunların fazla önemi yok. Bence önemli olan, Köy Enstitülerini bizim koruyup sürdürebilmemizdi. Çünkü bu kuruma en çok bizim gereksinimimiz vardı.
Köy Enstitüsü öğrencileri önce içinde yemek yiyeceği, yatıp uyuyacağı, ders yapacağı yapıları yaptı. Bunların hepsi birer gereksinimden doğan gerçek işlerdir. Hepsi birer bütünlük gösterir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Kafaların içiyle uğraşacak yerde,dışıyla uğraşmayı seviyoruz nedense.
Ben üç şeyle övünmesini isterim Türkiye’nin: Atatürk ‘ün gerçekleştirdiği kendine dönüş ve bağımsızlık politikası, Hakkı Tonguç ‘un gerçekleştirdiği demokratik eğitim ( Köy Enstitüleri ), ve Nazım Hikmet’in getirdiği insancıl ulusal şiir .
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Atatürk ‘ün erken ölümüyle Türkiye büyük fırsatlar yitirdi .
Köy Enstitülerinde öğrenci yarına hazırlanırken titizlikle uygulanan ilkelerden biri de özveri ilkesiydi.Orda pahalı yemek ,pahalı giymek yoktur .Beslenme ve giyimde sadelik temizlik baş koşuldur .
Türkiye’de Cumhuriyeti kuranlar ,yıkılan imparatorluğun yağmacılarına karşı bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vererek tarih sahnesine çıktı .
Köy enstitülerini kapattılar,onların yerine durmaksızın İmam Hatip okulu açıyorlar. Köy enstitülerinden on bir yılda yetişen 17 bin öğretmene karşılık ezberci İmam Hatip okullarından elli yıldır yarım milyondan çok köy çocuğu yetişti. Ama koskoca bir tarım ülkesi Türkiye şimdi dış ülkelerden ekmeklik buğday,yemeklik et sayın alıyor.Köy çocuklarına doğru dürüst tarım eğitimi veren okullar yok;gelip geçen yönetimler bin kez yanlış bir eğitim politikasını ulusun açlığı pahasına inatla sürdürüyor,halkla birlikte aydınlar da buna ses çıkarmıyor,yazık,ne yazık değil mi ?
Ancak bilimle gidilen yolun sonu aydınlıktır.
Duyguların ,sevgili bulduğunu akıl ,değerli bulursa o sevgili ölümsüz olur .
Topraktan da derslikten de ürün almak ince iştir ,emek ister .
Yalnızlık başeğmenin büyük nedenlerinden biridir .Bu durumda örgütlenme kurtulma olanağıdır.Yapayalniz insan güçsüz ve korkaktır.Örgütlü insan güçlü ve korkusuzdur.
Önümüzde dört durum var :
1.İnsana her zaman baskı uygulanmıştır.
2.İnsan ,seyrek başkaldırırır genellikle baş eğer .
3.Tekil olarak insana baskı uygulandığı gibi topluma da baskı uygulanabilir.Toplum da seyrek başkaldırırır genellikle başeğer.
4 .Toplum ,bireye sürekli baskı uygular .Birey toplum -politik kökenli baskılara seyrek başkaldırırır, genellikle başeğer .
Biz para yapma ülküsünü değil ,yurttan ve halktan yana yararlı işler yapma ülküsünü başa aldık .Böyle yetistirildik .
Türk köylüsünün gerçek yaşamı ancak köylü ananın romanı yazıldığında anlaşılacaktır .
Bütün yönetimler , yetiştireceği insanların kendinden yana düşünen ,davranan insanlar olmasını ister .
Karın altında kardelen çiçekleri gibi Türk toprağını delip çıkan Köy Enstitüleri,kendileri yaşamda olmafigi halde son yıllarda daha çok merak konusu oluyor .
Ben üç şeyle övünmesini isterim Türkiye’nin: Atatürk’ün gerçekleştirdiği kendine dönüş ve bağımsızlık politikası, Hakkı Tonguç’un gerçekleştirdiği demokratik eğitim ve Nazım Hikmet’in getirdiği insancıl, ulusal şiir.
“Son yıllarda tasavvurumdaki okullar Türkiye’de kurulmaktadır. Bu okullar köy Enstitüleridir.”
Prof. John DEWEY
“Türkiye’de Köy Enstitülerinin rahatsız ettiği insanlar, bütün devrimlerin rahatsız ettiği insanlardır.”
Sabahattin EYÜBOĞLU
“Bütün askeri ve siyasi hayatımdaki vazifelerin hiçbirini kaale almadan diyebilirim ki, öldüğüm zaman Türk milletine iki eser bırakmış olacağım. Biri köy Enstitüleri, öbürü çok partili hayattır.
İsmet İNÖNÜ
Kafasının içine eğitim ışığı giren bir halkın yurdunu sömürge olarak elde tutmak zorlaşır.
Türkiye toprak ağalarının, onlarla birleşenlerin dediğini yaparak, ancak bugün geldiği yere gelebilir. Türkiye’de bugün gelinen yer iyi ise, sorun yok! Ama iyi değil, görüyoruz. Demek ki 40 yıldır, kurulması, kapatılması, hep toprak ağalarının, burjuvazinin dediği yönde yapılıyor. İçinde bulunduğumuz çıkmaz buradan kaynaklanıyor
Tonguç, iri vücudu içinde çok duygulu, titreyen bir yürek taşırdı. Bir gün Köy Enstitülerinden birinde bir kadın öğretmenin yeni gelmiş bir kız çocuğunu dizine yatırmış başından bitini ayıklarken görmüştük. Biraz sonra birbirimize baktığımız zaman gözlerimizde akan yaşları bulmuştuk.
Köy Enstitülerinin kusurlarını bana verin, başarıları sizin olsun.
Köy Enstitüleri deneyimi, bize şunu da öğretmiştir ki memlekette hükümetle halk arasındaki en verimli ilişki biçimi tatlı söz, eşitlik ve işbirliğidir.
Eğer Köy Enstitüleri yöntemleri yürütülseydi, eğer Köy Enstitüleri devam etseydi, bugün Türkiye’de okuma yazma bilmeyen vatandaş kalmayacak, kafası ışımayan köylü çocuğu mumla aranacaktı.
Dünyanın hiçbir yerinde böylesine yararlı ve anlamlı eğitim kurumları görmedim.
Kalkınma eğer herkesi içine alacak, herkese mutluluk sağlayacaksa, bunun ciddi bir devlet planına dayanması gerekir.
Kazanç yolu kapalı değil. Ama ne yapacağız daha fazla parayı? Biz para yapma ülküsünü değil, yurttan ve halktan yana yararlı işler yapma ülküsünü başa aldık.Böyle yetiştirildik.Bunun bir sol eleştiriye konu edilerek olumsuz gösterilmesini değil, alkışlanmasını düşünüyorum.
Örneğin Türkiye’de 18 yaşında suç işleyen insanı asıyorlar. O halde 17 yaşındaki insana sorumluluk ve yetki de verilebilir. Öğretmenlik gerçi zordur.
Okuduklarımızın çoğunun Rus klasikleri olduğu söylenmeye başlandı. Doğruydu. Arada Rus klasiklerini de okuyorduk. Bakanlığın yayımladığı kitaplardı bunlar.Ama Fransız, Alman, İngiliz, Amerikan klasiklerini de okuduğumuz hiç söylemiyordu. “Rus klasiklerini okuyorlar!Öyleyse bunlar şudur budur…”
“Savaş bitti, Amerika’daki McCarthyzm Türkiye’ye yansıdı.Giydiği şapkaya, taktığı kravata göre insanlara komünist deniyordu.
Yalnız gerekçesiz eleştiriler hoşgörülmezdi. Kişisel sürtüşmeye,çekişmeye, bir hınca falan dayanan eleştiriler hemen sezilirdi.
Zorluklar insanların yetişmesinde iyidir.
Ancak bildiğim, pek doğal ki bütün yönetimler, Yetiştireceği insanların kendinden yana düşünen, davranan insanlar olmasını ister. Ama bence niyetten çok sonuç önemlidir.
Eleştirilmeden iş eksik ve çürük olur; eleştirilmeyen kişi giderek duraklar, kendisinden beklenen hizmetleri yerine getiremez.
Anlamak zorundayız, her çağda olduğu gibi zindanımız hukukla büyütülüyor.
Yeniden kölece koşullar içine düşürülmekteyiz.
Genç kuşaklar, bilim, sanat ve teknikle ilgili değer taşıyan yapıtları anlamlarını iyice kavrayana kadar okumalıdır. Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan, düşüncesini açıklayan insan da pek az olur; ortam demagoglara kalır.
Yönetimler halkın daha çok başeğmesini sağlamak için özellikle kadını kızı bilisiz bırakır. O hükümetler kadınların meslek edinme, çalışma, seçme, seçilme, örgütlenme, baskılardan ve tacizden kurtulma haklarını ortadan kaldırmak için, gene kadınları kullanarak baskı programlarını başarıya erdirir. Başeğmenin en acı türü budur.
Eğer ilköğretim ve eğitim, bilim ilkelerine ve çağdaşlık ölçülerine uygun olarak verilebilirse, artık o halka baskı uygulanamaz. O halkı sömürmek olanaklı değildir. O halka demagoji de işlemez. O halka yukarıdan, ya da aşağıdan temiz din duyguları ve inanç özgürlüğü adı altında yüzyılların köhne görüşleri dayatılamaz, o halkın kafası ortaçağın örümcek ağlarıyla örtülü kalamaz.
Afrika’nın kara çocuğu Patrice Lumumba, halkının gençleri için lise ve üniversite istedi, ama sömürgeciler vermedi. Bizim gençler gelsin sizin lise ve üniversitenizde okusun. Buna da yanaşmadılar. Çünkü kafasının içine eğitim ışığı giren bir halkın yurdunu sömürge olarak elde tutmak zorlaşır.
Alman Kaizerleri de bir işçi bölgesi olan Rur Havzası’nda çok uzun süre üniversite açtırmadı. İşçilerin kendisi, ya da onların kız erkek çocukları bilim ışığına kavuşursa, onları kölece çalıştırma olanağı kalır mı?
Bir günlük zaman içinde en az bir buçuk, iki gün çalışmak zorunda olan bir ulusuz.
Evet, bugün Türkiye köyleri 1940’ların köyleri değil. Çoğuna yol, su, elektrik gitti. Elektrik gözlerin önündeki karanlığı bir derece aydınlattı. Ama gözlerin ardındaki karanlık her yıl daha da büyümektedir.
Aydınları serbest okuma alışkanlığı kazanamayan toplumlarda, düşündüğünü yazan, düşüncesini açıklayan insan da pek az olur; ortam demagoglara kalır.
Parmak izi , batı ülkelerinde polislik , karakolluk iş anlamına gelir. Biz de ise başkadır ; karabili ‘ yi simgeler, en başta okuma yazma bilmezliği Yirminci yüzyıl bitip giderken imza atmak yerine parmak basanlarımızı Seçimlerde imza atamayıp parmak basarak oy kullanan yurttaşlarımızı Sandıklardan demokrasi adına çıkan çoğunluğu
Çok söyleniyor: Demokrasi yönetimlerin en iyisidir. Gerçi niteliğine bağlı , ama onun da sakıncaları var. En büyük sakıncası demagoji : Halkın nabzına göre şerbet vererek oy avcılığı demektir bu !
Ancak bilimle gidilen yolun sonu aydınlıktır.
Evet , bugün Türkiye köyleri 1940’ların köyleri değil. Çoğuna yol,su, elektrik gitti. Elektrik gözlerin önündeki karanlığı bir derece aydınlattı.Ama gözlerin ardındaki karanlık her yıl daha da büyümektedir.
Özellikle ders dışı etkinlikler, özgür okuma saatleri, hafta sonu eleştiri toplantıları, cumartesi gece eğlenceleri, yurt gezileri; bunların hepsi bir bütün olarak köy çocuğunu geliştirici, köylüyü canlandırıcı, diriltici etkinlikler oldu. Bundan dolayı da egemenlerin tepkisini uyandırdı.
Enstitülü öğretmen köyünde yalnızca çocukları okutmayacak, köyü başlıca işi olan tarım alanında son teknikler kullanılarak üretim artışı ve ürünü pazarlamak için örnek olacaktı. Öğretmenin bir sanat öğrenmesi, o alanda köylüye örnek olması gerekiyordu. Öğretmen bildiği sanatı köyün gençlerine öğretecekti.
Okullar insana bütün istediklerini öğretemeyeceğine göre, insanın kendi kendine öğrenme ilkesine dört elle sarılması gerekir. Bunun için özgür okumalar her gün, koşullar ne olursa olsun, düzenli olarak uygulanır.
Eğer senin hesabın bir yıllıksa, tohum saç, ekin ek. On yıllıksa ağaç dik. Ama eğer hesabın yüz yıllıksa halkını eğit!
Aydınların ilgisiz, köylülerin bilgisiz olduğu bir dönemde, itici gücünü toprak ağalarının oluşturduğu zorba hükümetler, Enstitülerin güzel ilkelerini budayıp kapılarına kara kilit astı.
Türk köylüsünün gerçek yaşamı ancak köylü ananın romanı yazıldığında anlaşılacaktır.
Köy Enstitülerinin kusurlarını bana verin, başarıları sizin olsun.
Aydınlık, ileri Türkiye özlemi ne yazık karanlığa, geriliğe, gericiliğe dönüştü.